trabzon – of – zisino (bölümlü köyü) – mithatpaşa mah camii’nin hemen arkasında
Alim, mürşid Gani Ömer Hacı Mahmud Efendi, Trabzon Of ilçesinin Bölümlü (Zisino) köyünde, Mithatpaşa mahallesinde doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, ölüm tarihinin 06 C.Ewel 1340 (Miladi 29 Ekim 1930) Çarşamba günü olduğu ve 100 yaşını aşkın olarak vefat ettiği bilinmektedir. Bu duruma göre doğum tarihi 1830’lu yıllarda önce olsa gerek.
Babası Mehmet Efendi iplik tüccarı idi. Çevreden iplikleri toplar, satmak için Mudanya’ya götürürdü. Elindeki malları satınca köyüne döner, mal aldığı insanların parasını öderdi. Böyle devam ederken bir seferinde Mudanya’ya gider ve orada vefat eder. Mahmud Efendi, babasının vefatından sonra dünyaya gelmiştir. Alacaklılar, küçük Mahmud Efendi’nin babasından kalma bütün mallarını haciz ederek elinden alır ve Mahmud, annesiyle birlikte evsiz, parksız kalmıştır. Bütün bu yoksulluk ve kimsesizlik şartları altında annesi çocuğunu büyütmeye, yetiştirmeye azmetmiştir. 10 yaşlarına geldiğinde, komşularından biri, devrin parlak mesleklerinden biri olan kalaycılık için Mahmud’u çırak almak ister. Annesi buna asla razı gelmeyip, Ben çocuğumu okutacağım, onu kalaycılığa göndermem:’ diyerek kesin tavrını koydu.
Nihayet, annesi oğlunu okutmak için Çataldere köyündeki hocaya teslim etti. Mahmud Efendi burada uzun yıllar tahsil gördü. ilim ve takva sahibi oldu. Zamanı gelince, parmakla gösterilecek bir ilim ve mürşid abidesi noktasına geldi. Hocasından icazet aldıktan sonra imamlık yapmaya başlayan Mahmud Efendi, imamlıktan aldığı cüzi bir miktar paradan tasarruf ederek biriktirdiği para ile babasından kalan borçlarını ödedikten sonra, küçüklüğünde, babasının borçlarına karşılık kendilerinden haczedilip ellerinden alınan arazilerin bir kısmını da geri almayı başardı. Çok geçmeden ev yaptırdı ve arkasından evlenerek aile yuvasını kurdu. Bu evlilikten Muhammed ve İbrahim adlarında ikisi erkek olmak üzere yedi çocuğu vardı.
Of bölgesinde yetişen en önemli alimlerden biri olan Gani Ömer Mahmud Efendi, önceleri kendi evi yanında bulunan Kalanas medresesinde müderrislik yaptı. Sonra 1886’da Rize Karadere medresesinin kurucusu ve ilk müderrisi olan Güvelioğlu Hüseyin Efendi tarafından Karadere müderrisliğine davet edildi. Yalnız, kendisini bu göreve başlatmadan önce, onun manevi bir kuvvetinin olup olmadığını denemek için, medreseye gelirken Kalapotomas deresinin üzerinde bulunan bir köprünün ayak kısmında bekletilen büyükçe bir taşı (muhtemelen medresenin kitabesini) alıp öylece gelmesini istedi. Ağırlığı sebebiyle birkaç kişinin dahi taşımakta zorlanacağı bu taşı, Mahmud Efendi omzuna almış, diğer omuzu üzerinden taşın altına uzattığı bir ağaç parçasını destek vererek yola çıkmış ve böylece Pasalat köyü sırtını tırmanarak Karadere’ye ulaşmıştı. Bu şekilde medreseye ulaşıp taşı bahçeye atan Mahmud Efendi’ye Karadere müderrisi Hüseyin Efendi seslenerek: “Mahmud sen mi geldin? Gelirken mola verip dinlendin mi?” diye sormuş. Mahmud Efendi de: “Evet efendim, ben geldim. Gelirken Pasalat köyü sırtında iken ezanın Allahu Ekber dediğini duyunca taşı omuzumdan atmadan durdum ve ezanı dinledim. Bundan başka mola vermedim.” şeklinde cevap verdi. Bu durum üzerine müderris Hüseyin Efendi tarafından Mahmud Efendi müderrisliğe başlatıldı.
İki yıl kadar müderris Hüseyin Efendi ile beraber müderrislik yaptı. Çok sayıda talebe yetiştirdiler. Karadere medresesi, bu dönemde Rize’nin en büyük ve en çok talebe yetiştiren medresesi idi. 1887’de bu medresede 74 talebe eğitim görmekte idi. 02 Aralık 1888’de medresenin kurucu müderrisi Hüseyin Efendi’nin vefatı üzerine, Mahmut Efendi medreseyi tek başına devam ettirdi. Merhum müderris Hüseyin Efendi’den intikal eden bütün hizmetleri devam ettirdiği gibi medresenin hemen karşısında başlanmış olan cami inşaatını da tamamlayarak 1889’da hizmete açılmasını sağlamıştır.
Bir bölümü Rus işgali yıllarında olmak üzere, yukarıda belirtilen Karadere (bugünkü adıyla Kalkandere) medresesinde Hacı Mahmud Efendi, 1886-1916 yılları arasında fasılasız 30 yıl müderrislik yapmıştır. Burada bir taraftan talebe yetiştirirken, diğer taraftan da halkı irşad etmiştir. İlmi kadar manevi değeri ve yönü yüksek olan Mahmud Efendi, halka yerine göre baba, yerine göre doktor, yerine göre akıl hocası, yerine göre de en zor zamanlarında başvuracakları bir sığınak olmuştur.
Gani Ömer Mahmud Efendi, Karadere’de müderris olduğu sıralarda çevrede, Güneyce Varda köyünde Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi hazretlerinin halifelerinden Osman Niyazi Efendi bulunuyordu. Önceleri Mahmud Efendi’nin yanında Osman Niyazi Efendi’den bahsedilince o, bunu pek önemsemez ve onun anlatıldığı kadar büyük biri olmadığını düşünürdü. Bir gece rüyasında, aslında oldukça dik ve sarp arazilerden oluşan, Niyazi Efendi’nin yaşadığı Varda bölgesini, dümdüz ve yeşil manzaralı bir ova şeklinde görmüştü. Bunun üzerine sabahın erken saatlerinde atına atladığı gibi Varda köyünün yolunu tuttu.Varda’ya yaklaşınca, kemer bir köprüden geçmesi gerekiyordu. Köprü üzerinden geçer ken bir de baktı ki köprünün karşı tarafında Osman Niyazi Efendi duruyor. Kendısini karşılamaya gelmişti. Osman Niyazi Efendi, Mahmud Efendi’ye:”Bize gelmen için ille de o rüyayı görmem mi gerekiyordu?”deyince Mahmud Efendi hemen ona intisap ederek, zamanla onun dört halifesinden biri oldu.
Mahmud Efendi, İstanbul’daki Gümüşhanevi merkez dergahında 1920-1926 yılları arasında postnişin olan Tekirdağlı Mustafa Fevzi Efendi‘den de hilafet almıştır. Osman Niyazi Efendi’ye intisap ettikten sonra onun yanında halvete girmişti. O tarihlerde Rize’nin Güneydoğu bölgesindeki Rus işgalinden kaçan insanların bir kısmı Karadere’ye gelerek Mahmud Efendi’nin medresesine sığınmışlardı. Düşmandan kaçarken yolda bütün yakınları ölen 8 yaşındaki bir kız çocuğunu Mahmud Efendi himayesine almış ve onu büyütüp torunlarından Ahmet Hoca ile evlendirmiştir.
Muhammed ve İbrahim adlı her iki oğlunun ilk eğitimlerini Karadere medresesinde kendi yaptırdı. Gani Ömer Hacı Mahmud Efendi’nin müderrislik yaptığı Karadere’de, Rus işgali sebebiyle çevrede asayişin azaldığı ve hırsızlığın çoğaldığı, son yıllarında (1915 yılları) bir gece çevrede Karaalioğulları’ndan merhum Mustafa’nın evinden ineği çalınmıştı. Ev sahibinin eşi Firdevs Hanım, küçük ve yetim olan oğlu Mustafa’yı yanına alarak Karadere’ye inmiş, müderris Gani Ömer Efendi’yi bulmuş. Kocasının Erzurum’da Ruslarla savaşırken şehit olduğunu, fakru zaruret içinde olduklarını anlatmış ve iki yetim çocuğunu ahırdaki ineğinden aldığı süt ile beslediğini ve bu sefer de ineğinin çalındığını, ineğinin bulunması için kendisinden yardım istemek üzere himmetine başvurduğunu ifade etti.
Mahmud Efendi kadıncağızı dinledikten sonra köy muhtarı Karaibrahimoğlu Ahmed Efendi’ye verilmek üzere bir mektup yazdı. Küçük Mustafa’ya da bir elma vererek başını okşadı. ve yolcu etti.Muhtara yazdığı mektupta,”Muhtarın, çalınan ineğin bulunması için uğraşmasını, aksi takdirde olaya kendisinin el koyacağını” yazdı. Mektubu alan muhtar, inek bulunmazsa hocanın beddua edeceğini anlamış ve hemen araştırmaya başlamıştı. Yapılan araştırmada, o gece üç ineğin çalındığını, bunların Of tarafında, Süleyman bey adlı birisinin konağına götürüldüğünü tespit etti. Muhtar, kadıncağızı yanına alarak ineği almaya gider. ineklerin ikisi kesilmiş, küçük Mustafa’nın ineği hamile olduğu için kesilmemişti. Konak sahibi ineği sevdiği için, onun yerine başka bir ineğin verilmesini teklif eder. Firdevs Hanım ise: “Ağam, Mahmud Efendi’nin kesin emri var. Bunu ben sana versem bile sen alma. Çünkü bu yetim hakkıdır:’ der ve ineği geri alıp giderler.
Mahmud Efendi bir gün medresesindeki odasında otururken, hizmetiyle ilgilenen şahsın kendisine hitaben:”Efendim, sizin kerametlerinizi gördüğünü söyleyenler vardır. Ancak ben bunca zamandır yanınızdayım, henüz bir kerametinizi göremedim” deyince hoca ona: “Sen böyle şeyleri düşünme, kalk üç tane kahve yap da içelim:’dedi. Hizmetçi kahve yapmaya giderken, kahvelerden biri benim, diğeri kendisinin, o halde üçüncüsü kimin diye düşünmüş. Fakat o, kahveleri pişirirken Hüseyin Efendi adlı alimlerden bir misafir gelince, hizmetçi Mahmud Efendi’nin kerametine açıkça şahit oldu.
Mahmud Efendi, müderrisliğinin yanında, 1910’da Kalkandere’de açılan rüşdiye okulunda da ders okutmuştur. Buradaki öğretmenliği köyüne dönünceye kadar devam etmiştir. O zamanlar yeni kurulmaya başlanan mekteplerin aleyhinde bulunan kişileri de aydınlatmıştır. O, mekteplerin açılmasından yana idi. Mahmud Efendi: “Ben de torunumu mektebe gönderiyorum. Mekteplerde şeriatımıza aykırı bir şey yoktur:’ derdi.
Rahmetli Gani Ömer, büyük bir alim, gönül adamı ve mürşid idi. Son yıllarını, doğduğu yer olan Bölümlü köyü, Mithatpaşa mahallesinde geçirdi. Gerek Rize Karadere’den, gerek çevre köy, kasaba ve illerden çok miktarda ziyaretçileri vardı. Ziyaretçilerin getirdiği ufak tefek hediyeleri ya fakirlere dağıtır ya da daha sonra gelen ziyaretçilere ikram ederdi. Cömertlik onun ayrılmaz vasfı idi.
Cumhuriyet’in ilanından sonra, bir ara ifadesi alınmak üzere Rize mahkemesine davet edilmişti. Çok yaşlı ve yürüyecek durumda olmadığı için, oğulları tarafından yapılan bir sedye ile Of’a kadar indirildi. Buradan deniz motoru ile Rize’ye gidilmeye karar verildi. Adam başı iki lira ücret mukabilinde Rize’ye gitmek üzere bir deniz motorcusu ile anlaşarak yola çıktılar. Bir müddet yol aldıktan sonra motorcu anlaşmayı bozdu ve adam başı dört lira istedi. Mahmud Efendi’nin oğulları buna karşı çıktılar ve aralarında tartışma çıktı. Mahmud Efendi “Ne var, ne istiyorsunuz” dedi. Oğulları durumu açıklayınca hoca:”O adamın istediğini verin” emrini verdi. Yolcular Rize’de karaya çıktıktan sonra adamın motoru deniz içinde alev alev yanmaya baladı. Bu konu bütün Rize’de duyulduğu gibi mahkeme heyetinin de kulağına ulaştı. Mahkeme heyeti, Mahmud Efendi hakkında bir soruşturma yapılmasına gerek olmadığına karar verdi.
Mahmud Efendi; ilim, irfan ve bunların eğitimini, ömrünün son nefesine kadar azimle yürütürken, bir taraftan da sosyal faaliyetlerde önemli hizmetler vermiştir. Karadere’de medresesinin yanında başlanan cami inşaatını tamamlatıp hizmete açmış, köyünün alt kısmında, köylerine bağlantı sağlayan tek geçiş durumunda olan Hapşeyas köprüsünü inşa ettirmiştir.
Hapşeyas köprüsü, Solaklı deresi üzerinde kurulan köprüler arasında önemli bir yeri vardır. Özellikleri vardır. Merhum Gani Ömer, 1919’da, kendine has mimarı bir tarzda ve üstü kiremitlerle örtülü olarak Hapşeyas köprüsünü tamamladı. Mimarı tarzı ve ahşap yapısı ile yıllarca çevre halkına hizmet eden bu köprü, yakın yıllarda (2000 yılında), mümkün olduğu kadar eski tarzı korunarak yeniden inşa edilmiştir.
Vefatı
Gani Ömer Mahmud Efendi, ömrünün son yıllarını doğduğu yer olan Trabzon-Of ilçesinin Zisino (şimdiki adıyla Bölümlü) köyü Kalanas Mahallesi (şimdiki adıyla Mithatpaşa mahallesinde geçirmiştir. Bu mahallede bir medrese kurmuş ve ömrünün geri kalan günlerini bu medresede ders okutmakla geçirmiştir. Bu medresede ders okuturken 6 C.Ahir 1349 (Miladi 29 Ekim 1930) tarihinde, bir Çarşamba günü 100 yaşını aşkın olarak, medresede ders esnasında gözlerini hayata yummuştur. Kabri Mithatpaşa Mahallesi Camii’nin hemen arkasındadır. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Amin. Şefaatlerini dileriz. Amin. Amin…
Merhumun vefatından sonra, 4-5 kuşak geçmesine rağmen, Rize ve Of çevresinde büyük bir manevi itibarı vardır. Bu bölgelerde onun yaşadıkları halen anlatılmaktadır. 60 yaşın üzerinde olup bu bölgelerde yaşayanlardan Gani Ömer Mahmud Efendi’yi tanımayan, bilmeyen çok az insana rastlanır.
Bayram ve benzeri vesilelerle Rize’den hala çok sayıda kabrine ziyaretçiler gelir. Çevre halkı burada yatanın büyük bir alim ve Allah dostu olduğunu bildikleri için ziyarete gelirler. Bazı hastalıklara şifa bulmak için de ziyaret edenler olur. Oğulları tarafından 1947’de, kabri, köyün mezarcı .ustası Harun Beşinci’ye yeniden yaptırılmıştır. Taş yapı olan kabrin üstü açıktır. Ziyaretçiler Kur’an-ı Kerim okuyarak dua ederler. Halen torunları tarafından bakımı yapılan kabrin, yılda ortalama yılda iki bin kişi kadar ziyaretçisi olmaktadır. Hacca gidecek olan kimseler, onun kabrini ziyaret ederler, Kur’an okur, dua eder ondan sonra yola çıkarlar.
Soyadı kanunu çıktıktan sonra, ailesi “Okutan” soyadım almıştır. Mezar taşında da şu kitabe yer almaktadır.
Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbn Yayınları