Necmüddin Kübra (k.s.)

tarafından
175
Necmüddin Kübra (k.s.)

türkmenistan – köhne ürgenç

Hayatı
Adı, Ahmed bin Ömer, künyesi Ebulcenab, lakabı girdiği her münazara ve müba­hasede üstün başarı gösterdiği için “Tammetü’l-Kübra” olarak verilmiş, daha sonra şeyhinin kendisine taktığı “Necmüddin” lakabı ile “Kübra” kelimesi birleştirilerek “Necmüddin Kübra” denilmiştir. Nisbeti Harezm’in Hayvek köyünde doğduğu için Hayveki ve Harezmi’dir. 540/1145’de doğup, 618/1221 tarihinde Harezm’de Moğollar’a karşı yaptığı mücadelede şehid olarak vefat etti.

Yetişmesi
Çocukluk yıllarını doğduğu yerde geçiren Necmüddin Kübra ilim yolculuğuna çı­karak zamanın ilim ve irfan çevrelerini dolaştı. Devrin büyük alimlerinden istifade et­ti. Daha çok hadis ilmi sahasında yoğunlaşan Kübra ilk yolculuğunu Hemedan’a yaparak Ebu Ali’den bu sahada icazet aldı. Hadisi ali isnadla rivayet eden Ebu Tahir Silefi‘nin şöhretini duyunca İskenderiye’ye, oradan da Nişabur’a geçerek Ebu’l­ Meali’nin derslerine devam etti. Meşhur kelam alimi Fahru’d-din Razi ile de görüştüğü söylenen Şeyh, başka bir kelamcı olan Ebu Nasr Hafda’nın Tebriz’de derslerine de­vam etti. “Şerhu’s-Sünne ve’l-Mesalih” adında mukaddime mahiyetindeki kelama dair eserini burada yazdı. Bu arada tanıştığı sufi Baba Ferec Tebrizi‘nin tesirinde kalarak kelam çalışmalarını terketti.

Bir yolculuğu esnasında hasta olduğu için Şeyh İsmail Kasri‘nin dergahında ko­naklamak zorunda kalan Necmüddin Kübra‘yı buradaki sema alemleri rahatsız etmiş, neticede düşüncelerinde önemli değişiklikler olmuştu. O’nun ruh halini anlayan Kasri, Ammar Yasir’e gitmesini tavsiye etmiştir. Bir müddet burada kalan Kübra yine Şey­hi’nin emri ile Ruzbihan Kebir Mısri’nin yanına gitmiştir. O’nun müridi olarak nezareti altında sıkı riyazet geçirmiş, bu sırada şeyhinin teveccühünü kazanarak kızı ile evlen­miştir. Ruzbihan, damadını tekrar Ammar Yasir‘e göndermiş, bir müddet daha şeyhi Ammar’ın yanında kalan Necmüddin Kübra‘yı şeyhi Harezm’de irşadla görevlendir­ miştir.

İlginizi Çekebilir  Ziya Efendi Türbesi

Tarikatı
İlk tarikat kurucularının hemen hepsiyle çağdaş olan Necmüddin Kübra, şeyhinin emri üzerine Harezm’e yerleşerek orada bir tekke tesis etti. İnsanları irşad ederek Kübreviyye (Zehebiyye) tarikatının prensiplerini vazetti.
Cehri zikir üzerine kurulan tarikatın prensipleri şu üç esasa dayanmaktadır.
1- Tedrid olarak yemeği azaltmak, çünkü, ağyar (vücut, nefis, şeytan) bununla güç ve kuwet bulur. Yemek azalınca hakimiyetleri de azalır.
2- Mürşid-i kamil’in iradesine tabi ve bağlı olmak.
3- Cüneyd-i Bağdadi’nin şu sekiz prensibini yerine getirmek: Devamlı abdestli ol­ mak, devamlı oruçlu olmak, devamlı susmak, devamlı halvette bulunmak, devamlı zikretmek, devamlı şeyhle kalbi rabıta ve bağlılık halinde olmak, kendi tasarrufunu şeyhin tasarrufunda yok etmek, devamlı olarak havatırı unutmak, Allah’tan gelen şe­ye itiraz etmemek.

Melami ve Üveysi meşrep olduğu da kabul edilen Necmüddin Kübra görüşleriyle Nakşbendiyye ve Mevleviyye tarikatlarına etki etmiştir.
Pek çok veli O’nun tedris ve irşadından geçtiği için kendisine “şeyh veli teraş” -veli yetiştiren şeyh- denilmiştir. Yetiştirdiği kamiller arasında, Harezm’den çıkıp Anadolu’ya gelerek Konya, Kayseri ve Sivas’ta yaşamış olan “Mirsadu’l-İbad” müellifi Necmüddin Daye (Razi); önceleri Ahmed Yesevi‘ye intisablı iken, vaktiyle gördüğü bir rüya üzerine yıllarca Necmüddin Kübra‘yı beklemiş, nihayet O’nun Harezm’e geldiğini duyar duymaz hemen hizmetine girmiş olan Ali Lala, Mevlana’nın babası Sultanu’l­ Ulema, Şems-i Tebrizi‘nin şeyhi Baba Kemal Cendi, Fahrettin Attar‘ın şeyhi Mecdüd­ din Bağdadi, Sadettin Hamevi, Seyfüddin Baherzi gibi mühim şahsiyetler vardır.

Kübreviyye tarikatı, bu insanlar sayesinde, Moğol istilasından sonra Altınordu ve Çağataylar döneminde, Türk ve Moğol göçebe kabileleri müslümanlaştırmak suretiyle birinci derecede tarihi rol oynamıştır. Harezm, Orta Asya ve İran’da yayılan tarikat, Osmanlı topraklarına, Kübreviy­ye’nin bir şubesi olan Nurbahşiyye tarikatı yoluyla, Yıldırım Beyazıt’ın damadı Emir Sultan vasıtasıyla girmiş fakat iki nesil sonra kaybolmuştur. XV. asırdan itibaren bu tarikatın yerini Nakşbendiyye almış, öyle ki, XIX. asırda Kübreviyye sadece Harezm ve Orta Asya’nın küçük bir bölümünde mevcudiyetini ko­rumuştur. Buna rağmen Rusya’daki rejime karşı tavır alanların başında Kübreviler yer almışlardır.

İlginizi Çekebilir  Şeyh Seyyid Nuri Efendi

Cihadı
7. Hicri ve 13. Miladi asır, tarihin şahid olduğu en büyük yağma, talan, tahrip ve kıyım asrıdır. Moğollar bütün İslam memleketlerini kasıp kavurmuş, çekirge sürüleri gibi müslümanların başına üşüşmüştür. Semerkand, Harezm, Hemedan, Bağdat vb. İslam şehirleri halkını kılıçtan geçirerek, milyonlarca insanı katletmekle kalmamış, ge­lişen kültür ve medeniyet mirasını çiğneyip geçmişlerdi. Bu kan ve harabe yığınlarını tamir ve ihya görevini tasavvuf yüklendi. Öyle ki, vahşi Moğollar ayakları altında çiğnedikleri müslümanların dinine sonunda, sufi ve dervişler vasıtasıyla teslim olmak zorunda kalmışlardı.

Moğollar Harezm’i işgal ettikleri sırada Necmüddin Kübra‘nın maiyyetinde 600’den fazla müridi bulunuyordu. Onları toplayarak Harezm’i terketmelerini emretti. Fakat kendisi Harezm’de kaldı. Cengiz Han, velileri sihirbaz saydığından manevi kudretinden çekindiği için şeyhe haber gönderip, gelmesini, halkın tamamının öldürüleceğini bildirmiş, buna karşılık Necmüddin Kübra, “yetmiş yıl beraber yaşadığım hemşehrilerimden ayrılamam, bela da müşterektir” diyerek savaşmayı tercih etmiş ve bu savaşta şehid olmuştur. Bu es­nada kendisini şehid eden kafirin perçemini tutmuş, şehadetten sonra onu şeyhin elinden kimse kurtaramamış, sonunda kafirin perçemini kesmek zorunda kalmışlar­dır.

Eserleri
Necmüddin Kübra eserleri ile tasavvuf tarih ve düşüncesine en fazla hizmet etmiş şeyhlerdendir. Çoğunluğunu Arapça olarak yazdığı eserleri, İbn Arabınin eserleri ile birlikte, tasavvuf düşüncesinin sonraki gelişmesinin esasını ve temelini teşkil etmiştir. Bunlar:
1) Usul-i Aşere; tarikatların el kitabı mahiyetinde olan bu risale İsmail Hakkı Bursevi tarafından Türkçe’ye çevrilip şerhedilmiştir.
2) Risale ile’l-Haim,
3) Fevaihu’l-Cemal. (İlk üç eserini “Tasavvufi Hayat” ismiyle Doç. Dr. Mustafa Ka­ra Dergah Yayınları arasında terceme ederek neşretmiş bulunmaktadır.)
4) Aynu’l-Hayat, Tevilat-ı Necmiye, Bahru’l-Hakaik (Tefsire dair olan bu kitaplar üzerinde ihtilaf vardır. Şeyh’in “Te’vilatı Necmiye” isimli eserini “Bahru’I-Hakaik” adıy­ la müridi Necmüddin Daye’nin tamamlamış olması muhtemeldir).
5) Adabu’s-Sufiyye,
6) Risale-i Necmüddin,
7) Sekinetü’s-Salihin,
8) Risale-i Sefine,

İlginizi Çekebilir  Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi (ks.)

Sözlerinden
– Şeyhlik yol bekçiliği ve yol göstericiliğidir. Müridin, kendisine manevi terbiye ve­ren şeyh ve mürşidine karşı yaptığı hizmetler uzlet hayatının içindedir. Halkla müna­sebet sayılmaz.
– Nefis çocuk gibidir. Düşmanı olan şeytan, ona bir şeyi musallat kılar, nefis de kü­çüklüğü ve önemsizliği sebebiyle onu tasdik eder. Çünkü şeytan oyun ve hileler konu­ sunda mahir ve ustadır. İhlas kapısı hariç her yol ve kapıdan insana girebilir.
– Zühd az olsun, çok olsun, dünyanın malından, hoşa giden şeylerinden ve makam­ larından uzak kalmaktır. Zikir ateştir, törpüdür ve çekiçtir. Halvet demir ocağıdır. Oruç ise iç ve dış temizlik, cilalama aletidir. Oruç vücuttaki su ve toprağa ait parçala­ rın azalmasına tesir eder, kalbi kir, pas ve bulanıklıktan temizler. Muhabbet marifetin meyvesidir. Çünkü bilmeyen sevemez. Allah’ın bize olan muhabbeti bizim O’na olan muhabbetimizden daha öncedir.

Kaynak ; Büyük İslâm ve Tasavvuf Önderleri, Vefâ Yayıncılık, s.107-110 ( Necdet Yılmaz), İstanbul 1993. İlim ve Sanat Dergisi.