Seyyid Ahmed Rıfai (k.s.)

tarafından
234
Seyyid Ahmed Rıfai (k.s.)

Ankara –

Doğumu ve Nesebi
Adı Ahmed, künyesi Ebu’l-Abbas, nisbesi er-Rıfai, el-Bataihi. Rıfai nisbesi atala­rından er-Rifa’a el-Hasan el-Mekki’ye nisbetle, Bataihi nisbesi, Bağdat’la Basra arasın­da kalan “bataklık yerler ” manasına gelen Bataih bölgesinden Ümm Abide köyün­ de doğduğu için verilmiştir.
512/1118 tarihinde doğdu. Babası Ali b. el-Mekki. Hz. Hüseyin (r.a) soyudan bir seyyid. Annesi Ebu Eyyub el-Ensari (r.a) nın soyundan Fatıma el-Ensari. Bu yüz­den kendisine “iki sancak sahibi” manasına gelen “Ebu’l Alemeyn” künyesi verilmiştir.

İlmi ve Yetişmesi
Ahmed Rıfai hazretleri yedi yaşında iken babasını kaybetti. Dayısı Mansur el-Ba­taihi, eğitimini yüklenerek annesi ve kardeşleriyle birlikte himayesine aldı. Önce Ab­dülmelik Hamuti‘ye teslim ederek hafız olmasını sağladı. Sonra da zamanın ilim ve irfan merkezlerinden olan Vasıt şehrine götürdü. Devrin alim ve mutasavvıflarından Ali el-Vasıti ve diğer bazı alimlerden İslami ilimleri öğrendi. Ebu İshak eş-Şirazi‘nin Şafii fıkhı ile ilgili olan “Kitabü’t Tenbih”ini okudu. Bu kitab üzerine yazdığı şerh, Mo­ğol istilası esnasında kayboldu. Tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimlerde söz sahibi oldu. Hocası Vasıti ona zahir ve batın ilimlerine dair icazet verdi. “Herkes üstadıyla iftihar ediyor. Ben ise talebem Ah­med ile iftihar etmekteyim.” derdi.

Vasıti’nin vefatından sonra, dayısı Mansur el-Bataihi’nin halkasına girdi ve sülukunu tamamladı. Bataihi ona “Şeyhü’ş-Şüyuh” (Şeyhler şeyhi) Unvanını vererek kendisine bağlı bütün tekkelerin şeyhliğini tevdi etti. Bunun üzerine Rifai Ümm Abi­de’deki tekkeye yerleşerek irşad faaliyetlerine başladı. Pazartesi-Perşembe günleri irşad kürsüsünde vaazlarda bulunur, diğer günlerde sabah akşam fıkıh, hadis, tefsir ve akaid dersleri okuturdu. Delillerinin güçlü oluşu karşısında inkarcı ve inatçıların dilleri tutulurdu.

Tarikatı
Şeyh Hazretleri’nin tasavvuf ve tarikat anlayışı Kitap ve sünnet’e mutlak tabiiyyeti gerektirir. O’na göre mükemmel sufi, her halde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tabi olan ve kulluk derecesini en yüksek derece olarak benimseyen kimsedir. Kulluk, hakiki arifin vasfıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.), kulluk mertebesinin en yüksek örneğidir. Derviş ol­mak için cemiyet hayatından uzaklaşmak gerekmez. Diğer büyük sufiler gibi kerame­te önem vermeyen Rıfai, keramet göstermeyi bir noksanlık olarak kabul eder. Kendi­si tarikini “tevazu, alçak gönüllülük, yaratılmışlara şefkat ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine uymak” olarak ifade eder.

