Bursa’da Ulucami ye çok yakında bulunan İsmail Hakkı Bursevi Dergahı camisinde İsmail Hakkı Bursevi hz’nin hemen yanında
Tekirdağ’da doğdu babası Hacı Ahmed Efendi , annesi Emine Hanımdır. Daha çocuk yaşta İsmail Hakkı Bursevi hz’nin yanında bulunmuş dualarına mazhar olmuştur. İsmail Hakkı bursevi hz’nin himmetleriyle Bursa’ya yerleşmiş seyr u sülukunu tamamlayıp icazet almıştır. Bursevi hz’nin oğlu Şeyh Bahaeddin Efendi’nin 1726’da vefatından sonra Tekkeye Şeyh olmuştur. Bir kez hacca giden Hikmeti Mehmed Efendi 8 Şubat 1752’de Tekke mescidi mahallesinde vefat etmiş ve Tekkenin haziresine İsmail Hakkı hz‘nin hemen yakınına defnedilmiştir.
Kabir taşında Şunlar yazılıdır ;
Salikan-ı Celvetiyye mürşid-i şeyhu’ş-şuyuh
A’ni kim Şeyh Hikmeti kabrinde rahatlar bula
Düşdi bir tarih Aziza Tab’ıma fevti içün
Cay-gah-ı Hikmeti Mevla kusur-ı adn ola
sene 1165 h.
İsmail Hakkı Bursevi Dergahı Haziresi
XVII. yüzyılda İsmail Hakkı Bursevi tarafından dergah olarak inşa edilmiştir. Buraya Hikmeti Tekkesi ve Cami-i Muhammedi de denilmektedir. 1843’de tarihinde diğer dergahlarla birlikte burası da tamir edilmiştir. 1900 yılında II. Abdulhamit Han zamanının ileri gelenlerinden Hacı Ali Paşa öncülüğünde yeniden onarılmıştır. 1925 ‘de tekkelerin kapanmasından sonra kur’an kursu olarak hizmet vermeye devam etmiştir.
Hazire’de kabri bulunanlar ;
1- İsmail Hakkı Bursevi (k.s.)
2- Aişe Hatun – İsmail Hakkı Bursevi hz’nin eşi
3- Şeyh Mehmed Hikmet Efendi (1753) – Tekke Şeyhi
4- Hikmeti Şeyh Mehmed Emin Efendi (1832) – Tekke Şeyhi
5- Hikmeti Şeyh Hacı İsmail Efendi (1896)
6- Şeyh Mehmed Efendi (1896) – Hikmeti Şeyh Hacı İsmail efendinin oğlu
7- Şerife Hanım (1896) – Hikmeti Şeyh Hacı İsmail efendinin eşi
8- Mehmed Şah Haki Dayesi (1726)
9- Hacı Mehmet Efendi
10- Cüveyriye Hayriye HAnım efendi (1846)
11- Şeyh Bahaeddin Efendi İbn Emin Efendi (1818) – Tekke Şeyhi
12- Şeyh Mehmed Bahaeddin bin Şeyh İsmail Efendi – Tekke Şeyhi
13- Eğercizade Hacı Hakkı Efendi
14- Seyyid Ahmed Hamid Efendi
15- Fevziye Hanım
16- Selime Hanım
17- Havlucu Hacı Nafiz Efendi
18- Hadimi Hasan Efendi
19- Seyyid Hafız Nasuh Efendi
20- Tutizade Hacı Mehmed Efendi
21- Hanife Hanım
22- Edirneli Havlucu efendi
Kaynak ;
Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları
Bursa’da Molla Fenari mahallesinde Seyyid Nasır caddesi üzerindeki türbesindedir.
Seyyid Nasır veya Seyyid Nasiruddin Buhari namı ile anılan bu zatın ismi Hüsrev dir. Baldırzade’nin rivayetine göre Abdal Murad Hazretleri ile Güldeste’nin ve Sefine-i Evliya ‘nın rivayetine göre Emir Sultan Hazretleri ile Kepecioğlu’na göre ise Emir Sultan ve Seyyid Usul ile beraber İslamiyeti yaymak ve hizmet etmek için Buhara ‘dan Bursa ‘ya gelen ilk mücahidlerdendir.
Pınarbaşı’nda İvaz Paşa ‘ nın üst taraflarında kendi adıyla anılan mahallede ve hal-i hazırdaki Seyyid Nasır Caddesi üzerinde sol taraftaki türbeye defnedilmiştir . Meşhed-i mukaddesleri her devirde ziyaretgah olmuştur.
Emir Sultan (k.s.) Hazretleri ile aynı asırda yaşamış olup, bunlar bazı ayinler törenler vesilesiyle buluşur bir araya gelirler ve aralarında pek çok sırlı hikmetli sözler söylerlerdi.
Saadetname isminde bir eseri vardır. Sultan Murad Han zamanında Buhara’dan gelen hayır sahibi tüccarlardan Şahabeddin Veli adında bir zat orada bir mescid ve bir de zaviye inşa etmiştir. 855/1451 tarihinde Şiilikle itham edilen bu zat şehid edilmiş ve mescid avlusuna defnıedilmiştir . ;( Bu zaviyede Buhara ‘ dan gelen seyyahlar kalır, bir hayli vakit ikamet ederlerdi.
Türbe-i şerifenin hizmeti ve zaviyedarlık vazifesi İsmail Hakkı Dergahı Şeyhlerine verilmiş Yadigar-ı Şemsi’ye göre 150 yıldır onların hizmet bakım ve onarımı altındadır.
Türbe üzeri yerli kiremidi ile örtülüdür. Eskiden burada Bursa’nın en eski servi ağacı bulunuyormuş. sonradan mülk sahibi bir vatandaş tarafından belediyeden izin alınarak kesilmiştir. Halen türbede biri eskimiş yıpranmış, diğeri sağlam iki sancak bulunmaktadır. Bundan anlaşıldığına göre Seyyid Nasır askerdir ve yönetici kademede bulunmaktadır . Ve Bursa’nın fethinde savaşan erenlerden biri olarak bilinmektedir.
Bursa’da Piremir mahallesinde Piremir caminin hemen yanında.
Asıl Adı Mehmed olup evlad-ı Resüldendir. Babası Seyyid Ali’dir. Emir Sultan hz‘ne yakınlığından dolayı kendisine Emir denmiştir. Doğum tarihi belli değildir.
Piremir Sultan hz’i , 1495 yılında Buhara’dan geldi. Emir Sultan camiine geldi ve Halka ; ” Ben Emir Buhari’nin kız kardeşinin oğluyum, bu sebeple Emir Buhari dergahında bulunmak benim hakkımdır ” dedi. Daha sonra kürsüye geçip birkaç defa vaaz etti ancak türkçesi çok iyi olmadığı için farsça vaaz etti ama halk pek bir şey anlamadı.
O zamanda emir Sultan dergahında Postnişin olan Abdurrahman efendi bu durumdan çok rahatsız oldu. Bu surede halk ikiye ayrıldı. Bir kısmı Abdurrahman efendiyi, bir kısmı da Piremir Sultanı destekledi. Daha sonra Abdurrahman efendi ; Darus Sultani’ye gidip kendisinin burada görevli olduğuna dair bir emri şerif getirdi. Taraflar arasında bir mahkeme kuruldu ve sorun çözülmeye çalışıldı . Ancak bir türlü sulh sağlanamadı. Hatta camii şerifde kubbe altında Abdurrahman Efendi meclisi toplanır , aynı anda mihrab yanında Piremir sultan meclisi toplanırdı. Çok zaman kavgalar yapıp dövüştüler. İki tarafta çok yıprandı.
O sırada Rumeli Yenişehirinde irşadla meşgul olan Emir Sultan hz’nin halifelerinden Şeyh Hacı Halife Bursa’ya gelip duruma müdahale etti ve halkı Abdurrahman efendi etrafında birleşmeye çağırdı. Halkın çoğuda Abdurrahman efendi’nin meclisine dahil oldular . Piremir Sultan’ın dostlarından Hoca Ali zade meseleye müdahil oldu ve Musa Baba camiinin üst tarafında Piremir Sultan‘a bir camii ve zaviye inşa ettirdi ve sorun çözüldü. Piremir Sultan hazretleri bu dergahta irşad hizmetlerini sürdürdü ve vefatında da aynı dergahın bahçesinde defnedildi. Günümüzde Dergahtan eser kalmamıştır.
Piremir Camii haziresi
Cami ve türbe tamamen harap durumda iken 1962 yılında esaslı şekilde onarılarak kurtarıldı. Türbe’nin etrafında son yıllarda teşekkül etmiş geniş bir mezarlık vardır. Eski mezar taşlarının çoğu kaybolmuştur. Tarihi kayıtlara göre bu hazire de medfun bulunan dört önemli kişi vardır ancak ne yazıkki mezar taşları ve yerleri belli değildir. Bunlar ;
1- Şeyh Ali Efendi – Piremir Dergahı Şeyhi (1713)
2- Ataullah Mehmed Efendi – Piremir Türbedarı (1853)
3- Şeyh Hüseyin Sabit Efendi – Ramazan Baba -Piremir ve Seyyid Baba dergahı Şeyhi ( 1908)
4- Şerif efendi bin Sabit Efendi (1918[/toggle]
[toggle title=”Menkıbeleri” load=”hide”]Bir Gün Dergahına bir grub misafir geldi. Namaz vakti olduğu için abdest alınacak yer sordular. Oda elindeki asa ile batı tarafında abdest alınacak suyun yerini işaret etti. Giden misafirler, gösterilen yerde suyun olmadığını görüp döndüler . Durumu Piremir Hz’ne bildirdiler oda yerinden kalkıp ; ” Beni takip ediniz ve biraz sonra geliniz” diyerek günümüz de Asa suyu deinlen yere gitti. Arkasından gelen ziyaretçiler de , biraz önce su bulmadıkları bu yerde , henüz kaynmaya başlamış bulanık bir suyun aktığını gördüler. Ogünden beri bu suya Asa suyu denilmektedir. ,
————
Bursa’nın Yunan işgali sırasında , bir yunanlı asker Piremir hz’nin türbesine giderek ata biner gibi mezarın üzerine çıkıp, kötü sözler söylemeye başladı. O anda askerin ayakları kurudu. Feryadı üzerine arkadaşları tarafından türbeden çıkaralın askerin durumu komutana bildirildi komutanda Piremir Sultan hz’nin civarını yasak bölge ilan etti.
Kaynak ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2 İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları
Bursa ‘da Zeyniler caminin üst tarafında yer alan Musa Baba camiinin avlusunda
Aslen Azerbeycan’ın Hoy şehrindendir. Piri de Yatağan Baba adında meşhur bir velidir. Ahmed Yesevi hz’nin halifelerinden Anadoluya gelen Horosan erenlerindendir.
Kaynaklarda ölüm ve doğum tarihi ile ilgili bir kayıt yoktur. Geyikli Babayla aynı zamanda yaşamıştır. Bursa’nın fethinden önce bursaya gelen kırk abdaldan biri olduğu rivayet edilir. Bursa’nın fethi esnasında Sultan Orhan’a maddi ve manevi yardımlarda bulunmuş, savaşlara katılmış, can-ı gönülden mücadele edip ,fetihden sonra da Emir Sultan semtinin üst taraflarında bağlık bahçelik yüksekce bir tepeye dergahını açmış ve burada vefat etmiştir.
Musa Baba camii ve haziresi
Musa Baba caminin kıble tarafında Abdal musa hz’nin türbesi vardır. Batı tarafında ise Şeyhülislam Abdülkadir efendinin aile mezarlığı bulunmaktadır. Ayrıca yazısız olan üç kabir taşı daha vardır.
Hazirede olanlar ;
1- Abdal Musa Baba
2- Şeyhülislam Abdülkadir Efendi
3- Hamza Dede ( Emir Sultan Halifesi 1601)
Bir çok Anadolu velisinde olduğu gibi, Abdal Musa‘nın da yaşadığı ve tekkesini kurduğu yöre hakkında farklı görüşler ve belirsizlikler vardır. Bursa’da olduğu gibi Antalya’nın elmalı yöresinde Abdal Musa isminde bir Tekke vardır. Yeniçeri ocağının kaldırılmasına kadar Bektaşi tekkesi olarak faaliyet gösteren tekke daha sonra nakşilerin eline geçmiştir.
Kaynak ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları
Bursa’da Tahtakale mahallesinde yer alan İnebey Caddesi ile gözede sokağının kesiştiği yerde
Adı Gözedeci Mehmed Efendi‘dir . Ravza-i evliya ve Gülizar-ı İrfan’da ;” Mezarı ihtiyar ve genç, ziyaret edenlerin Allah rızası için yaptıkları duaların kabul olduğu yer olup her ne husus için ruh-ı şeriflerinde istimdad etseler , elbette muradlarına kavuşup faydasını gördükleri tecrübe ile sabittir. ”denir.
Bir başka rivayete göre de ; Bu zatın ” Aşık Cemal ” adında birisi olduğu ve sevdiği uğruna fedakarlık gösterdiği söylenmektedir.
Kaynaklar;
Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Bursa – Nalbantoğlu Mahallesinde Akbıyık caddesi üzerinde . İpekçioğlu sokağının tam karşısındadır.
Akbıyık Sultan Tekke ve Haziresi
Şimdiki türbesinin olduğu yerde dergahı ve mescidi vardır. Dergah bir müddet Bektaşilerin eline geçmiş, daha sonra terk edilerek ev olarak kullanılmıştır . Günümüzde ise Dergah Yok olmuş , türbe ve hazire ise kalmıştır. haziresinde ;
Mehmed Ağa Bin Ahmed
Hacı Hüseyin Kazım Efendi ( Akbaba ailesinde – müderris)
Hafız ahmed efendi
Seyyid Hacı Hafız İmadeddin Efendi ( Akbaba ailesinde – müderris)
Mehmed Emin Efendi
Edhem Efendi ( Kadı – Rufai )
ve on dort tanede isimsiz kabir taşı bulunmaktadır.[/toggle]
Akbıyık Sultan ; Meczub velilerden olup , II. Murat Ve Fatih Sultan Mehmet Han döneminde yaşamıştır. Asıl adı Abdullah , Muhyiddin veya Ahmed Şemseddin’dir. Babasının adı ; Hacıoğlu’dur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Hacı Bayram Veli hz’nin sohbetlerine katıldı. Onun feyz ve bereketiyle kemale erdi. Onun huzurunda tevbe ve inabetle , mücahede ve riyazat edip kalblere şifa olan sözleri ile ileri derecelere ulaştı.
Akbıyık Sultan bir taraftan hocasının sohbeti ile bereketlenirken diğer taraftan İkinci Murâd Han’ın haçlılar ve diğer din düşmanlarına karşı giriştiği cihâd hareketine de katıldı. Giriştiği seferlerde, Hacı Bayrâm-ı Velî hazretlerinin diğer talebeleri ile birlikte büyük kahramanlıklar gösterdi. Böylece Osmanlıların Rumeli’deki yayılmasında önemli hizmetler gördü.
Bu gazâlarda gösterdiği başarılardan birinin sonunda İkinci Murâd Han tarafından Yenişehir köylerinden bir tanesi kendisine temlik edildi (1437). Bu parayı ticarette kullanan Akbıyık Sultan kısa zamanda malının hesâbını yapamayacak kadar zenginleşti. Mal, mülk meşgûliyeti az zaman içinde, hocasının sohbetinden daha az istifâde etmesine yolaçtı. Bu sebeple birgün hocası Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, dünyâya ve onun geçici lezzetlerine bağlanmanın mahzurlarından bahsederek Akbıyık Sultan’a;
“Evlâdım bu dünyâ fânîdir. Malı mülkü elde kalmaz. Ne kadar malın olsa murâd alamazsın. Âhiretten gâfil olma. Zîrâ gidişin dönüşü yoktur. Allahü teâlâdan gayri işlere tutulmaktan kurtul. Devamlı bâki kalan işlerle meşgul ol.”
“Hocam! Peygamber efendimiz; “Dünyâ, âhiretin tarlasıdır.” buyuruyor. Bu sebeple dünyâ malı ile de meşgul olmak gerekmez mi?”
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri uzun bir sükûttan sonra;
“Evlâdım! Mâdem ki dünyâyı terk edemiyorsun, öyle ise bizi terket. Bu dergâhta dünyâ ile meşgul olanların işi yoktur.” buyurdu.
Akbıyık Sultan bu sözler üzerine kapıdan dışarı çıkarken tam eşik üzerinde başından sarığını düşürdü. Bunu hocasının bir kerâmeti bilip günü gelince sebebi meydana çıkar, düşüncesiyle alıp başına giymedi.
Akbıyık Sultan’ın bundan sonra topladığı altın ve gümüş para sayılamayacak ölçüde arttı. Ancak gönlünü hiç bir zaman para ve pula kaptırmadı. Eline geçen para da hiç bir zaman kendisinde kalmadı. Fakir, fukarâ, kimsesiz, öksüz, yetim, dul, borçlu ve gariplerin sığınağı oldu. Bursa’da büyük bir imâret yaptırarak gelen geçen yoksullara ikramlarda bulundu. Misâfirleri ağırladı. O dağıttıkça parası artıyor, parası arttıkça o da dağıtmaya devâm ediyordu. Bu arada Alâeddîn Ali el-Arabî hazretlerinin derslerine devam ederek ilimde ilerlemeye de gayret sarfediyordu.
Ve nihâyet… Hocasının kerâmeti tahakkuk etti. Sarığının eşik üzerinde düşmesinin esrârı aydınlandı. Yine şeyhi ve üstâdı Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin eşiğine yüz sürdü. Mübârek sohbetlerine tekrar kabûl olunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Hocasının sekiz halîfesinden biri olma şerefine kavuştu.
Akbıyık Sultan , İstanbul’un Fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet Han’ın yanında bulunmuş devamlı askeri teşcî’ edip coşturuyor, duâ ve sözleri ile onları gayrete getiriyordu. İstanbul’un fethi Molla Gürani , Molla Fenari , Akşemseddin ve Akbıyık Sultan gibi gönül erlerinin himmeti ile gerçekleşmiştir.
Fâtih Sultan Mehmed Han fetihten sonra İstanbul’da yaptırdığı câmilere bu gâzi şeyhlerin isimlerini verdi. Akbıyık Sultan adına da Ayasofya’nın alt tarafında yer alan Cankurtaran civârında bir câmi yaptırdı.
Akbıyık Sultan ömrünün son yıllarını Bursa’da talebe yetiştirmek, zikir taat ve ibadetle meşgul olmak ve yine fukaraya yardımda bulunmakla geçirdi. Bazı yazma mecmualarda rastlanan , ”Şems-i Huda” mahlaslı tasavvufi şiirlerin ona ait olduğu tahmin edilmektedir.
860 / 1456 senesinde aşk-ı ilahi ile beka alemine göçtüğünde Ulu cami’nin üst tarafında Sarrafiye Medresesi karşı hizasında mukim olduğu yerdeki mescid haziresine defnedildi. Arkasında pek çok hayır müesseseleri ve binlerce talebe bıraktı.
İstanbul’da bir, Bursa’da iki mahalle, dergah ve cami Akbıyık Sultan adıyla anılmaktadır.
Kaynak ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2 İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları Mustafa Kara , Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler , Bursa Kültür A. Ş. yayınları Hasan Basri Öcalan – Bedri Mermutlu , Bursa Hazireleri , Bursa Kültür A.Ş. yayınları
Bursa ‘da Aydede semtinin altında yer alan Molla Fenari caminin bahçesinde , dedesi Molla fenari hz’nin yanındadır. Ancak kabir taşı ne yazıkki hazirede yoktur.
Osmanlı devleti’nde yetişen büyük alim ve velilerdendir. Osmanlı’nın İlke Şeyhülislamı Molla Feneri hz’nin torunudur.Adı , Ali b. Yusuf Bali b. Şemseddin Muhammed Fenaridir. Gençliğinde tahsil için İran’da meşhur olan Herat’a gitti. Sonra Semerkand ve Buhara’ya döndü. İlmin her dalında ihtisas yapma imkanı buldu.Sonra memleketini çok özledi ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın ilk zamanlarında Anadolu’ya geldi.
Diğer taraftan büyük âlim Molla Gürânî hazretleri, Fâtih Sultan Mehmed Hana her zaman Molla Fenârî‘nin çocuklarının korunmasını belirtir ve onlardan birisinin yüce dîvân üyesi olacağını söylerdi.
Alâeddîn Ali Anadolu’ya ayak basınca, durumunu Pâdişâh’a bildirdi. Âlimleri çok seven Fâtih Sultan Mehmed Han, Hocasının da sözlerini hatırlayarak onu Bursa’daki Manastır Medresesine müderris tâyin etti. Sonra da, Sultan İkinci Murâd Medresesinde vazîfelendirdi. Ardından Bursa kâdısı, en sonra da kâdıasker yaptı. On yıl bu yüksek mevkide kalarak, ilmin ve âlimlerin şerefini korudu. Pekçok âlim, onun yüksek himmetiyle, lâyık oldukları şerefli hizmetlerin zirvesine ulaştı. Bir süre sonra kâdıaskerlik vazîfesinden ayrıldı ve emekli oldu.
Sultan İkinci Bâyezîd Han pâdişâh olunca, Rumeli kâdıaskerliğine getirildi. Sekiz yıl bu vazîfede kaldı. Sonra bu vazîfeden ayrılıp, Bursa’ya döndü. Burada günlerini ders okutmak ve ibâdet etmekle geçirip, Cumâ ve Salı günlerinin dışında her gün ders verir, gayretle çalışırdı. Senenin üç mevsiminde, Keşîş Dağı eteğinde, halenKadı Yaylası denilen yerde bir ev yaptırıp, orada oturmağı âdet edinmişti. Derslerini de burada okuturdu. Ancak kışın şiddetli zamânında şehire inerdi. Dâimâ ilimle meşgûl olurdu. Yatakta yatmazdı. Uyku bastırınca duvara dayanır, önünde kitap dururdu. Uyanınca kitaba bakardı. Bu kadar çok ilim sâhibi olmasına rağmen, fazla kitap yazamadı. Çünkü vakitlerinin çoğunu, kâdılık ve ders okutmakla geçirdi. Sâdece nahivde Kâfiye Şerhi’ni ve bir de, matematikte Tecnîs’in bir kısmının şerhi olan bir risâleyi yazdı. Matematik ilminin her dalında mâhir idi. Kelâm, usûl, fıkıh, belâgat ilimlerinde pek derin bir âlim idi. Akıllı, edebli ve vakûr idi.
Alâeddîn Ali, tasavvuf ilmiyle uğraşmaktan da büyük haz duyardı. Aklî ve naklî ilimlerde yüksek derecelere eriştikten sonra, tasavvufta mürşid-i kâmil derecesine yükselmiş olan Şeyh Hacı Halîfe’nin huzûruna gidip, ona talebe oldu. Bu zât, Zeyniyye yolunun büyüklerinden idi. Vefâtına kadar onun yanından ayrılmadı, böylece yüksek mârifetlere kavuştu.
Alaeddin Ali Efendi ; 903/1497 yılında Bursa’da vefat etti ve Dedesi Molla Fenari’nin yanına defnedildi. Kaynak ;
Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları
Bursa ‘da Aydede semtinin altında yer alan Molla Fenari caminin bahçesindedir. Üftade Tekkesi ve Üçkuzular caminin hemen yakınındadır . Bursa çarşıda Üftade hz’nin türbesinin arkasından dolmuşlar Üçkuzular camiine gidiyor.
Molla Fenari 751/1350 senesinde safer ayında Horasan’ın Maveraünnehir bölgesinde , Fenar kasabasında doğdu. Babasının adı Hamza idi.Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı “Fenârî” nisbetiyle meşhur oldu. Molla Fenari ismi ile meşhur oldu. İlk tahsilini babasından aldı. Ve yine babası Hamza ve Şeyh Hamid-i Veli ‘den tasavvuf dersleri aldı. Yirmi yaşına geldiğinde ilim tahsilini arttırmak amacıyla Mısır’a gitti. Burada ünlü Alim Şeyh Ekmeleddin hz ve bir çok alimden Şeriat ilimleri , kozmoğrafya , matematik ve diğer bir çok ilimi tahsil etti. İlim tahsilini tammaladıktan sonra Anadoluya dönerek Bursa’ya yerleşti.
Bursa’ya geldikten sonra 770 senesinde Manastır medresesine müderris, 771 yılında da Bursa’ya Kadı oldu. Molla Fenari aynı zamanda Osmanlı Mülkünde Müftü idi ve bu üç görevi birlikte yürüttü. Bu ilmi hlak arasında şöhret buldu ve ; her cuma Camii şerife giderken havas ve avam bütün halk, evi ile cami arasında izdiham eder ve onu selamlarlardı.
Molla Fenari bir ara Sultan ile aralarında çıkan bir münazaradan sonra Sultana gücenerek , Bursa’daki hizmetlerini tamamen bırakıp Karaman’a gitti. Karaman Beyi ona çok iltifat ve ihsânlarda bulundu. Ders okutması için ricâda bulundu. Orada da ders verip talebe yetiştirdi. Burada, Yâkub-i Asfâr ve Yâkûb-i Esved gibi zâtlar ondan istifâde edip, ilimde yüksek dereceye ulaştılar. Molla Fenârî, bu iki talebesiyle dâimâ iftihâr ederdi. Karaman Beyinin kızı Gül Hâtun ile evlenerek, iki oğlu, iki kızı oldu. SonraOsmanlı Sultânının dâveti üzerine tekrar Bursa’ya geldi. Eski hizmetlerine devâm etti. İki oğlu da, kendisi gibi âlim olarak yetişti. Onlar da Bursa’da kâdılık yapmışlardır.
822 yılında, ilk defâ Hicaz’a gidip hac yaptı. Hacdan dönerken, Mısır Sultânı Melik Müeyyid, Mısır’da kalarak ders vermesini ricâ etti. Bir müddet kalıp, ders okuttu. Birçok ulemâ ve evliyâ ile sohbet etmiş ve çeşitli meseleleri muhâsebe ve müzâkere etmişlerdir. Bu yolculuğu esnâsında Kudüs-i şerîfi de ziyâret etmişti. Çelebi Sultan Mehmed Hân dâvet edince, Bursa’ya geldi. Bu haccında Medîne-i münevverede iken, orada vefât eden büyük velî Şâh-ı Nakşibend’in halîfesi Muhammed Pârisâ’nın cenâze namazında bulundu.
Tasavvufa karşı derin bir ilgisi ve alakası vardı. Özelikle Somuncu Baba’dan çok feyz almıştır. Büyük bir velî ve yüksek âlimlerden olan Somuncu Baba, önceleri Bursa’da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenârî de Bursa’da kadılık yapıyordu.Somuncu Baba’nın ilimdeki ve velîlikteki üstünlüğünü bilenlerdendi. Sultan Yıldırım Bâyezîd, Niğbolu zaferinden sonra Bursa’da Ulu Câmiyi inşâ ettirmeye başlamıştı. İnşâat sırasında, câmide çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba karşılamıştı. Câminin inşâsı bittiğinde, açılış günü Cumâ hutbesini okumak üzere Pâdişâhın dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan hazretlerine vazife verilmişti. O gün orada, Molla Fenârî ile berâber büyük bir âlim topluluğu da vardı. Tam Cumâ vakti gelince, Emîr Sultan hazretleri; “Sultânım, zamânımızın büyüğü burada bulunurken, bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu câmii şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât, şu kimsedir!” diyerek Somuncu Baba’yı işâret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, Pâdişâhın emri üzerine mimbere doğru yürüdü. Emîr Sultân’ın yanına gelince; “Ey Emîr’im! Niçin böyle yapıp, benim hâlimi ele verdiniz?” dedi. Emîr Sultan da: “Sizden daha üstün bir kimse göremediğim için böyle yaptım” cevâbını verdi. Cemâat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba’nın okuyacağı hutbeyi merakla beklemeye başladılar. Mimbere çıkan Somuncu Baba, öyle güzel bir hutbe îrâd buyurdu ki, o zamana kadar cemâat böyle bir hutbeyi hiç kimseden dinlememişti. Hutbede; “Ulemâdan bâzısının, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı bulunmaktadır. Onun için, bugünkü hutbemizde bu sûrenin tefsîrini yapalım.” buyurdu. Fâtiha sûresinin yedi türlü tefsîrini yaptı. Bu konuda nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa’da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kâdı Molla Fenârî; “Somuncu Baba, önce bizim bu sûrenin tefsîrindeki müşkilimizi halletti. O, bunun büyük bir kerâmetiydi. Çünkü, Fâtiha’nın birinci tefsîrini bütün cemâat anlamıştı. İkinci tefsîrini, cemâatin bir kısmı anladı. Üçüncüsünü anlayanlar çok azdı. Dördüncü ve sonraki tefsîrlerini, içimizde anlıyan yok gibiydi.” demekten kendini alamamıştı.
Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Baba’yı ilk ziyâret eden Molla Fenârî oldu. Bu ziyâret sırasında ona; “Efendim, bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat anlıyamadığım bâzı yerleri vardı.Bu hutbeniz ile, anlıyamadığım yerleri açıklamış oldunuz. Medresede, hizmetlerimizin karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Helâl olmasında hiç şüpheniz olmasın. Kabûl buyurursanız, bunu size hediye etmek ve ayrıca sizin talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum.” deyince, Somuncu Baba ona teveccüh edip duâ eyledi. Molla Fenârî, çok feyz ve mârifetlere kavuştu. Yazdığı tefsîrlerinde bu ince mârifetleri beyân eyledi. Bir cild büyüklüğündeki Fâtiha Tefsîri, bu ince bilgilerle doludur.
Bu hâdiseden sonra büyüklüğü herkes tarafından anlaşılan Somuncu Baba; “Sırrımız ifşâ oldu. Herkes bizi tanıdı.” diyerek Bursa’dan ayrılmak istedi. Bir sabah erkenden, Gaves PaşaMedresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı.Somuncu Baba’nın Bursa’yı terk etmekte olduğunu haber alan Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip, Bursa’da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat, kabûl ettiremedi. Sonunda Bursalılara duâ etmesini taleb etti. Bu çınarın yanında Bursa’ya dönerek, feyizli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti. Birbirine vedâ ederek ayrıldılar. “Duâ Çınarı” denilen bu ağaç, Bursa’nın Ankara yolu çıkışındadır.
XV. yüzyılın ilk yarısında Bursa’ya gelerek tarikatını neşreden Abdullatif Kudsi, allame Molla Fenari ile görüşürüp onu tarikatına almıştır. Molla Fenari daha sonra Zeyniyye tarikatının Osmanlı’da yayılmasında birinci derecede rol oynamıştır.
Molla Fenârî, İpekçilikten çok iyi anladığından, kendisine yetecek kadar parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Süslü elbiselerle dolaşmaktan hiç hoşlanmazdı. Gâyet mütevâzî giyinir, başında bir dolama ile dolaşırdı. Böyle giyinmesinin sebebini soranlara; “Elimin kazancı, daha fazlasına yetmiyor.” cevâbını verirdi.
Molla Fenari’nin vefatında kütüphanesinde on bin cilt kitabının olduğu görülmüş olup , tefsir , fıkıh , usul-i fıkıh , mantık ve daha başka ilimlerde 100 den fazla eser yazmıştır. Başlıcaları şunlardır: 1) Ayn-ül-A’yân: Fâtiha sûresinin tefsîridir. 2) Füsûl-ül-Bedâyi’ fî Usûl-iş-Şerâyi’, 3) Îsâgûcî Şerhi: Mantık ilmine dâir, bir günde yazdığı çok kıymetli şerhtir. Îsâgûcî’ye yaptığı bu şerhi, mantık ilmini çok güzel açıklamaktadır. Buna, bir gün sabahleyin başlamış, güneş batarken bitirmiştir. Bu mantık kitabı, medreselerde uzun zaman ders kitabı olarak okutulmuştur. 1886 (H.1304) yılında İstanbul’da basılmıştır. 4) Enmûzecü’l-Ulûm: Yüze yakın ilme âit meseleyi ihtivâ eden ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, oğlu Muhammed Şâh tarafından şerh olunmuştur. 5) Ferâiz-i Sirâciyye Şerhi, 6) Şerh-i Mevâkıb üzerine Ta’likât, 7) Esâs-üt-Tasrîf, 8) Esmâ’il-Fünûn, 9) Es’ile, 10) Risâletü Ricâl-il-Gayb, 11) Risâletün fî Menâkıb-iş-Şeyh Behâüddîn-i Nakşibendî, 12) Şerhu Usûl-il-Pezdevî, 13) Şerhu Telhîs-il-câmi’ el-Kebîr: Fıkıh ilmine dâirdir. 14) Şerhu Telhîs-il-Miftâh: Me’ânî ilmine dâirdir. 15) Şerh-ur-Risâlet-il-Esîriyye fil-Mîzân, 16) Şerhu Fevâid-il-Gıyâsiyye: Me’ânî ve beyân ilimlerine dâirdir. 17) Şerhu Mukatta’ât. 18) Şerh-ul-Mevâkıb: Kelâm ilmine dâir bir eserdir. 19) Hâşiyetün alâ Şerh-ış-Şemsiyye: Seyyîd Şerîf Cürcânî’nin eserine yaptığı kıymetli bir hâşiyedir. 20) Hâşiyetün alâ Dav’ıl-Miftâh, 21) Şerh-ul-Misbâh: Nahiv ilmine dâirdir. 22) Hâşiyetün alâ Şerhây-is-Seyyid ves-Sa’d lil-Miftâh, 23) Uveysât-ül-Efkâr fî İhtiyâri ülil-Ebsâr: Aklî ilimlere dâir yazdığı bir eser olup, fen ilimlerinde zor problemlerin çözüm şekillerine karşı îtirâzları inceler. 24) Misbâh-ul-Uns, Beyn-el-Ma’kûl vel-Meşhûd fî Şerh-i Miftâh-i Gayb-il-Cem’i vel-Vücûd: Sadruddîn-i Konevî’nin Miftâh-ul-Gayb adındaki eserinin şerhidir. 25) Mukaddimet-üs-Salât.
Molla Fenari 1431 / 834 yılında Recep ayında vefat etti. Kabri şerifi ;Bursa ‘da Aydede semtinin altında yer alan Molla Fenari caminin bahçesindedir. Üftade Tekkesi ve Üçkuzular caminin hemen yakınındadır
Kaynaklar ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Osman Gazi 1324 yılında. Bursa’yı alamadan ölmüştü. Ölmeden önce de, çok uzaklardan görülen Gümüşlü Kubbe’ye gömülmesini vasiyet etmişti. Gümüşlü Kubbe, bugün Tophane’de bulunan, Osman ve Orhan Gazi’nin gömülü olduğu yerdeki Saint Elie Manastır idi. Uzaktan parıldayan kubbeleri nedeniyle bu adıyla anılmıştır. Bu manastır, 1855 depremi ile öyle yıkıldı ki, onu tekrar eski haline getirmek asla mümkün olamadı. 1863 yılında Sultan Abdulaziz tarafından yeniden yapılmaya başlanınca, manastır iki yapıya ayrıldı. Osman ve Orhan Gazi türbeleri dışındaki yapılar yıkıldı. Ancak Orhan Gazi türbesinin zemin mozaikleri, halen o eski Bizans Manastırına aittir. Orhan Gazi Türbesi Osman Gazi’nin Türbesi’nin hemen yanında yer alır. Dört köşeli, dört mermer sütun üzerine kumlu olup, türbenin zemininde Bizans Manastırı’nın kalıntısı olan mozaik parçaları bulunur. Orhan Gazi Türbesi’nin aslinda Osman Gazi Türbesi ile yan yana olduğu, Sultan AbduLaziz zamaninda ikiye bölünerek bugünkü halini aldığı bilinmektedir. Türbenin ortasinda yer atan Orhan Gazi’nin ahşap işlemeli muhteşem kabri, yeşil örtülü ve pırinç parmaklıdır. Türbede; Cem Sultan’ın oğlu Abdullah (1481), kapı tarafında II. Bayezid’in oğlu Korkut (1513), yanında hanımı Nilüter Hatun, oğlu Kasım Çelebi. Yıldırım Sultan’ın oğlu Musa Çelebi, kızı Fatma olmak üzere toplam 21 kabir yer almaktadır
Sultan Osman Gâzi’nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gâzi’nin vefât ettiği 1281 senesinde Söğüt’de doğdu. Annesinin, Osman Gâzi’nin iki hanımından Mâl Hatun veya Bâlâ Hâtun’dan hangisi olduğu hakkında değişik rivayetler vardır. Ancak ilk Osmanlı kaynaklarının çoğu annesini Mâl Hâtûn olarak gösterirler. Orhan Gâzi küçük yaştan îtibâren tam bir disiplin ve intizam ile istikbâlin beyi olarak yetiştirilmeye gayret edildi. Dedesi Şeyh Edebâli’den ve Dursun Fakih gibi âlimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Babasının arkadaşları yanında silâh tâlimleri ile yetişti. Gâzilerin gazâlarını, meşhur İslâm mücâhidlerinin, evliyâ ve âlimlerin menkıbelerini dinledi. Devrinin silâhlarını maharetle kullanmasını öğrendi. Küçük yaştan îtibâren devletin teşkilâtlanması ve müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhib oldu.
Orhan Gâzi, gençliğinden îtibâren Bizans tekfurlarıyla olan gazâlara katıldı. Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetlerle, babasının ve gâzilerin takdîrini kazandı. 1298’de Bizans tekfurlarının tertiplediği, Osman Gâzi’nin de davet edildiği sû-i kasd plânlı düğüne katıldı. Tedbirli hareket eden Osman Bey, Yarhisar ve Bilecik’i fethederken gelin olarak Bilecik Beyi’nin oğluna verilecek olan Yarhisar Beyi’nin kızı Holofira’yı da esir aldı. Holofira, İslâmiyet’i kabul edip, müslüman oldu ve Nilüfer ismini aldı. Orhan Gâzi, Nilüfer Hâtun’la evlendirildi.
Osman Gâzi, 1299 senesinde istiklâlini îlân ederek, devleti idâri bölgelere ayırdı. Oğlu Orhan Gâzi’yi 1301’de Sultanönü (Karacahisar) bölgesinin beyliğine tâyin etti. Orhan Gâzi, 1302’de Yenişehir ile İznik arasındaki Köprühisar’ın fethinde görevlendirildi. Köprühisar fethinin ertesi senesinde Germiyanlı ülkesinde oturan Candarlı aşiretinin, Osmanlı hududuna tecâvüzlerine mâni oldu. 1315’de Çavdar Bey’i esir alınıp, Çavdarlı beyliğindeki suçlular cezalandırıldı. 1317’de Karatekin, Ebesuyu, Karacebiş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Kestaneci kalelerinin fethine katıldı. Osman Gâzi 1320 senesinden îtibâren yaşının ilerlemesi ve nikris (romatizma) hastalığının şiddetlenmesi üzerine oğlunun idaresini görmek istedi ve Orhan Gâzi’yi ordu komutanı tâyin etti. Orhan Gâzi, 1321’de Mudanya ve Gemlik üzerine düzenlenen seferde, Mudanya’yı feth ederek Bursa’nın denizle irtibatını kesti. 1325’de Bursa’nın güneyindeki Atranos’u fethedince, 1326 senesinde Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek karargâh kurdu. 1315’den beri yakınına yapılan kalelerle adetâ abluka altında olan Bursa kalesini kurtarmaktan ve yardım gelmesinden ümîdini kesen kale kumandanı, Gâzi Mihal Bey vasıtasıyla bâzı şartlar ileri sürerek Bursa’yı teslim etti. Orhan Gâzi 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’ya girdi. Kale komutanı Evrenos, İslâmiyet’i kabul ederek Osmanlı hizmetine girdi. Osman Gâzi, Bursa’nın fethini işitince, memnun olup, Orhan Bey’i Osmanlı hânedânına vâris tâyin etti. Diğer evlâdlarının ve kumandanlarının Orhan Bey’e bîat edip, ona karşı itaatli olmalarını bildirdi. Osman Bey’in Bursa’nın fethinden önce, fetih sırasında veya fetinden sonra öldüğüne dâir kaynaklarda muhtelif rivayetler mevcuttur. Ancak bu kaynakların çoğuna göre Osman Gâzi Bursa’nın fethinden hemen sonra vefât etmiş ve Gümüşlü Künbed’e defnedilmiştir. Osmanlı Devleti’nin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzİ, Alâeddîn Paşa’yı vezir tâyin etti. Osmanlı Devleti’nin merkezi, Yenişehir’den Bursa’ya nakledildi. Askerî ve idâri faaliyetlere ağırlık verildi. Yeni tâyinler yapılıp, Akça Koca’ya, Kandıra; Kara Mürsel’e, İzmit körfezinin güneyi; Abdurrahmân Gâzi’ye ise, yeni fethedilen Aydos ve Samandra’nın idaresi verildi. Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde yeni fetihlerle de vazifeliydiler.
Osmanlıların boğaz sahillerine kadar genişlemesi, Bizans’ı telaşlandırdı. Osmanlı kuvvetlerinin, Sakarya ırmağı sahillerinde Karadeniz’e doğru ilerlemesini durdurmak ve uzun süreden beri devam eden İznik kuşatmasını kaldırmak için, Bizans imparatoru üçüncü Andronikos ordu hazırlayıp 1329’da İstanbul’un Anadolu yakasına geçerek Floken’de karargâh kurdu. Orhan Gâzi, İznik kuşatmasına bir mikdâr asker bırakarak, sekiz bin kişilik kuvvetle Bizans imparatoruna karşı harekete geçti. Maltepe (Pelekanon) mevkiinde düşmanla karşılaştı. 1329 Mayıs’ında meydana gelen Osmanlı-Bizans muhârebesi, sabahtan akşama kadar sürdü. Bizans kayseri bir günlük muhârebenin sonunda büyük ümidlerle Rumeli’den Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar karşısında dayanamıyacağını anlayınca, gece karanlığından istifâde ederek muhârebe meydanından, karargâhına doğru çekilmeye başladı. Orhan Gâzi, fırsatı kaçırmadı. Gece muhârebe şartlarını iyi bilen Osmanlı ordusu, Orhan Gâzi’nin emriyle düşmanı takibe geçti. Bizans ordusu, gâzilerin taarruzu karşısında paniğe kapılarak, birbirine girdi. Bizans kayseri yaralı olarak kaçıp canını kurtarabildiyse de, ordusu perişan oldu.
Orhan Gâzi, Pelekanon zaferini kazanınca, yıllardan beri devam eden İznik muhasarasını şiddetlendirdi. İznik kalesinin kumandanı, Pelekanon muhârebesinin neticesini öğrenince, yardım alamayacağını bildiğinden, Osmanlıların adaletine sığınarak teslim oldu. Kaleyi teslim alan Orhan Gâzi, ahâliden arzu edenlerin, eşyalarıyla birlikte gitmesine müsâade etti. Ayrıca İznik halkının, tebea olarak kalıp, yalnız cizye vermek şartıyla âdet ve an’anelerini muhafaza edebileceklerini îlân etti. Halkın büyük çoğunluğu Osmanlı idaresini tercih etti. Muhârebe ve kuşatmada beyleri ölen kadınlar, Orhan Gâziye müracaat edip, sahipsiz kaldıklarını, müslüman olup, Osmanlılardan istiyenlerle evlenebileceklerini söylediler. Orhan Gâzi, İznik’in yerli kadınlarının arzularını îlân edip isteyenlerin bunlarla evlenebileceklerini ve bunlarla evlenenlerin İznik muhafazasında vazifelendirileceğini açıkladı.
İznik feth olunduktan sonra, devletin geçici merkezi hâline getirildi. Şehir îmâr edilip, İslâmî eserlerle süslendi. Orhan Gâzi, İznik’in en büyük kilisesini câmiye çevirip, burada Cuma namazını kıldı. Manastırını da medreseye çevirtti. Şehirde ayrıca zevcesi Nilüfer Hâtûn tarafından bir imâret, oğlu Süleymân Paşa tarafından da bir medrese inşâ edildi. Böylece İznik kısa zamanda bir Türk şehri hâlini aldı. İznik’in fethinden sonra, Orhan Gâzi, İzmit kuşatmasını şiddetlendirdi. Bizans kayseri deniz yoluyla İzmit’in yardımına geldi. Bunun üzerine Orhan Gâzi, Osmanlı Devleti’nin ilk sulh andlaşmasını Bizans kayseri üçüncü Ahdronikos ile yaptı ve İzmit kuşatmasını kaldırdı. Anadolu’da fetihlere devam eden Orhan Gâzi, 1331’de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını Osmanlı topraklarına kattı. 1333’de Gemlik, 1336’da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubat kasabaları fethedildi. 1337’de ise şiddetli bir şekilde tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak zorunda kaldı. İzmit’in fethi ile Kocaeli yarımadasının tamâmı Osmanlıların eline geçti. Daha sonra Hereke, Yalova ve Armutlu’nun da fethedilmesiyle Osmanlı Devleti’nin hududu boğaz sahiline dayandı. Bizans’ın Anadolu ile irtibatı sâdece Şile ve Boğaziçi’nde kalmıştı. Orhan Gâzi’nin Bizans’ı iyice sıkıştırması, kayser üçüncü Andronikos’u andlaşmaya mecbur etti. 1341’de imzalanan Osmanlı-Bizans andlaşmasına göre, Anadolu’daki Şile ve Üsküdar, Orhan Gâzi’nin akınlarından emin olmak şartı ile Bizans’a, diğer yerler Osmanlı Devleti’ne kaldı.
Diğer taraftan Karesi Beyinin ölümü üzerine, babasının yerine geçen Demirhan’a muhalefet eden kardeşi Dursun Bey, ölüm korkusu yüzünden Orhan Gâziye sığındı. Dursun Bey, biraderinin yerine hükümdar olmak için Orhan Gâzi’den yardım istedi. Şayet yardım edilirse Balıkesir ile beraber diğer bâzı şehirleri Osmanlılara vermeyi vâd etti. Bunun üzerine Orhan Gâzi, Karesi üzerine sefere çıktı. Demirhan Bey, Orhan Gâzi’nin üzerine geldiğini duyunca, Balıkesir’den Bergama’ya kaçtı. Bergama’nın muhasarası sırasında Dursun Bey kaleden atılan okla öldü. Teslim olmaya mecbur kalan Demirhan Bey Bursa’ya getirildi. Balıkesir, Manyas, Edincik, Kapıdağı ve havalisi Osmanlı topraklarına katıldı. Bu sırada Bizans’ta saltanat mücâdelesi kızışmıştı. Taht için mücâdele edenler Orhan Gâzi’nin desteğini sağlamak istedi. Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye vererek, yardımını sağladı. Orhan Gazı, beş bin Osmanlı askerini Trakya’ya geçirip, Kantakuzen’e yardımcı gönderdi. Trakya’ya geçen Osmanlı askeri, bölgede keşif yaparak çevreyi tanıdı. Orhan Gâzi’nin desteği ile Bizans tahtına sâhib olan altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de damadını Üsküdar’a davet ederek görüştü. Orhan Gâzi Üsküdar’da üç gün misafir kaldı. Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca, Osmanlı Devleti’ne ihanet edip, dâmâdı Orhan Gâzi’ye karşı papayla gizli münâsebet içine girdi. Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri Bizans kayseri destekleyince, Orhan Gâzi de Cenevizlilere yardım etti. Orhan Gâzi Bizans imparatorunun papa ile gizli anlaşmasını haber alınca, 1352’de Üsküdar, Kadıköy ve adalarını fethettirdi. Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar, batıdan harekete geçince, Osmanlılara karşı papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâzi’den yardım istedi. Orhan Gâzi, Kayser’den Gelibolu yarımadasındaki kalelerden birinin sözünü alınca, oğlu vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik Osmanlı kuvvetini yardıma gönderdi. Kantakuzen, Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı. Orhan Gâzi’nin oğlu Süleymân Şâh, Anadolu’ya dönerken, Bizans kayserinin Gelibolu yarımadasında Osmanlılara verdiği Çimbe kalesine asker bıraktı. Osmanlıların 1353’de Çimbe kalesine yerleşmeleriyle, Rumeli’deki fetihler için üsse sâhib olmaları, bölgenin kontrolünü sağladı.
Orhan Gazi’nin Vasiyetnamesi
“Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki hazret-i Süleymân’a kalmamıştır. Unutma ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimizin aleyhisselâm şefaatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyâya âhiret ölçüsüyle bakarsan; ebedî saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin. Oğul! Rumeli fethini tamamla! Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) ya fethet, yahut fethe hazırla! Civardaki Türk beyleriyle mes’ele çıkarmamaya çalış. Ahâli her ne kadar bizi istese de, başlarında bulunan beyler, beyliklerinden geçme tarafdârı gözükmez. Daha bir zaman idare edecekler, lâkin sonunda olmuş meyva gibi avucuna düşeceklerdir. Anadolu’da gaile çıkmazsa, Rumeli işini rahat halledersin. Bu yüzden, Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et. Cennet mekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibaret bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz, Allah’ın izniyle beyliği hanlığa, sultanlığa ikmâl ettik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlıya iki kıt’a üstünde hükmetmek yetmez. Zîrâ İ’lâ-yı kelimetullah azmi, iki kıt’aya sığmıyacak kadar yüce bir azimdir. Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi, Roma’nın vârisi de biziz!
Oğul! Kur’ân-ı kerîmin hükmünden ayrılma! Adaletle hükmet! Gâzileri gözet! Dîne hizmet edenlere hizmeti şeref say! Fakirleri doyur! Zâlimleri cezalandırmakta tereddüt gösterme! Adaletin en kötüsü geç tecellî edenidir. Sonunda hüküm isabetli bile olsa, geciken adalet zulümdür! Oğul, biz yolun sonuna geldik. Sen daha başındasın. Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübarek kılsın.”
Türkiye Selçukluları zamanında önemli vilâyetlerden olan Ankara, daha sonra İlhanlılar devrinde Anadolu umûmi vâliliğinin batı bölgelerinden idi. Sivas’ı kendisine merkez yapmış olan Alâüddîn Eratna zamanında, Ankara, Eratna beyliğinin toprakları içinde idi. Alâüddîn Eratna’nın 1352’de ölümü üzerine, yerine geçen oğulları zamanındaki karışıklıktan istifâde eden Orhan Gâzi, 1354’de oğlu Süleymân Paşa kumandasında sevketmiş olduğu kuvvetlerle şehri zabtettirdi.
Süleymân Paşa aynı sene Biga’da topladığı bir orduyu Güney Marmara kıyısındaki Kemer Limanından gemilerle karşıya naklederek Bolayır’ı ele geçirdi. Gelibolu Yarımadası’nın en dar geçit yerini bu askerlerle tutarak bir taraftan Gelibolu’ya diğer taraftan da Trakya’ya karşı iki uc kuran Süleymân Paşa, muntazam gazâ akınlarına başladı.
Bir zelzele neticesinde Gelibolu kale duvarlarının ve bu havalideki diğer kalelerin yıkılması üzerine (2 Mart 1354) Osmanlılar bu şehir ve kasabaları ele geçirdiler ve Gelibolu yarımadasının fethini tamamladılar. SüleymânPaşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Tekirdağ’a kadar bütün Marmara kıyılarına hâkim olmaları, Bizans kayserini telaşlandırdı. Osmanlıları bölgeden çıkarma faaliyeti içine giren Kantakuzen Orhan Gâzi’ye haber gönderip on bin altın mukabilinde Çimpe’yi satın alacağını ve Türk kuvvetlerinin Gelibolu’yu terketmelerini ve İzmit’te kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. Orhan Gâzi, imparatorun kendisine verdiği Çimpe’yi para mukabilinde terk edebileceğini kabûl ettiyse de Gelibolu’yu kendisi almış olduğundan dolayı orasını veremiyeceğini ve hastalığı sebebiyle de görüşmiyeceği cevâbını yolladı. Bunun üzerine Kantakuzen, Balkan ve hıristiyan devletlerle ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı. 1355’de Kantakuzen’in tahttan indirilmesi üzerine tahta geçen Yuannis, Osmanlıların Avrupa kıt’asındaki hâkimiyetine karşı koyulamıyacağını bildiğinden, Orhan Gâzi ile iyi geçinmeye çalıştı. Orhan Gâzi’nin Cenevizliler tarafından kaçırıılan oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, kızı ile evlendirmeyi kararlaştırdı. Yuannis, papalık ile de münâsebetlerde bulunarak, Bizans’ı Ortodoks mezhebinden katolikliğe geçirmeyi başarırsa, latin devletlerinden yardım alabileceğini zannetti. Bizans’ın Osmanlı aleyhindeki faaliyetlerine karşılık, Orhan Gâzi de fetih harekâtını arttırdı. Süleymân Paşa, 1356’da Doğu Trakya’ya geçerek, Malkara, Keşan ve Çorlu’yu aldı. Bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini kuvvetlendirmek için, Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsu getirilerek, iskân siyâseti tatbik edildi. Rumeli fütûhatında, Osmanlıların yerli ahâliye iyi muamele edip, din, mezheb ve dil hoşgörüsü ile, can, mal ve ırz emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, sükûn, huzur ve refah getirdi.
Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murâd Bey ile beraber devam eden Süleymân Paşa, 1359 senesinde bir avı takibi sırasında düşerek kırk üç yaşında vefât etmesi üzerine, Rumeli fethine Gâzi Murâd Bey tâyin edildi. Oğlunun vefâtına ziyadesiyle üzülen Orhan Gâzi rahatsızlandı. 1360’da rahatsızlığı artarak vefât etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi.
Şahsiyeti nesillere örnek mâhiyette olan Orhan Gâzi, halîm selîm olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebeasını kendisinden fazla korurdu. Muhârebelerde zâyiât durumuna dikkat ederdi. Zayiata sebeb olacak mevkilerin fethini kuşatmayla kolaylaştırıp, teslimini beklerdi. Çok âdildi. Dîni bütün bir müslüman olup, ülkede İslâm hukukunu tereddütsüz tatbik ettirirdi. Orhan Gâzi’nin İslâm ahlâkına hayran olup, adaletine gıbta eden hıristiyanlar, kendi soyundan ve dîninden hânedânların yerine, Osmanlı idaresini tercih ederlerdi. İyi bir teşkîlâtçı, cesur bir kumandan olduğu gibi, mükemmel bir idareciydi. İlme, âlimlere ve gönül sultânı manevî şahsiyetlere hürmetkardı. Âlimlerin sohbetinde bulunup, onlarla istişare ederdi. İmâr ve iskân siyâsetine önem verip, devrinde fethedilen beldelere Türk-İslâm nüfûsu yerleştirirdi. Osmanlı ülkesinin nüfuzunu arttırıp, devleti müesseseleştirdi.
Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gâzi’nin vefâtı sırasında Osmanlı Devleti şu şehir ve kalelere hâkim bulunuyordu: Bilecik, Bursa, Balıkesir, Bolu ve civarı, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Çanakkale, İstanbul’un bir kaç kalesi hâriç Anadolu yakası, Ankara, Ayas, Beypazarı, Nallıhan, Kızılcahamam, Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık, Marmara adaları, Trakya’da Tekirdağ, Lüleburgaz, İpsala, Keşan.
Orhan Gâzi, sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve yenilerini kurdu. Saltanatının üçüncü yılında hükümdarlık alâmetinden olarak ilk defa Osmanlı akçesini Bursa’da gümüşten kestirdi. Akçenin bir tarafında Kelime-i şehâdet ile Hulefâ-i Râşidîn’in (radıyallahü anhüm) isimleri yâni; “Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali” yazılı idi. Diğer tarafında; Orhan bin Osman, basıldığı yer olan Bursa, basıldığı târihi olan H. 727 târihi ve Osmanlıların mensub olduğu Kayıboyu’nun damgası vardı. Hulefâ-i Râşidîn’in isimlerinin söylenmesi ve yazılması Ehl-i sünnetin yâni Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâbının (radıyallahü anhüm) yolunda gidenlerin şiarı idi. Osmanlıların ilk bastıkları paralara Kelime-i tevhîdle beraber, bu mübarek isimleri yazmaları, onların tâ başlangıçta Selef-i sâlihînin yolu olan Ehl-i sünnet yoluna ne derece bağlı olduklarını açık seçik göstermektedir.
Osmanlı Devleti’nde ilk fütûhatı yapanlar aşiret kuvvetleri olup, hepsi atlı idi. Bu kuvvetler uzun süre muhasara hizmetlerinde bulunamadıkları için muvaffakiyetler gecikiyordu. Orhan Gâzi, bu yüzden Bursa’nın fethinden sonra, askerî teşkilâtta yenilikler yaptt. Türk gençlerinden daimî ve esaslı yaya denilen piyade sınıfına orduda yer verildi. Askerî birliklerden onluk sistem tatbik edildi. Piyade askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı. On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zabitler tâyin edildi. Bin mevcutlu kuvvetlerin başındakilere de binbaşı rütbesinde subaylar tâyin edildi. Müsellem denilen süvari kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabul edildi. İlk plânda biner kişilik birlikler hâlinde kurulan yaya ve müsellem askerlerinin sayıları zamanla arttırıldı. Günlük birer akçe olan ücretleri, iki akçeye çıkartıldı. Ayrıca muhârebe dışında işleyebilecekleri araziler de verildi. Tımar sisteminin tatbîkiyle askerî hizmete tâyin edilenlerin mikdârı, tertîb edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yardımcı olmaları kânun hâline getirildi. Sefere gitmeyenlere Yamak denildi. Yamaklara yardım karşılığı ücret verilirdi.
Osmanlı devlet teşkîlâtı ilk defa Orhan Gâzi zamanında teşkil olundu. İlk devlet teşkilâtında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilâtları örnek alınarak bir hükümet mekanizması kuruldu. Bunun esâsı Beylik merkezindeki dîvândı. Bu dîvâna devlet reisi olan pâdişâh başkanlık ettiği gibi icâbında pâdişâh adına vezir de başkanlık yapabilirdi. Osmanlı Devleti’nin ilk veziri, Orhan Gâzi’nin tayin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâaddîn Paşa idi. Vezirler Paşa ünvânını taşırlardı. Devletin askerî ve idarî bütün işlerinde pâdişâha yardımcı olurlardı. Şehir ve kazalar, kâdı ve subaşıların idâresindeydi. Kâdı, idarî ve adlî; subaşı da, âsâyiş ile askerî işlere bakarlardı. Orhan Gâzi devrinde en yüksek kâdılık makamı Bursa kâdılığı olup, tâyinlere de bakardı.
Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal te’sislerle süslendi. İznik fethedilince, Manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’te yaptırmış olduğu imâretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gâzilere aş dağıttı. Ahâlisinden; müslim ve gayr-i müslim hiç kim senin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti. Bursa’da, câmi, imâret, tabhâne, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı. Hanımı Nilüfer Hâtûn da; İznik’te bir imâret, Nilüfer çayı üzerinde köprü ve çeşme gibi pek çok hayrat inşâ ettirdi. İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesi’nin müderrisliğine zahirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim Dâvûd-i Kayseri tâyin edildi. Dâvûd-i Kayseri, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem adlı eserini, Matla-ı husûs-ü-kilem fî şerh-i Füsûs-ül-hikem adıyla şerh edip, talebelerine okuttu. Bu eser, güzel İslâm ahlakının Osmanlı topraklarında yayılmasında rol oynadı. Orhan Gâzi, gâzilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslâm beldesi olmasında, fetih öncesi hazırlıkların yapılmasında, cihâd esnasında askerin şevke getirilmesinde büyük emekleri geçen âlimler ve dervişlere de hürmet edip, onların barınmaları ve hizmetlerini kolayca îfâ edebilmeleri için, tekke ve zaviyeler yaptırdı. Bu dervişlerden Geyikli Baba ve Derviş Murâd meşhurdur.
Orhan Gâzi öldüğü zaman; Murâd, İbrâhim ve Halîl ismindeki üç oğlu hayatta idi. Süleymân Paşa ve Kasım isimlerindeki oğulları kendisinden önce vefât etmişlerdi. Süleymân Paşa ile Murâd Bey, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hâtun’dan; Halîl Bey ve Kâsım Bey, Bizans kayseri Kantakuzen’in kızı Teodora’dan; İbrâhim Bey ile Fatma Sultan, Rum prensesi olan Aspurça’dan doğmuştur.
Kaynaklar;
1) Osmanlı Târihi (İ.H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 117
Osman Gazi 1324 yılında. Bursa’yı alamadan ölmüştü. Ölmeden önce de, çok uzaklardan görülen Gümüşlü Kubbe’ye gömülmesini vasiyet etmişti. Gümüşlü Kubbe, bugün Tophane’de bulunan, Osman ve Orhan Gazi’nin gömülü olduğu yerdeki Saint Elie Manastır idi. Uzaktan parıldayan kubbeleri nedeniyle bu adıyla anılmıştır. Bu manastır, 1855 depremi ile öyle yıkıldı ki, onu tekrar eski haline getirmek asla mümkün olamadı. 1863 yılında Sultan Abdulaziz tarafından yeniden yapılmaya başlanınca, manastır iki yapıya ayrıldı. Osman ve Orhan Gazi türbeleri dışındaki yapılar yıkıldı. Ancak Orhan Gazi türbesinin zemin mozaikleri, halen o eski Bizans Manastırına aittir. Osman Gazi türbesinin ortasında; sedef kakmalı süslerle bezenmiş muhteşem kabir, parmaklıklarla çevrili sanduka, sırma işlemeli yazılı örtü ile lahit. Osmanlı’nın ilk Sultanı Osman Gazi Han’a aittir. Giriş kapısına en yakın olan kabir, büyük oğlu Alaüddin Bey’e (1331) aittir.Murad Hüdavendigar’ın oğlu Savcı Bey (1385) kardeşi İbrahim ve Orhan gazi’nin hanımı Asporça Hatun’un kabirlerinin de yer aldığı türbe için de ayrıca 17 kabir daha bulunmaktadır. Türbe içerisinde varolduğu bilinen davul ve diğer eşyalar ise günümüze ulaşamamıştır.
Osmanlı pâdişâhlarının birincisi. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzi’nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’te doğdu. İslâm terbiyesi ile yetiştirildi. İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. Babasının silâh arkadaşları ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinleyip, yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazâlara katılıp, zaferler kazanarak, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi.
Bizans’ın hakimiyetindeki batı Anadolu cihâd diyarı olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pek çok kumandan, mücâhid derviş ve herbiri gönül sultânı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi, Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebâlî’nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebâlî hazretlerinin dergâhında misafir olduğu bir gün acâib bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebâlî’nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir ağacın bitip, âlemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebâlî ona; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himayesinde olacak, kızım Mâl Hâtûn da sana eş olacak” deyip rüyasını” tâbir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebâlî’nin kızı Mâl Hâtûn ile evlendi. Bu izdivaçtan Orhan Gâzi doğdu. Orhan Gâzi’nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gâzi de vefât etti (1281). Bâzı kaynaklarda Edebâlî’nin kızının adı Bâlâ Hâtûn olarak geçmekte ve Mâl Hâtun’un Ömer Bey’in kızı olduğu yazılmaktadır. Ertuğrul Gâzi, cesareti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve güzel ahlâkı ile, kardeşleri arasında en üstünü olan Osman Gâzi’yi kendisinden sonra kayıboyu beyliğine aday göstermişti. Osman Gâzi, babasının vefâtından sonra, bey seçilip, idareyi ele aldı.
Osman Gâzi, bey olduğu zaman Türkiye Selçuklu Devleti’nin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arazisine hâkim idiler. Osman Bey Kayıların başına geçince, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik tekfuru ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyaları Bilecik tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler vermek geleneği vardı. Emânetin teslîmi ve alınması, silâhsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşiretin yaylağa çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl tekfuru yollarını keserek onlara zarar veriyor, bu yüzden de sık sık çarpışmalar oluyordu. Osman Bey’in nüfuzunun hızla arttığını gören İnegöl tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi. İnegöl tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik tekfuru tarafından Osman Gâzi’ye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Ermenibeli’nde (Pazarköy) kuvvet topladığı tesbit edilince, Osman Gâzi, Kayı aşireti ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahmân Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp, Turgut Alp ile istişare etti. Bu istişarenin sonunda İnegöl’ün fethine karar verildi. 1284’de Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzi’nin yeğeni Bay Hoca şehîd düştü. Osmanlı târihinin ilk muhârebesi olarak kabul edilen Pazarköy çarpışmasında Osman Bey pek muvaffak olamadı. Bir süre sonra Kolca kalesi feth edildi. Bunu hazmedemiyen İnegöl tekfuru ile Karacahisar tekfuru birleşti. 1288 yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar mağlûb oldu. Bu muhârebede Osman Gâzi’nin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batu) şehîd oldu.
Osman Gazi’nin Vasiyetnamesi
Âkıbet-i kâr budur herkese, bâd-ı fena pir ve civana ese Azmi-bekâ eylersem ben bu dem, devlet-i ikbal ile ol muhterem! Çünkü, senin gibi halef koymuşum, rihlet edersem bu cihândan ne gam, Lîk vasiyyet ederim gûş kıl! Gayri gam-ı denî ferâmûş kıl. Dilerim ey sâhib-i ikbâl-câh! İtmeyesin cânib-i zulme nigâh! Adl ile bu âlemi âbâd kıl! Resm-i cihâd ile beni şâd kıl! Râh-ı cihâd içre edip fütûhat, memleket-i Rûm’da kıl adl-ü dâd! Eyle riâyet ulemâya temâm. Tâ ki bula, emr-i şerî’at nizâm! Her nerede işidesin ehl-i ilm, göster ona rağbet-ü ikbâl ü hilm! Asker ve mal ile gurur eyleme! Şer’i şerif ehlini dûr eyleme! Şer’dir mâyeşi şâhi ve bes! Şera muhalif işe etme heves! Matlabımız dîn-i Hudâdır bizim! Mesleğimiz râh-ı Hudâdır bizim. Yoksa kuru mihnet ve gavga değil, şâh-ı cihân olmaya dâva değil! Nusret-i din oldu çû maksad bana, maksadıma kasd yaraşır sana. Âleme in’âmını âm ide gör. Memleket emrini temâm ide gör! Hıfz-ı re’âyâ çalış rûzü şeb! Tâ ki karîn ola sana lutf-i Rab!
Vasiyetnamenin özü şöyledir:
“Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini şerî’at ulemâsından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itaat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adaletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya ri’âyet eyle ki, şerî’at işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, şerî’at ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik dâvası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!”
Osman Gâzi’nin Ekizce muvaffakiyeti, Türkiye Selçuklu sultânı ikinci Gıyâseddîn Mes’ûd Şâh tarafından mükâfatlandırıldı. Bir fermanla, beylik alâmetleri olarak; tabl, alem, tuğ göndererek, İnönü ve Eskişehir’i de Osman Gâzi’ye verdi. Mîrî vergiden muaf tutuldu. Selçuklu Sultânı’nın hediyeleri alınıp fermanı okunduktan sonra, Osman Gâzi akınlarına daha da hız verdi. İznik’e akın tertiplendi ise de, kale alınamadı. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular. Bunlara karşı sefer düzenleyen Osman Gâzi, Karacahisar’ı aldıktan sonra, Kuzey Sakarya vadisine yöneldi. Mudurnu taraflarında aşiret reisi olan Samsa Çavuş’un yardımı ile Taraklı ve Göynük civarını ele geçirdi.
Teşkilâtlanmaya ağırlık veren Osman Gâzi’nin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı. Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâzi’yi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, hîle ile öldürmek istediler. Bilecik tekfuru da Osman Gâziye karşı ittifak içine girdi. Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik tekfurunun düğününe Osman Gâzi’yi davet edip, öldürmeyi plânladılar. Bu sû-i kasd tertîbi, Osman Gâzi’ye dostu Harmankaya beyi Köse Mihal tarafından haber verildi. Osman Gâzi, bu durum karşısında bâzı tedbirler aldı. Düğün hediyesi olarak Bilecik tekfuruna bir sürü kuzu gönderdi. Düğün sonrası yaylağa çıkacağını bildirerek eskiden olduğu gibi değerli eşyalarının kadınlar vasıtasıyla kaleye alınmasını ve düğünün açık bir yerde yapılmasını istedi. Bilecik tekfuru, Osman Gâzi’nin bu tekliflerini kabul ederek, düğün yeri olarak Çakırpınar kabul edildi. Osman Gâzi, aşîretin eşyası yerine, atlara silâh yükletip, kırk kadar Gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi. Kadın kılığında kaleye giren yiğitler, sâdece nöbetçilerin kaldığı kaleyi kolayca ele geçirdiler. Bu durumu öğrenen tekfurlar ile meydana gelen çarpışmada, Osman Gâzi düğüne katılanların çoğunu öldürdü ve bir kısmını esir aldı. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı. Ertesi gün Yarhisar kalesini kuşatıp, ele geçirdi. Osman Gâzi’nin kumandanlarından Turgut Alp ve Gâziler de İnegöl’ü feth ettiler.
Osman Gâzi, Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler. İlhanlı hükümdarı Gâzân Han, Türkiye Selçuklu sultânı Alâeddîn Şâh’ı İran’a götürdü. Bütün Türkiye Selçuklu Devleti’nin toprakları, İlhanlıların eline geçti. Moğol zulmünden hicret eden bir çok Türkiye Selçuklu emîri ve maiyyeti, Osman Gâzi’nin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Osman Gâzi 1281 yılından beri arazisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçleniyordu.
Türkiye Selçuklu Sultanlığı’nın fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanarak, Türk beyleri istiklâllerini îlân ediyordu. Nitekim Osman Gâzi de 1299’da istiklâlini îlân ederek devlet teşkilâtının müesseselerini kurmaya başladı. Her kaleye subaşı, dizdar ve kâdı tâyin etti. Köyler tımar olarak sipahilere dağıtıldı. Osman Gâzi adına Karacahisar’dâ Cuma hutbesi, Eskişehir’de de bayram hutbesi okundu. Hocası ve kayınpederi Edebâlî’nin talebelerinden Dursun Fakih’i, Karacahisar’a kâdı ve hatîb tâyin etti. Fetva ve hüküm işlerini ona bıraktı. 1301’de Yurdhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzi, Yenişehir’i merkez yaptı. Yeni merkezde; idarî, iktisâdı ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, hanlar, çarşı ve hamamlar yaptırdı. Bilecik’i de kayınpederi Edebâlî’ye verdi. Hanımını ve annesini de Bilecik’te bıraktı. Oğlu Alâeddîn Paşa’yı yanına alarak, Orhan Bey’e Sultanönü (Karahisar), Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, Hasan Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idaresini verdi.
Böylece dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen kayı aşîreti, 1299’da Osman Gâzi’nin adına izafeten, Osmanlı hânedânı ve devletini kurdu. Osman Gâzi, İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü, teşkîlât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştirdi. Teşkilât ve müessesesini kurarken İslâm dîninin farzlarından olan cihâd emrini hiç ihmâl etmedi. Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı Devleti’nin meydana getirdiği tehlikeyi, huduttaki tekfurlarla hâlledemiyeceğini anlayan Bizans kayseri ikinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleri ile Osman Gâzi, İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar kalesi mevkiinde karşılaştı. 1301 Temmuz’unda yapılan muhârebeyi Osman Gâzi kazandı. Bu zaferden bir sene sonra Koyunhisar kafesi fethedildi. 1303’de Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık kalesi feth edilip, İznik şehrinin kuzeyindeki Katırlı dağı eteğine kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasında yüz asker bırakılarak, İznik ablukaya alındı. 1306’da Bursa tekfurunun idaresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer düzenlendi. Osman Gâzi, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlub etti. Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti. Aynı sene Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî andlaşma imzaladılar. Andlaşmaya göre; mültecî Kite tekfuru Osmanlılara iade edilecek, Osman Gâzi’nin neslinden hiç kimse de Ulubat köprüsünü geçmeyecekti. Andlaşmayı Osmanlılar hiç bozmadı. Âl-i Osman neslinden hiç kimse o köprüden geçmedi. Hep kayıkla geçtiler. Osman Gâzi’nin, topraklarını devamlı genişletmesi, Bizanslıları telâşa düşürdü. Kayser, İlhanlılar ile akrabalık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istedi ve kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gâzân Han’a nişanladı. Onun ölümüyle de, Olcayto Han’a nişanlayıp, Osmanlı hakimiyetindeki arazilerin geri alınmasını ümid etti. Osman Gâzi, Bizans kayserinin ittifak arayışı sırasında da gazâlarını sürdürdü. 1307’de İznik’i kuşatıp, Yalova’ya akın düzenleyerek denize ulaştt. 1308’de Marmara denizindeki İmralı adası fethedilip, deniz üssüne sâhib olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı. İznik civarındaki Koçhisar fethedildi.
Osman Gâzi’nin Bizans hududunda te’sis ettiği âdil idare, tekfurların zulmünden, sergilerin ağırlığından bıkan hıristiyan ahâliden başka, Rum kumandanların da takdîrini kazandı. Rumlar, Osman Gâzi’nin idaresine geçmeye başladılar. Nitekim 1313’de Harmankaya tekfuru Köse Mihâl, Osman Gâzi’nin maiyyetine girip, müslüman oldu. Köse Mihâl, Gâzi adını alarak, muhârebelere katıldı ve pek çok hizmeti geçti,
Marmara sahilinden Karadeniz istikâmetine akınlara devam eden Osmanlılar, 1313’de Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke (Osmaneli), Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini feth ettiler. Bursa, Osmanlı arazisi ortasında kalınca, şehir ablukaya alınıp Kaplıca ve Uludağ istikâmetinde iki kale yapıldı. Kaplıca istikametindekinin kumandanlığına Osman Gâzi’nin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine de Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi.
Bizans’a karşı devam eden seferler sırasında, Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı aşîreti’nin Osmanlı’ya düşmanca hareketleri, Osman Gâzi’nin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan muhârebede, Çavdaroğlu esir edilip, aşiretin saldırganları cezalandırıldı. 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikametindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldı. Akça Koca, Sakarya nehrinin batısında İznik kalesine kadar olan mevkiyi fethetti. Buralara adına izafeten Kocaeli denildi.
Osman Gâzi’nin gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken idâri ve siyâsî faaliyetleri, onu altmış yaşından îtîbâren iyice yormaya başladı. Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti. Gazâ akınlarında yetişip, yiğitliği, cesareti, bilgisi ve İslâm dînine sadâkati ile düşmanlarını korkutan, müslümanların takdirini kazanan oğlunun idare tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde, siyâsî hâdiselerde Orhan Gâzi’yi vazifelendirdi. Osman Gâzi, oğlu Orhan’ı 1321’de Mudanya, Kara Timurtaş Bey’i de Gemlik seferine gönderdi. Mudanya’nın fethi ile Bursa’nın ablukası daha da kuvvetlendirildi. On sekiz ay devam ile Osmanlı akınında Bizans topraklarından pek çok ganimet alındı. Bizans iktisadî buhrana uğratıldı. Akınlara devam edilerek 1323’de Akyazı, Ayanköy, 1324’de Karamürsel, 1325’de Orhaneli denilen Atranos fethedildi. Ayrıca Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisar’ı ele geçirildi. Fethedilen bölgelerin tamâmı imâr olunarak, sahipsiz evler Gâzilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlara İslâm dîninin gayr-i müslimler ile alâkalı hukuku tatbik edilerek, vergilendirildi.
Uzun kuşatma ve abluka neticesinde Bursa, 1326’da teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Osman Gâzi’nin hastalığı, Bursa’nın fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî’nin ve arkasından hanımının vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Bey’e yaptığı vasiyetnamesi, Osman Gâzi’nin İslâmiyet’e olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu ne kadar çok düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça göstermektedir. Osmanlı sultanları, bu vasiyetnameye candan sarılıp, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası yaptılar. Osman Gâzİ, 1326 senesi Ağustos ayında Söğüt’de vefât etti. Vasiyeti üzerine Bursa’daki Gümüşlü Küntbet’e defnedildi. Osman Gâzi’nin Bursa fethinden kısa bir müddet önce vefât ettiği de rivayet edilmiştir. Osman Gâzi’nin, Orhan Bey’den başka; Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adlarında oğulları ve Fâtımâ Hâtûn adında bir kızı vardı, ölümünden sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti.
Osman Gâzi, sâlih bir müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlûb edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dört yüz çadırla, dünyânın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi, kurduğu hânedânla üç kıt’a yedi iklim, her çeşit ırk, din, dil, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı bünyesinde, Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve İslâm âlimlerince öğütlenen manevî hizmetlerin mirasçısı ve idarecilik vasfının on dördüncü asırdan yirminci asra kadar nesilden nesile intikâlcisidir. Osmanlı Devleti, dînî mes’elelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince kaza merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar vasıtasıyla gördü. Osman Gâzi zamanında askerî teşkîlât aşiret kuvvetlerine dayanıyordu.
Kaynaklar;
1) Tâc-üt-tevârih;
2) Âşıkpaşazâde Târihi
3) Neşrî Târihi
4) Ed-devlet-ül-Osmâniyye (Seyyid Ahmed bin Zeynî Dahlân, İstanbul-1986); cild-2, sh. 110
5) Münşeât-ı selâtin (Feridun Bey); cild-1, sh. 64
6) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3127
7) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ. H. Danişmend); cild-1, sh. 2
8) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 40
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1056
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 375
11) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-2, sh. 251
12) Osmanlı Devleti Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 103
13) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-2, sh. 28
14) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 262