Çerkez Şeyhi Hacı Ömer Lütfi Efendi

tarafından
1153
Çerkez Şeyhi Hacı Ömer Lütfi Efendi

Çorum – Hıdırlık camii güneyindeki mezarlığın tepe noktasında

Çerkez Şeyhi lakabıyla maruf Hacı Ömer Lütfi Efendi, Çorum nüfus kaydına göre 1849 yılında Kafkasya’da dünyaya gelmiştir. Babası Absal, annesi Fatma’dır. 1856 Babası Absal (Ağabeysal) Bey, beş kardeşiyle birlikte Kafkasya’dan ayrılarak Erzurum iline bağlı Hasankale ilçesine gelmişlerdir.

Ömer Lütfi Efendi ve tüm akrabaları, Hasankale’de sekiz ay kaldıktan sonra Kars iline bağlı Sarıkamış ilçesinin Hamamlı Köyü’ne yerleşmişlerdir. Buradaki ikametlerinin onuncu yılında babası Absal Bey vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Bu olaydan sonra Tokat’ın Batmantaş Köyü’ne göçmüşlerdir. Akrabaları Kundukzade Mustafa Paşa’nın delaletiyle Ömer Lütfi Efendi, buradan İstanbul’a götürülmüştür.

Tahsil Hayatı
Ömer Lütfi Efendi, İstanbul’da medrese tahsiline devam ederken Eyüp Sultan’da metfun Nakşibendi şeyhi Hacı Feyzullah Efendi’nin halifesi Edirneli Mehmet Nuri Efendi’nin dergahına gitmeye başlamıştır. Ömer Lütfi Efendi’nin daha sonra müritlerine anlattığına göre bu dergaha yönelişinin başlangıcı, yedi yaşında gördüğü bir rüyaya dayanmaktadır. O yaşlarda rüyasında bir zat “İlim öğrenmek için İstanbul’a gel.” der. Ömer Lütfi, küçük yaşlarında bu şehri hiç duymamıştır. Aradan yıllar geçtikten sonra ilim öğrenmek için İstanbul’a gitmek kısmet olmuştur. Ama onu heyecanlandıran, Edirneli Şeyh Mehmet Nuri Efendiyle karşılaşması olmuştur. Onu ilk gördüğünde rüyasını hatırlamış ve o zaman rüyasında gördüğü zat ile karşısındaki kişinin aynı olduğunun farkına varmıştır. Bu hal karşısında hiç tereddüt etmeden Nakşi şeyhi Mehmet Nuri Efendi’ye intisap etmiştir. Aslında şeyhi, pek çok tarikattan icazetlidir. Ömer Lütfi Efendi’nin İstanbul’da medrese ve tasavvuf eğitimi, on bir yıl sürmüştür. Medreseden aldığı ilim icazetine ilaveten 1884 yılında şeyhinden Nakşi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti tarikatlarından icazet almıştır.

İcazet verildikten sonra şeyhinin talimatıyla Sivas’ın Aziziye kasabasına bağlı Kazancı Köyü’ne giden Ömer Lütfi Efendi, burada irşat faaliyetlerine başlamıştır. Görevinin ilk aylarında şeyhi onu Evliya hanımla nikahlamıştır.

Çorum’a gidişi
Çerkez Şeyhi, 1887 yılında Alaca ilçesine bağlı Bakırboğazı Köyü’ne, 1891 yılında da Çorum’a taşınmıştır. Burada altı ay kaldıktan sonra kardeşleri ve eşi Evliya hanımla birlikte deniz yoluyla hacca gitmek için İstanbul’a gitmişlerdir. Çerkez Şeyhi Ömer Lütfi Efendi, hac sırasında eşi Evliya Hanım’ı kaybetmiş ve onu oraya defnetmiştir. Hac görevini tamamladıktan sonra tekrar Çorum’a dönmüş ve Karakeçili Mahallesi Aleybey Sokaktaki meşhur tekkesini tamamlayarak burada irşat faaliyetlerine başlamıştır. Bu konakta iki haymalık, bir buğday ambarı, ahır mevcuttur. Konağın bir kısmında ailece kendisi yaşamaktadır ki bu bölüme şeyh evi/ harem denilmiştir. Orta bölümünde yüz kişiden fazla cemaatin namaz kılabileceği büyük bir mescit ve çok sayıda misafirin konaklayabileceği pek çok oda bulunmaktadır. Konaktaki oda sayısı, yirmiden fazladır. Bazıları derviş odaları, bir tanesi de kütüphane olarak kullanılmıştır. (Ancak Çorum’daki son Nakşi şeyhi Ömer Lütfi Efendi’nin bu konağı, 2012 yılı baharına kadar ayakta kalabilmiştir. Bir tarihi yaşatma niyetiyle de olsa bu tarihi konak korunabilirdi ama maalesef 2012 yılının baharında yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.)

Nakşi Tekkesi:
Hacı Ömer Lütfi Efendi, Nakşibendi tarikatının Mevlana Halid-i Bağdadi’nin öncülüğünü yaptığı Halidiyye koluna mensup bir şeyh idi. Nakşibendilikten başka Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti tarikatlarından da icazetliydi. Ama o, şeyhi Edirneli Seyyid Mehmet Nuri Efendi’nin huzurunda Nakşi tarikatına girmişti ve o yönüyle biliniyordu. Seyit Mehmet Nuri Efendi’nin şeyhi de meşhur Hacı Feyzullah Efendi idi. Eyüp Sultan Mezarlığında metfundur. Yakınına da Mareşal Fevzi Çakmak defnedilmiştir.

Çerkez Şeyhi, temiz giyimli, hoş sohbet, ağırbaşlı bir insandı. Çorum ve havalisi Çerkezler üzerinde pek olumlu etkiler bıraktı. Onların dini yaşayış ve anlayışına yön verdi. Medrese eğitimiyle dini bilgileri, tasavvuf eğitimiyle de Batıni ilimleri öğrenmiş ve her ikisini de bir birleriyle iyice mezcetmişti. Ulucami’de zaman zaman vaaz ederdi. Az, öz ve etkili konuşurdu. Onu dinleyen herkes, Şeyh Efendi bu sözleri bana söylüyor, diye düşünmekten kendini alamazdı. Ömer Lütfi Efendi, Ulucami’de kürsüye çıkıp vaaz ederek halkı irşat ettiği gibi şiirleriyle de tebliğ görevini sürdürmüştür. Şiirlerinde Lütfi mahlasını kullanmıştır. Şiiri irşat için bir yöntem olarak görmüş, sanat kaygısından uzak durmuştur.

İlginizi Çekebilir  Hz. Ebu Mucin (Hançer-i Güzel) (r.a.)

Çerkez Şeyhi’nin konağında her an ziyaret ve irşat vaki idi. Geleni güler yüzle karşılar, izzet ve ikramda bulunurdu. Mescidinde namaz kılınır, Kur’an okunur, sohbet yapılırdı. Şeyh Efendi, müritlerine ve cemaate İslam ve tasavvufun adabını anlatırdı. Onların her haline yön vermeye çalışırdı. Ahmet Lütfi Kazancı hocamın verdiği bilgiye göre esnaftan bazı gençler, ona intisap etmişlerdi. Hemen her gün Şeyh Efendi’yi ziyarete giderlerdi.

Çerkez Şeyhi Ömer Lütfi Efendi’nin Menıkebeleri (k.s.) Silsile-i Şerifi

………Camide imam ve müezzin olarak görev yapan biri anlatıyor: Beraberce sabah namazını kıldık. Akabinde Şeyh Efendi’nin dergahına yöneldik. Yolda güzel bir hanım gördük. Uzun süre ve dikkatlice ona baktık. Kendi aramızda bir takım uygunsuz laflar da ettik. Sonra tekkeden içeri girdik. Selam vermeğe fırsat kalmadı ki Şeyh Efendi, bize döndü. Sert bir üslupla, derhal hamama gidip gusledecek ve elin alemin hanımlarıyla uğraşmadan bana geleceksiniz, diye bizleri geri geri çevirdi. Tepemizden kaynar sular dökülmüş gibi olduk. Aslında bizi görmüş olması imkansızdı. Sözüne uyup banyo yaptıktan sonra huzuruna vardık. Bize bir takım nasihatler yaptı ve tövbe ettirdi. Çorum’un meşhur alimlerinden Kamil Yöney Hoca da Çerkez Şeyhi’ne intisap etmişti. Tarikatta daha hızlı ilerlemek istiyordu. Şeyh Efendi’nin izniyle bir Ramazan ayında birkaç müritle beraber tekkede itikafa girmişti. İtikaf kuralı gereğince hücrede yalnız kalınıyor, hep ibadet, zikir ve tefekkürle vakit geçiriliyordu. Tuzsuz ekmek ve tuzsuz çorbadan başka bir şey yenilmiyordu. Kamil Hoca, bir gece kendi kendisine “Şeyh görmeden biraz çörek, börek getirtsek de yesek.” Diye aklından geçirmiş. Ama bu düşüncesini kimseye açıklamamış. Ertesi gün erken saatte sabah namazını tekkenin mescidinde şeyhiyle beraber kılmışlar. Namazdan sonra Şeyh Efendi, “Kamil oğlum, artık sen itikaftan çıkabilirsin.”demiştir. Kamil Hoca da mahiyetini anlayamadığı bu talimata uyarak itikaftan çıkmıştır. Bu olayı Kamil Efendi, dostlarına şöyle anlatmıştır: “İtikaftan çıktım. Benim gibi itikafta bulunan Alaybeyoğlu Hacı Şükrü Ağa’ya da aynı hitapta bulunmuştu. Meğer o da benim gibi aklından geçirmiş. Her ikimizin de itikaftan çıkarılışımızı, şeyhimizin kerameti olarak gördük. Başka bir izah bulamadık.”

……..Şeyh Efendi’nin tekkesine sabahleyin ilk gelen, genellikle sobayı yakarmış. Ancak sobayı yakacak olan kişinin de zahir günahlardan arınmış olması gerektiğinden kimsenin haberi yokmuş. Tekkeye yeni iştirak eden ve içinde pek çok tereddütler bulunan bir kişi, sabahleyin erkenden gelip sobayı yakmak ister. Herkesin yaptığı gibi sobaya odunları yerleştirdikten sonra minderin altından çırayı alıp sobayı tutuşturmaya karar verir. Minderi kaldırdığında orada çıra değil de simsiyah bir yılan bulunmaktadır. Korkup geri çekilir. Sonra mescitte imamlık yapan Salih Hafız gelir. Sobayı niye tutuşturmtalip, ben orada çıra bulamamıştım, orada kapkara bir yılan çöreklenmişti, diyerek şaşkınlığını ifade eder. Buna bir anlam veremez. Bunun manevi bir
işaret olduğunu ileride anlayacaktır.

…Çorum’da Kazancılar diye bilinen ailenin büyüğü hafız, hattat Osman Efendi, Çerkez Şeyhi’nin konağında bulunan mescitte imamlık yapmakta idi. Bu nedenle şeyhin yanında büyük bir itibarı vardı. Osman Efendi, bir gün arkadaşlarından beraberce hacca gidelim diye bir teklif alır. Fakat bir türlü kabul edemez. Zira hacca gidecek kadar parası yoktur. Ertesi gün Çerkez Şeyhi Ömer Efendi, kendisini çağırır:
-Arkadaşlarınla hacca gideceksin, talimatını verir.
-Efendim, hiçbir hazırlığım yok. Elimdeki üç beş kuruşla da hacca gidilmez.
-Sen, arkadaşlarına beraber gideceğini haber ver. Bir gün evvel de gel, beni gör.
Osman Efendi, hareketten bir gün önce gelip Şeyh Efendiyle vedalaşır. Bu esnada Şeyh Efendi, kendi eliyle Osman Efendi’nin beline bir kemer sarar.
-Mina’ya varıncaya kadar bu kemeri açma. Hep cebinde bulunan parayı harca. Şayet cebindeki para kurban için yeterli olursa ne güzel. Değilse abdest alıp iki rekat namaz kıl ve besmele çekerek kemeri aç. Para bitecek diye arkadaşların arasında yapılacak hiçbir masraftan kaçınma. Fakat kemerdeki parayı da saymaya kalkışma, diyerek yolcu eder. Hacı kafilesi, Çorum’dan kara yoluyla yola çıkarlar. Ama belli bir yerden itibaren yolculuğa gemiyle devam etmek zorundadırlar. Kızıl Deniz’i geçerken bir fırtına başlar. Gemi batacak duruma geldiğinde Osman Efendi, kendinden geçip bayılır. Bu esnada bir de bakar ki Çerkez Şeyhi, dizlerine kadar denize gömülmüş, sağ elinin iki parmağını geminin dümenine dayamıştır.
Osman Efendi’nin kendisine baktığını görünce:
-İteyim mi hoca, diye seslenmiş.
Osman Efendi de:
-Efendimizin himmetine kaldık, diye cevap vermiş. Bir süre sonra kendisine geldiğinde bakmış ki deniz, hiçbir şey olmamışçasına süt liman oluvermiş. Osman Efendi, bu yolculuğun sonunda kutsal topraklara varmış. Şeyhinin sözünü tutarak önce cebindeki parayı harcamaya başlamış. Cebindeki para, Mina’ya varıncaya kadar yetmiş. Kurban kesecek para yetişmeyince tarif edilen şekilde kemeri açıp harcamaya başlamış. Hacı Osman Efendi, hac dönüşü şeyhini ziyaret etmiş. Sağ elinin şahadet parmağını bir eliyle, orta parmağını da diğer eliyle tutup birer birer öpmüş. Şeyh Ömer Lütfi Efendi:
-Hoca, bu kadar hacı efendiyi taşıyan gemiye bu parmakların gücü yetti mi dersin, deyince Osman Hafız, ağlayarak şeyhinin ayaklarını öpmek ister. Şeyh Efendi, buna izin vermez ve şöyle der:
-Hocam, çoban dediğin, sürüsüne karada olduğu kadar denizde de sahip çıkmalıdır.

İlginizi Çekebilir  Zincirli Ahmet Dede

………..Bir gün müritler, Şeyh Efendi’nin de izniyle Hacı Kerim bağlarına piknik yapmaya giderler. Atlarından nevaleyi indirip bir ağacın altına yerleştirirler. Bağ sahibi de aralarında olduğu için serbestçe ağaçlara dalıp meyve toplamaya başlarlar. İçlerinden biri seslenir:
-Arkadaşlar, biz üzüme meyveye dalarsak bu atlar başıboş kalırlar.
Bunlara birimiz sahip çıkmalıyız.
Aralarında Kalender diye bir arkadaşları armış. Gayet nüktedan birisiymiş. İhalenin kendi üzerinde kalacağını sezince arkadaşlarına itiraz etmiş:
-Hiç bana bakmayın. Ben, at bekçiliğinizi yapmam.
-Sen yapma, ben yapma…Ya atlara kim bakacak?
Kalender cevabı yapıştır:-Şeyhimizin işi ne? O baksın…
Gülüşmüşler ve eğlencelerine devam etmişler. Akşam olunca atlarına
binip dergaha dönmüşler. Şeyh Efendi sormuş:
-Erenler, gününüz nasıl geçti? Epey dinlenebildiniz mi?
Müritler, hallerinden memnundular. Günlerini, yaptıklarını neşeyle anlattıktan
sonra nezaketen şeyhlerine de sordular:
-Şeyhim, sizin gününüz nasıl geçti?
-Evladım, sabahtan akşama kadar atlarınızı bekledim. Başka bir şey yapmadım.

……….Çerkez Şeyhi, zamanın meşhur hafızlarından Kürevi Mustafa Efendi’yi çok severdi. O da her gelişinde evinden yoğurt getirirdi. Bir defasında hanımı, hazırda yoğurt olmadığını beyan ederek süt götürmesini söyledi. İstemeyerek yoğurt yerine süt getirmek zorunda kaldı. Sütü getirip koyduğunda şeyhi onu muhabbetle kucakladı ve “Ey Kürevi, mesele süt yoğurt değil, dostluktur.”diyerek Hafız Mustafa Efendi’nin gönlünü aldı.

……Çerkez Şeyhi Hacı Ömer Lütfi Efendi, Milli Mücadele günlerinde İstanbul’a değil, Ankara’ya destek vermiştir. müritlerinden nakledilen bilgilere göre Mustafa Kemal Paşa, bir albay göndererek desteğini istemiş ve mümkünse savaşa bizzat katılmasını teklif etmiş. O da “Zamanı gelince gerekeni yapacağımızdan emin olabilirsiniz” cevabını vererek albayı yolcu etmiş. Gerçekten de savaş başladığında halkı cihada teşvik etmiş, kendisi de savaşlara manen katılmıştır. Hatta Yunan ordusunun Sakarya’yı geçip ilerlemeye başlaması üzerine bir gece aniden ayağa alkarak Salih Kazancı Hafız’a seslenmiş:
-Git, Hıdırlık’takilere haber ver. Hepsi kalksınlar, göreve hazır olsunlar. Kazancı Hafız, Hıdırlık’a gidip görevi yerine getirir. Suheyb-i Rumi’nin başında bulunan sancak-ı şerifi alıp oradakilerin ruhaniyetiyle beraber yola çıkar. Derinçay mevkiine vardıklarında Salih Hafız’a:
-Senin görevin buraya kadardı. Geri dön, der.
Salih Hafız, bundan sonrasını bilmez. Aradan bir süre geçer. Ama Şeyh Efendi’nin yorgun ve bitkin halinden bir şeyler olduğunu fark eder. Tekkede Şeyh Efendi’nin hizmetinde bulunmuş olan Haşim Efendi, bir gece atın yemini suyunu verdikten sonra odasına çıkar. İçinde bir tuhaflık vardır, uyku tutmaz. Ahıra inip hayvanları kontrol etmek ister. Bakar ki at, ter içindedir. Uzun yoldan gelmiş gibi ağzından köpükler saçılmaktadır. Heyecanlanır, biraz da korkar. Durumu derhal Şeyh Efendi’ye bildirir. “Oğlum, bu gece düşmanı Sakarya’da bozguna uğrattık.” cevabını alır. Zafer haberi, Çorum’a daha sonra ulaşır. Sakarya Meydan Muharebesiyle ilgili menkıbeyi torunu Nevzat Aksu Bey, şöyle nakleder:
Sakarya Meydan Muharebesinin başladığı gün, Çerkez Şeyhi, bazı talebeleriyle sohbet ederken birden ayağa kalkıp, kıbleye dönerek ezan okumaya başlar. Meclistekilerin hepsi ayağa kalkarak, şaşkın vaziyette bir birlerine bakarlar. Ezanı bitiren Çerkez Şeyhi, mütebessim bir çehre ile “Çok şükür, müjdeler olsun, Yunan kafiri Sakarya’da bozguna uğradı, kaçıyor. Fakat çok da şehidimiz var.”der

İlginizi Çekebilir  Çorumlu Hacı Mustafa Anaç (ks.)

Son dönemi ve vefatı:
Ölümünden elli gün önce bir Cuma günü, verdiği vaazın son olduğunu tahmin ettiğini belirtmiş: “Ey cemaat, artık ihtiyarladım. Sanırım bu son Cuma’mdır. Hakkınızı helal edin” diyerek cemaatle helalleşmiştir. Eve geldikten sonra fenalaşmış ve vücudunun sol tarafına felç inmiştir. Bundan sonra bir süre yatmak zorunda kalmıştır.

Talebesi Abbas Efendi, o günlerde şeyhini rüyasında görmüştür. Kendisine, acele Çorum’a dön, diye emretmiştir. Bu rüyayı üçüncü defa gördüğünde şeyhi elinde sopayla; haydi nerede kaldın, diye sitem etmiştir. Bunun bir manevi işaret olduğunu düşünen Abbas Efendi, hazırlığını tamamlayıp derhal yola koyulmuş ve Çorum’a gelmiştir. Şehre girince ilk rastladığı kişiye “Çerkez şeyhi vefat etti mi” diye sormuş, yaşadığını öğrenince doğru Çerkez Şeyhi’nin konağına varmıştır. Şeyhinin huzuruna girince Ömer Lütfi Efendi, gülerek: “Sopayı görmeden yola çıkacağın yoktu “diyerek sitem etmiştir. Abbas Efendi, her şeye rağmen şeyhini sağ salim gördüğüne sevinmiştir.

Hastalığının ellinci gününe tesadüf eden 16 Ramazan 1342, (Rumi 1340), Miladi 21 Nisan 1924 Pazar günü Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Ertesi gün cenaze namazı Cami-i Kebir’de kılınacaktır. Haber, tez yayıldı. Şeyh Efendi’nin ünü, Çorum ve çevresinde çok büyüktü. Saygı duyan ve gönülden seven binlerce insan Ulucami’ye akın etti. O dönemde ilimizde Kamil Yöney tarafından yayınlanan Çorum Gazetesi, toplanan cemaatin camiye ve avluya sığmadığını, bu nedenle halkın ara sokaklarda namaza iştirak ettiğini yazdı:
“İmamın tekbirini ilan eden beş altı müezzinin gür sedası safha safha en son saflara yayılırken, kulaklarda faniliğin korkunç nameleri yer buluyordu. Vasiyeti gereğince Hıdırlığa hareket eden tabut; önde bir jandarma müfrezesi, meşayıh ve sokaklara sığmayan kalabalık bir cemaatle tekbirler ve tehliller arasında gidiyor, daha doğrusu şahadet parmakları üstünde yükseliyordu.

Hazret-i Suheyb-i Rumi’nin havzasında yatan sadattan (seyyitlerden) Beyler Çelebi’ye komşu olmayı arzu eden Şeyh Efendi, hoş sedalı Hafız Said Efendi’nin okuduğu aşr-ı şerifin yankıları arasında ebedi makamına tevdi olunurken yükselen Fatiha sedası, bir af ve rahmet çağrısı olarak kalpleri ve dudakları dolaştı. Bu fatiha, yaşayanların bir veda hediyesi oldu. Ailesi ve çocuklarına başsağlığı dileklerimizi arz ederiz.”

Çerkez Şeyhi Ömer Lütfi Efendi’nin türbesi, Hıdırlık Camiinin güneyindeki mezarlığın en tepe noktasındadır. İnsan Sabuncuoğlu, burada daha önce ahşap bir türbenin olduğunu kaydeder. Günümüzdeki şekli, yakın tarihlerde düzenlenmiştir. Üstü beton bir gölgelikle örtülü mekanda Hacı Ömer Lütfi Efendi ile Beyler Çelebi’nin mezarları yan yanadır. Hacı Ömer Lütfi Efendi’nin mezar taşında biri Osmanlıca, diğeri Türkçe olmak üzere iki kitabe vardır. Osmanlıcı kitabede şöyle yazılıdır:
“Hüve’l-Baki, Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendiyye-i Halidiyye’den EşŞeyh
el-Çerakis el-Hac Ömer Lütfi Efendi’nin ruhiyçün el-Fatiha, 16 Ramazan
/Nisan 1340”
Yeni yazıyla yazılmış kitabedeki metin de şöyledir:
“Hüve’l-Baki, Abisaloğullarından Nakşibendi Tarikatı Halid-i Bağdadi
kolundan Çerkez Şeyhi Hacı Ömer Lütfi Efendi ruhuna Fatiha, 1849-1924”
Merhum Hacı Ömer Lütfi Efendi’ye biz de Allah’tan rahmet diliyoruz