Mevlana Celaleddin Rumi

tarafından
682
Mevlana Celaleddin Rumi

Konya – Mevlana Müzesi içerisindeki Türbesinde

Asıl adı Muhammed olan Mevlana Celaleddin-i Rumi (do­ğumu 30.09.1207/ ölümü 17.12.1273), Bahaeddin Veled‘in oğlu­dur. Lakabı Celaleddin’dir. ”Efendimiz” anlamındaki “Mevlana”  ünvanı onu yüceltmek maksadıyla söylenmiştir. “Sultan” ma­ nasına gelen Farsça “Hüdavendigar” ünvanı Mevlana’ya babası tarafından verilmiştir. Aynca doğduğu şehre nisbetle “Belhi”, daha sonraki hayabnı sürdürdüğü Anadolu’ya nisbetle de “Rumi” ünvanları ile anılmaktadır. Mevlana 30 Eylül 1207 tari­hinde babasının memleketi olan Belh’te doğdu.

Mevlana‘nın babası, Bahaeddin Veled, Horasan ve Anadolu tasavvuf tarihinin önemli simalanndan biridir. 1151 yılında Belh’te doğan Bahaeddin Veled‘in annesi Harzemşahlar hanedanına mensup bir hanım, babası ise Belh şehrinin büyük alimlerinden Celaleddin Hüseyin Hatıbidir. Babasını küçük yaşta kaybeden Bahaeddin Veled, çocukluğunda öğrenme merakından dolayı önce dini ilimleri daha sonra da tasavvufi ilimleri tahsil etti ve her iki alanda da kemal derecesine ulaştı. Tasavvufi ilimleri tahsil ederken, Kübreviliğin kurucusu Necmeddin Kübra‘nın halifelerinden biri oldu. Sonra Kübrevilik tarikatının, Harezm bölgesinde yayılmasında gösterdiği gayretten dolayı, bölgenin şöhretli mutasavvıflardan biri haline geldi. Onun İslami ilimler ve tasavvuftaki şöhreti arttıkça, halkın da ona ilgisi ve rağbeti artıyordu. Bundan dolayı ona, Hz. Peygamber tarafından rüya­ sında, “Sultanu’l-ulema” ünvanı verildi.

Bahaeddin Veled, Harezm’in ünlü alim mutasavvıfların­dan biri olarak, medresede ders veriyor ve dini yönden halkı irşad ediyordu. Onun meclisine devrin bütün ileri gelenlerinin yanı sıra, bazen devrin hükümdarı Harezmşah Alaeddin Mu­ hammed Tekiş de gelirdi. Bahaeddin Veled, halkı irşad vaazla­ rında zaman zaman, Yunan felsefesini benimsedikleri için devrin önemli bilginleri Fahreddin Razi, Kadı Zeyn-i Ferazi gibi filo­zofları ağır şekilde eleştirir, Harezmşah Alaeddin Muhammed’i (1200-1220) de onların görüşlerine uymakla tenkit ederdi. Bu ten­kitler, sultanla aralarının açılmasına neden oldu. Bunu fırsat bi­len Bahaeddin Veled karşıtları, rekabet ve çekememezlik yüzün­den, onun taraftarlarıyla siyasi isyan hazırlığı içinde olduğunu ileri sürdüler. Bunun üzerine, devrin hükümdarı Harezmşah Alaeddin Muhammed, ondan ülkeyi terk etmesini istedi. O da ailesi ile birlikte Belh’ten ayrılmak zorunda kaldı.

Bahaeddin Veled, ailesi ile birlikte ilk önce Semerkant’a gitti. Onun Belh’ten ilk ayrılışı 1212-1213 yıllarında idi. Mevlana bu sırada muhtemelen beş yaşındaydı. Ancak, Semerkant’ın Ha­ rezmşah Muhammed’in eline geçmesinden sonra tekrar Belh’e döndü. Belh’ten Semerkant’a dönen Bahaeddin Veled’in bir süre orada ikamet ettiği ve asıl göç yolculuğuna bundan sonra başladığı tahmin edilmektedir.

Bahaeddin Veled, ikinci kez Belh’ten ayrıldığında (muhte­ melen 1219 yılında) ailesi ve müridleri ile birlikte Nişabur’a gitti. Bahaeddin Veled Nişabur’da, İslam klasiklerinden Mantıku’t­ tayr adlı eserin yazan ünlü mutasavvıf şair Feridüddin Attar ile görüştü. Feridüddin Attar, bu ziyaret sırasında yaklaşık on üç yaşında olan Mevlana’ya, daha sonraki yıllarda onda derin izler bırakacak Esrarname adlı tasavvufi mesnevisini hediye etti ve Bahaeddin Veled’e: “Çabuk ol, bu senin oğlun çok zaman geçmeyecek, alemde yüreği yanıkların yüreğine ateşler sala­caktır.” dedi

Bahaeddin Veled ve ailesi, Nişabur’dan sonra Bağdat’a gitti. Bağdat’ta ünlü İşraki düşünür, Sühreverdilik tarikatının kurucusu Şehabeddin Sühreverdi tarafından karşılandı. Daha sonra Kufe üzerinden Hicaz (Mekke-Medine)’a gitti. Hicaz’dan dönerken Şam’a uğradı. Oradan Anadolu’ya gelen Bahaeddin Veled ve ailesi önce Malatya’ya, sonra Erzincan’a daha sonra da Akşehir’e ulaştı. Akşehir’de bir müddet ikamet eden Sultanu’l­ filema Bahaeddin Veled, Mengücükoğulları’ndan Fahreddin Behram Şah’ın hanımı İsmet Hatun’un yaptırdığı medresede (hangahta) (bir veya dört yıl) ders okuttu. Sonra Larende’ye (Karaman) giderek burada kendi adına yaptırılan medresede en az yedi yıl müderrislik yaptı. Daha sonra Türkiye Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya yer­leşti. Mevlana on yedi veya on sekiz yaşında iken Larende’de Semerkant’lı alim Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun‘la ev­lendi. Bu evlilikten 1226’da Sultan Veled, bir yıl sonra da di­ğer oğlu Alaeddin dünyaya geldi. Yine onlar Larende’de iken Bahaeddin Veled’in hanımı ve Mevlana’nın annesi Mümine Hatun vefat etti. Onu defnettikleri yere daha sonra Karaman Mevlevihanesi kuruldu.

Nihayet, Selçuklu başkenti Konya’ya yerleşen Bahaeddin Veled‘in şöhreti, kısa zamanda bütün ülkede yayıldı. Onun dini irşad faaliyetlerine halkın ilgisi giderek artıyordu. Konya’da, ünlü devlet adamları, emirler, vezirler hatta Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubad bile kendisine mürid oldu. Sultanu’l-ulema hem medresede öğrencilere ders veriyor hem de vaazlar vere­rek halkı irşad ediyordu.

Bahaeddin Veled, Altunapa Medresesi’nde iki yıl mü­derrislik yaptıktan sonra 23 Şubat 1231’de (18 Rebiulahir 628) Konya’da vefat etti.

Mevlana, babası öldüğünde yirmi dört yaşında idi. Yeterli ilmi olgunluğa ulaşmıştı. Babası Bahaeddin Veled’in ders ver­diği medresede ders vermeye başladı. Babasının vefatında bir yıl sonra, Bahaeddin Veled’in müridlerinden Seyyid Burhaneddin Muhakkık-i Tirmizi (Seyyid-i sırdan) şeyhini ziyaret etmek için Konya’ya geldi. Seyyid Burhaneddin’in Konya’ya geliş amacı, çocukluğu sırasında terbiyesiyle meşgul olduğu Mevlana’yı manevi terbiyesine almaktı. Muhtemelen Bahaeddin Veled onu bu vazife ile görevlendirmişti.

