Neşati Ahmed Dede

tarafından
67
Neşati Ahmed Dede

Edirne – Muradiye camii

XVII. asır Mevlevi sufi ve şairlerinden olan Neşati‘nin asıl adı Ahmed’dir. Hayatı hakkında kaynakların verdiği bilgiler oldukça sınırlıdır. Çok nadir olmakla beraber bazı kaynaklarda adının “Süleyman” olduğu ileri sürülür. Ailesi, hatta babasının kim olduğu hususunda da herhangi bir bilgi bulunmamasına rağmen, hemen bütün kaynaklar onun Edirne’li olduğunda ittifak ederler. Doğum tarihi için de yaklaşık olarak XVII. asrın ilk yılları üzerinde durmak mümkündür. Şöyle ki, ölümünden yarım asır önce (1030/ 1622) yıllarında İstanbul’un görülmemiş bir soğuğunu şiirinde şöyle anlatır:

Lafzan ü ma’nen ana dedi Neşati tarih
Be-meded dondi soğukdan bin otuzda derya

Bu şiire göre Neşati’nin XVII. asrın başlarında doğmuş olabileceğini göstermektedir. Neşati’nin gençliğinde iyi bir tahsil gördüğü, özellikle eski divan şairlerini incelediği ve zamanında aydınlar için gerekli görüldüğü üzere Arapça ve Farsça’yı en iyi şekilde öğrendiği, daha gençliğinde Arap ve Fars edebiyatlarını gözden geçirdiği eserlerinden anlaşılmaktadır.

Adının “Ahmed” olmasına karşın kendisine Ahmed Dede denilmesinin sebebi, Mevlevi dedesi olması sebebiyledir. Çocukluk ve gençlik yıllarını doğduğu şehir olan Edirne’de geçiren Neşati, daha sonra Gelibolu’ya giderek devrinin Mevlevi büyüklerinden olan “Ağazade” namıyla meşhür Şeyh Mehmed Efendi‘nin ders halkasına katılmış, bu esnada Ağazade’ye intisab ederek kendisine derviş olmuş ve onun eğitim ve öğretiminden feyz almıştır.

Kendi şiirlerinden öğrendiğimize göre Neşati, şeyhinin vefatından sonra da seyahatlerle bir süre gezip dolaşmış, bir taraftan şiirler yazarken diğer taraftan da bilgide ve görgüde kemal derecesine ulaşmıştır. Bu arada Kon­ya’ya gitmiş ve Kubbe-i Hadra’yı ziyaret etmiştir. Mevleviliğe intisab ettikten sonra özellikle Mevlana’nın eserlerini okumuştur. Kısa bir süre içinde ünü geniş bir sahaya yayılmış, etrafında sayısız aydınlar toplanmıştır. Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde kendisi için “Edirne’de yetişen fazilet sahibi ve arif Mevlevilerden olup, altmış sene kadar aşıkların irşadı ve talebelerinin öğretimi ile meşgul olarak yüze yakın şair ders halkasında feyz almıştır ki, Naili-i Kadim, Fehim, Nazim bunlar arasındadır” demektedir.

İlginizi Çekebilir  Maksud Baba

Neşati, Konya’ya gidişinden bir müddet sonra, “Oldı yümnile Neşati mevleviye rahher” tarih mısraının gösterdiği 1081/1670’de Şeyh Osman Efendi’den boşalan Edirne Muradiye Mevlevihanesi şeyhliğine atanmıştır. Neşati’nin Edirne şeyhliği çok tanınmış, sevilmiş ve hürmete layık şahsiyeti dolayısıyla çevresinde büyük bir sevinç uyandırmıştır. Bunun için de Mevlevi dervişleri yeni şeyhlerini evinden alıp dergaha getirilirken yolda ayinler yapmış, ilahiler okumuş, hem sema edip hem de yürüyerek büyük neş’elerini ifadeye çalışmışlardır.

Muradiye Mevlevihanesi şeyhliğine getirildiği yıllarda yaşı hayli ilerlemiş bulunan Neşati, bu şeyhlik görevinde ancak dört yıl kalabilmiş ve 1085/ 1674 yılında vefat etmiştir. Kabri, Muradiye Camii avlusundadır. Vefatına düşürülen çok sayıda tarih arasında özellikle Nabi (ö. 1124/1712) ve Fasih Ahmed Dede (ö. 1111/ 1699)’nin kiler çok meşhurdur. Fasih Ahmed Dede, “Neşati gitmegile eyledi mahzun ahbabı” derken Nabi, “Neşati gitdi devranın” diyerek üç kelime içinde onun hem vefat yılını söylemiş, hem de Mevlevi devranını böyle bir şevk adamını kaybettiğini “zamanın neşesi, tadı kaçtı” diyerek üzüntüyle dile getirmiştir.

Aynı zamanda ta’lik hattatı da olan Neşati Dede, şiire başladığı ilk yıllarda “Semendi” mahlasını kullanmıştır. Onun “Semendi” mahlasını niçin terk ettiği ve “Neşati” mahlasını nasıl aldığı Safayi Tezkiresı’nde şöyle nakledilmektedir: “Mahlası Semendi olmağla ol asrın şeyhülislamına bir kaside-i garra verdikte ol müfti-i müşkil-güşa kasideye ziyade tahsin idüp buyurur ki, Çelebi bir müstaid ademe benzersin, lakin Semendi at canbazı demektir, şimdiden sonra mahlasın Neşati olsun demekle mahlas-ı mezbun ihtiyar etmiştir”.

