Şeyhülislam Abdülkerim Efendi

Edirne – Merkez – Sultan cami yakınındaki Sıbyan mektebinde Osmanlı Devleti şeyhülislâmlarından ve velî. Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1495 (H. 900) senesinde Edirne’de vefât etti. Sultan İkinci Murâd Hanın beylerinden Mehmed Ağa tarafından, esir edilen hıristiyan çocukları arasında Osmanlı başşehrine …

Dürrizade Mehmed Ataullah Efendi

Çanakkale – Gelibolu – Yazıcızade Muhammed Efendi kabri civarında Osmanlı şeyhülislamı Dürrizade Mehmed Ataullah Efendi (1729-1785) Şeyhülislâm Dürrîzâde Mustafa Efendi’nin oğludur. İlk tahsilini babasından gördü ve şeyhülislâm çocuklarına tanınan imtiyazdan faydalanıp 1736’da henüz yedi yaşında iken aldığı icâzetle itibarî olarak müderrislik pâyesini elde etti. Uzunca …

Mehmet Refik Efendi ( Şeyhülislam )

istanbul – fatih camii haziresi Hayatı. . Küllü men aleyhi fan sabıkan şeyhü’l-islam ve müftiyü’l-enam olub, irtihal-i dar-ı beka eden merhum ve magfürun leh el Hac Mehmed Refîk Efendi’nin rühîçün ve kaffe-i ehl-i îman ervah içün el-Fatiha. Fî 26 Muharrem sene 1288 yevmü’l- erbi’a “yeryüzünde bulunan her …

Amasyevi Halil Efendi ( Şeyhülislam )

istanbul – fatih camii haziresinde Osmanlı devrinin 114. şeyhülislamıdır. 1804’de Çorum’un Mecitözü ilçesinde Mustafa Efendi’nin oğlu olarak doğdu, llköğrenimini Amasya’da yaptıktan sonra orta ve yüksek öğrenim için Konya’ya gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra geldiği Istanbul’da 1835’de müderris oldu. 1861’de İstanbul Kadılığı Bab naipliği’ne (kadı vekili) getirildi. 1864’te …

Zembilli Ali Efendi

Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde toplam 24 sene şeyhülislamlık yapan büyük İslam Alimi Zembilli Ali Efendi‘nin asıl adı Ala­addin Ali bin Mehmed bin Cemaleddin’dir. Mevlana Sini Ali Cemali lakabıyla da tanınmaktadır. Doğum tarihi kesin olarak bilinememektedir, Aksaraylı yahut Karamanlı olduğuna dair farklı görüşler vardır.

Tahsil hayatına memleketinde başlayan ve daha sonra İstanbul’a gelen Ali Efendi, Molla Hüsrev’in öğ­rencisi olmuştur. İlim tahsiline Bursa’da, Hüsamzade Mevlana Muslihüddin’in yanında devam etmiş ve ondan icazetini alarak müderrisliğe başlamıştır.

Fatih Sultan Mehmed döneminde Edirne’deki çe­şitli medreselerde talebe okutmuştur. Sadrazamla arasını açan bir olay nedeniyle müderrislik görevinden istifa ederek tasav­vufla ilgilenmeye başlamıştır. II. Bayezid’in padişah olmasıyla saraya davet edilen Ali Efendi, bu isteği geri çevirerek müder­rislik görevinde devam etmeyi tercih etmiştir. Bursa, İznik ve Amasya Medreselerinde bir müddet ilmi faaliyetlerini sürdür­müş, Amasya kadılığı yaptığı sırada görevinden ayrılarak hacca gitmiştir. Bu yolculuk vesilesiyle Mısır’da bir yıl kalarak zama­nının şöhretli ilimleriyle görüşmüş ve ilim meclislerine iştirak etmiştir. Hacda bulunduğu 1497 yılında, II. Bayezid tarafından şeyhülislamlığa atanmıştır.

Ali Efendi İstanbul’a döndüğünde, şeyhülislamlık vazifesiyle müderrisliği bir arada yürütmüştür. Kendisinden sonra gelen şeyhülislamlar da bu durumu bir gelenek haline getirerek Bayezid Medresesi’nde eş zamanlı müderrislik yap­mışlardır.

Dinin hükümlerine ölesiye bağlılığı, iktidarlar kar­ şısında eğilip bükülmeden tavizsiz duruşu ve şaşmaz adalet terazisiyle padişahların hayranlığını kazanan Ali Afendi, şey­hülislamlık görevini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde de sürdürmüştür. Devletin askeri ve siyasi meselelerinde de inisiyatif üstlenmiş, Mısır Seferi’nin fetvasını vermiş, Rodos Seferi’nde hazır bulunarak padişaha ve orduya manevi destek sağlamıştır. 1526 yılında İstanbul’da vefat eden Ali Efendi, Zeyrek’de yaptırdığı sıbyan mektebinin bahçesine defnedilmiştir.

Ali Efendi’nin “Zembilli” lakabını alması, fetva iste­yenlerin sorularını yazdıkları kağıtları koyabilmeleri için evi­nin penceresinden devamlı olarak zembil adı verilen bir sepeti aşağıya sarkıtması dolayısıyladır. İstanbullular alimin sorulara verdiği cevapları yine bu zembilin içinden alırlardı.

1998 yılına kadar gelebilmeyi başaran Zeyrekteki ­evi, maalesef duyarsızlık neticesinde yıkılmıştır.

Eserleri. Ali Cemâlî Efendi’nin ilmî gelişmeleri takip ederek kendisini sürekli yenilediği ileri sürülür ve kitaba da çok meraklı olup çeşitli yerlerden eserler getirttiği belirtilir. Başlıca eserleri şunlardır:

1. Muhtârât mine’l-Fetâvâ (Fetâvâ-yı Ali Efendi). Hanefî fıkhına dair bu telif eserin İstanbul kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 138; Esad Efendi, nr. 644; Fâtih, nr. 2387, 2388, 2389; Lâleli, nr. 1154).

2. Muhtasarü’l-Hidâye. Fıkha dair bir eserdir.

3. Risâle fî hakkı’d-devrân (Risâletü’d-deverân). Eserde sûfî raksının zikir maksadıyla yapılması durumunda haram olmadığı belirtilir ve eserin biri mensur, diğeri manzum iki nüshasının bulunduğu kaydedilir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3093/2) Risâle fî cevâzi devrâni’ṣ-ṣûfiyye adıyla kayıtlı nüsha Arapça ve mensurdur.

Âdâbü’l-evsiyâ adlı ahlâka dair eser Ali Efendi’ye nisbet edilirse de bu eserin oğlu Fudayl Çelebi tarafından kaleme alındığı tesbit edilmiştir

 

Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .

Molla Gürani

İstanbul – Aksaray’da Turgut Özal Millet caddesi üzerindeki Pir Mehmet Paşa camii yanında

Büyük Osmanlı alimi, müftüsü ve dördüncü Osmanlı şeyhülislamıdır. Bizzat Fatih’le beraber kuşatmaya katıldığı için Ni’melceyş olarak bilinir. Farklı rivayetler bulunmakla birlikte, hocası Makrizı (v. 1442) 1410’da doğduğunu söyler. Asıl adı Şemseddin Ahmed b. İsmail olmakla birlikte, doğduğu kasaba olan Güran’a (Kur’an) nisbetle Molla Gürani diye meşhur olmuştur. Güran kasabasının nerede olduğu belli değildir. Bununla birlikte Molla Güranı’nin kendisi Diyarbakır’ın Hıler köyünde doğduğunu söylemiştir.

İlim tahsili için çok genç yaşta Bağdat, Diyarbakır, Hasankeyf şehirlerini dolaştı. Şam’a gittiğinde 17 yaşındaydı. Buradan Kahire’ye geçti. Büyük alim İbn Hacer el-Askalani’den (v. 1449) ders ve icazet aldı. Kıraat, kelam, hadıs, tefsir, nahiv, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı alanlarında ciddi bir eğitim gördü. Kısa sürede ilmiyle temayüz etti. Öyle ki Mısır-Memluk Sultanı Çakmak’ın (v. 1453) dikkatini çekti ve sarayın yakın çevresine girdi. Ancak 1440 yılında bir başka alimle aralarında çıkan sorun hem görevinden alınınasına hem de Şam’a sürgün edilmesine sebep oldu. Bu sırada, hacdan dönen II. Murad’ın (v. 1451) çevresindeki alimlerden Molla Yegan’la (v. 1461) Halep’te karşılaştı. Molla Yegan‘ın teklifi üzerine birlikte Edirne’ye gitti.

Molla Gürani, bir müddet Bursa’daki medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, o sırada Manisa’da sancak beyliği yapan şehzade Mehmed’in hocalığına tayin edildi (1443). Bu birliktelik Fatih’in vefatına kadar devam etti.

1451’de kazasker oldu. Bu arada başlayan fetih hazırlıkları kapsamında Fatih’in istişare meclisinde yer aldı. Fetihten sonra komşu müslüman ülkelere gönderilen fetihnamelerin hazırlanmasına katkıda bulundu. Daha sonra Bursa kadılığına getirildi. Bir kararı sebebiyle kadılıktan alınsa da 1458’de Fatih’in görevine dönmesi ricası üzerine İstanbul’a geldi. Bursa kadılığı kendisine yeniden verildi. Ardından kadıasker oldu. 1480’de en yüksek ilmiye makamı olup daha sonra şeyhülislamlığa dönüşecek olan İstanbul Müftülüğüne getirildi. Talebesi Fatih Sultan Mehmed vefat ettikten sonra oğlu Beyazıd döneminde (1482-1512) yedi yıl daha bu görevini sürdürdü. 1488’de vefat etti.

İki cami, iki mescit, bir darülhadis medresesi, darülkurra, hankah, hamam ve mekteb yaptırmış olan Molla Gürani bunların ayakta kalabilmesi için birçok akar vakfetmiştir.

Kabri ziyarete açıktır.

Kaynak ; İstanbul’un Manevi Atlası , Dr. Necdet Yılmaz ( Editör) , Arifan Yayınları , 2011 ,

Şeyhülislam İbn Kemal Efendi

istanbul – fatih – mısır tarlası kabristanında

Osmanlı şeyhülislamı ve tarihçisi. Asıl adı Şemseddin Ahmed’dir. Babasının adı Süleyman, dedesinin adı ise Kemal Paşa‘dır. Şehzade Bayezid’e (II. Beyezid) lalalık yapan büyük babası Kemal Paşa’ya nispetle “Kemal Paşazade” veya “İbn-i Kemal” diye anılır. 15 Mayıs 1469’da dünyaya geldi. Doğum yeri olarak bazı kaynaklar Tokat’ı, bazıları da Edirne’yi kaydederler. İstanbul’un fethinde bulunan babası Süleyman, 1474’te Amasya, 1478’de de Tokat sancak beyliklerine tayin edilmiştir. Kemalpaşazade‘nin annesi, İran’dan gelip Tokat’a yerleşen Fatih Sultan Mehmed dönemi kazaskerlerinden Küpelioğlu Muhyiddin Efendi’nin kızıdır.

Küçük yaşta Kur’an-, Kerim’i ezberledikten sonra Amasya alimlerinden Arap dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça öğrenimi gören Şemseddin Ahmed, askerlikle temayüz etmiş bir ailenin mensubu olarak, aile geleneğine uyarak askeriyeye intisap etmiştir. Altı bölük sipahisi olarak II. Bayezid’in seferlerine katıldı.

Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın maiyetinde iştirak ettiği bir sefer esnasında, Sadrazam’ın huzurunda bir toplantı yapılır. Filibe’de yapılan bu toplantıya, Filibe’de müderris olarak bulunan Molla Lütfi de katılır. Müderris, orada bulunan paşalara ve beylere hiç aldırmadan en üst tarafa geçip oturur. Bu durum İbn-i Kemal’i çok etkiler. Alimlerin devlet adamlarından daha çok itibar gördüğüne kani olur. Ve: “Ne kadar uğraşsa da askerlikte böyle bir itibar kazanamayacağını, fakat çalışarak Molla Lütfi gibi olabileceğini”düşünür. Hemen askerlikten ayrılıp ilmiye sınıfına geçmeye karar verir. Sefer bitip Edirne’ye döndükten hemen sonra kararını hayata geçirir. O sırada Edirne Darülhadis’ine tayin edilen Molla Lütfi’nin derslerine başlar. Sur’atle ilerler. Edirne’nin en meşhur müderrislerinden ders görerek tahsilini tamamlar.

Bulunduğu Görevler

İlk olarak Edirne’deki Taşlık Medresesi’ne müderris olarak tayin edilir. Bu arada kendisine 33.00 akça ihsan edilip Türkçe bir Osmanlı Tarihi yazmakla görevlendirilir. Arkasından sırasıyla Üsküp İshak Paşa Medresesi (1505), bir yıl sonra Edirne’deki Halebiye ve Üç Şerefeli medreseleri, İstanbul’daki Sahn-ı Seman Medresesi müderrisliklerinde bulunur. Bunlardan sonra da o tarihlerde Osmanlı Devleti’nin en büyük medreselerinden olan Edirne’deki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine 1511’de tayin edilir.

Şiiler hakkında yazdığı risalesinde, Şiiler’le yapılacak savaşın cihad sayılacağını belirtmesiyle şöhreti artan Kemalpaşazade Yavuz Sultan Selim’in nezdinde büyük itibar kazanmıştır. Bu yüzden Yavuz kendisini 1515’te Edirne Kadılığı’na, 1516’da da Anadolu Kazaskerliği’ne getirmiştir.

İbn-i Kemal, Kazasker olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katılmıştır. Sefer dönüşünde, İbn-i Kemal‘in atının ayağından sıçrayan çamur padişahın kaftanına isabet eder ve kaftanı kirletir. Bunun üzerine Yavuz: “Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamurların medar-zinet ve bais-i mefharet” olacağını söyleyerek, çamurlu kaftanının, ölümünden sonra sandukası üzerine örtülmesini vasiyet eder (1517).

Kemalpaşazade’nin en önemli özelliklerinden biri de Ehl-i Sünnet itikadı, inancını savunuculuğudur. Bu durumunu Kanuni (1520-1566) devrinde de sürdürür. Kanuni devrinde de büyük itibar görmüştür. Kanuni devrindeki ilk görevi 100 akçeli Edirne Darü’l-hadis’i müderrisliğidir. (1520). Bu görevde iken Kanuni’nin seferlerine de iştirak etmişti. 1522’de Edirne Sultan Bayezid Medresesi, 1524’te İstanbul Fatih Medresesi müderrisliklerine tayin edilmiş ve görevini sürdürmüştür.

Şeyhulislamlığı

Devrin büyük alimlerinden, şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi‘nin vefatı üzerine, Mayıs 1526’da İbn-i Kemal şeyhülislamlığa getirilmiştir. Vefat tarihi olan 16 Nisan 1534 gününe kadar bu makamda kalmıştır. Böylece askeriyeden ayrılıp ilmiye sınıfına geçmesinin mükafatını görmüş oldu. İlmiye sınıfının en yüksek makamı olan şeyhülislamlığa yükselerek hayatını tamamladı .

İlmi şahsiyetinde gösterdiği üstün liyakatten dolayı kendisi “Müftiyu’s-sakaleyn” (insanların ve cinlerin müftüsü) diye anıla gelmiştir. O’nun vefatı üzerine: “Kemal ile birlikte ilimler öldü gitti:’ diye tarih düşülmesi, onun ilmi kişiliğinin bir ifadesidir.

Dönemlerinde yaşadığı (II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni) üç padişahın sevgi ve saygısını kazanan Kemalpaşazade hadis, tefsir, fıkıh, İlm-i kelam gibi dini ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe, dil ve tıp alanlarında da eserler vermiş çok yönlü bir alimdir. Birçok ilme olan vukufu ve bu alanlarda verdiği eserlerle 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ilim ve kültürünün en büyük temsilcilerinden biri olarak görülmektedir. Çok değerli alimler yetiştirmiştir. Kendisinden önceki alimleri unutturmuştur.

Osmanlı alimleri arasında ilmi kudretinden dolayı kendisi “el-muallimü’l-evvel” olarak kabul edilmiştir. İlmiye mesleğine intisap ettikten sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislamlık makamlarını elde etmiş ve kısa sürede devamlı bir yükseliş göstermiştir. İlmi ihtisası, muhakeme ve münazara kudreti, şer’i meseleleri çözme ve fetva verme konularındaki kabiliyetinden dolayı ayrı bir şöhreti vardı .

Muhyiddin İbnü’l-Arabi hakkında verdiği meşhur olumlu fetvası, Yavuz Sultan Selim üzerinde etkili olmuş, padişah Mısır dönüşünde dört ay kadar kaldığı Şam’da Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin kabrini tespit ettirerek üzerinde bir türbe, yanında bir cami ve bir de imaret yaptırmıştır.

Muhyiddin ibnü’I-Arabi hazretleri 1165-1240 yılları arasında yaşamış büyük bir alim, mütefekkir ve mutasavvıftır. Ortaya attığı “Vahdet-i vücud” nazariyesi, İslam aleminde yüzyıllar boyunca çeşitli tartışmalara yol açmış ve kendisine değişik ithamlar yöneltilmiştir. İbn-i Kemal vermiş olduğu meşhur fetvasıyle onu ithamlardan kurtarmıştır. Bu meşhur fetvada İbn-i Kemal şöyle der: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… Hamd, kulunu ihlaslı alimlerden ve nebi lerle resullerin varislerinden eyleyen Allah’a mahsustur. Salat, doğru yoldan sapanları ve saptıranları islah için gönderilmiş olan Muhammed (s.a.v.)’e O’nun aline, sapasağlam apaçık şeriatı tatbik etmek hususunda ciddiyet gösteren ashabınadır.

Ey insanlar! Biliniz ki, en büyük şeyh, kendisine tabi olunan en kerim kişi, ariflerin kutbu ve tevhid ehlinin imamı olan, Endülüslü Muhammed b. Ali el-Arabi, kamil bir müctehid ve faziletli bir mürşidtir. Onun, insanı hayrette bırakan menkıbeleri, harikulade haller, fazıllar ve alimler katında makbul birçok talebesi vardır. Kim onu inkar ederse, şüphesiz hata etmiştir. Ve o kişi, bu inkarında ısrar ederse dalalete düşmüştür. Sultana, o kişiyi terbiye etmek ve bu inancından döndürmek vacib olur. Çünkü sultan, iyilikle emretmek ve kötülükten nehyetmekle emredilmiştir.

Onun eserlerinde bazı meseleler vardır ki, keşif ve batın ehli olmayan zahir ehlinin idrak edemeyeceği gizliliktedir. Kim anlatılmak istenen manayı kavrayamazsa, Allah Teala’nın şu emrine göre, ona, bu konuda sükut etmek düşer: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Zira kulak, göz, kalb ve bütün hepsi ondan sorumlu olurlar” (İsra, 36 ). Allah doğru yola eriştirendir. Dönüş ve varış O’nadır. Bu sayfaya yazı yazan, şeriata uygun karar vermiştir. Bunu Ahmed b. Süleyman b. Kemal yazmıştır. Her şeyin sahibi yüce Allah onu affetsin:’

Kemalpaşazade birçok medreselerde görev alıp İslam hukuku alanında ders vermesi yanında kadı, kazasker ve şeyhülislam olarak uzun süre yasama ve yargı alanlarında da faaliyet göstermiş, İslam hukukunun usul ve füruuna dair çeşitli eserler kaleme almıştır. Osmanlı kanunnamelerinin hazırlanmasında etkin olmuş isimlerdendir. Yazdığı müstakil risaleler ve verdiği fetvalarla Osmanlı toplumunda birçok uygulamanın yerleşmesine öncülük etmiştir.

Değişik konularda pek çok eser vermiş olan Kemalpaşazade nesir yanında nazmı da başarıyla kullanmıştır. Divanının dışındaki hemen her eserinin gerekil gördüğü kısımlarında Arapça, Farsça ve Türkçe manzumelere yer vermiştir. O şiiri, hikmetli söz olarak görür ve bir fayda sağlamasını ister. Dili sade, ifade yapısı sağlamdır. Atasözlerini ve deyimleri sıkça kullanır, cinas sanatını başarılı bir şekilde uygulamıştır. Divan şairlerinin aksine hiçbir şiirinde mahlas kullanmamıştır. Sadelik ve akıcılık özelliklerini muhafaza eden sanatkarane nesri, kendi döneminden itibaren takdir edilmiştir. Divanının yazmalarından başka yayımlanmış matbu bir nüshası da vardır.

Kemalpaşazade zeki, müttakı, kinsiz, garazsız, meseleleri ferasetle değerlendiren, münazara ve münakaşadan hoşlanan, hoş sohbet ve nüktedan bir ali m. Gösterişten uzak, halkın daha iyi anlayabileceği bir üslupla eserler vermiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, tarih, dil ve tıp gibi pek çok alanda eser vererek yalnızca devrinin değil bütün bir Osmanlı medeniyetinin en seçkin alimleri arasında yer almıştır.

Vefatı Şeyhülislam Kemalpaşazade, 16 Nisan 1534’te İstanbul’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı dışındaki Mahmud Çelebi Zaviyesi haziresindedir. Onun ölümü üzerine: “Kemal ile birlikte ilimler öldü gitti:’ diye tarih düşülmesi, onun ilmi değerini ifade etmektedir.

Büyük hizmetlerde imzası bulunan ve 66 yıllık ömrü boyunca mütevazı ve sade bir hayat sergileyen Kemalpaşazade, vasiyetnamesinde cenazesinin dervişane bir şekilde kaldırılmasını ve kabri üzerine türbe yapılmayıp sadece bir taş dikilmesini istemesi de onun sade bir dini yaşayışı tercih ettiğini göstermektedir. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Allah şefaatlerine nail buyursun! Amin, amin, amin.

Eserleri Velud bir müellif olan Kemalpaşazade birçok alanda Türkçe, Arapça ve Farsça eserler yazmıştır. Eserlerinin sayısı konusunda kesin bir rakam vermek zordur. Kaynaklarda 179, 209, 214 ve 226 olarak değişik rakamlar verilmektedir. 1. Tevarih-i Ali Osman: Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Kanuni devrindeki Mohaç seferi sonu olan 1527’ye kadar on padişah devrini işleyen on ciltlik büyük bir eserdir. Devrin siyasi olayları ağırlıklı olarak işlenmiştir. Eserde teşkilat ve kültür tarihine ait önemli kayıtlar vardır. Osmanlı Devleti’nin hızla ilerlemesinin, gelişmesinin sebepleri üzerinde de durulmuştur. Mısır seferi, Mohaç seferi, İstanbul’un fethi ayrı ayrı bölümlerde ifade edilmiştir. 2. Divan: Münacat, na’tlar, iki kaside, mesnevi tarzında manzumeler, 400’den fazla gazel ve çok sayıda mukatta’ ile müfredden meydana gelen önemli bir eser. 3. Yusuf ile Züleyha: 7777 beyitten oluşan bir mesnevi. 4. Kaside-i Bürde Tercümesi: Meşhur Busiri hazretlerinin aynı adı taşıyan kasid esin in çevirisidir.

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları

Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi (k.s.)

İstanbul – Edirnekapı’da Mısır Tarlası kabristanın hemen arkasında yer alan Necati Bey kabristanında.

Eski Üsküdar kadılarından Paşmakçızade Mehmed Efendi’nin oğludur.1638 de İstanbul da doğmuştur. Seyyid Ali Efendi ; uzun yıllar medreselerde ilim tahsil etmiş ve en büyük fetva makamı olan Şeyhülislamlığa kadar yükselmiştir. Seyyid Haşim Efendiye intisap ederek Melami yoluna girmiş ve onun yegane müridi olmuştur. Vefatından sonra da Melami kutupluğuna geçen Seyyid Ali Efendi ; Haşim Efendi’nin prensiblerine sıkı sıkıya bağlı kalarak gizliliğe çok önem vermiştir. Lalizade Abdulbaki Efendi‘nin naklettiğine göre ; şeyhin kendisiyle tarikata dair meseleleri konuşabilen ihvanı dört, beş kişiyi geçmemiştir.

Şeyhülislam makamında bulunan Seyyid Ali Efendi ; Bayrami – Melamileri devlet içiresinde korumuş ve himmet etmiştir. Hazretin kutupluğu zamanında Seyyid Muhammed Buhari de kendisine intisab etmiş ve böylece Horasan ekolünden gelen Nakşibendilik ile Melametilik yeniden buluşmuş ve Müceddid – Melami adlandırılan bu ekol Seyyid Abdulkadir Belhi ile zirve yağmıştır.

Tasavvufi ve Melamilikle ilgili eserleriyle tanıdığımız Lalizade Abdulbaki Efendi de yine Seyyid Ali Efendi zamanında Melamiliğe intsab etmiştir.

1716 yılı Muharremin 4. günü vefat eden Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi , vasiyeti üzerine Sütçü Beşir Ağa’nın damadı Melami büyüğü Hacı Osman Ağa nın yanına defnedilmiştir.

Kaynaklar ;
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdulkadir Altunsu , Osmanlı Şeyhülislamları , 1972
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012

Fahreddin Acemi (k.s.)

Edirne’de – Darülhadis Cami bahçesinde , Kabri cami mihrabı önünde bulunmaktadır. Demiryolu yapılırken mezar taşları müzeye kaldırılmıştır.

Osmanlı devrinin ikinci Şeyhülislamıdır. İran’da doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. İran’da Seyyid Şerif Cürcani’den dersler almış, Osmanlıya gelince Molla Fenari‘nin oğlu Mehmed Şah Efendi’nin hizmetine girmiş , Bursa’da Sultan medresesine yardımcı hoca olmuş ve diğer medreselere de müderris olarak atanmıştır.Sultan II. Murad zamanında Edirne müftülüğüne getirildi.

Kanaatkar, doğru, namuslu bir kişiydi . Padişahın ödeneğini arttırmak istemesini kabul etmemiş ve ” Beytü’l-mal helaldir fakat hacet ve kifayetten fazlası helal değildir.” diyerek reddetmiştir. Hadis ilminde muktedir ve geniş bir bilgiye sahipti.II. murad ve Fatih sultan Han zamanında otuz yıl boyunca Şeyhülislamlık yapmıştır. Fatih Sultan Han zamanında gelişen Hurufilik akımına karşı çetin bir mücadele vermiş ve onların susturulmasını sağlamıştır.

Fâtih Sultan Mehmed Hanın veziri Mahmûd Paşa, evinde bir dâvet tertîb etti. Dâvete, hurûfî yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu. Sohbet ilerleyince, Mahmûd Paşa, kendilerini çok sevdiğini ve her dertlerini çekinmeden kendisine açabilecekleri ni söyledi. Vezirin bu aşırı sevgi ve muhabbetinden dolayı onu kendisinden zanneden bu kimseler, fırkalarının iç yüzünü anlatmaya başladılar. “Her testi içine konulanı sızdırır” sözü gereğince sapıklıklarını ve küfürlerini açıkladılar. Hattâ:”Allahü teâlâ (hâşâ) Fadlullah’a (Hurûfîlik bozuk yolunun kurucusu olup, 1393 senesinde Tîmûr Hanın oğlu Mirân Şah tarafından öldürülmüştü.) hulûl etmiştir.” dediler. Bunu duyan Fahreddîn Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak, bu sapıkların üzerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, sultânın sarayına sığındılar. Fahreddîn Acemî de peşlerinden koştu. Sarayda bunları yakaladı. Hâdiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed, edebinden Şeyhülislâma karşı ses çıkarmadı. Fahrüddîn Acemî, bu işi burada halletmek istiyordu. Hemen câmiye gitti, halkı câmiye çağırdı. Çok kalabalık toplandı.Fahreddîn Acemî hazretleri minbere çıkıp, bu hurûfî denilen kimselerin sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Kötü yolda olduklarını ve hemen idâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, idâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezâları infâz edildi. Çünkü bu sapıklar, fırkalarının kurucusu Fadlullah’ın yeryüzünde Allah’ın temsilcisi, hattâ insan sûretindeki şekli olduğunu söylüyor ve başkalarını da kandırmaya çalışıyorlardı. Bütün hurûfîler tesbit edildi. Hepsi yakalanıp idâm edilerek, Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi.

Edirne’de Üç şerefeli cami yanında bir medrese yaptırmıştır. 1460 yılında Edirne’de vefat etmiş ve Darul hadis camii’nin mihrabı önünde sırlanmıştır. demiryolu yapılırken kabir taşları müzeye kaldırılmıştır.

Kaynaklar ; 

Abdulkadir Altunsu , Osmanlı Şeyhülislamları , 1972
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları

Molla Hüsrev (k.s.)

Bursa – Emirsultan camii’nin çok yakınında bulunan Zayniler camiinin hemen yanında yer alan Zeyniler kabristanında.

Osmanlı alimlerinin önde gelenlerden olup, asıl adı Mehmed Bin Feramuz Bin Ali dir. Sivas ile Tokat arasındaki Kargın Köyünde doğduğu ve Türkmenlerin Üçok Koluna mensup Varsak boyundan olduğu anlaşılmaktadır. Müderrislik, kazaskerlik ve şeyhülislamlık görevlerinde bulunan Molla Hüsrev’in doğum tarihi belli değildir, 1480 yılında vefat etmiştir. Küçüş yaşta iken babasını kaybettiğinden Osmanlı emiri olan eniştesi Hüsrev Bey’in himayesinde eğitimini tamamladığından Hüsrev Kaynı diye çağırılırdı, daha sonra’da Molla Hüsrev adıyla meşhur olmuştur.

Sadeddin Taftazani’nin öğrencilerinden Mevlana Burhaneddin Haydar el Herevi’den ve Molla Fenari’nin çocuklarından Yusuf Bali Efendi’den ders almıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra ilk olarak Edirne’de Şah Melek Medresesinde daha sonra da II. Murad’ın Edirne’deki Halebiye Medresesinde müderrislik yapan Molla Hüsrev, 1444 yılında kazasker olarak atanmış 1446 yılında da Edirne Kadısı olmuştur.

Sultan II. Mehmed’i İstanbul’un fethi için teşvik eden devlet adamları arasında Molla Hüsrev de bulunmaktaydı bu yüzden Fatih’in nezdinde büyük itibara sahipti. Fetih ile birlikte Ayasofya Medresesi’nde ilk müderrislik görevi kendisine verilmiştir. 1455 yılında Bursa kadısı olarak gördüğümüz Molla Hüsrev, 1459 yılında İstanbul kadısı Hızır Bey’in vefatı üzerine yerine İstanbul kadısı olmuş ayrıca Eyüp,Galata ve Üsküdar kadılarıda kendisine bağlanmıştır.

Molla Hüsrev, Ayasofya’ya geldiğinde bütün cemaat ayağa kalkar ve kendisine saygı gösterirdi. Bu durumu gören Fatih Sultan Mehmed ” Zamanımızın Ebu Hanifesi Molla Hüsrev’dir ” diyerek iltifat etmiştir. 1426 yılında bir davette ortaya çıkan protokol kriziyle Fatih’e gücenen Molla Hüsrev İstanbul’u terk ederek Bursa’ya geldi ve Zeyniler’de bir medrese inşa ettirip dersler vermeye başladı. 1469 yılına kadar yedi sene boyunca Bursa’da kaldıktan sonra Fatih’in daveti üzerine yeniden İstanbul’a dönen Molla Hüsrev, şeyhülislamlık makamına tayin edilmiş ve 1480 yılında vefatına kadar bu görevde kalmıştır. Cenaze namazı Fatih camiinde kılındıktan sonra Bursa’ya nakledilerek Zeynilerdeki medresesinin haziresine defnedilmiştir.

Orta boylu, uzun sakallı, heybetli, diyanetperver ve mütevazi bir kişiliği vardı. Başına İmam-ı Azam tacı gibi küçük bir sarığı giyerdi. Konağında birçok hizmetçisi bulunmasına rağmen odasını kendisi süpürür ve temizler, kandilini de kendisi yakardı.

İstanbul2un Vefa semtinde bir de cami yaptırmış olan Molla Hüsrev, hukuk ve fıkıh alimi olduğu gibi iyi de bir şairdir, Türkçe ve Arapça şiirler yazmıştır. Medreselerde okutulan 12 kitap kaleme almışsa da en meşhuru Fatih’e takdim ettiği Dürer ve Gürer adlı eseridir.

Zeyniler Kabristanı

Zeyniler kabristanı her ne kadar bir dergah kabristanı olarak kabul edilirsede o boyutu aşmış genel bir mezarlık halini almıştır. Sadece Zeyniyye tarikatı mensublarının değil yüzyıllar boyunca Bursa’nın bilginlerine ev sahipliği yapmıştır. Bilinen ilk mezar 1432 tarihli Abdullatif kudsi’nin mezarıdır. Molla Hüsrev ,Muslihiddin Tavil, Muhaşşi Hasan Çelebi, Müftü Ahmed Paşa, Şair Sun’i ve N,iyazi gibi isimlerin kabirlerinin yer aldığı bu mezarlıkta 70 civarında kabir vardır. Yadigar-ı Şemsi müelllifi 1400 kadar önemli ismin medfun olduğuna dair rivayet etmiş ve bir çok mezar taşının kaybolduğunu kayıt düşmüştür. Molla Hüsrev Medresesi Zeyniler Tekkesinin yakınında idi. XV. yüzyıl ortalarında Mehmed Bin Feramuz tarafından yapılmıştır. XX. yüzyıla kadar Medresenin faal olduğu bilinmektedir. Medresenin haziresi zamanla kaybolmuştur. Yalnızca Molla Hüsrev hz’nin kabri kalmıştır.[/toggle]

Molla Hüsrev (k.s.) ‘un kabir taşı

ön yüzü ;                                                              Arka yüzü ;

Menba-ı ilm ü hüner varis                                 Mevlana Mehmed Bin Feramuz         

Ulum-ı Hazret-i Hayrül beşer                          Eş-Şehir bi-Mevlana Husrev

Fazlı hurşid eser                                                   tabe serah

Sahibu’d-dürer ve’l Gurer                                   sene  886

Mevlana Mehmed Hüsrev

sene 886

Kaynak ;
Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları