Şeyh İsmail Rumi

Kadiriyye Tarikatının Rumi Kolunun kurucusu Şeyh İsmail Rumi hazretleri ; 945/1538-9 senesinde Kastamonu’nun Tosya ilçesine bağlı Basna köyünde dünyaya teşrif etmiştir. İsmail Rumî’nin babası ; Çoban Ali isminde Tosya’nın köyünde çobanlık yapan kerametleri ile meşhur, manevî kemal sahibi bir zattır.

Gençlik yıllarında tahsil için, yaşadığı dönemde kaza merkezi olan Tosya’ya, oradan da Kastamonu’ya gitmiştir. Tasavvuf yoluna yönelip Kastamonu’da Halveti şeyhi Ahmed Efendiye intisab etmiştir. Seyr u sülükunu tamamlayıp irşad için icazet almak üzere iken bir gece rüyasında Abdülkadir Geylanî Hazretleri’nin kendisini Bağdata davet etmekte olduğunu görmüştür. Bunun üzerine Bağdata gelmiş ve Abdulkadir Geylani hazretleri’nin evlatlarından o dönemde Kadiri Asitanesi’nin şeyhi ve Bağdat Nakîbü’l-eşrafı Feyzullah Efendi’ye intisab ederek bir süre hizmetinde bulunmuştur. Kırk günlük çilesini tamamladıktan sonra Feyzullah Efendiden Kadiri icazeti almıştır.

Bağdat da bulunduğu günlerde Pîr Geylanî, mana aleminde bu defa, Anadoluya giderek tarikatı yaymasını emretmiştir. Bu manevî emir üzerine şeyhinden izin alan Rumî, üç yüz dervişiyle Bağdat’tan ayrılmış, Mısır’a gelmiştir. Mısır’daki Kadiri Şeyhüniyye Tekkesinde Geylanî’nin oğlu Şeyh Ahmed b. Mustafa ile görüşmüştür. Mısırlı şeyhin bir süre hizmet ve sohbetinde bulunarak kendisinden ikinci bir Kadiri hilafeti almıştır. Bundan dolayı bazı silsilenamelerde mürşidinin Feyzullah Efendi, bazılarında ise Ahmed Efendi olarak kaydedildiği görülmektedir.

İsmail Rumi Mısır’dan dönüşünde önce kendi memleketinden başlamak üzere aktab sayısına denk düşecek surette kırk yerde mekteb, medrese, tekke, zaviye, derviş odaları gibi bugün pek azı mevcut içtimaî, dinî ve terbiyevî hayır kurumlarını açmıştır. Buraların şeyhliğini, bazen evladına, bazen halîfe tayin ettiği yaşlı liyakatli dervişlerinden birine bırakıp nihayet 1612 (1020) senesinde İstanbul a gelmiştir.

Sultanahmet’te Atmeydanı’nda bulunan Sofular Cami ilk konak yeridir, îki büyük Halveti tekkesi arasında yer alan, Şeyhülislam Molla Hüsrevin yaptırdığı bu cami, o dönemde ‘kırklar makamı’ ve ‘ins ü cinnin toplandığı bir yer olarak meşhurdur. Bu sebeple Rumî’nin ‘reisü’l-aktab’ manevî payesi ile Sofular Camiini ilk olarak tercihi tesadüf değil, ilahi bir sevk kabul edilmiştir.

Burada bir müddet ikamet sonra Hızır (a.s.)ın emri ile Tophane taraflarına geçmiş ve Hacı Pîri (1630) isminde birine ait bostan üzerine, yine Hızır(a.s.)’ın delaleti ile Tophanedeki Kadiri Asitanesini inşa etmiştir. Zamanın şeyhlerini davet ederek dua ve zikirlerle açılış merasimi tertip eden İsmail Rumî ve Kadirihanesi, kısa bir sürede istanbul dergahları içinde hatırı sayılır bir üne kavuşmuştur. Nitekim Sultan I. Ahmed tarafindan yapılan Sultan Ahmed Camiinin açılışına (1616) dönemin büyük süfîlerinden Azîz Mahmud Hüdayî, Cihangiri Hasan Burhaneddin gibi İsmail Rumî de davet edilmiştir. Padişah kendisini karşılamış ve hünkar mahfilinde dinlenmesi için ona yer ayırmıştır. Rumî bu teveccüh karşisinda Sultana, zahirde onun davetlisi olarak gelmiş görünmekle birlikte manada tarikat ayiniyle görevli kılındığı için geldiğin! ve daha önce o mekanda Hızır (a.s.)’la buluştuğunu bildirmiştir.

Caminin temel şeyhi Azîz Hüdayî, Cuma hutbesini, Hasan Burhaneddin Cuma vaazını yaptığı gibi, Rumi de namazdan sonra Kadiri ayinini icra etmiştir. Bu tarihten itibaren her Cuma günü ikindiden sonra Kadiri ayini yapılması için padişah, şeyhin ve dervişlerin kolayca gidip gelmesini temin için caminin vakfından tahsisatta bulunmayı irade etmiştir. Ancak İsmail Rumî bu ödeneği kabul etmeyerek, kendi vakfına bu adetin devam ettirilmesini şart koymuş ve daha sonraki Kadirîhane şeyhleri tarafından bu usul devam ettirilmiştir.

Asitane dahilinde kendi sığabileceği genişlikte bir odacık da bir yandan vakitlerinin çoğunu ibadetle geçirdiği gibi şiddetli bir riyazet ve mücahede ile de dervişlerini terbiye etmiştir. Mürîdlerini uyanık tutmak amacıyla, saçlarından kendilerini asmaları için yedi derviş hücresinin tavanına halkalı çivi taktırmıştır. Onun sülükuna her mürîd dayanamadığı için bazılarının Eşrefî usülüne göre terbiye ettiği bilinmektedir. XV. yüzyılda Bursa’da kurulan Eşrefiyye kolu ile birlikte bu tarikatın Osmanlı topraklarında yaygınlık kazanmasında önemli rol oynamıştır. Bu tesir sebebiyle “pir-i sani” unvanıyla da anılır.

Dediler tarîh-i nakl pîr-i sahib-i izzete
Bu an îsmail-i Rümî göçdü bezm-i vahdete

mısralarıyla irtihaline tarih düşürülen İsmail Rumî Hazretleri, 1631 yılında doksan altı yaşında iken alem-i Cemale intikal etmiştir. Dönemin Sultanı IV Murad’ın da iştirak ettiği, Kılıç Ali Paşa Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Kadirihanenin hazîresindeki türbesine sırlanmıştır.

İsmail Rumi – IV. Murad ve zamanın kutbu
Meşhur menkıbeye göre, Şeyh İsmail Rumi’ye karşı son derece hürmetkar olan IV. Murad, kendisiyle bir araya geldiğinde sürekli alemin kutbunun kim olduğunu sormaktadır. Rumî, padişaha niçin bunu öğrenmek istediğini sorunca, “Amacım ümmetin düzeni, selametidir. Her işimi de onun isteğine uygun yaparak, namımın bu alemde onanla yürümesini temenni ederim” diye cevap vermiştir. İsmail Rumî, bu sırrı açıklama izni olmadığını söyleyerek diğer büyüklere sormasını söylemiştir. IV. Murad zamanın meşayihine yöneldiğinde imaları İsmail Rumî yi işaret etmekteydi. Bundan sonra padişah Pîr Rumî ile görüşmek konusunda eskisinden daha ısrarcı davranmıştır. Bunun üzerine İsmail Rumî, vefatına yakın bir zamanda padişaha haber göndererek cuma günü Kılıç Ali Paşa Camiine davet etmiş ve orada zamanın kutbu ile görüşmesinin mümkün olacağını bildirmiştir. Kendisi de cuma gecesi irtihal edeceğini dervişlerine haber vererek yıkanıp kefenlendikten sonra tabutunun üstüne taç ve hırka konulmadan Kılıç Ali Paşa Camii nin musallasına konulmasını vasiyet etmiştir. İrtihali vuku bulduktan sonra vasiyeti yerine getirilerek cuma namazından sonra cenaze namazı kılındı. IV. Murad da namaz kılanlar arasındaydı. Dervişleri naaşın tekrar asitaneye götürürken taç ve hırkasını tabutunun üstüne koydular. Büyük bir kalabalığın tevhit ve feryadı ile giden cenazenin İsmail Rümî’ye ait olduğunu öğrenen padişah, kendisini , kendisinden soruşturmasından dolayı büyük bir pişmanlık duymuştur. Kadirîhanenin son şeyhi Gavsî Efendinin oğlu Misbah Erkmenkul Beyefendi’nin anlattığı bu meşhur menkıbeye göre IV. Murad, Rumî’nin tabutunu açtırarak kefenini çözmüş, ayaklarının altından öpmüş ve “Katilin oldum ey şeyh, beni bağışla” diyerek bu konudaki ısrarından duyduğu pişmanlığı ikrar etmiştir.


Kaynak
Abdülkadir Geylani ve Kadirilik , Adalet Çakır , İsam yayınları
İstanbul Evliyaları , Türkiye Gazetesi
Keşkül dergisi 18. sayı ( Tasavvufun En etkin mektebi Kadiriyye )
Tufe-i Rumi , Seyyid Sırrı Ali , Asitane yayınları
İslam Ansiklopedisi , Türkiye Diyanet Vakfı
[

Seyyid Ahmed Kebir (k.s.)

Lâdik’in merkez mahallelerinden Şehre Küstü Mahallesi’nde mezarlık içerisinde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Seyyid Ahmed-i Kebir” şeklinde anılan türbeye ait Kapı açıklığı üzerinde bir “tecdid”(yenileme) kitabesi bulunur.Kitabenin metni şöyledir:”Evliyü tac-ü tahtın kutbu Şah Abdülhamid / Kim ana olmak diler İskender-i dara mürid Hem anın baş çukadanSeyyid Abdullah Ağa / Hazret-i Nuri Efendizâde ol merd-i reşid Gavs-ı a’zam Şeyh Abdülkadirin dir nesli hem / Seyyid Ahmed hal’e olmuştur nesebde ol hafıd Şimdi anın türbesin himmetle tecdîd eyledi / Beyti ma’mur oldu dirsemdesakın görme ba’id Hak teala hürmetiçün ol veliyy-i ekmelin / Hazret-i şah-ı cihanın ömrünü kılsun mezid Halemuhtaç oldu mahza kal birle eyleme / Bu mücedded türbenin seridesin güftü şenid Zihniya ‘uryan-ı sevb kalehu yaztarihini / Seyyid Ahmed hale gel nev türbedir lebsi cedid.”Kitabenin son satırında “uryan-ı sevp” ifadeleriyle, ebcedusulünde, 1192 tarihi düşürülmüştür.Yapının çeşitli kaynak ve yayınlarda “Seyyid Ahmed-i Kebir Türbesi” adıyla bilinmesine karşılık kitabede, türbedemedfun şahsın “Seyyid Ahmed” şeklinde geçtiğine dikkat çekmektedir. Seyyid Ahmed-i Kebir’in; tarikatın kurucusu olarak bilinen Ahmed er- Rıfaî’nin torunlarından veya halifelerinden olabileceğini ifade ederek, tarikatın Anadolu’da ilk kurucularından 1240-1335 tarihleri arasında yaşamış olduğu varsayılırsa ilk yapının, 14. yy başlarına kadar gittiği düşünülebilir.Kitabeden yapının Sultan I. Abdülhamid döneminde (1774-1789)Sultan’ın baş çukadan Nuri Efendi oğlu SeyyidAbdullah Ağa tarafından 1778’de yenilendiği anlaşılmaktadır.Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan H. Zilhicce 1294 / M. 1877 tarihli bir belgede yapının “… Lâdik kazasındamedfun es- Seyyid Ahmed el-Ekber Zaviyesi’ne…” şeklinde anıldığı görülmektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; duvarlarla çevrili büyük bir hazire içinde etrafa hâkim yüksekçe bir alanda bulunmaktadır. Yapı, içten bağdadi tavan, dıştan dört omuz kırma çatıyla kapatılmış kare şeklindeki asıl mekân ilebunun önündeki küçük kapı revakından oluşmaktadır.Bir sıra düzgün kesme taş, üç sıra tuğla olmak üzere almaşık düzende örülen duvarların doğusunda bir kapı açıklığı,diğer cephelerde blok kesme taşlarla çevrelenmiş dikdörtgen açıklıklı, birer mazgal pencere yer alır. Birbirinin aynısı olan pencerelerin üzerinde, hafifçe içe çekilmiş sivri kemerli alınlıklar görülür. Kilit taşıyla birlikte üzengi hizasında kemse taş, diğer kesimlerinde tuğla kullanılan alınlıkların içi, yatay tuğla dizileriyle yalın bırakılmıştır. Son dereceyalın tutulan duvarlardaki hareketli tek unsur almaşık örgü ve pencerelerdir. Duvarların üzerinde 1.00 m. kadartaşırılan saçaklarıyla, yakınlarda elden geçirilen yeni kiremitlerle kaplı kırma çatı yükselmektedir.Giriş cephesi küçük bir kapı revakıyla hareketlendirilmiştir. Muhdes betonarme kaidelere gömülü iki ahşap direkletaşman bağdadi kemerler üzerinde, içten düz tavan, dıştan ana çatının uzantısıyla örtülen, geniş saçaklı kapı revakı,1994 yılından sonra yenilenmiştir. Orijinalde ortası yuvarlak, alt ve üst kesimi köşelerden pahlı kare şeklindekidirekler, revakın diğer kesimlerinde olduğu gibi, lambriyle kaplanmıştır. 1994’da sıvası kısmen dökülmekle birliktebağdadi kemerler ve tavanın iç yüzünde görülen kalem işi nakışlar, son onarımda yok edilmiştir. Nakışlarda çeşitlikartuşlar, yıldız ve papatya benzeri beş yapraklı kırmızı çiçeklerle donatılmış, zarif dal ve yapraklar görülmekteydi.Tavamn ortasında kırmızı konturlarla çevrili, yeşil bir göbekten dağılan stilize, iri kıvrık dal ve yapraklar, saçakaltında, mızrak ucu şeklinde bir kompozisyon görülmekteydi. Altın sarısı, kırmızı ve yeşilin görüldüğü geç devirbatılılaşma modasını yansıtan kompozisyonların benzerleri, yapıyı içten örten bağdadi tavanda mevcuttur.Doğu cephenin ortasına yerleştirilen kapı, duvardan hafifçe ileri taşırılmıştır. Kapı açıklığını örten basık kemerin kilittaşında yer alan gül bezeğin, buraya sonradan tutturulduğu düşünülebilir. Kapının türbenin içine bakan yüzü, yalınbir sivri kemerle kapatılmıştır. Ahşap kapı kanatlan yenidir. Türbenin içine girildiğinde girişe yakın sırada dört,bunların ilerisinde üç olmak üzere yedi sandukayla karşılaşılır. Son derece yalın tutulan duvarların sıvası yenidir.Ahşap dörtgen bir çerçeve içerisine alınarak kalem işi nakışla bezenen küçük bir kesim, duvarlardaki süslü tekunsurdur. Üçayaklı altın sarısı renkte sehpayı andıran bir mobilya tasviri üzerinde, altı yeşil, üstü beyaz bir kavukresmedilmiştir. Kavuğun üstünde, yarı natüralist tarzda, karşılıklı simetrik, çiçek ve yapraklarla bezeli bir kıvrık dalgörülmektedir. Koyu yeşil bir perde motifleriyle kompozisyon tamamlanmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyyid Ahmed-i Kebir Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içindeAllah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Evliya Çelebin’in ifadelerine bakarak yapının birRufai Tekkesi dâhilinde olup, bundan başka bir takım yapıların daha bulunabileceği, ancak sadece türbenin günümüze ulaştığı sonucu çıkarılabilir. Nitekim türbenin içinde bulunduğu duvarlarla çevrili büyükçe bir hazireyide içine alan avluda, biri dış kapıda, diğeri türbeye çıkan basamaklı yolun sağ başında olmak üzere, iki çeşme kitabesi bulunmaktadır. Her ikisi de şimdiki yerlerine sonradan konulan kitabelerin 1778 yılındaki tecditle ilgili olup, tekkekompleksi dâhilinde olabilecekleri görülmektedir.