Kaygusuz Abdal – Beypazarı

tarafından
159
Kaygusuz Abdal – Beypazarı

Ankara – beypazarı – kabaca köyü 

Beypazarı ilçesine bağlı ve şehir merkezine 16 km mesafede olan Kabaca Köyü’nde ”Kaygusuz Abdal Türbesi” bulunmaktadır. Ta­savvuf tarihimizde önemli bir yeri olan Kaygusuz Abdal’ın asıl adı ”Alaaddin Gaybi”dir. Ondördüncü yüzyıl sonu ile onbeşinci yüzyılın birinci yarısında ya­şayan, Teke ili Alaiye Sancağı Beyi’nin oğludur ve Horasanlı gazi-dervişlerden Abdal Musa hazretlerinin mürididir.

Menakıbnamelerde “dil-güşa sahibi Kaygusuz Baba Sultan (k.s.) Alaiye Sancağı beğinin oğlu idi’; “Alaiye Sancağı Begi oğlu Gaybi Beg” ve “Gaybi’nin babası Alaiye Sancağı Begi” ifadeleriyle zikredilir. “Kaygusuz Abdal Menakıbnamesi”‘ne göre Gaybi Beg, Abdal Musa Hazretlerine şöyle intisab eder:
Teke İli Alaiye Sancak Beğinin oğlu Gaybi Beğ, on sekiz yaşında iken, tevabilerinden bir kısım kişilerle ava çıkar. Beğzade bir tepe üzerinde avlanırken, bir ahu görür. O esnada ahu onun önüne çıkagelir. Gaybi Beğ, onu görünce hemen tirkeşinden bir ok çıkarıp, kirişe kor, nişan alır ve oku atar. Kirişten çıkan ok, ahunun sol koltuğu­ nun altına saplanır, fakat ahu yıkılmaz, sıçrayıp kaçar. Gaybi Beğ de ardına düşer. Ahu’dan durmadan kan akar, Gaybi Beğ de onun kaçışına bakar. Ciddi bir şekilde onun üzerine at sürer. Dağlar, vadiler geçip nihayet bir sahraya inerler. Yaralı ahu büyük bir asitane kapısından içeri girer. Gaybi Beğ de arkasından dergaha girerek dervişlere geyiği sorar. Meğer o sahradaki bu dergah, velayet erenlerinden Seyyid Abdal Musa Sultan’a aitmiş. Abdal Musa, burada büyük bir asitane yaptırmış. Onun hizmetinde pek çok kişiler varmış. Yanına gelenler mutlaka mürid ve muhib olub kalırlarmış. Pek çok dervişi varmış. Hepsi Abdal Musa’ya layıkı veçhile hizmet eder­lermiş. Ona bağlıymışlar. İşte geyiğin ve Gaybi Beğ’in girdikleri dergah bu imiş.
Dervişler Gaybi Beği görüp karşıladılar ve atının dizginini tutup:
– “Buyurun, ziyarete geldünüz ise aşağı inün” dediler.
– “Buraya oklanmış bir ahu geldi, o benüm şikarumdur, nice oldı, onı bana getirün” dedi. Dervişler de:
– “Buraya böyle bir ahu gelmedi ve biz görmedük” dediler. Gaybı Beğ:
– “Hiç dervişler yalan söyler mi, niçün inkar idersinüz? Ben ahuyu kendü gözüm­le gördüm, buraya gelüb içerü girdi” dedi. Dervişler bu sözler karşısında hayret ettiler:
– “Bizüm haberimüz yok, bilmiyoruz” dediler. Beğzade, bu durum karşısında hay­li melul ve perişan oldu. Bir müddet öyle kaldı. Acep bu ahu nice oldı, nereye gitdi? Bunlardan gayri kimünle söyleşsek” diye düşünürken, dervişler dergaha doğru dönüp:
– “Sultanum! Alaiye Sancağı Beği oglu Gaybi Beğ, buraya gelüb bizden şikar taleb ider”, dediler. Bu esnada, zaten durumu içeriden dinleyen sultan:
– “Onu benüm katuma getürün, gelsün ben ona cevab vireyüm” dedi. Dervişler Gaybi Beğ’e:
– “Sizü, erenler gelsün diye buyurdılar. Hem ziyaret kılasun, hem de kifayetlü ce­vab alasın” dediler. Gaybi Beğ de sultanın bu hitabını işitdi ve hemen atından aşağı inerek:
– “N’ola varalum, o mübarek cemalüni görelüm, ellerini bus idüb, hak-i payüne yüzümüzi sürelüm” dedi. İçeri meydana girdi, sultanı gördü, hemen eğilerek selam verdi, ileri yürüyüp elini öptü, alnını yere koyup, hak-ı payine yüzünü sür­dü. Daha sonra geri çekilip, karşısında el kavuşturarak ayakta durdu, Seyyid Ab­dal Musa hazretleri, onun selamını izzetle aldı:
– “Hoş geldünüz oğlum, safa geldünüz, kadem getürdünüz. Gönlün, dilegün ne­ dür, dile bizden, söyle işidelüm bilelüm” dedi. Gaybi Beğ, keyfiyet-i hali beyan etti. Vakıayı olduğu gibi anlattı. Sultan:
– “O ahu, neden senün şikarun oldı?” diye sordu. Gaybi Beğ:
– “Sultanum! Ben onı ok ile vurdum, üzerine at sürüp hayli koşdum. Çok menzil aldı, yorıldı, güç ile buraya geldi” cevabını verdi. Sultan:
– “O okı görince bilür misin?” diye sordu. Gaybi Beğ:
– “Bilürem sultanum!” dedi. Abdal Musa:
