Pir-i Sani Mustafa Çerkeşi (k.s.)

tarafından
1670
Pir-i Sani Mustafa Çerkeşi (k.s.)

Çankırı – Çerkeş’de Pir-i Sani camii yanındaki türbesinde

Çankırı’nın Çerkeş ilçesinde doğdu. Kaynaklarda doğum tarihi ve hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Çerkeşi’nin müridi olan Akif Paşa’nın bir manzumesinden hareketle şeyhin doğum ve ölüm tarihleri belirlenmiştir . Akif Paşa bu manzumesinde şeyhinin yetmiş üç yaşında öldüğünü söyler ve tarih olarak, “Hu deyip firdevs-i vasla erdi pirim Mustafa” mısraını kaydeder. Bu mısradan şeyhin 1229’da vefat ettiği ve yetmiş üç yıl yaşadığına göre 1156’da (1743) doğduğu anlaşılmaktadır.

Pir-i Sani Hazretleri dünyaya gelince, Vehbi Sultan diye bilinen ve Nakşibendiyye mürşitlerinden olan dedesinin kucağına verilmiş. Vehbi Sultan, torununu koklayıp, okşadıktan sonra ve kulağını ağzına yaklaştırarak dinledikten sonra : “Bu çocuk, halveti, halveti diyor. İnşaallah, Halvetiyye şeyhlerinin büyüklerinden olacaktır.” buyurmuş. Bu zatın sözleri, Şeyh Hazretlerinin Halvetiyye Tarikatının Şa’baniyye kolu ikinci piri ve müceddidi olmasıyla gerçekleşmiştir.

Çerkeşi Mustafa Efendi , Safranbolu’ya bağlı büyükçe bir köy olan Zora da yetişen Halveti-Şabani şeyhlerinden Şeyh Mehmed Efendi’ye intisap etmiş ve ondan hilafet almıştır. Çerkeşli Mustafa Efendinin tariki Halveti’ye intisabı ile ilgili bir menkıbesi de şöyle anlatılmaktadır ; Çerkeşli Pir-i Sani Mustafa Efendi müritlik yıllarında önceleri bir mürşide intisab ettikten, ikinci esmaya kadar da manevi seyrini ilerlettikten sonra şeyhi ona, “senin kabiliyetin fazladır Sen Zora’lı Mehmet efendiye gitmelisin” diye bir telkin ve tavsiyede bulunur. Mürşidinden bu tavsiyeyi alan Çerkeşli Mustafa Efendi de soğuk ve ağır kış şartlarına bakmadan, büyük veli zora’lı Mehmet efendiye gitmek üzere aynı gün derhal yola çıkar. Kar, tipi ve fırtınalı bir kış gününde yolda ilerlerken, arazı çok engebeli olan Comcalı mevkiinde tipi fırtınasına tutularak yolunu kaybeder ve büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalır. Bu esnada Zora’da evinde bulunmakta olan Şeyh Mehmet Zoravi Hazretleri de hanımına, “Bizim deli yolunu kaybetti bir çorba pişir de götürelim.” der. Gayet vakur ve ağırbaşlı bir kadın olan şeyh hazretlerinin hanımı da ona, “Efendi bu kış ve kıyamette oraya çorba nasıl gider” deyince hazreti şeyh de ona, “Öyle ise çorbayı pişir de gelsin de burada yesin” der. Bu esnada Comcalı mevkiinde tipiye tutularak yolunu kaybeden ve bu yüzden de orada çaresiz bir halde bulunan bilahare müridi, halifesi ve kaimi makamı irşadisi olacak Mustafa Çerkeş-i Efendi’yi mahsur kaldığı halden elini uzatması ile çekerek evine getiren hazreti şeyh Zoravi Hazretleri, Hakk’ın kendisine ikram ettiği bir kerametle evine huzuruna gelmesine vesile olduğu Çerkeşli Mustafa Efendi’nin kendisine beyatını, müritliğe ve tarikatına girişini kabul ederek bu keyfiyetle de intisabını gerçekleştirmiştir. Bu keyfiyet üzere Halfeti yoluna intisabından sonra uzun müddet mürşidine hizmette kalan Çerkeşli Mustafa Efendi (ks) , olağanüstü cehed, gayret ve mihnetlerle manevi tekbilini ikmal ederek mürşidince halifetle, irşadla vazifelendirilerek mana erenleri arasındaki yerini almıştır. Halveti yolunda Şaban-ı Veli Hazretlerinden sonra velayette engin bir mertemeye erişen Mustafa Çerkeşi Hazretleri, Halveti yolunda “Pir-i sani” manevi mertebesine ulaşmıştır. Kendisinden pek çok manevi haller ve kerametler zuhura gelen Çerkeşi Hazretleri, Mehmet Zoravi Hazretlerinin en kamil Halifesidir. Çerkeş’e gelerek ilimini sürdürürken. Devrin padişahı tarafından yönetilen sorulara cevap olarak yazdığı “Risale fi tahkiki’t tasavvuf” adlı meşhur eserinden Çerkeşi Mustafa Efendi’nin şöhretinin İstanbul’da saraya kadar ulaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim bazı kaynaklarda bu risalenin II. Mahmud’un emriyle yazıldığı kaydedilmiştir.İstanbul’da o kadar ulema ve meşayih varken II. Mahmud’un bu soruları Çerkeşi Mustafa Efendi’ye sorması onun ilim ve irfanının seviyesini, şöhretinin yaygınlığını göstermesi açı­sından son derece önemlidir.