İlginizi Çekebilir  Muhammed Beşir Erzincani

Yaptığı çalışmalarla gönül halkası kısa zamanda genişlemiş, bağlılarının sayısı ço­ğalmış ve şöhreti yayılmıştır. Kendisini çekemeyen kimi iftiracılar zikir meclislerinde erkek ve kadınları bir arada topladığı iddiasıyla Abbasi Halifesi el-Muktefi’ye (v. 538/1160) şikayet ederler. Halife durumu incelemek için bir müfettiş gönderir. Tek­keye gelip toplantılara katılan müfettiş “eğer bu seyyid ve müridleri de sünnetten baş­ka bir yol üzerinde iseler, yeryüzünde sünneti takip eden bir topluluk kalmamış de­mektir.” şeklinde tesbitlerini bir rapor halinde Halife’ye hülasa etmiştir. Bunun üzerine Halife, bu teftişten dolayı özür dileyen bir mektup göndermiştir.

Zamanın Halife’lerine hazan mektup göndermek suretiyle zaman zaman da ziya­ret ederek nasihatlarda bulunurdu. Halife Müstecid’in onun fikir meclislerine katıldığı kaynaklarda yazılıdır. Adına nisbetle Ahmediye, doğum yerine nisbetle Bataihiye diye bilinen Rıfai’lik tasavvuf tarihinde ilk ve büyük tarikatlardan biridir.

Tarikat silsilesi hem Ali el-Vasitı, hem de dayısı Mansur el-Bataihi kanalıyla Hz. Ali (r.a)’ye ulaşmaktadır. Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin vefatından sonra kendisine “gavsiyyet” makamı verilmiş, böylece kurbiyyet ve gavsiyyet makamlarını şahsında birleştirmiştir.

Tarikatın tarih içinde pek çok kolu teşekkül etmiş, Arabistan, Mısır, diğer Ortado­ğu ülkeleri, Anadolu ve Balkanlar’da yayılmıştır. Balkanlarda müslümanlar arasında tesiri  hala canlı ve yapıcıdır.

Toplu olarak yapılan zikirler sesli, ayakta ve oturarak yapılır. Siyah renkte sarık sarılır ve bir sancakları olur. Sancak nefis terbiyesi için her an mücadeleye hazır olun­duğunu gösterir.

Şemail ve Ahlakı
Ahmed Rifai Hazretleri orta boylu, siyah gözlü, buğday benizli idi. Yüzünden şef­kat ve merhamet akardı. Alnı geniş, sakalı siyah ve kısa idi. Tatlı bir gülüşü vardı. Sa­de giyer, beyaz ve siyah giysilerden hoşlanırdı.

İlginizi Çekebilir  Ebu Hafs Ömer Sühreverdi (k.s.)

Düşkünleri çok sever, onları her zaman himaye ederdi. Hayvanlara karşı çok merhametli idi. Kimsenin kalbini kırmaz ve kin tutmazdı. Çok cömertti. Sırtında odun taşıyıp muhtaçlara ve güçsüzlere dağıtırdı. Çocukların arasına karışır, seviyelerine inerek onlarla haşır neşir olurdu. Sohbetlerini yakın ve uzaktakiler aynı tonda duyar­lardı. Daima az konuşur ve “sükutla emr olundum” buyururdu.

Bir gün etrafında toplanmış olan yakınlarına; “içinizde benim bir ayıbımı, kusuru­ mu görüp de söylemeyen var mı? Varsa lütfen söyleyiniz.” buyurdular. Oradakilerden biri, “Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum. Bizim gibi, size layık olmayan kimse­leri huzurunuza kabul buyurmanızdır” deyince Rıfai Hazretleri ile birlikte oradakiler ağlamaya başladılar.

Kerameti
Ahmed Rıfai‘nin kerametleri çoktur. Bunların en meşhuru büyük bir topluluk hu­zurunda vukubulan, biyografisini yazan müelliflerin pek çok şahit ismi sayarak müte­vatir bir haber şeklinde anlattıkları hadisedir. 1160’ta bazı yakınları ve müridleriyle birlikte hacca giden Rıfai, dönüşte Medine’yi ziyaret eder. Medine uzaktan görününce Ahmed Rıfai devesinden inip yürüyerek Ravza-i Mutahhara’ya girer. Hz. Peygam­ber’in kabri önüne gelince “es-Selamü aleyke ya ceddi” diyerek selam verir ve orada bulunanlar Hz. Peygamber’in “Aleyke’s-Selam ya veledi” sözüyle selama karşılık ver­diğini duyarlar. Cezbeye gelen Rıfai diz çöküp, “uzakta iken benim yerime varıp top­rağını öpsün diye sana ruhumu gönderiyordum; şimdi bu devlet bedenime de nasip oldu; uzat elini de dudaklarımla öpeyim” manasına gelen şiirini okur. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in kabrinden dışarıya nurani bir el uzanır ve Rıfai bu eli öper.

Eserleri
1- El-Hikem er-Rifaiyye, 2- El-Burhanü’l-Müeyyed, 3- El-Mecalisü’s-Seniyye er­ Rifaiyye, 4- El-Erbaune Hadisen, 5- Haletü Ehli-Hakika maa’llah, 6- En-Nizamu’l Hass li-Ehli-İhtisas , 7- El-Eş’ ar 8- El-Ahzab vel-Evrad.

Sözlerinden
Hurma ağacına bakınız. Başı dik olduğu için Allah (cc) ona meyvelerinin yükünü nasıl taşıtıyor. Kabak, karpuz, kavun gibi bitkiler ise yüzünü ve dallarını yere koyduğu için Allah onun meyvelerinin yükünü yere taşıtıyor.

İlginizi Çekebilir  Şeyh Mehmed Sufi Efendi (k.s.)

Bizim yolumuz üç şey üzerine kurulmuştu;: İstemeyiz, reddetmeyiz, biriktirmeyiz. Kardeşim! Çocuğa bakmaz mısın? Doğduğunda, avucunu sıkarak dünyaya gelir. Bu, onun dünyaya olacak olan hırsının nişanıdır. Dünyadan ayrıldığında ise, avucunu açarak çıkar. Bu da, peşine düştüğü şeylerden elinde hiç bir şey kalmadığının itirafıdır.

Ey oğlum! Kalbinde ufak bir leke görürsen, oruç tut. Gitmezse, az konuşmaya bak. Gitmezse, günahlardan şiddetle kaç, yine gitmezse, her hali iyi bilen Allahü Tea­la’ya yalvarmaya, sızlanmaya başla.

İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurura kapılan kimse, marifet sahibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sahipti. İyi ibadetlerine aldanma. Çünkü.Bel’am-ı Baura ve Bersisa, en çok ibadet edenlerdendi.

Vefatı – Türbesi
Ahmed er-Rıfaî, şiddetli bir ishal hastalığı sonunda 23 Eylül 1182 yılında vefat etti. Türbesi Bağdat’ın güneyinde Vâsıt yakınlarındadır. İlk eşi Hatîce bint Ebû Bekir el-Vâsıtî en-Neccârî’den Fâtıma ve Zeyneb adlarında iki kızı, onun vefatından sonra evlendiği Râbia’dan Sâlih adlı bir oğlu olmuş, ancak Sâlih evlenmeden vefat ettiği için nesli kızları ile devam etmiştir. Fâtıma’dan İbrâhim el-A‘zeb (ö. 609/1212) ve Ahmed el-Ahdar (ö. 645/1247) adlarında devirlerinde meşhur iki sûfî, Zeyneb’den ise ikisi kız altısı erkek olmak üzere on torunu olmuştur. Bunlardan İzzeddin Ahmed es-Sayyâd (ö. 670/1271) Rifâiyye’nin Sayyâdiyye kolunun kurucusu olup tarikatın Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve Suriye’de yayılmasında tesiri olmuştur. Ahmed er-Rifâî’nin nesli günümüze kadar devam etmiştir. Rifâî aileler Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Mısır, Lübnan gibi ülkelerde bulunmaktadır. Bütün kaynaklar pek çok müridi olduğunu, tekkesine her gün binlerce kişinin geldiğini, sabah akşam bunlara yemek verildiğini yazar. Tekkesinin vakıf, hediye ve bağış yoluyla çok büyük geliri olduğu da ifade edilmektedir.

Kaynak ; Büyük İslâm ve Tasavvuf Önderleri, Vefâ Yayıncılık, s.111-114, İstanbul 1993. İlim ve Sanat Dergisi.