İlginizi Çekebilir  Baba Zakir Türbesi

Seyyid Burhaneddin, Mevlana’nın manevi terbiyesini ik­mal etmek için Konya’ya gelince, o sırada Larende’de bulu­nan Mevlana’ya bir mektup yazarak onu Konya’ya çağırdı. Mevlana’ya, “kamil insan olabilmek için, zahiri ilimlerde elde ettiği üstün dereceyi, hal (tasavvuf) ilimlerinde de kazanması gerektiğini” söyledi. Mevlana artık onun manevi terbiyesi altına girdi ve dokuz yıl mürid olup ona hizmet etti. Daha sonra Seyyid Burhaneddin, Mevlana’yı, zahiri ilimlerde ilerlemesi için bir ara Şam’a gönderdi. Şam’da değişik ulemadan ders alan Mevlana, oradan Haleb’e gitti ve Halaviyye Medresesi’nde Kemaleddin İbnü’l-Adim‘den ders aldı. Sonra tekrar Şam’a döndü ve Mukadderniyye Medresesi’ne yerleşerek ilim tahsiline devam etti. Muhtemelen Suriye’de dört yıl kaldıktan sonra tekrar Kayseri’ye döndü.

Mevlana, Şam’daki eğitimi sırasında tefsir, fıkıh, hadis, Arap dili ve edebiyat başta olmak üzere akli ve nakli ilimlerde bilgi­sini artırıp icazet alırken; Muhyiddin İbnü’l-Arabi, Saadeddin Hamevi, Osman-ı Rumi, Evhadüddın-i Kirmanı ve Sadreddin Konevi gibi bilgin ve mutasavvıflarla görüşüp sohbet etme fır­satını buldu.

Mevlana, Kayseri’ye döndükten sonra hocası Seyyid Burhaneddin’in teşvikiyle, ledün ilminde tecrübe kazanmak amacıyla kendisi için hazırlanan bir hücrede halvete girdi. Bu­rada peş peşe üç bin erbain çıkardı. Böylece manevi eğitimini ik­mal yolunda önemli bir tecrübe yaşayan Mevlana, bir süre sonra hocasından irşad için icazet aldı ve Konya’ya döndü.

İlk hanımı Gevher Hatun’un ölümü üzerine Mevlana, Konya’lı İzzeddin Ali’nin kızı Kira Hatun’la evlendi. Bu ha­nımından Emir Muzaferrüddin Alim Çelebi ve Melike Hatun adında iki çocuğu dünyaya geldi.

Mevlana’ya manevi yolda rehberlik eden; o sade bir mü­derris iken, onu halkın gözünde bir veli-yi kamile dönüştüren şeyhi Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi yaklaşık 1241 yı­lında Kayseri’de öldü. Seyyid Burhaneddın, ahlaki olgunluğa sa­hip, sufilerin seyir ve sülvakıf, manevi makamlara ulaş­mış kamil bir bilgin idi.

Seyyid Burhaneddin’in ölümünden sonra Mevlana tek ba­şına kaldı ve daha çok marifetullaha yöneldi. Beş yıl daha ri­yazet çekerek manevi olgunluğunu tamamlamaya çalıştı. Bu arada çoğu ulema sınıfından ve yöneticilerden olan müridle­rine ve halka vaaz ve fıkıh dersleri vererek ilmi faaliyetlerini sürdürdü. Onun derslerine devam edip vaazlarını dinleyenler ve gösterdiği kerametleri müşahede edenler arasında sevenle­rinin sayısı gittikçe artıyordu.

Mevlana, Seyyid Burhaneddin’in vefatından beş yıl sonra, marifetullaha ulaşma yolunda kendisine yarenlik edecek, Şems-i Tebrizi ile karşılaştı. Bu karşılaşma Mevlana’nın hayatında yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Şems-i Tebrizi’nin kimliği, hayatı ve eğitimi hakkında pek fazla şey bilmiyoruz. Muahhar kaynaklarda onun kimliği ile il­gili çelişkili bilgiler bulunmaktadır. Dönemin pirleri tarafından “Tebrizli Kamil” olarak isimlendirilen Şems, birçok yer dolaş­tığı için “Şems-i Perende” (uçan Şems) diye anılıyordu. Melami ve Kalender meşrebe mensup olan Şems-i Tebrizi, birçok ünlü mutasavvıf ile sohbet etmiş, bazı sırlara vakıf olmuş meczup bir tabiata sahipti. Şems, 1244 yılı Kasım ayı sonlarında Konya’ya geldi.

Şems-i Tebrizi bu sırada altmış, Mevlana ise otuz yedi ya­şında idi. Şems-i Tebrizi’nin sözlerinden oluşan Makalat’ta anlatıldığına göre, bir gün Şems ”beni veli kullarınla tanıştır” diye rabbine niyaz eder. Rüyasında kendisine “seni bir veliye yoldaş edelim” denir ve o velinin Anadolu’da bulunduğu söylenir. Bunun üzerine Şems-i Tebrizi, Mevlana ile tanışmak için Konya’ya gelir.

Şems ile Mevlana’nın ilk karşılaşmalarıyla ilgili Sipehsalar Risalesi’nde, Eflaki’nin Menakıb’ında, Devletşah’ın Tezkire’sinde, Abdülkadir el-Kureşi’nin, el-Cevahirü’l-mudiyye’sinde ve İbn Batuta’nın Seyahatname’sinde farklı anlatımlar vardır. Bu konu ile ilgili Sipehsalar’da ve Eflaki’de geçen rivayeti nakletmekle yetineceğiz.

Sipehsalar Risalesi’nde anlatıldığına göre; Şems-i Tebrizi Konya’ya Mevlana ile tanışmak için geldiğinde Pirinç­ciler Harnı’na yerleşir. Ertesi gün hanın önündeki sedirin, üzerine oturur ve Mevlana’nın geçmesini bekler. Biraz sonra Mevlana oradan geçerken Şems ile göz göze gelir. Bu bakış, Mevlana ile Şems arasında ilk manevi etkileşimdir. Sonra Mevlana, Şems’in kar­şısındaki sedire oturur ve uzun müddet hiç konuşmadan bir­ birlerine bakarlar. Şems söze başlar: “Bayezid-i Bistami, Hz. Peygarnber’in kavunu nasıl yediğini bilmediği için ömrü bo­yunca hiç kavun yemediği halde, “Kendimi tesbih ederim, şa­nım ne yücedir” veya “Cübbemin içinde Allah’tan başka kimse yoktur” gibi sözler söylemiştir. Hz. Muhammed (sav) ise; “Ba­zen gönlüm bulanır da o sebeple Allah’a her gün yetmiş defa istiğfar ederim” demiştir, bu sözleri nasıl yorumlamak gerekir, diye sorar. Mevlana: “Bayezid kamil velilerden olmakla birlikte çıktığı tevhid makamının yüceliği kendisine gösterilince bunu bu sözlerle ifade etmiştir. Hz. Muhammed (sav) ise, her gün yetmiş makam geçerdi ve ulaştığı makamın yüceliği yanında bir ön­ceki makamın küçüklüğünü görünce, daha önce o kadarla ye­tindiğinden dolayı istiğfar ederdi” diye cevap verir. Bu cevabı çok beğenen Şems ayağa kalkarak Mevlana’yı kucaklar ve ikisi arasında büyük bir dostluk başlar. Birlikte Mevlana’nın ders verdiği medreseye giderler.

İlginizi Çekebilir  Üryan Baba

Eflaki’nin rivayetine göre ise; Şems-i Tebrizi Konya’ya gel­diğinde Şekerciler Hanı’na yerleşir. Mevlana bu sırada, Pamuk­çular Medresesi’nde öğrencilerine ders vermektedir. Bir gün öğrencileri ile birlikte medreseden ayrılıp katır sırtında evine giderken, Şems aniden önüne çıkar ve katırın yularından tuta­ rak: “Ey dünya ve mana vakitlerinin sarrafı! Muhammed (sav) hazretleri mi büyüktür, yoksa Bayezid-i Bestami mi? diye so­rar. Mevlana : “Muhammed Mustafa (sav) bütün peygamber­lerin ve velilerin başıdır” diye cevap verir. Şems: “Ama Muhammed (sav), ‘seni tesbih ederim rab­bim, biz seni layıkıyla bilemedik’ dediği halde, Bayezid ‘benim şanım ne yücedir, ben sultanlar sultanıyım’ diyor” der. Bunun üzerine Mevlana : “Bayezid’in susuzluğu az olduğu için bir yu­dum su ile kandı, idrak bardağı hemen doluverdi. Halbuki Hz. Muhammed(sav)’in susuzluğu arttıkça artıyordu. Onun göğsü Allah tarafından açılmıştı. Sürekli susuzluğunu dile getiriyor, her gün Allah’a daha yakın olmak istiyordu” diye cevap verdi. Şems bu cevabı işitince kendinden geçer ve Mevlana ile birlikte medreseye giderler.

Mevlana, Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra halkla alaka­sını tamamen kesmiş medresedeki dersleri ve müridleri irşad etme işini bir yana bırakıp bütün zamanını Şems ile sohbet ede­rek geçirmeye başlamıştı. Bu durum, müridlerin şeyhlerini ken­dilerinden ayıranın, kim olduğunu bilmedikleri Şems’e karşı kin beslemelerine neden oldu.

Mevlana’nın vaazlarından mahrum kalan halk arasında da çeşitli dedikodular yayılmaya başladı. Bunun üzerine Şems Konya’yı gizlice terk etti. Şems bu ilk gelişinde Konya’da, Kasım 1244’ten Mart 1246’ya kadar, yaklaşık on altı ay kadar kaldı. Mevlana’yı çok fazla üzen bu olayın ardından, durumun daha da kötüleştiğini fark eden müridler, ondan özür dilediler. Bir süre sonra Mevlana, Şems’in Şam’da olduğunu öğrenmiş ve ona dönmesi için gazel tarzında manzum mektuplar yazmıştır.

Eflaki, Mevlana’nın bu ayrılık sırasında matem tutanların giydiği, ”hindibari” denilen kumaştan bir hırka yaptırdığını ve başına bal rengi yünden bir külah geçirip üzerine sarık sardığını yazar. Ayrıca bu olaydan sonra sema meclislerini başlattığını söyler. Yine Sipehsalar’da, Mevlana’yı sema yapmaya Şems’in teşvik ettiği ifade edilmektedir.

Mevlana, o sırada Şam’da bulunan Şems’in tekrar Konya’ya dönmesi için mektuplar yazdı ve oğlu Sultan Veled’i Şam’a gön­derdi,. Bu ısrarlı davet üzerine Şems ve Sultan Veled birlikte Konya’ya geldiler (1247). Sultan Veled İbtidaname adlı eserinde, Mevlana ile Şems arasındaki arkadaşlığı Hz. Musa ile Hızır ara­sındaki ilişkiye benzetir. “Nasıl ki Hz. Musa bir peygamber ol­masına rağmen Hızır’ı ısrarla aramıştır, bunun gibi Mevlana da Şems’i aradı”, der.

Şems Konya’ya döndükten sonra Mevlana’nın ders okuttuğu medresedeki bir hücrede, Mevlana ile altı ay boyunca marife­tullaha dair sohbet ettiler. Yanlarına yalnızca Şeyh Selahaddin-i Zerkub ve Sultan Veled girebiliyordu. Bu arada Şems-i Tebrizi, Mevlana’nın evlatlığı Kimya Hatun’la evlendirildi. Bir süre sonra müridler ve halk Mevlana’nın kendilerini terk ettiğini düşünerek tekrar dedikodu yapmaya başladılar.

Şems, halkın kendisini Mevlana’dan ayırmak istediğini söyleye­rek ikinci defa ortadan kayboldu (1247). Eflakive Sipehsalar’da farklı şekilde anlatılan bu olayla ilgili, Şems’e suikast düzenlen­diği ve onun bu sırada yaralandığı, şeklinde ifadeler yer almak­tadır. Şems aldığı yaranın tesiri ile ortadan kaybolmuş bir daha onu hiç kimse görmemiştir.

Eflaki, Şems-i Tebrizi’yi hiç bir yerde bulamayan Mevlana’nın bu ayrılıktan dolayı kırk gün sonra başına beyaz sarık yerine duman renginde bir sarık sardığını, Yemen ve Hint kumaşın­dan bir giysi yaptırarak ömrünün sonuna kadar bu kıyafeti giy­diğini söyler. Sultan Veled ise, Şems’in ikinci kez kayboluşun­dan sonra Mevlana’nın aşkla şiirler söylemeye başladığını ve gece gündüz hiç ara vermeden sema yaptığını yazar. Mevlana, Şems’in ayrılmasından sonra tam dört kez Şam’a gitmiş fakat onu bulamadan geri dönmüştür.

Mevlana’nın, Şems-i Tebrizi ile karşılaşması, onun hayatında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Şems’in Konya’ya gelmesin­den sonra Mevlana, vaazlarını, medresedeki derslerini, mürid­leri irşad görevini bir tarafa bırakmış yeniden marifetullahı keşif sohbetlerine dalmıştır. Sanki bu, yağmurun toprağa kavuşması, gecenin aydınlığa çıkması gibi bir buluşmadır. Bu sohbetlerde ilahi aşk ve vecdi terennüm eden Mevlana, önceleri aşkı takva­sında gizlerken, artık takvası aşkında gizlenmiştir. Dünya şiiri­nin zirvelerinden sayılan Divan-ı Kebir’ deki şiirlerin büyük kıs­mını bu devrede söylemiştir. Bu yüzden Divan-ı Kebir’e, Divan-ı Şems-i Tebrizi adı da verilir. Şems gelince, Mevlana için söz bit­miş aşk başlamıştır. Divan-ı Kebir aşığın, kendini sevgiliye an­lattığı şiirlerden oluşmuştur. Daha sonra Mevlana, oğlu Sultan Veled’i yanına çağırarak, Şems’ten sonra Selahaddin-i Zerkub’a tabi olmalarını, kendisi­nin şeyhlik sevdasında olmadığını söyler. Kuyumcukla meşgul olan Selahaddin, gençliğinde Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi’ye ardından Mevlana’ya intisab etmiş, Şems-i Tebrizi geldikten sonra da onun sohbetlerine katılmıştır. Şems’ten sonra Mevlana, Selahaddin-i Zerkub ile sohbet etmeye başladı.

İlginizi Çekebilir  Selahaddin Zerkubi

Mevlana’nın, Selahaddin-i Zerkub ile marifetullaha dair sohbeti, müridleri arasında, Selahadin’in yeteri kadar ilim sa­hibi olmadığı ve şeyhlik için ehil olmadığı söylentilerine ve de­dikodulara neden oldu. Bu arada Mevlana, oğlu Sultan Veled’i, Selahaddin-i Zerkub’un kızı Fatma Hatun ile evlendirdi. Böy­lece, Selahaddin-i Zerkub’un ailesiyle yakın akrabalık bağları kurdu.

Selahaddin-i Zerkub’un vefatından (Aralık 1258) sonra Mevlana hilafet makamına müridlerinden Urmiyeli Hüsameddin Çelebi’yi geçirdi. Sultan Veled, babasının Şems-i Tebrizi‘yi gü­neşe, Selahaddin-i Zerkub‘u aya, Hüsameddin Çelebi‘yi de yıl­dıza benzettiğini ve onu meleklerle aynı mertebede gördü­ğünü yazar. Mevlana’nın en muhteşem eseri olan Mesnevi, işte bu Hüsameddin Çelebi’nin teşviki ile yazıya geçirilmiştir. Mesnevi İslam tasavvuf düşüncesinin bütün konularını içeren bir baş yapıttır ve İslam kültürünün önemli eserleri arasında sayılmaktadır.

Mevlana, Hüsameddin Çelebi’nin hilafet makamına geçi­şinden dokuz veya on yıl sonra 17 Aralık 1273 tarihinde hasta­lanarak vefat etti. Cenazesini ünlü mutasavvıf Sadreddin Konevi kıldırdı. Mevlana’nın ölüm gününü, sevgiliye kavuşma vakti olarak tanımlaması nedeniyle “şeb-i arus” (düğün gecesi) den-
miş ve ölüm yıldönümleri bu adla anıla gelmiştir. Sultan Ve­led, Mevlana’nın cenazesine, her din ve mezhepten, kalabalık insan topluluklarının katıldığını, söyler. Müslümanlar onu Hz. Muhammed (sav)’in nuru ve sırrı, Hristiyanlar kendilerinin İsa (as)’sı, Yahudiler de kendilerinin Musa(as)’sı gibi gördüklerini söylediler, der.

Mevlana’nın ardından on yıl daha Hüsameddin Çelebi hilafet görevini sürdürmüş, onun vefatından sonra yerine Mevlana’nın oğlu Sultan Veled geçmiştir (1283).

Mevlana’nın Eserleri

Mevlana’nın günümüze gelen eserleri şunlardır:

1- Mecalis-i Seb’a (Yedi Meclis), Mevlana’nın ilk eseridir. Henüz aşk yolculuğu başlamadan önce, babasının ölümünden sonraki dönemde mü­derrislik ve vaizlik görevindeyken verdiği vaaz ve sohbetlerdeki konuşmalarından oluşmaktadır. Bu konuşmalarda konuyla ilgili ayet ve hadislerin açıklanmasının yanı sıra Senai ve Attar gibi şairlerin şiirlerine, Mesnevi’de anlatılan bazı hikayelere ve Divan-ı Kebir’ den şiirlere de yer verilmiştir. Divan-ı Kebir ve Mesnevi gibi eserlerin habercisi sayılabilir.

2- Divan-ı Kebir (Büyük Divan), Mevlana bu eserini Şems-i Tebrizi ile tanıştıktan sonra yazmıştır. Mevlana hayatını üç devreye ayırır. “Hamdım, piştim, yandım”. Divan-ı Kebir bu yanma günlerinin eseridir ve aşığın, kendini sevgiliye anlattığı şiirlerden oluşmaktadır. Mevlana’nın tasavvufi yolculukta hissettiği coşkuların dışa vurumu yani sözlü ifadesidir. Divan-ı Kebir’ de Mevlana kendi adını yahut mahlasını kullanmaz, aşk yolculuğunda arkadaşları olan Şems, Selahaddin, ya da Hamuş adıyla şiirlerini imzalar.

3- Mesnevi, Mevlana’nın olgunluk dönemine ait en büyük şa­heseridir. Mevlana bu dönemde aralıksız akan bir hikmet çeşmesi gibi etrafına öğütler vermektedir. Bir gün Çelebi Hüsameddin, Mevlana’ya bu akıp giden düşüncelerin muhafaza edilmesi ve daha çok müride ulaştırılması gerektiğini söyler. Yazılı eserler­ den örnekler vererek bunun faydalarını anlatır. Bunun üzerine Mevlana, on sekiz beyitlik ilk kısmını bizzat kendisi yazdıktan sonra eserin, Hüsameddin Çelebi tarafından yazılmasına mü­saade eder. Mesnevi, Kur’an’dan ilhamla adeta onun tefsiri olarak yazılmış bir eserdir. Kur’anı’ın zahirindeki anlamlarının altındaki derin manevi anlamları anlatmayı hedefler. Kur’an hakikatlerinin kavranması ve bu hakikatlerin eylem safhasına geçirilerek kişinin ruhunda inkılaplar yaratması murat edilir. Bir eğitim kitabı olan Mesnevi, hakikatin pratiğe dönüşmesini, imanın akıllardan kalplere inmesini hedefler.

4- Fihi ma Fih (İçindeki içindedir), Mevlana’nın sağlığında oğlu Sultan Veled veya bir başka müridi tarafından kaydedilen soh­betlerinin vefatından sonra derlenmesinden meydana gelmiştir. Eser altmıştan fazla bölümden oluşur. Mensur olmakla birlikte son derece veciz bir dil kullanılmıştır. Mevlana’nın eşsiz söz söyleme kudretini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda devrin sosyal yapısının, düşünce ortamının ve tarihi şartlarının da bir analizidir.

5- Mektubat (Mektuplar), Mevlana’nın yaşadığı dönem içinde çeşitli kişilere yazdığı yaklaşık yüz elli kadar mektuptan oluş­maktadır. Bu mektuplar daha çok yöneticilere, müridlerine veya kendi aile bireylerine yazılmıştır. ··

Bunların dışında, belli sure ve duaların bir araya getirildiği Evrad-ı Kebir ve Evrad-ı Sağir adında iki zikir kitabı daha vardır. Ona isnad edilen diğer bazı eserlerin ise, Mevlana’ya ait olduğu şüphelidir.

 
Kaynak ; Kaynak ; Eskişehir Mevlevihanesi , Nizamettin Arslan , Kesit Yayınları