Hacı Hulusi Yahyagil

tarafından
830
Hacı Hulusi Yahyagil

Elazığ – Harput – Meteris Kabristanında. İmam Efendi türbesinin 10 metre kuzeyinde

Ramazan ayının ilk gecesi Elazığ merkeze bağlı Kesrik köyünde dünyaya gelir Babası Yahyazâdelerden Mehmet Efendi, alaylı bir zabittir. İlk tahsilini Elazığ Camii İmamı Sarı Hâfız’dan alır. Elazığ ve Erzincan’da başladığı askerî eğitimine Kuleli Askerî Okulunda devam eder. Daha sonra Harbiye Mektebine geçer. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla eğitimini yarıda bırakır. Bir süre talim ve terbiye gördükten sonra 1915′de Çanakkale’deki 3. Kolorduda görev alır. 1925′de öğrenimini tamamlamak üzere tekrar okula başlar ve Harbiye’den mezun olur. 1944 yılında Albaylığa terfi eder ve 1950′de Denizli Askerlik Dairesi’nden emekli olur.

Hulûsi Yahyagil 1925 yıllarında Bediüzzaman Said Nursî’yi ilk duyduğunda, onu bir şeyh zanneder ve gidip kendisine intisap etmeyi düşünür. 1929′da bir kaç arkadaşıyla birlikte Barla’ya giderek Üstad Bediüzzaman’ı ziyaret eder. Daha sonraki ziyaretlerinden birisinde, Bediüzzaman ona, “Uzaklığın alâmeti olan mektuplaşmak âdetim değildir. Fakat sen yaz” der.

Hulûsi Bey, 1930′daki görüşmelerinin üstünden yirmi yıl geçtikten sonra, Bediüzzaman’ı 1950′de Emirdağ’da ziyaret eder. Bu görüşmeleri yirmi dakika sürer. Aynı yıl hac farizasını yerine getirir. Üstadı en son 1957′de Emirdağ’da ziyaret eder.

İlginizi Çekebilir  Seyyid Mustafa Naci Hazretleri (ks.)

Hulûsi Yahyagil ömrünün büyük kısmını, doğduğu yer olan Elazığ’da geçirir. Hayatını Risale-i Nur hizmetine adar. Hizmetle dolu uzun bir ömür geçirir ve 26 Temmuz 1986 tarihinde bir ders sonrası rahatsızlanarak vefat eder. Harput’taki aile mezarlığına defnedilir.

Abdullah Aymaz bir yazısında İhsan Atasoy’un kaleme almış olduğu “Nurun Birinci Talebesi Hulusi Yahyagil” isimli kitaba atfen, Çanakkale Savaşı ile ilgili bölümden bazı yerleri aktarır.

“..26 Temmuz 1915’te “Melhame-i Kübra” denilen Osmanlı’nın ölüm-kalım savaşı Çanakkale Savaşı’na katılır. Conk Bayırı Muharebesi’nde, atların çektiği ağır toplardan birisi bataklığa saplanır. Atlar ne kadar hamle yapsalar da onu kurtaramazlar. Hulusi Bey, birliğinde bulunan “Destan” isimli atı getirip diğerlerinin yanına bağlar ve bir insanla konuşur gibi atın boynuna sarılarak; “Destan, haydi yavrum! Bu din işi, iman işi, vatan işi, göreyim seni!” der. Atlar son bir defa dehlenir, kırbaçlanır. Büyük bir hamle sonunda top kurtarılır ama Destan cansız “..yere serilir. Zira takatının üstünde gösterdiği gücün sonunda hayvancağız çatlayarak ölmüştür.

İlginizi Çekebilir  Zengi Ata (k.s.)

Son taarruzda bütün subaylar ve erler abdestli olacaktır, su bulamayanlar da teyemmüm edecektir. 8 Ağustos 1915 gecesi Kadir Gecesi’dir, karadan ve denizden düşmanın top mermileri gelmektedir. Hulusi Bey’in önünde bir top mermisi patlar. İki el ateş eder. Düşman cephesinden gelen kurşun sol yanağına isabet eder. Bir kurşun köprücük kemiğini ikiye bölerek kalbine doğru iki buçuk santimetre kadar ilerler. Sol koluna da kurşun isabet eder. Artık şuuru işlemez olur.

Cephede doktorlar genelde ağır yaralılarla uğraşıp vakit zayi etmek istemezler. Onun için Hulusi Bey’i de hayata döndürülmesi zor diyerek ölmek üzere olan ağır yaralılar arasına bırakırlar. Hulusi Bey seneler sonra, Haluk Tangülü’ne Çanakkale’de ölüler arasından nasıl kurtulduğunu şöyle anlatır: “Baygın halde yatıyordum. Birden kulağıma gaipten bir ses geldi. Bu gaybi ses, ‘İmamuha, kitabüha, yazaruha!.’ diye çınlıyordu. Beni bu ses uyandırdı. Üzerimden pardösümü çıkardılar, her yerimden kan damlıyordu!” Hulusi Bey, kendine gelir gelmez, karşısında duran Fransız doktora, Fransızca “Allah’ın izniyle ben ölmeyeceğim!.” diye bağırır. Bunun üzerine ölüler arasından alınıp önce Biga’da, daha sonra İstanbul’da tedavi altına alınır. Beş ay tedaviden sonra tekrar cephedeki birliğine döner. Korkusuz, pervasız biriydi. Subaylar ondan çok korkarlar, erler ise kendisini çok severlerdi. Komutan olduğu yerlerde, askere okunacak hutbeyi kendisi yazar verirdi. (…) Zekâsı çok kuvvetliydi. Dünya malına kıymet vermezdi. Dünya ile maddî bir bağlantısı yoktu. Hayatında bir tek hediye kabul etmemişti. Dünyada bir tek çöp almadığı gibi, ben küçükken dedemden kalan evi de sattı. Öldüğünde üzerlerindekilerden başka bir eşyası, malı yoktu. Maddî hiçbir miras bırakmadı bize. İşi gücü ibadetti. Uyku nedir bilmezdi… Emekli olduktan sonra Elazığ’a geldiğinde evde aynı odada kaldık. Gece yarıları uyanışımda, onu ya namaz kılarken veya Risale yazarken bulurdum. Delâil-i Hayrat ve Kur’an-ı Kerim’den başka kitap yoktu. Abdestsiz gezmezdi katiyen…

İlginizi Çekebilir  Hz. Sa'd bin Abu Vakkas (r.a.) - Seydi Vakkas Türbesi - Gaziantep