Ali Uzun Hocaefendi

tarafından
166
Ali Uzun Hocaefendi

mekke

Mürşid, gönül mimarı. 1929’da Trabzon’un Vakfıkebir ilçesine bağlı İlyaslı (Elezli) köyünde doğdu. Nüfus cüzdanındaki doğum tarihi 12.01.1929’dur. Babası, Molla Hasan’ın oğlu Uzunaloğun (Uzun Ali Oğullarından) Osman Hoca, Vakfıkebir köylerinde ve çevresinde pekçok kişiye hafızlık yaptırmakla tanınmış, ayrıca erkek çocuklarından ikisini de hafız olarak yetiştirmiş bir hoca efendi, annesi Nazime Hanım’dır. Dedesi Molla Hasan, babasının dedesi ise Yakup Efendi idi.

Ali hoca ailenin ikisi kız, üçü erkek, beş çocuğunun en büyüğüdür. Kardeşleri İstanbul’un tanınmış tüccarlarından Mahmut (Mehmet) ve Hasan bey ile Ayşe ve Fatma hanımlardır. Dini tahsiline, babasından Kur’an ve tecvid öğrenip hafızlık yaparak başladı. Köylüsü Kodikçioğlu Hoca‘da hıfzını tamamladıktan sonra köy camisinde dinlenerek icazet aldı. Beş yıllık ilköğrenimini, köy ilkokulunda üç yıl okuyarak tamamladı.

Ardından dini ilimleri tahsili için Trabzon’a gitti. Burada bir akrabasının yanında kalarak Trabzon’un’ il eri gelen kurralarından Çarşı Camii imamı Haydar Hafız (Özak) Hoca’dan talim okudu ve icazet aldı. Trabzon’da Arnavut Hoca olarak tanınan, 1940’ların sonuna doğru İstanbul’a yerleşerek vefatına kadar uzun yıllar Çengelköy Kuleli Camii imamlığını yürütmüş olan Hüseyin Avni (Tör) Efendi’den Arapça ve dini ilimler tahsil etti. Ayrıca Trabzon’daki diğer hocalardan da faydalandı.

1949’da Trabzon’da Fırıncı Ali Türksezer’in kızı Kadriye Hanım ile evlendi. Üçü erkek, biri kız, dört çocuk sahibi oldu.

Ondaki istidadı, okuma konusundaki azmi ve gayreti gören Hüseyin Avni Hoca’nın tavsiyesiyle kendini geliştirmek için ailesiyle birlikte istanbul’a göçtü. Unkapanı’na yerleşti. Buradan askere gitti (Mayıs 1950). Vatani görevini Kütahya Hava Teknik Okullar ihtisas Bölüğü ve İzmir Gaziemir’de avcı onbaşı olarak tamamladı (Mayıs 1952). Askerliği sırasında tugayda bir mescid açılmasını sağlayarak buranın imamlık hizmetini de yürüttü.

Görev Yerleri
Asker dönüşünde İstanbul Müftülüğünde imtihana girerek muvaffak oldu ve hademe-i hayrat vasfıyla ömrü boyunca zevk ve şevkle yürüttüğü din hizmetine resmen başlamış oldu. Önce Eminönü Müftülüğü’ne bağlı, Sirkeci’deki Büyük Postahane arkasında bulunan Hobyar Camii’inde kısa bir müddet imam-hatiplik yaptı. Camilerin kapatıldığı, satıldığı, kiralandığı, maksat dışı kullanıldığı veya harab olmaya terk edildiği 1950 öncesi ismet İnönü döneminde, uzun yıllar dokuma atölyesi olarak kullanıldıktan sonra o sırada tamir edilerek yeniden hizmete açılan ve Bakırcılar’dan Mahmutpaşa’ya inen Çakmakçılar Yokuşu üzerindeki Sultan Mustafa-i Salis (III. Sultan Mustafa; halk arasındaki adıyla Çakmakçılar) Camii’nin ilk imam-hatibi oldu (21.02.1953).

Vefatına kadar burada imam-hatip (kendi tabiriyle hademe-i hayrat) olarak kırk yıla yakın bir süre hizmetlerine devam etti. O yıllarda hoca ve kadro sıkıntısı sebebiyle bir görevlinin üzerinde iki vazife birden bulunabildiğinden, ayrıca, Fatih Karagümrük’teki Üçbaş Medresesi Kur’an Kursu hocalığını da üstlenmişti. Burada birçok hafız yetiştirdi.

İlginizi Çekebilir  Muhammed Kudsi Bozkıri Silsile-i Şerifi - Harita

İrşad Yönü
1953’te, Nakşi meşayihinden Abdülaziz (Bekkine) Efendi’nin vefatı üzerine Bursa’dan İstanbul’a gelerek Zeyrek’te Kadınlar Pazarı’ndaki Ümmü Gülsüm Hatun Camii’nde imamlık yanında Gümüşhanevi kolu müntesiplerinin irşad hizmetini de yürüten Mehmed Zahid {Koktu) Hoca Efendi’ye intisap etti. Sonraki yıllarda İstanbul’da, özellikle münevver kesime rehberliğiyle iskenderpaşa Şeyhi olarak tanınacak olan Mehmet Efendi’ye uzun yıllar hizmet etti. Hoca Efendi’nin tensibiyle mihrapta kendisine vekalet edip rehberliğinde itikaf, halvet ve riyazattan sonra seyrü sülukünü tamamlayıp kesb-i meratip edince, şeyhi tarafından hilafetle görevlendirildi. Ayrıca Ramüzü’l-Ehadis okutma icazetine nail oldu.

Ali Uzun Hoca, İstanbul’un imkanlarından layıkıyla istifade için o yıllarda burada mevcut ilim ve tasavvuf çevreleriyle sıkı temas ederek ulema ve meşayihin ders ve sohbet halkalarına ciddiyetle iştiraki şiar edindi. Böylece Arapça ve dini ilimler konusunda kendini yetiştirirken Farsça da öğrendi. İleriki yıllarda dini şahsiyetinin ve hizmetlerindeki başarısının temelini teşkil edecek olan İstanbul kültürünü tanıdı, gücü yettiğince bu kültürü elde etti ve özümsedi.

Yeterince ilim sahibi olmak azmiyle, o senelerin maddi-manevi kıt imkanlarıyla zamanla kendi çapında bir hoca efendi için gerekli tefsir, hadis ve fıkha ait temel kaynakların yer aldığı bir kütüphane sahibi oldu. Okumayı çok sevdiğinden kütüphanesinde toplamaya muvaffak olduğu dini, ilmi, milli ve kültür konularındaki kitapları dikkatle okuyup notlar alarak kendini iyice geliştirmeyi başardı.

Büyük bir ciddiyetle benimsediği imamlık hizmeti, Kur’an okumayı bilmeyen çocukların ileri yaştaki insanlara kadar herkese Kur’an öğretmek, en gerekli dini bilgileri belletmek konusunda aş ve şevkle çalışmasında etkili oldu. Okumak ve okutmak kendisinde bir tutku haline geldiğinden Arapça öğrenmek isteyenlere sarh-nahiv öğretmek, İmam-Hatip ve Kur’an kursu talebelerine meslek derslerinde yardımcı olacak şekilde Kur’an , Tecvid , Tefsir hadis ve fıkıh vs. metinleri dahil, her seviyede fahri ve hasbi ders okutmak en önem verdiği meşguliyetleri arasına girmişti. Pek çok talebesi arasında, İmam hatip okullarındaki öğrencileri sırasında Arapça okuttuğu ,sonraki yıllarda tanınmış bir vaiz olan Timurtaş Hoca da vardır.

Ayrıca, görev yaptığı camide cemaatine kırk yıla yakın müddetle öğle ve ikindi namazları öncesinde Riyazü’s-Salihin, Tecrid-i Sarih Tercümesi, Tergib ve Terhib, Ramüzü’l-Ehadis gibi hadis, Nuru’l-lzah gibi fıkıh kitaplarından dersler yaparak muallimliği sürdürdü. Bu gibi çalışmalarıyla, o yıllarda İstanbul’un ticaret merkezi olan Mahmutpaşa, Sultanhamam ve Tahtakale piyasasında dedeler-babalar-çocuklar-torunlar şeklinde sıralanacak üç-dört neslin dini öğrenmesinde ve yaşamasında etkili oldu.

İlginizi Çekebilir  Seyyid Yahya Sezai Efendi

Ayrıca, camiye gelmeyen esnafı tek tek ziyaret ederek cemaate davet etmek ve namazları camide kılmalarını sağlamak, halk tabiriyle namazda gözü olmadığı için ezana dahi kulak vermeyenleri kıbleye yöneltmek, bilgisizliklerini ileri sürenleri ayaklarına kadar giderek bıktırmadan ve aşağılamadan yeterli şekilde bilgilendirmek suretiyle bir cemaat oluşturarak herkesin camiye devamlarını sağlamak en önemli ve başarılı hizmet alanıydı. Böylece cemaatinin birbirleriyle tanışma, kaynaşma, iş yapma ve yardımlaşmalarına da imkan hazırlamış oluyordu.

Diğer yandan, vefatına kadar her yıl sonbaharda kendi evinden başlayarak ilkbahar sonlarına kadar yaklaşık sekiz ay boyunca, Cumartesi akşamları yakın çevresinin evlerinde her kesimden ve kültür seviyesinden 30-40 kişinin katıldığı feyizli ve bereketli eğitim, zikir ve fikir toplantıları düzenledi. Bu toplantılarda katılımcıları birbirleriyle kaynaştırması, devrin önde gelen hocaları, ilim adamları ve üniversite çevresiyle tanıştırması, cemaatin farklı dini ve milli meseleleri o konuda uzmanlamış meslek erbabından dinlemesini temin etmesini sağladı. Bu çalışması  önemli bir sosyal faaliyet olarak yakın dostlarının -halen de- titizlikle devam ettirdiği muhim bir gelenektir.

Ağırlıklı olarak İstanbul civarı, Trakya ve Marmara bölgesine yönelik, cemaatinden gönüllü arkadaşlarıyla yaz-kış demeden yıllarca sürdürdüğü köy ziyaretleriyle hizmetlerini yayması ve sürdürmesi onun başka bir özelliğiydi. Köy camilerinde kendi mütevazi tabiriyle ifade edecek olursak “dinlenebilecek bir şekilde okuduğu galatsız Kur’an tilaveti” ardından yaptığı vaazlar, köy oda ve kahvelerinde aynı şekilde sürdürdüğü sohbetlerle, ikram kabul etmek yerine yanlarında götürdükleri yiyeceklerle yaptıkları mütevazı ama cömert ikramlarla; tesbit edilen ihtiyaç sahiplerine yapılan ayni ve nakdi yardımlarla din görevlisinden ziyade bir “hademe-i hayrat olarak” üzerine düşeni yapmaya çalıştı.

O yıllarda mihrab ehli arasında meslek adabının gereği olarak cübbe ve sarık yahut mihrab veya kürsü ikramı şeklinde süren hizmete davetlerden hiç kaçınmamakla, bunu terki caiz olmayan bir vazife telakki etmekle tanındı. Bunun meslektaşları tarafından da takdir edilen pek çok örneklerinden biri, 1980’li yılların sonlarında, İstanbul camilerinde gittikçe azalan Ramazan mukabelesi okuma geleneğinin ihyasına yönelik olarak Eminönü Müftülüğü’nün başlattığı faaliyete can ü gönülden ve fiilen destek vermesidir. Nitekim pek çok genç görevlinin çeşitli sebeplerle ilgisiz kalmasına rağmen o, bütün Ramazan boyunca Bayezid Camii’nde hasbi olarak cüz mukabelesi okumuştur.

İlginizi Çekebilir  Bali Baba

Elinden geldiğince mihrab, kürsü ve minber hizmetinden uzak kalmayan Ali Uzun hoca, ciddi ama sevimli ve etkili kişiliği, herkesle kolay irtibat kurabilme vasfına sahip bir zattı. Ayrıca her seviyeye hitap edebilen müessir sohbet ve vaazlarıyla İstanbul’un önde gelen din görevlilerinden sayılmayı başarmıştı. Meslektaşları ve cemaati arasında olduğu kadar geniş bir aydın ve halk çevresinde tanınıp saygı görmesi de bu özelliklerinden kaynaklanmıştır. Ali Hoca bir din adamı için çok önemli bir özellik sayılan yerine, zamanına ve şartlara uygun, kararında, samimi ve müessir dua yapmaktaki maharetiyle dikkat çekmiş bir simadır. Arapça ve Türkçe duaları her kesim tarafından beğenilir, can ü gönülden “amin… amin” sedalarıyla karşılanırdı.

Hac ve Umre sırasında Arafat’ta, Kabe-i Muazzama’da, tavafta, makam-ı İbrahim’de, Mültezem’de, Hatim’de, Zemzem kuyusu başında, Sa’yde, Medine’de, huzur-u Nebevi başta olmak üzere Cennetü’l-Baki’de, Uhud ve Bedir yanında, diğer ziyaret yerlerinde irticalen yaptığı duaların ise daima ayrı bir yeri olmuştur. Nitekim 70’li yıllarda tesadüfen Arafat duasına katılmış bulunan başta Mısırlı Müslümanlar olmak üzere pek çok kişinin kendisinden dua metinlerini istemeleri bu etkinin derecesini gösteren güzel hatıralardır. Hatta Cezayir ve Tunuslu iki kişinin Hac dönüşü, dua metinlerini istemek üzere yazdıkları mektuplar, zarf üzerinde “Ali Hoca el-İstanbuli” ibaresinden başka bir adres bulunmamasına rağmen Allah’ın ı lütfu ve postacıların gayretiyle eline ulaşmıştı.

Onun bir başka özelliği de, dualarına katılanlar arasında samimiyeti, aşk ve şevki en üst düzeye çıkmış gönlü aşk ve muhabbetle dolup taşmış, kurbiyete yaklaşmış, gözü yaşlı, bağrı başlı katın ve erkekleri isabetle seçip onlara da dua ettirmesiydi. Hayatı boyunca en çok önem verdiği, kendi tabiriyle doyamadığı hizmetler okumak, okutmak ikram ve yardım etmekti.

Vefatı:

Ali Uzun Hoca Efendi, 63 yaşındayken, “O mübarek beldelerde kalma, Resulullaha komşu olma (mücavirlik) arzusuyla” her seferinde büyük bir şevkle çıktığı Hac ve Umre yolculuklarının sonuncusunda, 1990 yılı Haccında, Arafat’tan döndükten sonra Müzdelife’den şeytan taşlamaya giderken, Muaysım tünelinde vuku bulan faciada, hizmetlerinde bulunmayı vazife telakki ettiği ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamaya canla başla koştuğu huccac-ı müsliminin ayakları altında kalarak Mekke’de vefat etmiştir. Kabri Mekke-i Mükerreme’dedir. Mevla rahmet ve makamını cennet eylesin inşallah. Aminnn! Amin!

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları