Şeyh Ömer Fuadi Efendi

tarafından
639
Şeyh Ömer Fuadi Efendi

Ömer Fuadi Efendi’nin Türbesi ; Kastamonu – Şeyh Şaban Veli Türebsinde

Ömer Fuadi Efendi 1560 M. (966 H.) yılında Musafakıh mahallesinde doğmuştur, İlk tahsilini Kur’an mektebinde yaptıktan sonra medreseye intisab etmiş, yüksek tahsilini burada ikmal etmiştir. Arap ve Fars lisanlarına vakıfdır ve bu diller üzerinde ilmi, edebi tasavvufi kitaplar yazmıştır. Kendisi ilmiye mesleğinden müntesip olduğu için hocalar arasinda ilim ve fazilet ve ahlakı ile temayüz etmiş ve müftü müsevvitliğine tayin olmuştur. Aynı zamanda Şaban-ı Veli Camiinin hatipliğini de üzerine alan Ömer Fuadi tam 17 sene müftü müsevvitliğinde bulunmuştur.

Bu sırada Şaban-ı Veli Tekkesi Şeyhlerinden fazilet ve tasavvuftaki yüksek bilgisi ile tanınmış olan Şeyh Abdülbaki Efendiye intisap etmiş ve yıllarca bu zatın derviş ve müridi olarak hizmetinde bulunmuş ve kendisine Şeyhlik unvanı ve icazet verilmiştir.

Ömer Fuadi, tarikata intisabını kendi kalemiyle yazdığı eserinde şöylece tasvir etmektedir. ”Akli ve nakli ilimler tahsil, edip ve lakin kalp aleminden, ruh makamından tahsil olunan batın ve ledün ilmine meylim ve talebim yok iken Allah’ın iradesi, hidayeti ve zahir ilmi kuvvetiyle gafil kalbime safa ve inşirah gelmekle ilahi cezbe zuhur etti. Dünya zevklerini terk etme yoluna girip bu maksatla nice zaman uzlet ve mücahede ile çokluğu kendimden kovup yalnızlığı tercih ettim. Küreli Mehmet Çelebi, Şeyh Abdülbaki Efendi gibi zevatın hallerine özenip şeriat ve tarikat kitaplarını, risalelerini mütalaa ederek ledün ilmi ile ilgili müşkillerimi çözmeye uğraştım. Sonunda anladım ki, bir mürşid-i kamile hizmet etmedikçe bermurad olabilmem ve müşkilatımın halli mümkün değildir. Bu mecburiyetle mürşid aramağa başladığımda elbette mürşid-i kamildir diyerek Şaban Efendi postnişini Abdülbaki Efendi’ye seyr-ü sülük amacıyla müracaat etmeye karar verdim. Lakin memleketi olan İskilip’e gitmişti. Arzum şiddetli olduğundan sabredemeyip yine Şaban Efendi halifelerinden meşhur Hacı Dede’ye (aynı isimli cami bitişiğinde medfun) halimi arz ettim. Bu zat, ‚bu müşkül ve cezbe eseri olan hal tezelden hallolunur ve bilinir değildir. Zaman ve tedrici eğitim ister‛, deyip, ben hakir acele ile irşad talebinde ısrar edince de, ‚tez irşada kadir değiliz‛, diye acz gösterdi. Aynı şekilde Nureddinzade halifelerinden Himmet Efendi’ye müracaat edip ondan da aynı tarzda karşılık gördüm. Ilgaz Dağında Benli Sultan Ocağında babası yerinde kaimmakam olan Mahmut Efendi’ye de vardım. O da acz göstererek bu biçareyi ümitsizliğe sevk ettiler.

Amma bu biçare Hakk’a teveccüh ile derdime derman talebinde iken ruhani tabib Abdulbaki Efendi hastaya Hızır gibi yetişmiş, seccadeye dönmüştü. Hiç vakit kaybetmeden doğruca Hz. Pir asitanesine gidip buluşmak istedim. Vardığımda Cuma günü olduğundan kürsüde vaaz ediyordu. Ledün ilmi ve tasavvufta mükemmel olmakla Hz. Musa (a.s) gibi halini ve ilmini zahir yüzüne hasretmeyip Hızır (a.s) gibi ledün ilmi kuvvetiyle irfan mertebelerini ve ilahi hakikatleri beyan ediyordu. Hemen o mecliste bir miktar müşkilatım hallolmuştu. Bilahare kendisinden irşad talep ettiğimde asla acz ve tereddüt göstermeyip alem-i hakikat şarabından bir kase şarap vermekle gönül alemimde olan elem ve kedere şifa bahşetti…

İlginizi Çekebilir  Kastamonu'da Işık Saçan Türbe ve Müfessir Alaeddin efendi

Ömer Fuadi 27 yaşında iken intisap ettiği Abdülbaki Efendi’nin nezaretinde üç yıl seyr-ü sülüke devam eder. Fıkıh ilmindeki dirayetine binaen Şaban-ı Veli Camii hatipliği ile resmen görevlendirilir. On yedi yıl süren bu görev dolayısıyla seyrü sülüke ara vermiş olan Fuadi ahrete intikal eden Abdülbaki Efendi’nin yerine halife olan Muhyiddin Efendi’ye intisap eder. Mürşidinin 1604 yılında vefat etmesiyle Hz. Pir makamına şeyh olur. Ve bu görevde 33 yıl boyunca halkı tenvir ve irşad eder. İlim ve tasavvuf alanında bir çok eserler kaleme alır. 1637 yılında vefat eden Ömer Fuadi, sağlığında inşaını gerçekleştirmiş olduğu Şaban-ı Veli türbesinin kütüphaneye bitişik duvarı yanına defnedilir.

Hz. Pir Dergahının Şeyhi Ömer Fuadi, her şeyden önce mutasavvıf bir şairdir. Halvetilik içinde yetişmiş, tarikat şeyhi olmuş ve adeta tasavvuf içinde yoğrulmuştur. Bunun sonucu olarak tasavvufî ifade, şiirlerinin en önemli yapısını oluşturur. Şiirlerinde ve nesirlerinde dile getirdiği aşk, ilahi aşktır. Fuâdi, öğreticiliği ön plana çıkardığı için, eserlerinde tasavvuf yüzeyde kalır. Şiirlerinde hayal unsurundan çok, reel alemden alınan kesitler görülür. Bir tarikat şeyhi olarak şiiri, tasavvufî heyecanları ifade etme noktasında bir araç olarak kullanır. Onun şiirlerini bu çerçevede değerlendirmek daha doğrudur, çünkü, tasavvufî heyecanlarla yazılmış ârifâne ve âşıkane şiirlerinin, Şeyh Şabân-ı Veli‘ye duyulan derin sevgi, saygı ve özlemlerin, ancak şâirin yüklendiği misyonla izahı mümkün olacaktır. Eserlerinde öğretici niteliğin ön planda oluşu da bu sebepten ileri gelmektedir. Şâir, tarikata giren kişilerin olgunlaşma sürecinde yapması gerekenleri bir gazelinde:
İy tâlib-i irfânî kesretde koma cânı
Bülbül gibi ol dâ’im vahdet güli hayrânı
Mücellâ-yı dil ü cânı pâk eyle alâ’ikden
Tâ ide tecellî bir hâlet-i ruhâni
Mefhûm-ı amâ’i bil amâlıgı terk eyle
Fehm eyle şühûd ile el’ân kem-a-kânı
Esrâr-ı kemâl-i Hakk görindi Fu’âdîde
Feyyâz-ı ezel virdi çün neş’e-i Rahmâni
şeklinde ifade ederek, irfâna tâlip olanların nefis terbiyesinden geçip, gönüllerini kesret aleminden çekmeleri gerektiğini, bülbülün gözü nasıl ki gülden başkasını görmezse, tâlibin de vahdetten başka bir düşünce içinde olmaması gerektiğini belirtir. Çünkü gönül, hâlet-i ruhâniyenin tecelli edeceği bir yerdir. Tâlip, varlığını Allah’ın varlığında eritmeye hazırlanacak ve “hâl ü kemâl” sahibi bir “ilm-i ledünnî” sultanı olacaktır. Fuâdi, çevresini gönül gözü ile görüp eşyanın ardındaki hakikati anlayan kemâle ermiş tâlibe “neş’e-i Rahmâni” gözü ile bakmaktadır.

İlginizi Çekebilir  Kalender Dede

Şairin üstlendiği sorumluluğun sonucu olarak sanatına da yansıyan “öğreticilik” yönü nesirlerinde de görülmektedir. Ayet ve hadislerden örnekler göstererek insanları yanlış düşüncelerden korumaya çalışan Ömer Fuadi, Menakıbnamesinin yazılış gayesini açıklarken, okuyan herkesin anlayabilmesi ve istifade edebilmesi için Türkçe ve basit ifadelerle yazıldığını söyler.

Ömer Fuadi, dinin ve halkın dini duygularının istismar edilmesine de şiddetle karşı çıkmış ve çevresindekilerin, bu tür durumlar karşısında duyarlı olmalarını sağlamıştır.

Ömer Fuadi‘nin söyleyişteki sadeliği, pek çok şiirlerinde Yunus’u hatırlatmaktadır. Onun sanatında mahallileşme etkileri de görülmektedir. Ömer Fuâdi‘nin sanatçı kimliğinin halkla bütünleşmesi noktasında önemli olduğu görülür. Sanatının bu yöndeki inceliklerini ortaya koyduğu en önemli eseri Bülbüliyye’dir. Sade, akıcı bir üslupla kaleme alınan eserde lirizmin ve didaktizmin başarılı bir şekilde dizelere yansıtıldığını görürüz. O, insanın ruhuyla ve nefsiyle bir bütün olduğunu, maddi ve manevi acılarla olgunluğa ulaştığını ifade eden bir gazelinde:
Gidemezsin reh-i cânâna bensiz
Varırsın Hazretine lîk sensiz
Dile mahsûs olan kâli niderler
Ki hâl ehli anı söyler dehensiz
Resen ile irişdi dâra Mansûr
Hüviyyet ehli irişür resensiz
Dile Yusuf gamından olma hâli
Ki Ya‟kubun evi olmaz hazensiz
Bu dem rûh ile nefsi ile hem-dem
Fu’âdî „ârif olmaz cân bedensiz
mısralarıyla sevgiliye (Allah’a) ulaşmak, vuslata ermek için nefisten, benlikten sıyrılmak gerektiğine dikkat çekilmektedir.

İlginizi Çekebilir  Ağazade Muhammed Hakiki Dede

Ömer Fuâdi, klasik edebiyatın nazım ve nesir sahasında kendini kanıtlarken, nazımda çoğunlukla divan şiirinin geleneklerine bağlı kalmış, Mecmua-i İlahiyat’ta yer alan heceyle yazılmış üç ilahinin dışında aruz ölçüsünü kullanmış; çoğunlukla gazel ve mesnevi türündeki şiirlerinde ve nesirlerinde sade, akıcı bir üslup kullanmaya özen göstermiştir. Şair, bir mürit için dış görünümü önemsiz ve değersiz bulurken içeriği, gönlü, güneş gibi parlak ve umman gibi erişilmez, uçsuz bucaksız bulduğu cihetle, şiirde de mânâ ve bilginin önemli olduğu düşüncesindedir.

Tasavvuf felsefesinin özünü ifade eden şiirlerinde, muhteva bakımından Mevlâna’nın yansımalarını, üslup noktasında ise:
Benem ol ışk bahrısı denizler hayran bana
Derya benüm katremdür zerreler ummân bana
mısralarını çağrıştıran Yunus’un izlerini görmek mümkündür.

Kaynaklar

Hz. Pir Şeyh Şaban Veli , Fazıl Çifçi , Şeyh Şaban Veli Kültür Vakfı , 2014
Halvetilik ve Şabaniye Kolu , Abdulkerim Abdulkadiroğlu , Kastamonu Şeyh Şaban Veli derneği ,1991
Şabaniyye Silsilesi , İbrahim Has , Sahaflar Kitap Sarayı , 2006
Kastamonu Camileri ve Türbeleri , Fazıl Çifçi , Kastamonu Belediyesi , 20
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,