Niyazı Mısri (k.s.)

tarafından
218
Niyazı Mısri (k.s.)

Yunanistan – limmi adası

Halvetiyye’nin Mısriyye kolunun kurucusu, mutasavvıf, şair. 9 Mart 1618’de Malatya’nın Aspozi (Soğanlı) köyünde doğdu. Asıl adı Muhammed, babasının adı ise Ali Çelebi’dir. Şiirlerinde, ilim tahsili için uzun süre Mısır’da kaldığından “Mısırı” mahlasıyla “Niyazi” mahlasını kullanmış ve bu ikisinin birleşiminden meydana gelen Niyazi-i Mısri, Mısri Niyazi ve Şeyh Mısri diye tanınmıştır.

Niyazi, gençlik yıllarında, Malatya’da önce İslami ilimlere ait temel bilgileri, sonra da medrese tahsiline başlayıp tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrendi. Tahsilini tamamladıktan sonra camilerde gayet etkili vaazlar vermeye başladı. Sonra Malatya’da bulunan Halveti şeyhi Hüseyin Efendi’nin sohbetlerinde bulunarak ondan feyz aldı.

Niyazi, gençlik yıllarındaki tahsili sırasında sufilere muhalif olduğunu, meclislerine gitmediğini, ancak zamanla bu görüşünün değiştiğini ve bir Halveti şeyhine intisap ettiğini, Nakşibendi dervişi olan babası Soğancızade Ali Çelebi’nin bundan memnun olmayıp kendi şeyhine götürmek istediğini, fakat bu şeyhi kamil bulmadığı için babasının teklifini reddettiğini söyler.

Şeyhinin vefatından sonra, zahiri ilimlerdeki öğrenimini sürdürmek üzere, 1638’de Diyarbekir’e giden Mısri, burada bir yıl kaldıktan sonra Mardin’e geçer. Bu iki şehirdeki alimlerden mantık ve kelam okur. 1640’da Kahire’ye gidip Ezher medreselerinde ilim tahsiline başlar. Burada oturmakta olduğu Şeyhhuniye Külliyesi’ndeki Kadiri Tekkesi’nin şeyhine intisap etti. ilim ve tasavvuf yolunda büyük bir gayretle çalışırken bir gün şeyhi ona: “Zahir ilim talebinden tamamen vazgeçmedikçe tarikat ilmi sana açılmaz:’ der. Şeyhinin bu sözlerinden etkilenen Niyazi, ikisi arasında tercih konusunda kararsız kalır. Derken bu arada Abdülkadir-i Geylani hazretlerini rüyada görür. Geylani ona, zahir ilmini öğrenip onunla amel etmesini, tarikat ilmini ise bir mürşide ulaşarak elde edebileceğini, ancak kendisini irşad edecek kişinin bu şehirde olmadığını söylemesi üzerine, üç yıldan beri ikamet etmekte olduğu Kahire’den 1643’te şeyhinin izniyle ayrılır.

Gayet güzel Arapça konuşan Mısri, Ezher’de okuttuğu derslerini, özel günlerde yaptığı vaaz ve nasihatleri bırakarak, kendisini irşad edecek mürşidini aramak üzere yola çıktı. Mısır, Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerini senelerce dolaştı. Gittiği yerlerde bulunan şeyhlerin sohbetlerine katıldı. Nihayet 1646’da İstanbul’a gitti. Küçükayasofya civarında bulunan Sokullu Mehmed Paşa Camii Medresesi’nin bir hücresinde halvete girdi. Daha sonra bir süre Kasımpaşa’da Uşşakı Asistanesi’nde misafir kaldı. Aynı yıl İstanbul’dan ayrılıp Anadolu şehirlerini dolaşmaya başladı. Uşak’ta Ümmi Sinan halifelerinden Şeyh Mehmed Efendi’nin zaviyesinde misafir iken, Elmalı’dan Uşşak’a gelen ümmi Sinan hazretlerine intisap etti. Bu hususu kendisi şöyle anlatır: “Akıbet şeyhim, göz bebeğim, kalbimin devası Şeyh ümmi Sinan Elmalı (k.s.) hazretlerinin hizmetine ulaştım. Kalbimin şifasını onun hizmetinde buldum.”

Niyazi hazretleri şeyhine intisap ederek 1647’de onunla beraber dergahının bulunduğu Elmalı’ya gitti. Dokuz yıl burada şeyhine hizmet edip seyrü sülukünü tamamlayan Niyazi, 1656’da halife olarak tayin edildi. Ardından Uşak, Çal ve Kütahya’da irşad faaliyetlerinde bulundu. 1661 yılının başlarında bu bölgeden ayrılarak birkaç müridiyle birlikte Bursa’ya gelip yerleşti. Burada evlenerek Fatıma ve Çelebi Ali adında iki çocuğu dünyaya geldi. Bursa’da Mısri’nin şöhreti günden güne arttı. Birçok ilim taliplisi onun dergahına koşuyordu. Mensuplarının giderek artması, bulunduğu caminin yetersiz kalması üzerine, 1669’da Abdal Çelebi adlı bir hayırsever tarafından Ulucami civarında Niyazi hazretleri için bir dergah yaptırıldı. Böylece 1666’dan sonra da faaliyetlerini sürdürdü.

İlginizi Çekebilir  Ömer Ziyaüddin Dağıstani (k.s.)

Niyazi hazretlerinin Bursa’da iken Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa’nın davetine uyarak Edirne’ye gittiği, orada itibar ve hürmet gördüğü, dönüşte İstanbul’a uğradığı, 1672-1673 yıllarında bir defa daha Edirne’ye davet edildiği kaydedilmektedir. Kendisi de aynı yıl Edirne’ye davet edildiğini, devlet adamlarıyla görüştüğünü, sağlam delillerle görüşlerini savunup kabul ettirdiğini söyler.

Bu ziyareti sırasında Edirne’de Eski Camii’de vaaz ettiği sırada söylediği sözler, yanlış anlamalara sebep oldu. Bunun üzerine, daha sonra kendisine intisap edip halifesi olan Sadrı Ali çavuşlarından Azbi Baba nezaretinde Rodos Adası’na sürgün edildi. Adanın kalesinde bir hücreye kapatıldı. Dokuz ay sonra Bursa’ya dönmesine izin verildi. Niyazi hazretleri hapse giriş tarihini 15 Eylül 1674 olarak kaydeder.

İlginizi Çekebilir  Hacı Torun Efendi

Bursa’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar süren bir dönemin ardından, yine vaazları sırasındaki bazı konuşmaları sebebiyle bu defa Limni adasına sürgün edildi. (Nisan 1677).

On beş yıla yakın bir sürgün hayatı yaşadıktan sonra Sultan II. Ahmed’in fermanıyla istediği yere gitmesine izin verilince o, 1692’de tekrar Bursa’ya döndü. Ertesi yıl ordunun Avusturya seferine çıkacağı sırada 200 müridiyle birlikte sefere katılmak için hazırlıklara başladığı öğrenilince kendisine Bursadan ayrılmayıp hayır dua ile meşgul olması için bir hatt-ı hümayun gönderildi. Ancak o, padişaha bir mektup yazarak bu isteğini kabul edemeyeceğini bildirdi. 30 Haziran 1693’te Niyazi hazretlerinin müridleriyle birlikte öğle namazından önce Selimiye Camii’ne geldiğini duyan halk, camiyi doldurdu .

Vefatı
Bunun üzerine Kaymakam Vezir Osman Paşa ile Yeniçeri Ağası Abdullah Ağa, padişah tarafından davet edildiğini söyleyerek Niyazi hazretlerini camiden dışarı çıkarıp Limni adasına sürgün edildiğini kendisine tebliğ ettiler. Otuz kadar müridiyle birlikte tekrar Limni’ye gönderilen Niyazi-i Mısri ertesi yıl, 16 Mart 1694’te vefat etti. Kabri üzerine yaptırılan türbesi Sultan Abdülmecid zamanında onarılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin 31. padişahı Sultan Abdülmecid Han (1839-1861), Selanik’e giderken denizde çıkan fırtına sebebiyle gemisi Limni Adası’na sığınmak zorunda kaldı. Uzaktan gördüğü türbenin kime ait olduğunu sordu. Yanındakilerden birisi, türbenin Niyazi-i Mısri’ye ait olduğunu söyledi ve onun başından geçenleri de anlattı. Bunun üzerine Sultan Abdülmecid, Niyazi-i Mısri’nin kabrini ziyaret etmek için türbeye girdi. Türbede, Niyazi-i Mısri’nin ruhaniyetine hitaben: “Ey Niyazi-i Mısri, kıymetini takdir edemeyen kimselere beddüa eylemişsin. Sonra gelen bizlerin bunda bir kabahati yok. Bizlere, feyizli nazarın geldiği aşikar olmadıkça, türbenden dışarı çıkmam.” diye yalvardı ve Kur’an-, Kerim okuyarak ruhuna hediye eyledi. Sultan okudu ağladı, okudu ağladı. Nihayet Niyazi-i Mısri’nin feyz dolu nazarlarına kavuşunca dışarıya çıktı ve türbenin güzelce tamir edilmesi için emir verdi.

İlginizi Çekebilir  Sivaslı İsmail Hafız Hakkı Ürgübi (ks.)

Niyazi-i Mısri hazretleri, ilim, irfan ve marifet sahibi önemli bir alim ve evliyanın büyüklerindendi. Zamanında gereği gibi takdir edilemedi. Zaman geçtikçe ve eserleri incelendikçe kadru kıymeti daha iyi anlaşıldı. Sadece zahirle meşgul olup, batıni ilimlerden haberi olmayanlar, onun bazı sözleri karşısında yanlış düşüncelere kapıldılar. Fakat arif olanlar onun sözlerindeki tasavvufi incelikleri anlayarak ona hayran olmuşlardır.

Mısri hazretleri şöyle buyurur:
Zat-ı Hak’da mahrem-i irfan olan anlar bizi,
İlm-i sırda bahr-ı bi payan olan anlar bizi,
Ey Niyazi katremiz deryaya saldık bizi bugün,
Katre nice anlasın, umman olan anlar bizi.

Kaynakkarın kaydettiğine göre, adamın biri, devrin şeyhülislamının huzuruna· çıkıp, Niyazi-i Mısri hakkında tenkid konusu olan sözü kastederek: “Efendim, bu sözü söyleyenlerin cezası nedir ve dinen ne lazım gelir?” diye sordu . Arif ve kamil bir zat olan şeyhülislam ona:”Bu sözü Niyazi-i Mısri hazretlerinden başka bir kimse söylerse, katlolunur. Fakat Niyazi-i Mısri söylerse, onun sözünde bir hikmet ve gizli bir sır vardır. O, zahiri ilimlerde de kemal merteb sindedir. Onların böyle sözleri söylemelerinde bir hikmet vardır. Biz onlara dil uzatmaya kadir olamayız.” diyerek, soruyu soran adamı susturdu.

Eserleri
Niyazi-i Mısri hazretlerinin büyük bir kısmı risalelerden oluşan otuzu aşkın eseri bulunmaktadır. Bunların başlıcaları şunlardır:
1. Meva’idü’l-‘İrfan
2. Divan
3. Ed-Devretü’l-Arşıyye
4. Kaside-i Bürde
5. Tefsiru Fatihati’l-Kitab
6. Mecalis,

Yeri Cennet, makamı ali olsun! Şefaatlerini dileriz. Amin, Amin,

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbn Yayınları