Risale Fi Tahkiki’t t-tasavvuf Risalesinden
Çerkeşî Mustafa Efendi bu risâlede tasavvuf tarihi açısından dikkate değer önemli tespitlerde bulunur. Ona göre tarikat mensuplarının ulaşmaya çalıştıkları tasavvuf yolu fiil,sıfat ve zât tecellileri(tecelli-i ef’âl, tecelli-i sıfât,tecelli-i zât ) olarak tanımlanan üç halden ibarettir.Bu üç tecelliye mazhar olanlar zâhiren üç bâtıl fıkra mensuplarına (Cebriye,Hulûliyye, İttihâdiyye) benzerler.Fiil tecellileri sahipleri Cebriye,sıfat ve zât tecellileri sahipleri ise Hulûliyye ve ittihâdiyye mensuplarına benzetilebilirler.Ancak bu üç halin kendilerinde tecelli ettiği sûfilerin cebir,hulûl ve ittihad fikirleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Sûfileri bu bâtıl fırka mensuplarından ayırt etmenin temel ölçüsü şeriat-ı Muhammediyye’dir. Şeriattan ayrılmamak şartıyla yukarıdaki üç hâl ve makamın kendisi üzerindeki tecellilerinden bahseden sûfinin sözleri ilâhi sır ve hikmetlerden ibarettir;ondan zuhur eden olağanüstü hâller ise kerâmettir.Ancak kerâmet göstermek Allah,peygamber ve mürşid katında makbul değildir;çünkü edebe aykırıdır.Şeriata aykırı en ufak bir harekette bulunan sûfi sapıktır;sözleri ilhâd, İfsat,ondan zuhur eden hâller sihir ve istidrâc dır.

Risâlenin daha sonraki satırları,şeyhten Melâmiler’le ilgili görüşünün de sorulduğu kanaatini vermektedir.Çerkeşi Mustafa Efendi,halkın ve anlayışsız zâhir ulemâsının hakikatini kavramaktan âciz oldukları, zâhiren şeriata aykırı sözler söyleyen ve bazı davranışlarda bulunan Melâmi büyüklerinin dikkatle incelendiğinde şeriata ters düşen hiçbir hallerinin olmadığını söyler.Ona göre hallerini gizlemeyi sevdiklerinden şeriatın zâhirine aykırı gibi görünen söz ve davranışlarla kendilerini halkın ilgi odağı olmaktan çıkarmayı tercih eden Melâmiler kâmil insanlardır; fakat emâle erdirici değildirler. Kendileri “râşid” olup “mürşid”olamazlar. Onlardan dua istemek ve irşad talep etmek doğru değildir. Çünkü tâlibi şüpheye sevkedebilirler. Halbuki irşad tâlibi şüpheye düşürmek değil, aksine şüphelerini gidermektir. İrşad, Allah’ın kulunu kendine cezbedip kemâle eriştirdikten sonra tekrar beşeriyet makamına döndürmesidir. Mürşid,kâfiri küfürden imana,halkı mâsiyetten ibadete,havassı ise mâsivâdan ilâhi vuslata davet etmekle Allah’ın görevlendirdiği ve bu konuda kendisine halifelik verdiği kişidir.Peygamberler de birer mürşiddir.Eğer mürşid peygamber ise göreve “nübüvvet-i ta’rifiyye”adı verilir.Peygamberler getirdikleri şeriatın hükümlerini ümmetleri üzerinde uygulamakla yükümlü oldukları gibi mürşidlerde zikir, evrâd, halvet gibi tarikatlarının gereklerini müridlerine uygulamakla görevlidirler.Dinin koruyucusu olan ulemâdan nefret edip sûfilik iddiasinda bulunmanın,tarikat ve şeriatı birbirinden farklı şeyler gibi göstermenin, ulemâ ile meşâyihin üzerinde birleştikleri taat, riyâzet, mücâhede gibi hususları terk etmenin sapıklık olduğunu söyleyen Çerkeşi Mustafa Efendi’ye göre ulemâ bu gibi sahte sûfilerle gerçek sûfileri ayırt etme gayretini göstermeden aleyhlerinde birçok risâle kaleme almış, sûfiler de onlara cevap vermişlerdir. Çerkeşi’nin bu konudaki son sözü şudur: Ulemâ ile meşâyih arasındaki ihtilâf lafzîdir, aralarında mânada ve özde ihtilâf yoktur. Onun bu uzlaştırıcı tavrı ulemâ üzerinde tesirini göstermiştir. Nitekim Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey ve Şeyhülislâm Mehmed Sâdedin Efendi, devrin tanınmış âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi,kelâmcı Abdüllatif Harpûti onun tarikatına intisap etmişdir. İslâm toplumunda tarih boyunca önemli bir problem teşkil eden şeriat-tasavvuf ilişkisi konusunu inceleyip açık ve net bir şekilde ortaya koyan bu risâle birkaç defa basılmıştır. Ayrıca bir levhaya sülüs hatla yazılarak türbesinin bulunduğu camiye asılmıştır. Risâle fi tahkiki’t –tasavvuf Abdülkerim Abdülkadiroğlu tarafından yayınlanmıştır.

İlginizi Çekebilir  Molla Hüsrev (k.s.)

Çerkeşi Mustafa Efendi’nin oğulları ve Torunları;
Mehmed, Mesud ve Osman Vehbi adlı oğulları kendisinden sonra irşad faaliyetlerini sürdürerek birçok mürid ve halife yetiştirmiş­lerdir. Osman Vehbi Efendi’nin (1860) soyundan istanbul’da Çerkeşiza­deler adı verilen bir ulema ailesi meydana gelmiştir. Babasının ölümünden sonra Ankara’ya yerleşerek şehrin tanınmış alimlerinden biri olan Osman Vehbi Efendi’yi II. Mahmud istanbul’a davet etmiş ve kendisine İstanbul ruus u verilmiş­tir. Çeşitli eserleri olan Osman Efendi’nin II. Mahmud için kaleme aldığı el-Hıs­ nü’l-hasin ve Tasriiatü’l-Fa- risiyye (İstanbul 12671 adlı iki kitabı basılmıştır.

Osman Vehbi Efendi’nin oğlu Mehmed Teyfik Efendi Beşiktaş, Halep,Çankırı ,Bursa, Balıkesir ve Mısır’da mevleviyet görevlerinde bulunduktan sonra Medine kâdısı olmuş, daha sonra Ankara’ya dönerek on iki yıl müderrislik yapmıştır. Üç yıl İstanbul kadılığı yaptıktan sonra Rumeli kazaskerliği muavinliğine tayin edilmiş(1886), aynı yıl Meclis-i Meşâyih Nezâreti reisi olmuş,1889’da Anadolu,ertesi yıl Rumeli kazaskeri pâyelerini almış ve şeyhülislâmlığın Meclis-i Müellefât Encümeni başkanlığına tayin edilmiştir.Dedesi Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikatına mensup olan Tevfik Efendi vefatında (1893), bir bir Şâbâni-Çerkeşi tekkesi olan Aksaray Sofular’daki Ekmel Dergâhı’nı defnedilmiştir. Mehmed Tevfik Efendi’nin oğlu Ahmed Muhtar Efendi nakibüleşraflık görevinde bulunmuştur.Osman Vehbi Efendi’nin Mehmed Refi adlı oğlundan olan torunu Hâlid Bey (ö.1934), Mekteb-i Hukuk’u bitirdikten sonra gittiği İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde Türk dili ve edebiyatı hocalığı yapmış,edebiyat,tarih,dış politika,İktisat alanlarında dikkate değer eserler yazmış önemli bir fikir adamıdır.

Pir-i sani Hazretlerinin Menkıbeleri
*1785-1789 yılları arasında Hacc’a gitmiş ve 7 yılını Hicaz’da ibadetle geçirmitir. Hicaz’da kaldıkları yedinci yılın sonunda Pir-i sani Hazretleri’ne manen emir buyurulduğundan Kırım Müftüsü isa Efendi’de Celal sıfatı (Allah’ın büyüklük ve Yücelik feyzinin dayanılmaz haldeki eseri) belirmiş. Bakışına rastlayanlar, cansız olarak yere düşmeye başlamış. Pir-i sani Hazretleri’ne manen emir buyurulduğundan Müftü ile buluşmuşlar. Müftü Celal eserinin Hazreti Pir-i etkilediğini görünce, ellerine sarılarak o halden kurtulmasını dilemiş. Hazreti Pir-in dua ve himmeti ile bu halden kurtulmuştur. Pir-i Sani Hazretleri ile beraber Çerkeş’e gelmişler. Pir-i Sani Hazretleri’ne bağlanıp, hayatının sonuna kadar burada yaşayarak vefat etmiştir. Cenaze namazı Pir-i Sani Hazretleri tarafından kıldırılarak Çerkeş Mezarlığına defnedilmiştir.

*Çerkeş yakınlarında bir değirmenin arkında kocaman bir kaya yuvarlanır. Bu sebeple değirmenin suyu kesilir. Değirmenci gelip Pir-i Sani Hazretlerine durumu anlatarak yardım ve himmet ister. Şeyh Efendi de müridadına: “Hadi gidelim. O taşı kaldıralım da adamın değirmeni çalışsın” der. Müridleri ile beraber değirmenin bulunduğu yere hareket ederler. Oraya ulaşınca birde bakarlar ki kocaman bir kaya değirmenin arkını kapatmıştır. Şeyh efendi müridadına: “Dayanın bakalım çoçuklar” der ve kendisi de besmele çekerek elindeki Asayı taşa dürtünce koca kaya yerinden kolaylıkla kaldırılarak yuvarlanıp gider ve değirmen çalışmaya başlar.

* Pir-i Sani Hazretleri’nin Mahmut isminde bir hizmetçisi varmış. Bir gün Pir-i Sani Hazretleri Çerkeş yakınlarındaki değirmenine giderken yolda rast geldikleri, köstebeklerin çıkardıkları topraklara asalarını dürterlermiş, bu topraklar altın olur, Mahmut’da arkalarından gizlice bu altınlardan alarak ceplerine doldururmuş. Dönerlerken Hazret, Mahmut’a hitaben : “Altını nede çok seviyorsun? Toprakları altın diye ceplerine doldurdun, bak ceplerinde ne var? demişler. Mahmut ceplerine bakınca, topraklarla dolu olduğunu görmüş ve boşaltmaya başlamış. Bunun üzerine: “Oğlum! Dünyalık isteyenlere altınlar toprak olur. Dünyalık istemeyenlere de topraklar altın olur.” buyururlar.

*Şeyh Mustafa Çerkeş-i Efendi Hazretlerinin Mahmut adındaki müridi şeyhine: “Efendim, Hızır (as) ‘ı bir ben de görebilsem!” diye arada bir şeyhine yalvarır durur. Hazret de pek oralı olmaz görünür. Nihayet bir gün Hazret sabah namazını kıldırdıktan sonra cemaat içerisindeki misafir bir kimseyi önce hoşlar ve sonra da ona; “Ey mübarek! Yatsı namazını nerede kıldın?” der. O kimse de cevaben; “Bağdat’ta kıldım. Cuma nazmını da, Kabe’de kılacağım İNŞAALLAH!” der ve bu konuşmaları da burada biter. Misafir kimse konuşmaları bittikten sonra gitmek için izin istediğinde Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri müridi Mahmut Efendi’yi çağırarak ona: “ Evladım, misafirimizi yocu et.” Buyurur. Bu emri alan müridi Mahmut Efendi de en sonunda yolcu etmekte olduğu yabancı misafire; “Efendimize bir diyeceğiniz var mı efendim?” diye sorar. Yabancı biri kılığındaki kimse de Derviş Mahmut Efendi’ye, “Şeyhine selam söyle, daha bahçesinin meyveleri olgunlaşmamış.” Der. Derviş Mahmut Efendi de misafirin söylediklerini şeyhine iletmek üzere huzuruna girdiğinde misafirin söylediğini kendisine ileteceği esnada Hazretleri ona; “Oğlum, misafirimiz sana ne dedi?” der. O da efendim “Şeyhine selam söyle daha bahçesinin meyveleri olgunlaşmamış dedi.” Deyince Mustafa Efendi (KS) Hazretler de ona; “Evladım, o kimse Hızır (as) idi. Olgunlaşmamış meyveler de sizlersiniz” buyurur.

İlginizi Çekebilir  Halil Numan Dede

*Pir-i Sani Mustafa Çerkeşi Hazretleri camisinin müezzini bir gün sabah ezanını okumak üzere kalktığında, ortalığın biraz aydınlanmış olduğunu görünce, vakit gecikti zannederek alelacele abdest alarak dışarı çıkar. Dışarı çıkınca da çevreden zikir seslerinin gelmekte olduğunu duyar.Seslerin geldiği tarafa yönelerek küçük çayır denilen dereye varınca,tanıyamadığı pek çok kimselerin zikrullah ile meşgul olduklarını görür ve biarz da tedirgin bir halde yanlarına gider.Yanlarına yeni gelen müezzin efendinin tedirgin olduğunu fark eden zikredenlerden biri ona :”Gel sen de bizdensin.” der.Zikredenler,müezzine de aralarında yer gösterdikten sonra yapmakta oldukları zikre devam etmeye koyulurlar.Bir müddet daha zikre devam ettikten sonra,zikreden bu kalabalık birden ortada kaybolur ve müezzin Efendi orada yalnız başına kalakalır.Olup bitenler karşısında kalan müezzin Efendi,sabah nazmının vaktinin daha yeni olduğunu anlayınca camiye gelerek minareden sabah ezanı okur.Daha sonra da Pir-i Sani Hazretleri ile karşılaşan müezzine cenab-ı Pir-i Sani Hazretleri: “Oğlum o gördüğün cin taifesi idi.sana yer gösterdiler ve seni içlerine aldılar.Bunların hepsi bizim kardeşlerimizdir.Sabah vakti olunca dağıldılar.” buyurur.

* Pir-i Sani Hazretleri, sabah vakitlerinden önce evden çıkıp kaybolur; sabah namazında ise câmide hazır bulunurmuş. Ayakkabılarının içinde her gün çöl kumu olur, hanımı da bu kumları bir torbaya saklarmış. Ömürlerinin sonuna doğru bur gün pir-i Sani Hazretleri eşini yanına çağırarak “Şimdiye kadar bizim ne gibi hallerimizden ve sırlarımızdan haberdar oldun?” buyurmuş. Eşi de, gizlice torbalarda biriktirip sakladığı kumları getirmiş.”Bu kumlar, sabahları Mekke seferinizde ayakkabılarınıza dolan kumlardır” demiş. O’nun güzel bir inanç ve anlayışı olduğunu göstermesinden dolayı, Pir-i Sani Hazretleri de eşine memnuniyetini bildirmiş, çok dua etmiştir.

* Çerkeş’in köylerinden Aliözü’nde oturan, hazretin halifelerinden (yahut pirdaşı) Şeyh Mustafa Efendi bahçesinde sebze sularken, Pir-i Sani hazretleri de Çerkeş’te Dergahının kapısı önünde dervişleri ile birlikte oturmuş konuşuyor, elindeki asayı bir şey karıştırır gibi çeşitli şekillerde hareket ettiriyormuş. Bir süre böyle yaptıktan sonra gülerek, dervişlere “içeri kaçın” demiş. Dervişler içeri girerken, havadan, büyükçe bir çamur parçası gelip dergahın duvarına çarpmış ve orada yapışıp kalmış. Pir-i Sanii hazretleri dervişlere hitaben: “Kardeşim Şeyh Mustafa bahçe suluyordu, ben de asa ile su yollarını bozuyordum. Birkaç defa yapma diye seslendi. Ben durmayınca bir kürek çamur alıp attı. İşte duvara yapışan bu çamur onun attığı çamurdur. Kardeşler arasında bazen bu gibi latifeler olur, demiş.

* Yukarıda sözü edilen Şeyh Mustafa efendi, vakit vakit Çerkeş’e gelerek Pir-i Sanii Hazretlerini ziyaret edermiş. Yine bir gün Pir-i Sani’yi ziyaretinde Şeyhin Ankara’da okuyan oğlu Osman Efendi ile karşılaşmış. Osman Efendi babasının bir köy şeyhi ile bu kadar derin ne konuşabileceğini küçümser bir şekilde içinden geçirmiş. Şeyh Mustafa Efendi bir soru sorar ancak Osman Efendi bu soruyu cevaplandıramaz. Bunun üzerine Pir-i Sanii Hazretleri oğluna: “Evladım daha olmamışsın, git tahsiline devam et” buyurmuş. Osman Efendi Ankara’ya dönmüş, sonunda Ankara Müftüsü olmuş.

* Pir-i Sani Hazretleri’nin Müridi Mustafa Sâfî Efendi 1807 senesinde tahsîlini tamamlayıp icâzet, diploma aldı. İstanbul’da müderrislik yapmak üzere kalmaya karar vermişken, bir gece rüyâsında devrin meşhur evliyâsı Çerkeşli Hacı Mustafa Efendiyi gördü. Ona; “Evlâdım Mustafa Sâfî Efendi! Zâhir ilmini tamamlayıp icâzet aldın. Tasavvuf ilmini öğrenip, ilm-i ledünne kavuşmak için Çerkeş’e gel de bu ilmi tahsîl eyle. Çünkü senin İstanbul’da kalmana izin yoktur.” buyurdu. Bunun üzerine Mustafa Sâfî Efendinin kalbinde ilâhî bir muhabbet, aşk peydâ oldu. İstanbul’da durmaya tahammülü kalmadı. Çerkeş’e gitmek için yola çıktı. Oraya varınca, Hacı Mustafa Efendinin huzûruna gitti. Elini öpüp, talebesi olmayı arzu ettiğini bildirince önce bu isteğine iltifat edilmedi. Ümitsiz olarak huzurlarından ayrıldı.Ancak üç gün dergâhta misâfir kaldı. Sonra o zâtın kabûl buyurması için Derviş Hasan vâsıtasıyla arz edip yalvardıysa da,Çerkeşli Mustafa Efendi;
“O, bir âlim kimsedir. Benim zâhir ilminde onun kadar kuvvetim yok. Bu sebeple talebeliğe kabul edemem.” dedi. Bu haber kendisine ulaşınca, kalbinde aşk-ı ilâhî hâsıl oldu. Bu sırada kalbinde meydana gelen coşkunluğa tahammül edemeyip, hemen huzûruna gitti.Mübârek ellerini öptükten sonra ilm-i zâhiri kalmadığını, aşk-ı ilâhînin gönlünü yaktığını ve onun işâretiyle talebe olmaya geldiğini arz ve beyân ederek yalvardı. Tekrar kabûl etmesini istirhâm eyledi. Bunun üzerine onu talebeliğe kabûl etti.

Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikat silsilesi
Zoralı Şeyh Mehmed
Mudurnulu Şeyh Abdullah Rüşdü (ö.1141/1728-29),
Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kurucusu Şeyh Mehmed Nasûhi Üsküdârî (ö.1130/1718),
Karabaşiyye kolunun kurucusu Karabaş Veli(ö.1097/1686)
Tarikatın pîri Şeyh Şâbân-ı Veli’ye(ö.976/1568)ulaşır.
Şâbâniyye mensuplarınca tarikatın ikinci kurucusu anlamında “pîr-i sâni” unvanıyla anılan Çerkeşî Mustafa Efendi’nin 0n’un üzerinde halifesi vardır.
Bunlardan ancak altısının(Beypazarlı Âli,Geredeli Halil,Mustafa Safi,Semerci Şeyh İbrâhim,Tiritzâde
Hüseyin,Ahmed Nûri Baba) adı ve kimliği tesbit edilebilmiştir.Halifelerin faaliyetleri sonucu Çerkeşiyye tarikatı Batı Karadeniz,başta Ankara ve çevresi olmak üzere Orta Anadolu,İstanbul ve Balkanlar’da yaygınlık kazanmıştır.

İlginizi Çekebilir  Çakır Hoca - Samsun

Halifeleri

1- Beypazarlı Ali Efendi’nin halifesi Kuşadalı İbrâhim ile Geredeli Halil Efendi’ye nisbet edilen İbrâhimiyye ve Hâliliyye adlı iki şübe meydana geldiği söylenirse de bunlardan ancak ilki bir kol olarak kabul edilir. Çerkeşi’nin emrine uyarak ölümünün hemen ardından İstanbul’a giden ve Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından Fındıkzade’deki Beşikçizâde Dergâhı şeyhliğine tayin edilen Beypazarlı Ali Efendi’nin (ö.1234/1819)yetiştirdiği tek halife olan Kuşadalı İbrâhim Efendi (ö.1262/1846) tekke,taç,hırka gibi tarikatlara ait geleneksel unsurları reddeden fikir ve uygulamalarıyla Türk tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.Tarikata Melâmeti bir hüviyet kazandıran Kuşadalı’nın Mehmed Tevfik Bosnevi ile (ö.1283/1866) devam eden silsilesi, “Fâtih türbedarı”diye meşhur olan Ahmed Amiş Efendi (ö. 1920) vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

2- Ümmî bir zat olan Geredeli Halil Efendi’dir.Şeyh Halil Efendi II.Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilmiş, amellerin niyetlere göre olduğunu ifade eden hadise verdiği mânalar padişahı ve huzurda bulunanları hayrete düşürmüş,büyük iltifat ve takdire mazhar olmuştur.Gerede’de vefat eden Halil Efendi’nin türbesi Aşağı Tekke Camii’nin bahçesindedir. Geredeli Halil Efendi’nin halifelerinden Ömer Fuâdi (ö.1274/1857),İstanbul’da Sofular Ekmel Dergâhı’nda uzun yıllar şeyhlik görevinde bulunmuştur.Devrin iki şeyhülislâmı Ârif Hikmet ve Mehmed Sâdeddin Efendilerin kendisine intisap etmeleri,Ömer Fuâdi Efendi ve Şâbâniyye-Çerkeşiyye’nin ulemâ üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.Vefatından sonra makamına oğulları Abdullah Rüşdü (ö.1299/1882)ve Yâkup Sıdkı
(ö.1319/1901)geçmiş,Yâkup Efendi’nin ölümünden sonra dergâh oğlu Yûsuf Selâhaddin ileAbdullah Rüşdü’nün oğlu Mustafa Siret efendiler tarafından yönetilmiştır.Daha sonra Üsküdar’daki Atik Vâlide Şâbâni dergâhına tayin edilen Mustafa Siret Efendi,Meclis-i Meşâyih âzası olarak da görev yapmıştır. Geredeli Halil Efendi’nin diğer halifesi Yazıköylü Emin Efendi,bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Nevrekop’a giderek irşad faaliyetinde bulunmuştur.Emin Efendi’nin Mir’âtü’l-âşıkin adlı eseri basılmıştır.Halifesi Nevrekoplu Ahmed Efendi’nin burada açtığı dergâh Balkan Harbi’nde Bulgarlar tarafından yakılmıştır.

3- Diyarbekirli Hacı Mustafa Safi Efendi’yi (ö.1263//1847), Hüseyin Vassaf Geredeli Halil’in halifesi olarak gösterir.Ancak Safî Efendi hakkında bir menâkıbnâme yazan İbrahim Hilmi onun aslında Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifesi olduğunu söyler.Safi Efendi’nin halifesi Geredeli Saatçi Abdullah Efendi’nin müridi Halil Rahmi Efendi(ö.1284/1867), uzun yıllar Divân-ı Hümâyun Kalemi’nde görev yapan Necip Efendi’nin (ö. 1307/1890) şeyhidir.Necip Efendi Aksaray’daki irşad faaliyetini sürdürmüş,devrin tanınmış âlimleri Mehmed Zihni Efendi ve Abdüllatif Harpûti kendisine mürid olmuşlardır.Oğlu Fahri Efendi Kanlıca’daki Atâullah Dergâhı’nda şeyhlik yapmıştır. Sultanahmet’teki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhı Şeyhi Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Şeyh Mustafa Hulûsi Efendi de (ö. 1299/1882) Geredeli Halil’in halifelerindendir.Halil Efendi İstanbul’a geldiğinde kendisine intisap ederek onunla birlikte Gerede’ye gitmiş, sulûkünü tamamladıktan sonra babasından boşalan dergâhın şeyhliğine tayin edilmiştir.Ölümünden sonra makamına oturan oğlu Hayrullah Efendi’den birkaç ay sonra vefat etmesi üzerine dergâhta irşad faaliyeti diğer oğlu Âtâullah Efendi (ö.1308/1890-91) tarafından sürdürülmüştür.Atâullah Efendi’den sonra yerine,halifesi Beykozlu Ahmed Efendi’den icâzet alan oğlu Mehmed Nidâi Efendi şeyh olmuştur. Halil Efendi’nin Kütahyalı Şeyh Salih Efendi adlı halifesi vasıtasıyla devam eden diğer bir silsilesi günümüze ulaşmıştır.

4- Çerkeşi Mustafa Efendi’nin bir halifesi de İstanbul Zeyrek’te Kilise Camii yanındaki Akşemseddin Dergâhı Şeyhi “Semerci Şeyh” diye anılan İbrâhım Efendi’dir.(ö.1247/1831).Onun vefatından sonra bu dergâhta halifesi Şeyh Halil Efendi(ö.1274/1858) ile bu zatın oğlu ve adaşı Halil Efendi(ö.1333/1915)görev yapmışlardır.

5- Kaynaklarda adı geçmeyen diğer bir Çerkeşi halifesi de Ankaralı Tiritzâde Hüseyin Efendi’dir. Madde yazarının bir şâbânı şeyhinin elinde bizzat gördüğü Şâbâniyye silsilenâmesinde Çerkeşi halifesi olduğu anlaşılan Hüseyin Efendi’nin silsilesi günümüze kadar ulaşmış olup İstanbul ve Karadeniz bölgesinde mensupları bulunmaktadır.

6- Çerkeşi Mustafa Efendi’nin adı ve kimliği tesbit edilen son halifesi,Hacı Bayrâm-ı Veli soyundan gelen şair Ahmed Nûri Baba’dır(ö.1263/1847). Şeyh Halil Baba’nın oğlu olan Ahmed Nûri Baba,babasının ölümünden sonra Çerkeş’e giderek Mustafa Efendi’ye intisap etmiş ve onun halifesi olmuş (Fâtih,s.420),ancak Melâtimetî tavra sahip olduğundan irşad faaliyetinde bulunmamıştır.

Türbe-i Şerifi
Çerkeş ilçesi, Kurtlar Mahallesi, Osman Paşa Caddesinde yer alan Türbe, Pir-i Sani Camiinin içinde ayrılan bir bölümde bulunmaktadır. Pir-i Sani Türbesi aynı isimli mescidin harimi dâhilindedir. Bina moloz taşından harçla yapılmıştır. Türbe, 1734 yılında ölen Halvetiye Dergahı şeyhlerinden Hacı Mustafa Efendi için yaptırılmıştır. 5×5 m2 ölçülerinde kare planlı olan türbe, pandantif geçişli kubbe ile örtülüdür. Kubbe 1944 yılında dıştan kiremit kaplı çatı ile kapatılmıştır.
İçinde bir ağaç sanduka ve bunun etrafında bir demir parmaklık vardır.
Kitabesinde:
1- Düştü bir tarih âkif bendesinin kalbine
2- Hü deyip Firdevs-i vusla erdi Pirim Mustafa.
yazıları okunmaktadır.

Kaynaklar
Mustafa Özdamar , Piran , Kırk Kandil yayınları , 2005
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu evliyaları cilt 2