– “Bak imdi, gör okunı” dedi. Kendi mübarek kolunu yukarı kaldırdı. Koltuğunun altında saplı olan oku gösterdi. Gaybi Beğ, bakıp gördü ki, attığı ok, Sultan Abdal Musa’nın koltuğuna saplanmış duruyor. Meğer bu geyik suretinde görünen, bu asitanenin şeyhi Abdal Musa Sultan imiş. Beğzade, bu durumu görünce pek piş­man oldu, utandı; bir vakit korku ve heyecanından kendine gelemedi. Kendine gelince hemen sultanın elini öpüp, ayağına baş koydu, özür diledi, tazarru veni­ yaz eyledi. Abdal Musa da koltuğunun altındaki oku çıkarıp, Gaybi Beğ’in önüne koydu ve şöyle dedi:
– “Dergahumuzda, itiza ehline lutf u ihsan kapusı her zaman açukdur. Biz geçdük suçundan, bir dahi böyle etmeyesün, her gördüğün cana ok atmayasun”. Beğzade pişmanlık duydu. Aklı başına gelince Abdal Musa’nın hizmetine alınması için tazarru ve niyazda bulundu:
– “Sultanum! Bendenüzi hizmetünüze layık görüb, oğulluğa kabul eyleyün. Allah’un kudretiyle hizmetünüzi idelüm”. Sultan şöyle karşılık verdi:
– “Oğlum! Bu erenler yalına gitmeklige mutlak mücerredlik gerekdür. Sonum düşünme­ yüb sonra peşiman olmakdan tek durmak yegdür. Zira kim, bu yol, ince, sarf biryoldur ve bu yolun derd ü belası, mihnet ü cefası boldur ve bu tanka giren kişi kadir oldugı denlü elden gelen işi men itmeye. Halkdan kendüsine her ne cefa gelürse sabreyleye ve Cenab-ı Hakk’dan ne bela nazil olursa kendüsine ganimet bile, feryad kılmaya, incinüb melfil ve mahztın olmaya. Hakk Ta’fila Hazretleri’nün, her işde bir hikmeti vardur. Mesela dünya ve ahiret, Cehennem ve Cennet, gice ve gündüz, kış ve yaz, gam ü şadı, ağlamak ve gülmek, tagvesahra,yokuş veinişhepbiribirinün mukabilidür. Senün pederün birsancak begidür. O sana riyazatı çekmeğe rıza virmez. Var imdi pederünden icazet al, ondan sonra bizüm katumuza gel. Gönlünede danış ki, sonra peşiman olmayasun”. Begzade:
– “Sultanum! Benüm pederüm sizsünüz. Burada kaldıguma razı olmazsanuz, bent gayri yire gitmem ve bu asitaneyi terk itmem. Gelmek var, gitmek ve dönmek yok” dedi , Bu müşavereden soma Abdal Musa, bir halifesine buyurdu: 
– “Gaybi Beğ’ün başını tıraş idün”. Bu emir üzerine, onu tarikat usulünce tıraş ettiler, taç ve hırka giydirdiler, beline kemer bağldılar. Daha sonra  asitanet-i saadet de yer gösterip, bır posta oturttular. Gaybi Beg de bu post üzerıne çıkıp iki diz üzerine, erkan üzre oturdu. Fakr libasını kabul edüp, dünyadan el etek çekdi, her şeyden uzak kalıp Hakka tevekkül kıldı.
Beğzade’nin yanında bulunan refakatçiler, ahunun arkasından yalnız başına gi­den Gaybi Beğ’i kaybetmişlerdi. Dağları, ovaları, sahraları, tamamiyle aradıkları halde onu bulamamışlardı. Nihayet hizmetkarlardan biri kan izini takibederek asitane-i saadete geldi. Kapıdan içeri baktı. Gördü ki Beğzade buradadır. Hemen, diğer yol arkadaşlarına durumu haber verdi:
– “Gaybı Beğ’i burada buldum, gelün” dedi. Bunun üzeri’ne ne kadar atlı varsa hepsi asitane’ye geldiler. Atlarından inip asitane kapısından meydana girdiler. Orada Beğzade’yi gördüler. Beğzade atından ve donundan feragat etmiş, bir post üzerinde oturuyordu. Selam verip, durumu Gaybı Beğ’den sordular. Gaybı Beğ de vakayı olduğu gibi anlattı. Maiyyetinin tereddüdünü izale maksadıyla:
– “Bundan sonra benim babam Abdal Musa Sultan’dur. Siz bana dahi idemezsü­nüz. Hemen at ve tumanumu alup benden fariğ olun!” dedi. Bunun üzerine ma­iyeti de bu emre uyarak atını ve elbiselerini alıp, babası katına, ‘Alaiyye Sancağı Beğ’i nezdine geldiler. Bevvablar, Gaybi Beğ’in atını ve elbiselerini görüp kendi­sini göremeyince şaşırdılar:
– “Gaybi Beğ avdan geri dönmedi, gaib oldı, hiç görünmez. Nerede ve ne halde olduğını bilmeyüz” dediler. Zaten merak içinde bulunan Alaiyye Sancağı Beğ’i bu konuşmaları içeriden duydu. Aklı başından gitti. Bu esnada kulları başına geldi. Durumu tafsilatıyla onlardan sordu:
– “Hani oğlum Gaybi nice oldı? Sizünle beraber gitmiş idi, neyledünüz?” dedi. On­lar da Beğzade’nin durumunu gördükleri ve Gaybi’den duydukları şekliyle baba­ sına anlattılar.

Menakıbname’nin devamında bundan sonraki olaylar anlatır. Alaiyye San­cağı Beği, oğlu Gaybi’nin bir derviş olup, Abdal Musa Tekkesi’nde kaldığını işi­tince ciğeri yanar. Oğlunun kurtarılması için Teke Beyi’nden yardım ister. Teke Beyi askerleriyle Abdal Musa Dergahı’na yürüdüysede “Dur Dağı” denilen yer­ de Hazretin kerametiyle perişan olur. Daha sonra Alaiyye Beyi, Abdal Musa’nın velayet ve keramet sahibi olduğunu anlar ve Hazreti dergahında ziyaret eder. Kısa sürede Abdal Musa’nın teveccühüne nail olur. Dervişliği beyzadeliğe de­ğişen Gaybi’ye Abdal Musa: “Gaybi, kaygudan reha buldun; şimdiden sonra Kay­gusuz oldun” buyurur. Bundan sonra Gaybi “Kaygusuz Abdal” olarak anılır.

İlginizi Çekebilir  Zeynel Abidin Türbesi

Kaygusuz Abdal, şeyhi Abdal Musa’nın uzun süre hizmetinde bulunduk­tan sonra şeyhinin emri üzerine 1397-98 yılında Mısır’a gider ve bir dergah açarak, irşad faaliyetlerini yürütür. Daha sonraki yıllarda Hacca gider. Hi­caz, Suriye ve Irak’ı dolaşarak Anadolu’ya gelir. 1424-1430 yılları arasında Rumeli’ye geçerek irşad faaliyetlerini sürdürür. Rumeli’den Anadolu’ya gelir. Bir görüşe göre de Mısır’a döner. Genel kabul ise Anadolu’ya dönerek şeyhinin dergahına yani Elmalı’nın Tekke Köyü’ne geldiğidir. 1444 yılında Abdal Musa Tekkesi’nde vefat eder. Mezarı da buradadır. Bir rivayete görede Alaaddin Gaybi’nin mezarı Mısır’da “Mukattam Dağı’nın taşlarına oyulmuş mağaranın dibinde” olduğu ve Arapların ona “Şeyhü’l-Magarevi” dedikleridir.

Kaygusuz Abdal’ın çok sayıda manzum ve mensur eseri mevcuttur. Eser­ lerinde ‘Alay/ Alai”, “Kaygulu”, “Kul Kaygusuz’: “Sarayı”, “Miskin Kaygusuz” ve “Miskin Sarayı” gibi mahlaslar kullanmıştır. Menakıbname’de “Kaygusuz Baba’: “Baba Kaygusuz”, “Kaygusuz Sultan” ve “Kaygusuz Sultan Abdal” diye söz edilir. Yapılan araştırmalarda muhtelif mecmualarda şiirleri ve “Gevhername” ile “Minbername” gibi küçük mesnevileri neşredilmiştir. Eserlerinden bazı­ ları şunlardır: Divan, Gülistan, Mesnevi-i Baba Kaygusuz, Gevhername ve Minbername. Mensur eserleri ise Budalaname, Kitab-ı Miğlate, Vücudname, Sarayname, Dil-güşa ve Risale-i Kaygusuz Abdal.

İlginizi Çekebilir  Ömer Şeyh Türbesi

Kaygusuz Abdal Türbesi:

Kabaca Köyü Mezarlığı’nın yanında bulunan türbeye dar ve toprak yolla ulaşılmaktadır. Türbe, bir tepeciğin düzlüğünde ve bahçe içinde­dir. Kareye yakın dikdörtgen planlı ve kubbe ile örtülüdür. Kubbenin üzerine piramidal formlu kırma çatı yapılmış ve oluklu levhalarla ör­ tülmüştür. Duvarlarında düzgün yonu taşı, kaba yonu ve moloz taş kul­ lanılmış, dış cephe sonradan sıvanarak badana yapılmıştır. Piramidal çatı, cephe duvarları üzerine boydan boya uzanan kalın kirişler üzeri­ ne oturtulmuştur. Güney cephede iki, batı cephede bir küçük pencere bulunmaktadır.

Kuzey cepheye sonradan yapılan bir sundurmalı bir odadan ge­çilerek kuzeybatı köşesinde yekpare taştan yuvarlak kemerli, dar ve basık giriş açıklığından küçük bir sahanlığı geçerek ikinci bir yuvarlak kemerli açıklıktan sonra türbeye girilir. Kare plandan kubbeye geçişte beden duvarlarına indirgenmiş yuvarlak kemerli tromplar görülür. Ayrıca yuvarlak kemerli sade bir sembolik mihrabı vardır. Duvarlar ve kubbe alçı sıvalıdır.

İlginizi Çekebilir  Toprak Dede - Ayaş

Türbe içinde on mezar bulunmakta ve sonradan yazılan Türkçe ki­tabeler konulmuştur. Mezar kitabelerine göre “Pr Muhammed” (Kay­gusuz Abdal), Kaygusuz Abdal’ın hanımı “Fatıma Ana’; oğulları “Emir Sultan’; “Şah Abbas”ve “Kamber Sultan’; kızları “Zekine Ana’; “Şehriban Hatun” ve “Ümmügülsüm Ana”dır. Duvarlara ve kubbe kasnağında görülen kalemişi süslemeler son­radan yapılmıştır. Hatai çiçeklerle çevrili çok kollu yıldızlardan müte­şekkil maldalyonların içinde ‘ Allah” (c.c.), “Muhammed” (s.a.v.), “Ebubekir (r.a.) , Hz. Ömer (r.a.) , Hz. Osman (r.a.) , Hz. Ali (r.a.) , Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a.) yazılıdır.  Ayrıca duvarlarda ve kubbe kuşağında ayet, hadis ve dua metinleri görülür.

Kaygusuz Abdal adına yapılan bu makam türbenin Osmanlı tah­rir ve vakıf belgeleriyle Ankara Salnamelerinde adı zikredilmez. Türbe yapı tekniğine göre ondokuzuncu yüzyıl özelliği göstermektedir. Ka­naatimizce bu türbe, bir makam türbe veya bu bölge de önceki devir­lerde yaşamış ve zaviyesi bulunan ama günümüzde adı bilinmeyen bir Türkmen dervişine ait olabilir. Çünkü Hudavendigar ve Ankara tahrir defterlerinde adı geçen lakin günümüzde yeri bilinmeyen çok sayıda zaviye bulunmaktadır. Bazı rivayetlere göre de bölgede yaşayan “Bayrami” dervişlerine ait olabileceğidir. Bayramı kaynaklarında adı zikredilmesi gerekirdi. Bu sebeble bu görüş çok zayıf bir ihtimaldir.

Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Ankara Velileri I-II , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları