Bursa – Merkez İlçedeki Türbeler ( Yıldırım – Osmangazi – Nilüfer )
Dardar Dede
Dardar Dede’nin Pınarbaşı mezarlığında yattığı söylenmektedir. Darda kalanlar, önce üç İhlâs, bir Fâtihâ okuyup bulundukları yerden onun ruhuna hediye etmektedirler. Dileği yerine gelenlerin de evde yeşil mercimekli bulgur pilavı yaptığı, hane halkı arasında yendiği, dışarıya çıkarılmadığı; bazen komşuların da davet edildiği, pilav yenilirken bitinceye kadar kesinlikle kimsenin konuşmadığı ve aynı adağın helva ile de yapıldığı söylenmektedir.
Gaib Dede
Kaynaklarda belirtildiğine göre, Bursa hisarının güney-batı tarafında, Alacahırka Mahallesi karşısında Bursa Zindanı (hapishane) vardı. Burada biri zindanın içinde, diğeri de merdiven altında iki mezar bulunuyordu. Bu mezarlardan biri Gaib Dede’ye aitti. Burası bilahare hapishane oldu. Daha sonra da yıkıldı. Eski Bursa’da eşyası kaybolanlar, Gaib Dede’ye adak yaparlarsa kaybettikleri eşyalarını bulacaklarına inanırlardı. Günümüzde böyle bir şeye inanılmadığı gibi mezara adak da adanmamaktadır.
Kaygulu Dede
Kaygulu Dede, Celvetî tarikatından olup aslen Orhaneli-Beyce’dendir. Vefatında Deveciler Mezarlığı yanındaki dergâhına defnedilmiş; 1960-61 yıllarında belediyenin buradan yol açması sebebiyle Zindankapı Mezarlığı’na nakledilmiştir. Tekkelerin kapatılmasından önce mübarek gecelerde zikirden sonra dervişlerin, sağ omzunda katran lekesi bulunan cübbesini ziyaret ettikleri söylenmektedir. Bu hırka sonradan yanmıştır. En son keramet olarak da bu hırkanın yandığı yere bir nur parçasının indiğini mahalle bekçisi anlatmıştır. Kaygulu Dede’nin, türbesinde geceleri devamlı yanan mum söndüğünde tekkede yatan torununu uyandırıp mumu tekrar yaktırdığı kaydedilmektedir.
Şeyh Küşteri Mezarı
Şeyh Mehmet Küşteri, İran’ın Küşter şehrinden gelmiş, Karaşeyh Mahallesine yerleşmişti. Halkın sevdiği âlim ve mutasavvıf bir şahsiyetti. Tayyare Sineması karşısında bir evin duvarı içinde sıkışmış mezarına iplikler, paçavralar bağlanırdı. Türk temaşa sanatının en eskisi olan “Karagöz ve Hacivat”ın ortaya koyucusu Küşteri’nin mezarına bazı vatandaşlar adak adayarak mum dikerdi. Mezarı 1962 Temmuzunda Çekirge’deki Karagöz mezarı olarak bilinen yere nakledilmiştir.
Yürüyen Dede
Asıl adı bilinmeyen Yürüyen Dede’nin Mekke’den geldiğine inanılır. Bursa’ya geldikten sonra sürekli Ulu Cami’de ibadetle meşgul olmuş ve kıble tarafındaki dolaplardan birisinin içinde hayatını geçirmişti. Her gece elli re’kat namaz kıldığı ve kendisinin evliyadan olduğu kabul edilir. XV. asrın başlarına yaşadığı söylenmektedir. Öldüğü zaman Pınarbaşı Mezarlığı’na gömüldü.
Rivayete göre, Yürüyen Dede, Mekke’de bulunduğu sırada rüyasında büyük bir cami görmüş, bu caminin havuzundan abdest almış ve minbere çıkıp hırkasını bırakmış. Uyandıktan sonra böyle bir caminin nerede olduğunu soruşturmuş, Bursa’da olduğunu öğrenince de doğru Bursa’ya gelmiş ve hırkasını rüyada koyduğu yerde bulmuş.
Başka bir rivayete göre ise, gömüldüğünün ertesi sabahı cesedini camide bulmuşlar, ikinci defa yine götürülüp Pınarbaşı Mezarlığı’na gömmüşler ancak ceset tekrar camide bulunmuş. Bunun üzerine, “Bunda bir hikmet var” düşüncesiyle cami duvarı dibine defnedilmiş.
Eski Bursalılar, yürüyemeyen çocuklarını, Cuma günü salâ vakti buraya getirir ve sallarlarsa çocuğun yürümeye başlayacağına inanırlardı. Sıtmaya tutulanlar da şifa bulmak için mezarının üzerinde bulunan defne ağacından üç yaprak alıp tütün gibi içerlerdi. Yol çalışmalarında, türbe yolun ortasında kalınca, vali (A.Vefik Paşa) türbenin başına geçip, “Yürü, ya dede” demiş. Sonra “Elbette yürümüştür. Ayakaltında kalacak değil ya” diyerek türbeyi yıktırmış
Zerde Dede
Bursalıların evliyadan olduğuna inandıkları Zerde Dede, Pınarbaşı’nda İzzettin Camii mihrabı arkasında idi. bu zata zerde adayıp, isteklerine kavuşanların zerde dökmesi gelenek haline gelmişti. Yürüyemeyen çocukların yürümesi için ve çocukların altını kirletmemesi için mezarına getirilip dua edildiği ve mezar başında zerde yedirilince faydasının görüleceğine inanılırmış.
Fığla Baba (Fırla Dede)
Fığla Baba’nın kabri Dağyenice Köyü’ne hâkim bir tepe üzerinde bulunmakta olup 14 metre uzunluğunda bir mezarda medfundur. Değerli olduğu söylenen kabir taşı çalınmıştır. Verilen bilgilere göre Timur’un Bursa’yı işgalinde veya Rumlarla yapılan savaşta Demirci Köyü civarında yaralanıp, bağırsakları dışarı fırlamış; bağırsaklarını toplayıp bir ağaca asan Fığla Baba, şimdiki kabrinin bulunduğu tepeye çıkmış ve burada şehit düşmüştür. Köye 6 km. uzaklıktaki bu tepede Fığla Dede etrafında her yıl geleneksel anma günü düzenlenerek, köylüler tarafından piknik yapılmaktadır.
Hamit Dede
Söylentiye göre Hamitler Köyü’nde (şimdi mahalle) yaşayan ve çocukları olmayan bir aile, dua ederek Allah’tan çocuk istemişler; bunun üzerine, uzun seneler sonra evin hanımı hamile kalmış, fakat doğumda kadın ölmüş, çocuğa da “Hamit” adını vermişler. Daha sonra çocuğu köylüler büyütmüşler. Büyüyen Hamit, köyden ayrılmak üzere giderken yolda ölmüş ve köy mezarlığına gömülmüştür. İnanışa göre Hamit dede geceleri köy içinde dolaşarak yardıma ihtiyacı olanlara yardım yapmış, herhangi bir ihtiyacı olanın ihtiyacını karşılamış, herkesin her türlü problemlerini hallettikten sonra tekrar mezarlığa dönermiş. Hamit’in mezarının olduğu yere sonradan bir türbe
Kavacık Sultan
Gümüştepe (Misi) Köyü yakınındadır. Mezar, köyün güneydoğusunda ve Nilüfer deresi yatağına bakan yamaçta koruluk bir arazi parçası üzerinde bulunmaktadır. Çevrede yaşlı ağaç yoktur. Ancak, yakın zamanlara kadar gövdesinde insan kafasına benzer bir çıkıntı olan çok yaşlı bir meşenin bulunduğu ve Kavacık Sultan’ın kâfirlerden kaçarken bu meşenin içine girip saklandığı, fakat üzerine yıldırım düşen ağacın daha sonra çürüdüğü belirtilmektedir. Şu anda orada bir türbe ya da herhangi bir yapı olmadığı gibi mezar da belli değildir. Buna rağmen orada her yıl sonbaharda, Ekim Ayı’nda yemek şöleni yapılmaktadır. Ayrıca orada, elbiseden yırtılan çaput parçalarını çevredeki ardıç ağaçlarına bağlama, yemekten sonra dua okuma, diğer zamanlarda ferdi olarak kurban kesme gibi faaliyetlerde bulunulmaktadır. Kavacık Sultan’ın, ölümünden sonra keramet göstererek kısırları çocuk sahibi yaptığına, hastaları iyileştirdiğine, çevreden ağaç ve yaprak kesenleri cezalandırdığına ve yanındaki meşede bulunan baş şeklindeki çıkıntıya oturanları itip aşağı attığına inanılmaktadır. Sonradan çocuk sahibi olanlar gelip adak kurbanlarını orada kesmektedirler. Ayrıca geceleri dümbelek ve düdük sesiyle, yeşil kırmızı çıralarla k.yün diğer yatırı olan “Gelgel Dede”ye ziyarete gittiğine inanılmaktadır. Kavacık Sultan’ın sıtma hastalığına çare olduğuna da inanılmaktadır. Yukarıda anlatılanlarla bağlantılı olarak, Eski Türk inanışında mezarlıkların sahiplerinin mevtalar olduğuna, oralardan evlere herhangi bir şeyin götürülmemesi gerektiğine, ziyaret yerlerindeki ağaçların kuru yapraklarına dahi icazetsiz dokunulamayacağına inanılmakta olup bütün bunlar Tuluğluğ kapsamında mütalaa edilebilir. Tuluglug, “tutulmuş sahipli yer” anlamına gelmektedir. Güya o yerin, orada yatan kimse tarafından sahiplendiğine inanılmakta ise de, İslâm inancına göre her şeyin gerçek sahibi sadece Allah’tır.
Ali Dede Buhârî Mezarı
Buharalı olup, Emir Sultan ile gelmiştir. İncirli hamamı yakınına bir yerde kalıp burada vefat etti. Mezarı yol üzerinde Meydancık’tan İncirli’ye giden caddenin sol tarafındaki apartmanların hemen arkasındadır. Yakınındaki birkaç mezarla beraber sadece mezar taşları mevcuttur. Çeşitli hastalıklardan şifa bulmak için, özellikle çocukların her türlü öksürüğünün tedavisinde, mezarından alınan küçük bir taş (veya toprak) su içine konulur ve bu sudan içilirse iyileşirmiş.
Bahar Dede Mezarı
Namazgah civarında, şimdi nerede olduğu bilinmeyen mezarına sıtmaya tutulan kimseler gelip, mezarına el sürerlerse şifa bulurmuşlarmış.
Derviş Dede (Zikir Dede) Mezarı
Son zamanlarda adı sıkça duyulan “Derviş Dede”, Emir Sultan mezarlığında bir kabirdir. Bu kabrin kenarında oturmuş bir kadın “bu mezar devamlı sallanıyor, devamlı zikrediyor” diye bir söz yaymış ve meraklı birçok kimse ziyaret etmeye başlamış. İşin aslına gelince; bir mezar taşı gevşeyen zeminden etkilenmiş; özellikle üzerindeki demir parmaklık yerinden oynamış ve meydana gelen boşluktan esen rüzgârın da etkisiyle sallanmaya başlamış. Böylece adı Zikir Dede’ye veya Derviş Dede’ye çıkmış. Mezarın etrafı onarılınca sallanma durmuş, böylelikle ziyaretler de azalmış. Bu mezarın hala ziyaret edildiği söyleniyor. Özellikle Cuma günleri salâ ile ezan arasında ziyaret edilmiyormuş. Dede’nin bu vakitte ziyaret ve ibadet etmek için Medine’ye Mescid-i Nebevî’ye gittiği söyleniyor.
Dürt Dede
Mezarı Davutkadı Mahallesi’ndedir. Eskiden çeşitli istek ve arzularının gerçekleşmesini isteyen ziyaretçiler, mezarına bir değnek sokar, dürte dürte dileğini söylermiş. İstek yerine gelinceye kadar da değnek mezara saplı olarak durur, değnekler sebebiyle mezar adeta bir kirpi gibi görünürmüş.
Bir ara kabri üzerinde ahşap bir ev yapıldı. Bu zamanlar evin içindeki bir odada kalan mezara küçük bir pencereden girilirdi. Dilek için gelenler mezarından aldıkları küçük taşları mezar taşına sürterek yapıştırmak isteler. Bıraktıklarında yapışmaz düşerse ikinci bir taşla denerler yapışmaz ise, üçüncüye denerler, bu da yapışmaz ise dileğin yerine gelmeyeceğine inanılırmış. İki genç kızın çamaşırı mezarı üzerine bırakılıp dua edilir. Daha sonra bu çamaşırlar hasta olan veya kısmeti açılmak istenen kimselere giydirilirmiş. Dileği yerine gelenler horoz keserlermiş. Bazı ziyaretçiler dileklerinin kabulü için bu civarda para dağıtır, mahalle çocukları buradan ayrılmazmış. Mezar üzerinde bulunan ev yıkılıp yerine apartman yapılırken çevrede yaşayanların uyarması üzerine, müteahhit duvarı girintili yaparak kabri açıkta bırakmış.
Et Dede
Namazgâh Camii’nin doğusunda Et Dede adında bir mezar vardır. Adı Sufî Mehmet Efendi’dir. Et Dede halkın anlatımına göre Emir Sultan Tekkesi’ne et getirirmiş. Buraya adak yapanlar, et adar, mezarına et bırakırlar, kim alırsa, afiyetle yermiş. Daha sonra burada yapılan şimdi terk edilmiş eski ahşap evin yüksek bahçe duvarı ardındaki mezarı belirten “Et Dede” yazılı tabelanın yakın zamana kadar duvarda asılı olduğu söyleniyor.
Kemal Dede
Vaktiyle Vakıfköy’de Kemal isminde bir fakir yaşamış. Bu zatın kendisi gibi fakir iki kardeşi varmış. Biri Samanlıköy’de diğeri Esebey Köyü’nde yaşıyormuş. Kemal kıt-kanaat geçinir, çoğu zaman da çorbadan başka yiyeceği bulunmaz, yiyeceğini, kendisinden fakir gördüğü köy sakinleri ile paylaşır, çorba dağıtırmış. Bunu sürekli yapan Kemal’in kardeşleri de aynı davranışı kendi köylerinde yapıyorlarmış. Kemal, kardeşlerine: “Ben ölürsem bu geleneği sürdürün” diye vasiyette bulunmuş. Kemal ölünce kardeşleri, kardeşleri ölünce de köy halkı bu geleneği devam ettirmişler.
Senede bir gün köy meydanında kazanlar kurulup, çorbalar kaynatılmış. Daha sonra bir kere çorba yerine pilav yapılmış. Tesadüf o gün çok şiddetli yağmur yağınca köy halkı bunu Kemal Dede’nin hoşnut olmadığına yormuşlar. Her sene köy meydanında Kemal Dede’nin hatırasına kazanlarda çorbalar kaynatılıyor. Bu kutlamalar Haziran ayının son haftaları düzenleniyor. Köy kadınları imece usulü çorba için hamur kesiyor, isteyen 3-5 tavuk getiriyor. Çorbalar içildikten sonra kadınlar kendi aralarında eğleniyorlar. Kemal Dede’nin mezarı da tam olarak bilinmiyor.
Siğil Dede
Irgandı Köprüsü’nün doğu tarafının karşısındaki mezarının içinde büyük bir incir ağacı bulunuyor. Elinde, yüzünde veya vücudunda siğili olanlar dedenin mezarına gelirler. Ruhuna üç İhlâs, bir Fâtiha okuduktan sonra mezar toprağından alarak, biraz su ile karıştırır, siğillerin üzerine sürer veya yapıştırırlar. “Siğil mezarda kalsın” diye arkalarına bakmadan giderler. Uzakta bulunanlar için toprağından götürülür. Ruhuna okunduktan sonra, toprağı siğilin üzerine bir bez ile akşamdan sarar, sabah çıkarırlar.
Kaynak : Bursa ve çevresinde ki ziyaret yerleri ve bunların etrafında oluşan dini inançlar , Hasan Basri Alkaya , yüksek lisans tezi