Esrar Dede Tezkiresi’nde “üstad-ı üstadane-i Rum” diye vasıflandırılan Neşati’nin başta şair Nazim olmak üzere, bu asrın bir kısım şairlerine hocalık ettiği belirtilmektedir. Bu anlamda Neşati, şiirindeki ahenk, hayal zenginliği, duyuş inceliği kavramlar arasında geniş hayallere dayanan bağlantılar ve güçlü üslubuyla yetiştirici bir sanatkar özelliği sergilemiş, klasik edebiyatımızın bu asırlardaki birçok şairine şiir sanatı hakkında bilgiler vermiş, kısacası, eski şiirimizin şifahi nazariye üstadlarından biri olmuştur. Neşati, anlatımının renkliliği aşkı, rindane söyleyişi, tasavvuf kavramları bile hayallerle süslü bir anlam zenginliği taşır. Neşati, klasik edebiyatımızın estetik ölçülerini çok iyi bilen ve başarılı bir biçimde kullanan şairlerdendir. Güçlü bir üslüba sahip olan Neşati’nin dili pek ağdalı değildir. Şairin Türk şiirine getirdiği en önemli yeniliklerden biri, XVI. yüzyılda İran’da başlayan ve “Hint Üslubu” denen Sebk-i Hindi akımını benimsemesidir. Divan şiirinde ancak bir beytin içinde bütünlüğe ulaşabilen anlam, Neşati‘de gazelin tamamını kaplar. Beyitler arasında içten içe bir bağlantı görüldü.

İlginizi Çekebilir  Tayyip Zühdü Şahin Efendi

Şiirlerinde, bağlı bulunduğu Mevlevi tarikatının dünya görüşünü yansıtan Neşati, aynı zamanda divan şiirinin ortak kavramlarına yeni bir anlatım özelliği kazandırmıştır. Bir Mevlevi şeyhi olduğu, hatta çevresindekilere şiiri bile öğretmek temayülünde bulunduğu halde kendi şiirine, bağlandığı tarikata ait didaktik çizgiler koymamıştır. Bu durum, onun bir ara Hamzavilik yoluna girdiğini ileri sürenleri haklı çıkaracak boyutlarda olmasa bile tartışmalara açık bir tavırdır.

Neşati’nin şiirlerinde tasavvuf asırlarca heyecanı duyulmuş derin bir duygu, düşünce ve neşe aleminin musikisi halinde doyurucu ve kanatlandıncıdır. Onun,

Şevkiz ki dem-i bülbül-i şeydada nihanız
Hünuz ki dil-i gonca-i hamrada nihanız

Bu cism-i nizar üzre döküp jale-i eşki
Çün rişte-i can gevher-i ma’nada nihanız

Olsak n’ola bi-nam ü nişan şöhret-i alem
Biz dil gibi bir turfa mu’ammada nihanız

Mahrem yine her halimize bad-ı sabadır
Da’im şiken-i zülf-i dil-arada nihanız

İtdik o kadar rej-i ta’ayyün ki Neşati
Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanız

şeklinde söylediği tasavvufi gazelleri Türk tasavvuf felsefesinin şiire aksetmiş en kuvvetli söyleyişleri arasında ve yalnız şiirin değil, Türkçe’nin de zaferlerindendir.

İlginizi Çekebilir  Aliya İzzetbegoviç

Gerek kendi zamanında ve gerekse sonraki asırlarda birçok büyük şair tarafından şiirlerine nazireler yazılan Neşati, özellikle Nazim, Naili, Fehim gibi çağdaşlarını, Nedim, Şeyh Galib, yakın devirde Yahya Kemal gibi kendisinden sonra gelen şairleri etkilemiştir. Duyuşlarındaki zerafet, sıcaklık ve samimiyetle onda coşkun ve taşkın bir şair ruhundan ziyade olgun ve asil bir üstad tavrı vardır. Bilhassa kasidelerinde zaman zaman Nefi tesiri göze çarpan Neşati, bir bakıma Nefi ile Nedim arasındaki edebi gelişmenin temsilcilerinden biri olarak dikkatleri celbeder.

Neşati‘yi şöhrete ulaştıran en önemli eseri, içinde kasideler, gazeller, tarihler, rubailer bulunan Divan’ıdır. Neşati’nin Divan‘ından başka , Hilye-i Enbiya adlı 187 beyitlik küçük bir mesnevisi vardır. Bu mesnevi, Hakani’nin Hz. Muhammed hakkında ve Cevri’nin Hulefa-yı Raşidin hakkındaki eserlerine özenilerek meydana getirilmiştir. Hz. Adem ‘den Hz. İsa’ya kadar 14 meşhur peygamberin portrelerini çizmektedir. Neşati’nin ayrıca 144 beyitlik bir Edime Şehrengizi ile Kavaid-i Dersiyye ve Şerh-i Kasaid-i Örfi veya Şerh-i Müşkilat-ı Ôrfi adıyla bilinen eserleri vardır

Kaynak ; Osmanlının İkinci Başkenti Edirne’de Tasavvuf Kültürü , Dr. Selami Şimşek , Buhara Yayınları