Edirne – Uzun Kaldırım caddesi , Huysuz Baba sokağın hemen başında ( Kesikbaş türbe’nin karşısında)
Ne zaman yaşadığı bilinmeyen Huysuz Baba ; Edirne’de Uzun kaldırım caddesinde sırlanmıştır. Ziyaretçiler Huysuz Baba‘yı vesile ederek çocuklarının yaramazlıktan kurtulmaları için dua etmektedir. Rivayete göre ; yüz on , yüz yirmi okka gelen , uzun boylu, gayet iri cüsseli bir zat imiş. Mevlevi semazenlerinden imiş. O dergahta sema’a başladığı zaman, heybetli cüssesiyle yel gibi dönerken, küçük çocuklarında ” Havale ” denen bayılma rahatsızlığı olan anneler , kundaktaki çocuklarını onun ayakları altına koyarlar, o da çocuklara bir ayağıyla hafifçe basarak aralarında dolaşıp sema edermiş. Allah’ın izniyle çocuklar iyileşirmiş.
Kaynaklar;
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Necati Seçkin , Edirne Evliyaları , 1971
Edirne – Hıdırlık tabyalarının bulunduğu yüksekçe bir manzara tepesindedir.
Hıdır Baba’nın Fatih Sultan Mehmed Han’ın kumandanlarından olduğu söylendiği gibi I. Murad’ın Edirne’yi almasından evvel gelen horasan erenlerinden olduğu da söylenmektedir. Osmanlı’nın Edirne’yi almasından sonra Çelebi sultan zamanında yaşayan Şahmelek paşa buraya bir zaviye yaptırmıştır. Sultan İbrahim zamanında Koca Mustafa Paşa tarafından yanlış ibadet yapılıyor diye Edirnelilerin isteği ile harap edilmiş sonra Avcı Mehmed buraya köşk yaptırınca tekke tekrar açılmıştır. Türbe , Söğütlü dereli Sedat Bayram tarafından 2006 yılında şimdiki halini almıştır. ( Allah ondan razı olsun.)
Hıdırlık Tekkesi
Hızır Dede ve Hızır Dede Hünkar Tekkesi adlarıyla da bilinen Hıdırlık Tekkesi; Yıldırım Beyazıt Mahallesi, Hıdır Baba Sokak’ta yer almaktaydı. Bektaşi tarikatına bağlı tekke Şah Melek Bey tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde mevcut olmayan yapı, H.1171/M.1757 tarihinde yıkılmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi ‘nde Edirne’nin fethinden önce de mevcut olan ve Hızır’ın makamı diye korunan tekkeye, sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin izniyle Sefer Şah Dede ve Hızır Dede buraya gelip yerleşmiş, mamur hale getirmişlerdir. Fetihten sonra ise, Gazi Hüdavendigar ilgi göstermiş, nice kilerler, hücreler, ambarlar ve imaretler yaptırmıştır. 831/1427 tarihinde Gazi Mihal Bey’in oğlu Yahya Bey bir tarafa dershanelerle çeşitli çilehaneler ve bahçesi içre çeşitli maksureler yaptırarak adeta cennete çevirmiştir.
Zamanla harap olan tekke H.942/M.1535 yılında yıktırılarak Vezir-i azam İbrahim Paşa tarafından yeniden yaptırılmaya başlanmış, İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır
Evliya Çelebi; havası suyu güzel yeşillik bir mesire yeri olmakla Edirne’nin bütün aydınları, sanatçıları gezmek tozmak için buraya gelmeye başlayınca, şehrin nice bin yaramaz ve haylazının da oraya doluşmaya başladıklarından huzur ve sükun kalmaması üzerine H.1051/M.1641 tarihinde Sultan İbrahim’in veziri Kara Mustafa Paşa’ya Edirneliler dilekçeler göndererek ‘bu tekke-i Bektaşiyan’da nice fisku fücur oluyor men ve defi için emr-i padişahı rica ederiz’ dediklerini ve isteklerinin kabul olunarak Kara Mustafa Paşa tarafından Kapıcıbaşı Kırkayak Sinan Paşa bu iş için görevlendirildiğini, o da aldığı buyruğu yerine getirerek binlerce bakkal, çakkal haşaratları başına toplayıp baltalar ve ferhadi kazmalarla oldukça büyük ve eski bir yapı olan tekkeyi tam bir haftada zorlukla yıkabildiklerini, kurşunlarını yüzlerce arabaya yükleyip Kara Mustafa Paşa’nın İstanbul’ da yaptırdığı türbesini örttüklerini, bu acıklı hali gören Bektaşi dervişlerinin on dört bakır kabı kadı’ya teslim edip, sonra hepsi bir araya gelerek ‘Allah, Allah’ diye bağırdıklarını ve bu Asitanenin yıkılmasına sebep olanların cümlesine fena gülbangı çektikten sonra her birinin bir diyara dağıldıklarını, fena gülbangının yedinci günü Sultan İbrahim’in Kara Mustafa Paşa’yı öldürttüğünü ve ondan sonra Edirne ayanından bu tekkenin yıkılmasına dilekçe verenlerin hepsinin de kısa zamanda öldüğünü kaydetmektedir.
Evliya Çelebi, bu olaydan sonra tekkenin boş ve terk edilmiş olarak kaldığını, IV. Mehmed’in Edirne’ye gelip, bu gönül açıcı ferah yerden hoşlanması üzerine aynı yıl bir cami ile saray yaptırarak buranın canlandığını bildirmektedir.
Günümüzde yukarda bahsedilen yerde Hıdır Babaya ait bir mezar bulunmaktadır. Üzeri çatıyla örtülü mezar yeri ahşap kafes malzemeyle dikdörtgen bir form içinde yer almaktadır. Yeşil renkli sanduka çimentodandır. Edirne halkı tarafından yatır özelliği verilen mezar, adak yeri olarak kullanılmaktadır.
Kaynak ; Edirne Tekkeleri , N. Çiçek Akçıl , Edirne Valiliği Kültür yayınları
Edirne’de – Darülhadis Cami bahçesinde , Kabri cami mihrabı önünde bulunmaktadır. Demiryolu yapılırken mezar taşları müzeye kaldırılmıştır.
Osmanlı devrinin ikinci Şeyhülislamıdır. İran’da doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. İran’da Seyyid Şerif Cürcani’den dersler almış, Osmanlıya gelince Molla Fenari‘nin oğlu Mehmed Şah Efendi’nin hizmetine girmiş , Bursa’da Sultan medresesine yardımcı hoca olmuş ve diğer medreselere de müderris olarak atanmıştır.Sultan II. Murad zamanında Edirne müftülüğüne getirildi.
Kanaatkar, doğru, namuslu bir kişiydi . Padişahın ödeneğini arttırmak istemesini kabul etmemiş ve ” Beytü’l-mal helaldir fakat hacet ve kifayetten fazlası helal değildir.” diyerek reddetmiştir. Hadis ilminde muktedir ve geniş bir bilgiye sahipti.II. murad ve Fatih sultan Han zamanında otuz yıl boyunca Şeyhülislamlık yapmıştır. Fatih Sultan Han zamanında gelişen Hurufilik akımına karşı çetin bir mücadele vermiş ve onların susturulmasını sağlamıştır.
Fâtih Sultan Mehmed Hanın veziri Mahmûd Paşa, evinde bir dâvet tertîb etti. Dâvete, hurûfî yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu. Sohbet ilerleyince, Mahmûd Paşa, kendilerini çok sevdiğini ve her dertlerini çekinmeden kendisine açabilecekleri ni söyledi. Vezirin bu aşırı sevgi ve muhabbetinden dolayı onu kendisinden zanneden bu kimseler, fırkalarının iç yüzünü anlatmaya başladılar. “Her testi içine konulanı sızdırır” sözü gereğince sapıklıklarını ve küfürlerini açıkladılar. Hattâ:”Allahü teâlâ (hâşâ) Fadlullah’a (Hurûfîlik bozuk yolunun kurucusu olup, 1393 senesinde Tîmûr Hanın oğlu Mirân Şah tarafından öldürülmüştü.) hulûl etmiştir.” dediler. Bunu duyan Fahreddîn Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak, bu sapıkların üzerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, sultânın sarayına sığındılar. Fahreddîn Acemî de peşlerinden koştu. Sarayda bunları yakaladı. Hâdiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed, edebinden Şeyhülislâma karşı ses çıkarmadı. Fahrüddîn Acemî, bu işi burada halletmek istiyordu. Hemen câmiye gitti, halkı câmiye çağırdı. Çok kalabalık toplandı.Fahreddîn Acemî hazretleri minbere çıkıp, bu hurûfî denilen kimselerin sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Kötü yolda olduklarını ve hemen idâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, idâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezâları infâz edildi. Çünkü bu sapıklar, fırkalarının kurucusu Fadlullah’ın yeryüzünde Allah’ın temsilcisi, hattâ insan sûretindeki şekli olduğunu söylüyor ve başkalarını da kandırmaya çalışıyorlardı. Bütün hurûfîler tesbit edildi. Hepsi yakalanıp idâm edilerek, Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi.
Edirne’de Üç şerefeli cami yanında bir medrese yaptırmıştır. 1460 yılında Edirne’de vefat etmiş ve Darul hadis camii’nin mihrabı önünde sırlanmıştır. demiryolu yapılırken kabir taşları müzeye kaldırılmıştır.
Kaynaklar ;
Abdulkadir Altunsu , Osmanlı Şeyhülislamları , 1972 İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları
Edirne’de Kıyık caddesi üzerinde no 25’de cadde üzerinde
Edirne erenlerinden olan Ethem Baba‘nın kıyık caddesi üzerinde kabri vardır. Kıyık caddesinin genişletme çalışmaları yapılırken , bu erenlerimizin kabirleri başka bir yere nakledilmek istendiğinde , iş makinesi üç sefer arıza yapmış ve bu nedenle nakilden vazgeçilmiştir.
Edirne’de , Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan küçük kabristan’da .
Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. Tefsîr, hadîs, fıkıh âlimidir. Dedesi Abdülkâdir Hâmidî, sakalına kına kullanmakla meşhûr olduğu için Kınalı-zâde denmiştir. Abdülkâdir Hâmidî, Fâtih Sultan Muhammed Hân’ın hocalarındandır. Ali bin Emrullah, 916 (m. 1516) senesinde Isparta’da doğdu. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli şehirlerinde kadı ve kadıasker olarak vazîfe yaptı. 979 (m. 1571) senesinde Edirne’de vefât etti.
Kınalı-zâde Ali Efendi, ilk tahsiline akrabası olan Kadri Efendi’den ders alarak başladı. Sonra İstanbul’a giderek, Mahmûd Paşa Medresesi’nde Müderris Sinân’dan, Atîk Ali Paşa’da Merhaba Efendi’den, sonra da Sahn-ı semân Medresesi’nden Kul Sâlih Efendi’den ders aldı. Kur’ân-ı kerîmi ve pekçok hadîs-i şerîf ezberledi. Yazı (hat) san’atında usta olup, te’sîrli bir hitâbete ve üstün bir hafızaya sahipti. Tahsilini mükemmel bir şekilde tamamladıktan sonra, Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi tarafından Edirne’de Hüsâmiye Medresesi’ne ta’yin edildi. Daha sonra Bursa’da Hamza-bey Medresesi’nde, Kütahya’da Rüs-tempaşa Medresesi’nde, İstanbul’da çeşitli medreselerde ve Süleymâniye Medresesi’nde müderrislik yaptı. Bu vazîfelerinden sonra da; Şam, Kâhire Bursa kadılığı, 978 (m. 1570)’de İstanbul kadılığı, 979 (m. 1571)’da Anadolu kadıaskerliği yaptı. Arabca ve Farsçada; edebiyat, tefsîr ve hadîs ilminde emsalsizdi Tefsîr metinlerini anlamakta güçlük çekenler, müşkillerini halletmek için ona müracaat ederlerdi. Şam’da ve Mısır’da görevli bulunduğu sırada, görüştüğü Arab âlimleri dahi bu zâtın Arabcada derin, bilgi sahibi olduğunu görmüşler ve istifâde etmek için ona müracaat edip, ilminin yüksekliğini medhetmişlerdir. Arabca, Farsça dillerinde ve Osmanlıca Türkçesi’nde derin bilgisi olup, bu dillerde şiirler yazmış ve şiirleri bir divanda toplanmıştır. Oğlu Hasen Çelebi, “Tezkiretr-üş-Şuarâ” adlı eserinde, babası hakkında şöyle bir hâdiseyi nakleden “Birgün dostları ile dinlenmek üzere bir bahçeye gittiler. Orada arkadaşlarından biri “Bahâristan” kitabını gösterip; “Ali Efendi, bu kitabı okudunuz mu?” diye sordu. O da; “Hepsi ezberimde” deyince; “Öyleyse oku bakalım” dediler. Kitaptaki şiir ve hikâyeleri sonuna kadar okuyunca, arkadaşları buna şaşıp, hayran kaldılar.”
Kınalı-zâde Ali Efendi, fen ve hikmet ilminde de iyi yetişmişti. Ayrıca felsefeyi de incelemiş, fakat felsefecilerin bozuk fikirlerine kapılmamıştır. Ahlâk ilmi üzerine çalışmış, bu husûsta yazılan eserleri inceleyip, İslâm ahlâkını esaslı bir şekilde yazmıştır. Kıymetli eserler yazan ve ilmi çalışmalar yapan Ali Efendi, 979 (m. 1571) yılında, Ramazan ayının altına günü Edirne’de vefât etti. Cenâze namazında, başta âlimler olmak üzere, büyük bir cemâat hazır bulundu. Cenâze namazı Câmi-i Atîk’de kılındıktan sonra, Edirne-İstanbul yolu üzerindeki “Vaki Nâzır” adı ile meşhûr kabristanda defnedildi. Eserleri: 1- Ahlâk-ı A’lâî, 2- Tecrid haşiyesi, 3-Mevâkıf haşiyesi, 4- Dürer ve Gurer’e yaptığı haşiye, 5. Kalemiyye Risalesi, 6- Sayfiyye Risalesi, 7-Tefsîre ve vakfa dâir risaleleri, 8-Arabca, Farsça, Türkçe şiirlerini içine alan “Divân”ı, 9-Tabakât-ı Hânefiyye (İmâm-ı a’zam hazretlerinden İbn-i Kemâl Paşa’ya kadar.)
İstanbul – Beşiktaş’da Çırağan sarayının karşısında yer alan Yahya efendi dergahında.
Yahya Efendi dergahının son şeyhidir. Babası Fikri efendi , dedesi Şerif Ali Efendi , annesi ise Zeynep hanımdır. 1884 de İstanbul’da dünyaya gelmiştir.
Abdülhayy Efendinin dedesi Şerîf Ali Efendi Mekke’den kalkarak İstanbul’a geldi. Bir müddet Aksaray’daki Oğlanlar Tekkesinin şeyhliğini yaptı. Sonradan Tosya’ya giderek Kâdirî tekkesi şeyhi İsmâil Rûmî hazretlerinin torunlarından biriyle evlendi. Tekrar Mekke’ye giderek orada yerleşti. Mekke’de Fikri adında bir oğlu oldu. Fikri Efendi Mekke’den Mısır’a giderek oraya yerleşti. Askerlik mesleğine girip albaylığa kadar yükseldi. Gördüğü bir rüyâ üzerine Mısır’dan İstanbul’a gelip Kaygusuz Baba dergâhına intisâb etti. Sultanahmed’deki bu dergâha uzun müddet kırba ile su taşıdığı için kendisine “Kırbacı Baba” ismi takıldı. Bütün bu hizmetlerine rağmen dergâhın şeyhi, kendisini talebeliğe kabûl etmedi. Fakat bir gün şeyhin, bir köpeğe attığı artıklarını, köpekle birlikte yemeye teşebbüs etti. Bunun üzerine şeyh kendisini talebeliğe kabûl etti. Kaygusuz Babanın vefatından sonra da dergaha postnişin oldu.
Fikri Efendi bir müddet bu tekkede kaldıktan sonra Zeyrek yokuşu başındaki yanmış olan Ümmü Gülsüm Câmiini tâmir ettirdi. Mısır kuyumcularından birinin Zeynep Hanım adındaki kızıyla evlendi. Bu evlilikten Abdülhay Efendi dünyâya geldi. Üç aylıkken babası vefât eden Abdülhay Efendi, yetim kaldı. Annesi oğlunu alıp Ümmü Gülsüm Câmiinin meşrûtasına yerleşti.
Yetim kalan Abdülhay efendi , annesinin titiz nezaretinde 11 yaşında hafız oldu. Zamanın usulune göre ciddi bir medrese tahsili gördü. 18 yaşına geldiğinde Ümmügülsüm camiine imam oldu. 21 yaşında kendisi gibi münevver ve şair bir hanım olan Naciye Hanım ile evlenir. Fatih ders hocalarından Rıza Efendi’den İslami ilimelere dair icazet aldı. Nakşibendi tarikatı’nın Rabbani kolu dersini İntisap ettiği Şeyhi Hacı Nuri efendi’den alır. Şeyh Hacı Nuri Efendi’nin vefatından sonra da Gümüşhanevi Şeyhi İsmail Necati hazretlerinden icazetname alır.
Bir ara Çiçekçi Câmi İmâm-Hatipliğini yaptı. Yahyâ Efendi dergâhının şeyhliğini yürüttü. Bir taraftan da Baytar mektebinde ayniyat muhâsipliği yaptı. Daha sonra buradan emekli oldu. Soyadı Kânunundan sonra Öztoprak soyadını aldı. Zaman zaman sevenleriyle sohbet edip onları irşâda çalıştı. Mütevazi, ilim sahibi , yumuşak huylu, cömert, misafirperver , haramlardan sakınma hususunda son derece titizdi. Sofrasında bir fakir almadan oturmazdı. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilirdi.
Abdülhayy Efendi ,ömrünün son yıllarında, vücudunda arız olan çeşitli hastalıklarla (özelikle ağır bir fıtık rahatsızlığı) uğraştı, bilhassa 1961 de rahatsızlıkları fazlalaştı. Şeyh Efendi camiye gelse namaz kıldıramaz hale gelmişti. Daha sonraları dergaha bitişik olan evinden çıkamamış ve bir müddet sonra yatağa düşmüş ve 16 Temmuz 1961 pazar günü 19:30 çivarında sağa dönük halde yüzlerini süüsleyen derin bir ” Huuuu ” sesiyle Hakk’a kavuşurlar.
Allah şefaatlerine nail eylesin..
Kaynak ;
Türkiye Gazetesi , İstanbul Evliyaları Yahya Kutluoğlu , Yolumuzu Aydınlatanlar , İstanbul Kültür a.ş. , 2014 Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Bursa Cumhuriyet Caddesi yakınında, Abdâl Caddesi, Tahıl Caddesi ve Gül Sokağı’nın kavşağındaki Abdal Mehmet Camisinin karşısındaki Abdal mehmet türbesinin hemen arkasında
Hasırpuş dede ermişlerden bir zat idi , dünya menfaatlerine itibar etmeyip fakr u fena yolunu seçmiştir. Omuzunda eski yıpranmış hasıra benzer hırka taşımakla halk arasında ” Hasırpuş” namıyla meşhur olmuştur. Gülizar-ı İrfan’da ; Abdal Mehmet türbesi yakınında bu dünyanın gösterişinden debdebesinde uzak kıt kanaat geçinirken mağmur belde cennete yol bulduğunda Deveciler mezarlığının batı tarafında Abdal Mehmed türbesinin kuzeyindeki Gül sokaktaki türbesine defnedilmiştir.
Şeyh Mehmet Üftade hazretlerinin torunudur. Üftade dergahında; Üftade hazretlerinden sonra yerine Şeyh Mustafa Efendi geçer, oda vefat edince yerine oğlu İbrahim Sadık Efendi halife olur.
Şeyh Mustafa Efendi’nin doğan çocukları yaşamamış henüz çocukken vefat etmişlerdir. Bir gün candan bir yakarışla Mevla’dan ” bir salih evlad ihsan etmesi için duada bulunur çok geçmeden 1606 yılında İbrahim Sadık dünyaya gelmiştir. Ama Cilveyi Rabbani tecellesi olarak 2 yıl sonra Mustafa Efendi vefat etmiştir. İbrahim sadık Efendi ise Bursa Mollası Şeyh Muhammed Fenari efendinin gözetiminde büyümüştür. 18 yaşına kadar Bursa’nın çok ünlü alimlerinde dersler almıştır.
Bir üre sonra Aziz Mahmut Hüdai hazretlerinin arzusu üzerine İstanbula geldi ve dört yıl riyazet ve mücahedeye devam ederek seyr-ü sülükunu tamamlayıp Celveti halifesi oldu. Peygamber efendimizin manevi işaretiyle Bursa’ya dönerek dedelerinin makamına Üftade dergahına döndüler. Bursa da dedesinin makamında irşad makamını yürütürken halk arasında ”kutup” namıyla şöhret olmuştur. Bu onun kemalat ve feyzine delil olarak gösterilir. Yadigar-ı Şemsi müellifi Mehmed Şemseddin Efendi ” Ruhaniyetlerinden istimdad idenler, emeline nail olurlar” diyerek bunu teyit etmiştir.
Kutup İbrahim Efendi aynı zamanda şairde ve ”Sadık” mahlasıyla şiirler yazardı. Niyazi Mısri ; Kutup İbrahim Efendi‘nin ” Anlar bizi” kafiyeli şiirini tahmis eylemiştir ayrıca Niyazi Mısri hazretleri , Kutup İbrahim İbrahim Efendiye derin bir hürmet besler, huzurunda ayakta bekler ve teberrüken hizmetlerinde bulunurdu.
Kutup İbrahim Efendi çok cömertti , fakire fukaraya çok yardım ederdi. Ahşap haldeki Üftade camiini baştan tamir ettirerek esaslı bir cami haline getirdi. Hatta ölmeden evvel 440 adet kitabının satılarak paranın caminin imam hatip ,müezzin ve kayyımlarına vakıf akçe olarak bırakılmasını vasiyet etmiştir.
Seyrü Sülükünü manevi bir işaretle Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinde tamamlayan ve 72 sene süren şeyhliği müddetince ; ” Ben emr-i Hakk’la alem değiştirdiğim zaman , na’şımı türbeye defnetmeyin dedemin huzurunda cesedimin dahi ayak uzatması ruhumu sıkar” diyen Kutup İbrahim Efendi 13 Ramazan 1089 / 29 ekim 1678 cumartesi günü vefat etmiş ve vasiyeti üzerine türbenin dışındaki kabristana sırlanmıştır.
Kutbu’l-Aktab mazhar-ı fuyuzat-ı rabbül erbab mürşidi kamil arifi billah Eş-Şeyh İbrahim bin Eş Şeyh Mustafa bin Eş Şeyh Hazreti Üftade Efendi sene 1089
Kaynak ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2 İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları
Bursa’da Alacahırka Semtinde Abdal Murad caminin bahçesinde.
Aslen Buharalıdır, doğum tarihi bilinmemektedir. Bursa’nın fethinden evvel oğlu Abdal Mehmed ile Buharadan gelen kırklardandır. Sultan Orhan Gazi ile beraber bursa’nın fethinde bulunmuş (1326) ve yine Orhan Gazi zamanında vefat etmiştir.
Abdal Murad Tekkesi Bursa’ya karşı bir gezinti yeri çimenlik bir yerde kurulmuş yüksek bir tepe üzerindedir. Bu tekkeyi Orhan Gazi yaptırmıştır. Binden fazla sahan,tencere ve kazan vakfetmiştir. Ziyaretçiler burada sohbet edip ibadet ederler. İçinde bir köşk mutfakve harem bahçesi bulunan tekkenin etrafı, üç taraftan kestane bahçesi idi. Çatısı ahşap olan tekke, tekeklerin kapatılmasıyla harabe haline gelmiş ve 1933 de yıklımıştır. Bugünkü kabri şeriflerinin bulunduğu yer son yıllarda yeniden yapılmıştır.
Abdal Murad hazretleri Bursa’nın fethinde bir biriliğin başında bulunmaya çağırılarak dört arşın (2metre 64 santim) altmış okkalık ağırlığı olan ve kimse eline alıp sallayamadığı ağaç kılıcı cenk etmiştir. Bu korkunç kılıç ile yalnız düşmanları değil bölgeye zarar veren yılanlarıda öldürürmüş.
Rivayete göre Orhan Gazi zamanında denize yakın yerde iki büyük yılan peydah olmuş , o tarafta olan kasaba ve köy halkına eza ve cefa etmekte imiş , onların def-i için Padişah durumu Abdal Murad‘a havale etmiş. Abdal Murad her ikisini de öldürmüş. Başlarında iki topuz yapılarak biri hazineye ayrılmış ötekiside kendisine verilmiştir. 1649 yılına topuzlardan biri türbe de imiş ama sonra zayi olmuş.
Abdal Murat hazretleri altmış okkalık tahta kılıcı ile büyük bir kayaya celallenerek vurmuş ve ikiye bölünmüş kaya. Bu büyük kaya aşağıdan Türbeye çıkarken yol üzerinde imiş ama zamanla kaybolmuş.
Bursa’nın fethinden sonra dergahına çekilir. Yiyeceğe ihtiyacı olduğu zaman merkebeni zindan kapıdan şehre doğru salar. Ehali ise hazretim olan saygı ve hürmetlerinden merkebi gördüklerinden derhal lazım olan yiyecekleri merkebin heybesine koyup iade ederlerdi.
Bursa – Emirsultan camii’nin çok yakınında bulunan Zeyniler camiinin bir arka sokağında yer alan Eskiden zeyniler dergahının bulunduğu yerde.
Sühreverdi Tarikatının Zeyniyye kolunu Türkiye’ye getiren ve gönülleri feth eden bir veli. H. 786/1384 de Kudüs’de doğdu. İbn Ganim ve İbn Benane diye meşhur bir ailenin çocuğudur. Önce Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Sonra medrese okudu. Babasından ve zamanın alimlerinden sarf, nahiv, fıkıh, feraiz, meani ve beyan ilimlerini tahsil etti. Bu yıllarda zeka ve kabiliyetiyle hocalrının dikkatini çekti. Daha sonra tasavvufa ilgi duydu ve devrin meşhur sufilerinden şeyh Abdülaziz’e intisab etti. Ondan icazet aldı, irşadla görevlendirildi.
Horasandan gelip, hacca giderken Kudüs’e uğrayan Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin-i Hafi’yi evinde misafir ederek sohbetlerinden faydalandı. Onunla birlikte Hacca gitmeyi çok arzu etti. Ancak annesi rahatsız olduğu için mürşidi izin vermeyince hacca gidemedi. Zeynüddin-i Hafi hazretleri hac dönüşünde Kudüs’e uğrayıp Abdüllatif’i yanına aldı ve birlikte Horasan’a gittiler. Abdüllatif, Horasan’da Hafi’nin yanında yeniden seyrü sülüke başladı. Halvete girdi. Daha sonra mürşidinin tavsiyesi üzerine Cam şehrine gidip Ahmed Namık-ı Cami hazretlerinin türbesinde ”erbain”e girerek riyazet ve mücahedesine devam etti. Bu sırada şeyhiyle düzenli olarak mektublaştı. Müridinin iç dünyasındaki değişiklikleri bu mektuplarla takip eden Zeynüddin-i Hafi hazretleri, Abdüllatif’e icazetname gönderdi. İnasanlara hak yolu tanıtması için irşadla vazifelendirdi.
Abdüllatif Kudsi buradan tekrar Kudüs’e döndü. Oradan Şam’a geçti. Bir müddet Şam’da kaldıktan sonra 1447 de Konya’ya giderek, orada medfun bulunan Mevlana hz’i , Sadreddin-i Konevi ve Şems hz’nin kabirlerini ziyaret etti. Onlarla alem-i manada görüştü ve halleriyle hallendi. Burada kaldığı sürece Sadreddin-i Konevi zaviyesinde irşad görevini sürdürdü. 1448’de Şaban ayında Bursa’ya geldi. Zeyniyye tarikatının Bursa’da yayılmasını sağladı. Taceddin İbrahim Karamani, Şeyh Vefa hz’i ve tarihçi Aşıkpaşazade gibi alim ve fazıl kişileri yetiştirdi. Abdüllatif Kudsi, müridlerinden İranlı Hoca Bahşayiş tarafından 1449 tarihinde yaptırılan Zeyniyye Dergahında irşad görevini sürdürürken H. 856/1452 de vefat etti. Kendisine ait dergahın içine defnedildi. Daha sonra kabri üzerine türbe inşa edildi. Abdüllatif Kudsi’den sonra gelen Taceddin İbrahim karamani , Kastamonulu Hacı Halife İbn Vefa , Bolulu Mehmed efendi ve Hz. Ebu Bekir neslinde geldiği bilinen Çankırılı Safiyuddin efendi. Bu ilk dört halifenin hepsi türbede medfundur. Beşinci Halife Çankırılı safiyuddin Efendi türbe dışında zaviye haziresindedir.
Türbe kare planlı ve tek kubbelidir. Dışa çıkıntılı bir kemerin oluşturduğu eyvan şeklinde bir girişi bulunmaktadır. Duvarları pencereye kadar moloz taşla örülmüştür. Pencereler ve giriş kapısı mermer söveli ve sivri kemerlidir. İki sıralı kirpi saçak altında çeşitli motifler yer almaktadır. Oldukça yüksek olan kasnak iki sıra tuğta, bir sıra kesme taş, aralarda da dikey tuğla ile örülmüştür. Türbede altı adet lahit bulunmaktadır. Abdüllatif Kudsi’nin halifeleri İbrahim Taceddin Efendi, Abdullah Efendi , Bolu’lu Mehmed Efendi türbede gömülüdür. Türbenin kubbe tutmadığı, bunun A. Kudsı Efendi’nin kerameti olduğu hakkında rivayetler olduğu bilinmektedir. 20, yüzyıl başlarında, türbe kubbesiz otup etrafı demir parmaklıkla çevrili idi.
[toggle title=”Zeyniyye Kabristanı” load=”hide”]Zeyniler kabristanı her ne kadar bir dergah kabristanı olarak kabul edilirsede o boyutu aşmış genel bir mezarlık halini almıştır. Sadece Zeyniyye tarikatı mensublarının değil yüzyıllar boyunca Bursa’nın Zeyniler Kabristanıbilginlerine ev sahipliği yapmıştır. Bilinen ilk mezar 1432 tarihli Abdullatif kudsi’nin mezarıdır. Molla Hüsrev ,Muslihiddin Tavil, Muhaşşi Hasan Çelebi, Müftü Ahmed Paşa, Şair Sun’i ve N,iyazi gibi isimlerin kabirlerinin yer aldığı bu mezarlıkta 70 civarında kabir vardır. Yadigar-ı Şemsi müelllifi 1400 kadar önemli ismin medfun olduğuna dair rivayet etmiş ve bir çok mezar taşının kaybolduğunu kayıt düşmüştür. Molla Hüsrev Medresesi Zeyniler Tekkesinin yakınında idi. XV. yüzyıl ortalarında Mehmed Bin Feramuz tarafından yapılmıştır. XX. yüzyıla kadar Medresenin faal olduğu bilinmektedir. Medresenin haziresi zamanla kaybolmuştur. Yalnızca Molla Hüsrev hz’nin kabri kalmıştır.
Kaynak ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları