Bursa – Osmangazi’de Veysel Karani camii avlusunda
Eski Gemlik yolu üzerinde yer alan türbe yapısı, Veysel Karani’ye duyulan sevgiden ötürü Anadolu’nun birçok yerinde olduğu üzere makam mezarı olarak yapılmıştır. Özellikle sünnet çocuklarının bir gelenek olarak getirildiği türbe, caminin yanındadır. 657 yılında Sıffın Savaşı sırasında şehit olan Veysel Karani’nin asıl türbesi Siirt’in Baykan ilçesine bağlı Ziyaret Beldesi’ndedir.
VEYSEL KARANİ
İslam büyüklerinden birisi olan Veysel Karani’nin doğum tarihi bilinmemekle beraber, Yemen’in Karn köyünde doğmuş, fakir bir ailenin bireyi olarak deve çobanlığıyla hayatını idame ettirmiştir. Müslüman olduktan sonra hazreti peygambere gitme, onu görme arzusuyla dolmuştur ama yaşlı ve hasta annesini, ona bakacak başka kimse olmaması sebebiyle yalnız bırakamamıştır.
Bu örnek davranışı menkıbelerde hep dillendirilmiştir. Hazreti Muhammed ise haberdar olduğu bu sevgiye karşılık kendisine ‘Hırka-i Şerif ’ini göndermiştir. Günümüze kadar ulaşan Hırka-i Şerif, belli zamanlarda İstanbul’daki camiinde ziyarete açılmaktadır.
Bursa – Cemal Nadir caddesi üzerindeki Balıbey Han sosyal tesisleri yanında
Okçu Baba’nın kim olduğu ile ilgili iki ayrı rivayet vardır ; Bunlardan birincisine göre , Okcu baba’nın asıl adı Nasreddin Bey yada Nusret Paşa dır. Asker olduğu bilinen Nusret paşa 16. yy’da yaşamıştır ve Karacabey’de camii , han ve çeşme’den oluşan bir külliyesi vardır. Ayrıca Okçu Baba türbesinin karşısında bulunan Balıbey hanı ve ayrıca bir kaç handa yine Nusret Paşa vakfına aittir.
Bir diğer rivayete göre de ; Okçu Baba, bursa’nın fethine katkıda bulunmuş olan Alperenlerdendir. Bursa’nın kuşatılası sırasında aşılamayan bir sur duvarını ok atarak yıkması ve bu yıkılan duvardan giren Alperenlerin Bursa’nın fethinin müjdecileri olduğu anlatılır. Bir efsaneye göre , Okçu baba Uludağ’a çıkar ve yayını gerer, fırlatacağı okun düştüğü yere gömülmek istediğini söyler. Okçu Baba’nın fırlattığı ok bugün türbesinin bulundğu yerin yakınına düşer ve vefatından sonra da Okçu baba buraya defnedilir. 1860 senesinde Bursa Depremi yüzünden Okçu Baba Türbesi eski yerinden biraz daha uzakta şimdiki yerine tekrar inşa edilir. Anlatıldığına göre, her Cuma günü türbeye gidip içerisini süpüren ve buradaki testilerin suyunu dolduran ve bunu alışkanlık haline getiren bir kadın, yine bu işlerle uğraşırken bir uğultu işitmiş, doğrulup baktığında türbenin kapısında sarıklı adamların taşıdıkları tabutu türbeye getirdiklerini görmüş, çok korkup titremeye başlamış ve bir daha da oraya gitmemiştir. Bununla beraber, türbe içindeki testilerin suyundan çeşitli hastalıklara şifa niyetiyle alanlar vardır. Ayrıca orada adakta bulunanların isteklerinin kısa sürede gerçekleştiğine inanılmaktadır. Bazı ziyaretçiler de, çukurda bulunan türbesinden ayrılırken –düşme pahasına- merdivenleri geri geri çıkmaktadırlar.
Bursa – Yıldırım’daki Karamazak sokak’da marketin hemen yanında
Aşık Yunus (ö. 1438-9) , bilinen Yunus Emre’den (1240-1321) yaklaşık olarak bir asır sonra yaşayan bir sufi şairdir. Yaşadığı dönemde de sonraki yıllarda da şiirleri biliniyor ve tekkelerde besteyle okunuyordu. Hatta XV. Asırda istinsah edilen Bursa mecmuasında Aşık Yunus şiirleri , Yunus emre’nin şiirlerinde ayrı bir başlık altında yer almaktaydı.
Aşık Yunus’un yaşadağı şehir ve kabri hakkında neredeyse hiç bir şey bilinmiyordu. Bu durum, kabrinin Niyazi Mısri bulunuşuna kadar devam etti. Niyazi Mısri’den itibaren halveti kaynaklarında Aşık Yunus’la ilgili bilgiler yer almıştır. Aşık Yunus’u ilim ve kültür hayatına taşıyan , tanıtan ve hakkında araştırmalar , tartışmalar yapılmasını sağlayan isim Rıza tevfik’dir. Daha sonra Fuat Köprülü , Abdülbaki Gölpınarlı , Faruk Kadri Timurtaş , Turan Alpekin ve Mustafa Tatcı gibi araştırmacılar, konu etrafında makaleler ve kitaplar yayımladılar.
Aşık Yunus’la ilgili en detaylı çalışmaları yapan Mustafa Tatcı şu ifadeleri kullanır ; ” Bizim Yunus’dan yüz sene sonra, Emir Sultan zamanında yaşamış olan bir Yunus daha vardır; Aşık Yunus. Kendisi Bursalı , 1400 yılı ortalarında vefat etmiş, Kübrevi veya Nurbahşi dervişi yani Halveti. Emir Sultan yoluna mensup bir derviş. Aşık Yunus mahlasıyla şiirler yazıyor. Bursa’da bugün Emir Sultan’a yakın Karamazak mahallesi diye bir mahalle var ; kabri orada bir evin içinde… Bizim Yunus olmasa da Bursa’da bir Aşık Yunus yaşıyor, o kesindir. Tarihi belgeleri , yazdığım esere koydum değerlendirdim; onun için gönlümde endişe edecek bir şey yok. Yani ilmi veriler orada bir Aşık Yunus’un yaşadığını gösteriyor. Hatta Aşık yunus’un eserleri o kadar baskın çıkmış ki bizim Yunus’un eserlerinin yerine onun eserleri icra edilir olmuş. ”
Özelikle bugün dillerde ve gönüllerde yer alan Yunus mahlaslı Şol cennetin ırmakları , Sordum Sarı çiçeğe ve dertli dolap gibi popüler pek çok şiirin şairidir. Aşık Yunus ait türbe ; Niyazi Mısri hazretlerinin bir işareti üzerine oratay çıkmıştır. Anlatılanlara göre Niyazi Mısri , Emir Sultan’ giderken buradan her geçişinde başını Karamaz aralığına çevirerek ” Yunus’un kokusunu alıyorum” dermiş. Bir cuma dervişlerinin , bu kokunun nereden geldiğini göstermesini istemeleri üzerine Niyazi Mısri, Abdurrezzak mezarının alt tarafını işaret etmiş. Burayı kazdıklarında iki mezar daha bulmuşlar. Niyazi Mısri ” haza Kabr-i Yunus ve Haza Kabri Yunus Emrem ” şeklinde işaret ederek kabirlerin kime ait olduklarını söylemiştir. İşte Yunus’un kabri bu manevi keşifle ortaya çıkarılmıştır. Bu durum kabirlerden birinin Aşık Yunus’un kabri diğerinin de Yunus emre’ye ait makam olduğu sonucunu doğurmaktadır. Daha sonra buraya türbe kitabesinde anladığımıza göre Ali Efendi tarafından türbe yapılmıştır. Kitabe şöyledir ;
” Aslı sütüde gevher elhak Yedekçizade
Cud ü keremle yekta zat-ı cihan pesendi
Rağbet edüp bu cayı ihyaya kıldı himmet
Üçler makamın icra itti gören beğendi
Evvelki Yunus Emre, Aşık Yunus ikinci
Üçüncü Abdürrezzak Uşak Serbülendi
Hayrat-ı paki olsun makbul-i kurb-ı bari
Ola şefaati banisi behremedi
İlham olundu geldi bir zat dedi tarih
Üç kabri mamur Lillah Ali Efendi (H.1143)
Bugünkü Türkçeyle ;
” Asıl ve necip Yedekçizade cömertliği ve lütüfkarlığı ile cihanda meşhurdur. Bu makamarağbet edip himmeti ile üçler makamını ihya etti ve eserlerini bütün cihan halkı beğendi. Bu üç makamdan biri Yunus Emre’ye , ikincisi Aşık Yunus’a ve üçüncüsü de aşıkların önderi Abdürrezzak’a aittir. Bu nefis hayrat Allah indinde makbul olsun ve banisi şefaatlere mazhar buyurulsun. Bu zat geldi ve ilham eseri olarak şu tarihi dedi. Ali efendi , üç kabri Allah rızası için mamur etti.
Kaynak ;
Bursa’nın Yunus’u aşık Yunus , Mustafa özçelik , Bursa Büyükşehir Belediyesi , 2013
Bursa – Osmangazi’de Daya Hatun camii haziresinde. Açıkbaş Mahmud Efendi’nin hemen yanında
Açıkbaş Mahmud Efendi‘nin kardeşi Kasım oğlu olan Ahi Mahmud Efendi, Van’da doğmuştur. İlk tahsilini burada tamamladıktan sonra Bursa’ya, amcası Açıkbaş Mahmud Efendi’nin yanına gelmiştir. Tasavvuf eğitimini burada, amcasından alan Ahi Mahmud, onun vefatından sonra dergaha şeyh olmuş ve irşad hizmetlerini devam ettirmiştir.
1679 tarihinde Rebiülevvel aynının 15. cuma gecesi vefat edince amcasının yanına, daye Hatun camii haziresine defnedilmiştir.
Ahi Mahmud Efendi, güzel ahlak sahibi, şakacı, neşeli bir şahıs imiş. Vefatının ardından sevenlerinden birisi şu tarihi söylemiştir ; Kanı Seyyid Ahi Mahmud manend
Güruh-ı Nakş-bend içre ma’dud
Bir eksikli didi fevtine tarih
Uruc itdi makam-ı ünse Mahmud
Ahi Mahmud efendi’nin Kabir taşı Cenab-ı Hazret Seyyid ahi mahmud efendi kim
Tarik-i Nakşibendinin serfirazı idi hakka
Koyub işbu fenayı eyledi seyr-i beka billah
Rıza-yı Hak idi ihsaniyle rahmet eyleye Mevla
Anın Kalb-i şerifinde yoğ idi hased ü kibr asla
Huda şad eyleye ruh-ı revan-ı pakini her dem
Recamız budurur şam ü seher ol Hazrete hala
İşidüp Tabli dil haste fevtin didi tarihin
Cennat ola Ahi Mahmud’a menzili me’va
Ahi Mahmud Efendi’nin Ayak taşı Diriğa bu cihanın yok bekası
Döner idama imkaniyle mevcud
Kanı Seyyid Ahi Mahmud Efendi
Güruh-ı Nakşibendi içre mahud
İdüb tac ü kaba terkin hemandem
irişdi Hacegana eyledi sud
Ola ruhuna rahmet-i bi-nahiye
İhata eyleye ğufran-ı ma’bud
Bir eksikli didi fevtine tarih
Uruc itdi makam-ı ünse Mahmud
fi sene 1090
Şeyh Ahi Mahmud Efendi’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi
1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebu Kasım Kürrekani (k.s.)
9. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
10. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
11. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
12. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
13. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
14. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
15. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
16. Hz. Emir Külâl (ks.)
17. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
18. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
19. Hz. Mevlana Nizameddin Hamuş (ks.)
19. Hz. Mevlana Saadeddin Kaşgari (ks.)
20. Hz. Mevlana Alaeddin Mektepdar (ks.)
21. Hz. Mevlana Sunullah Kuzekunani (ks.)
22. Hz. Derviş Ahi Hüsrevşahi (ks.)
23. Hz. Mevlana İlyas (İlyas Badamyari) (ks.)
24. Hz. Seyyid Muhammed (ks.)
25. Hz. Şeyh Ahmed ( Koç Baba) (ks.)
26. Hz. Şeyh Açıkbaş Mahmud Efendi (ks.)
27. Hz. Şeyh Ahi Mahmud Efendi (ks.)
Nakşibendi Atik dergahı
Bulunduğu Yerde başka bir Nakşibendi zaviyesi olduğu için Atik (eski) adıyla anılmaktadır. Ancak Açıkbaş Mahmud efendi tarafından kurulmuş olan dergah’a , Açıkbaş Mahmud Efendi dergahı da denilmektedir. Dergah, Bursa da Hisar’da, darphane mahallesindedir.
Dergah’da Postnişin olanlar sırasıyla ;
1- Açıkbaş Mahmud Efendi (v. 1666)
2- Şeyh Ahi Mahmud Efendi (v. 1679)
3- Şeyh Mustafa Efendi (v. 1698)
4- Şeyh Abdülkerim Efendi (v. 1725)
5- Şeyh Abdullah Efendi (v. 1746)
6- Şeyh Mehmed Efendi (v. 1762)
7- Şeyh Mehmed Efendi (v. 1778)
8- Şeyh Abdullah Efendi (v. 1802)
9- Şeyh Abdülkerim Efendi (v. 1831)
10-Şeyh Abdülhadi Efendi (v. 1875)
11-Şeyh Eşref Efendi (v. 1878)
12-Şeyh Şerif Efendi (v. 1926)
Kaynaklar
Hasan Basri Öcalan , Bursa’da Tasavvuf Kültürü , Gaye Kitabevi , 2000
Mustafa Kara , Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler , Bursa Kültür A. Ş. yayınlar
Tarihi Bursa Mezar taşları I – Bursa Hazireleri , Hasan Basri Öcalan , Bursa Kültür a.ş. , 2011
Bursa – Yıldırım’daki Molla Arap cami’nin hemen karşısındaki Molla Arap kur’an kursu bahçesinde.
Asıl adı Muhittin Mehmet olmasına rağmen, Mehmet Molla ve Arap Molla lakabıyla meşhur olmuştur. Kendisine Arap Vazi de denirdi. Arap diyarından geldiği düşünülerek kendisine bu lakap takılmıştır. Molla Arap hazretlerinin dede Hamza, Ailesi ile Türkistan’dan Antakya’ya göç etmiş ve muhtemelen Molla Arap 1460 yıllarda burada dünyaya gelmiştir.
Çocukluğunda Antakya’da , babası Ömer Efendi ile amcalarından ders alan Molla Arap, daha sonra Hasankeyf , Diyarbakır ve Tebriz’de tahsilini devam ettirdi. Tebriz dönüşünde Halep’de verdiği vaaz, ders ve fetvaları ile ünü her tarafa yayıldı. Ardında Kudüs ve Mekke’de bir müddet tahsil gördü, bu arada Hac görevini yerine getirdi. Daha sonra Kahire’ye geçerek devrin meşhur bilgini Celaleddin es- Suyuti’den ders aldı. Burada yazdığı en- Nihaye adlı eserini okuyan , vaaz ve sohbetlerine katılan Memlük Sultanı Kağıtbay’ın takdirini kazandı.Sultan’ın ölümüne kadar Mısır’da kaldı. Molla Arap, 1497 yılında Mısır’dan ve Bursa’ya yerleşti.
Etkili vaazları ile Bursalıların sevgi ve beğenisini kazandı. Ardından İstanbul’a giderek vaazlarına orada da devam etti. II. Beyazıd’ın takdirini aldı. Beyazıd, Mora seferine giderken Molla Arap’ı da beraberinde götürdü. Modon Kalesi’nin fethinde kaleye ilk giren gaziler arasında Molla Arap bulunuyordu.
İstanbul’a dönüşünde bir müddet vaazlarına devam eden Molla Arap, ailesi ile birlikte tekrar Halep’e gitti ve orada hadis ve tefsir dersleri okuttu. Vaazlarını sürdürdü. Şah İsmail aleyhtarlığı, onun Osmanlı ülkesine dönmesine sebep oldu. Yavuz Sultan selim2in Şark seferine ikna etti ve Yavuz Sultan Selim ile İran seferine katıldı. Daha sonra Rumeli’ye geçen Molla Arap Üsküp’te bir mescit, Saraybosna’da bir camii ve medrese yaptırdı, 10 yıl boyunca burada tefsir okuttu.
1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte Macaristan seferine katıldı. Sefer dönüşünde Bursa’ya yerleşti 9 kubbeli olarak Molla Arap camii2nin inşasını başlattı fakat tamamlayamadan 18 ağustos 1531 de vefat etti. Caminin haziresine defnedildi. O hazireden günümüze yalnızca Molla Arap mezarı kaldı. Mahalle de ” Mollaarap Mahallesi” adını aldı. Molla Arap, seyahate meraklı biri idi. Herkese kendini sevdirir , vaktini ders ve nasihatle geçirirdi. Sevimli bir simaya, tatlı bir ifadeye sahipti. Tefsir, hadis gibi dini ilimler yanında kimya ilminde de engin bir bilgiye sahipti. Kimya ile ilgili kitabı da vardır. Geçimini ticaretle sağlardı. Bir çok öğrenci yetiştirdi ve hayır müesseseleri kurdu.
Bursa – Osmangazi’de ‘. Kavaklı caddesi ile Yalın sokağın kesişiminde.
Halk arasında Köpüklü sultan, Köpüklü dede olarak anılan yüksek mezar taşları ve lahitten oluşan mermer bir kabirdir. Mezar taşında ” Derviş Mehmed bin Hamdi Şehr Baba” yazılıdır. Yanında daha önce bulunana medrese ya da mescidin haziresi olması muhtemeldir.
Hüsameddin Bursevi, Hacı Halil efendi’nin oğludur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Medrese ilmini tamaladıktan sonra Ahizade Abdülhalim Efendi’ye intisap ederek bazı medreselerde müderrislik yaptı. Daha sonra tasavvuf yoluna meyletti, Semerkandi şeyhlerinden balıkesirli Alaeddin Efendi’nin oğluMehmed Çelebi Efendi’den tasavvuf terbiyesini tamamlayıp icazetname aldı ve irşadla görevlendirildi. Uludağ eteklerinde Temenna ismi ile meşhur Temenyerinde bir zaviye bina ederek , uzun yıllar ilim erbabına hizmette bulundu. Zaviye’nin önünde olan mescidi camiye çevirdi. Sonra zamanlarda uzlete çekilip ibadet ve taatle meşgul iken 1632 senesinde vefat etti. Şimdi ki Hüsameddin Tekke camiinin arkasındaki türbe-i şerifinde defnedildi.
Türbede şeyhin büyük bir sandukası ve sağında üç ve ayak ucunda beş olmak üzere 9 sanduka vardır. Hepsi kitabesizdir. Şeyhin vefatında Sultan Ahmed zaviyeyi yeniden inşa ettirdi ve yanındaki mescidi değiştirerek camiye çevirdi. Oğlu Abdürrahim Efendi kendisinden sonra şeyh oldu. Diğer oğlu Mustafa efendi , müderris ve 1625 de Halep Mollası olmuş 1626 da yılı sonlarında vefat emiştir. Karısı Hacı Hüdaverdi kızı, Raziye Hatun’dur. Damadı Muhyiddin efendi yerine şeyh olup oda 1673 de vefat etmiş ve Hüsameddin Efendi’nin yanına defnedilmiştir. Caminin batı tarafında şeyhin sekizinci halifesi Ali Buhari gömülüdür. Hüsameddin efendi’nin şeyhi Alaeddinzade Mehmed Efendi tekkeye vakıflar yapmış yüz seneye yakın ömür sürmüş ve 1569 vefat ederek oraya gömülmüştür.
Bursevi hazretleri eski tabirle velud olan sufi yazarlardandır. Tasavvuf başta olmak üzere değişik dallarda eserler vermiştir. en büyük eeri Mühimmatü’l Mü’minin‘dir. Eserlerinde en dikkat çekici husus menakıb kitaplarının çokluğudur. Altı tane menakıb kitabı vardır . Bunlardan biri Semerkandi Piri Ali Semerkandi hazretlerine diğer Ebu İshak Kazeruni’ye diğerleri ise Abdal Murad, baba Sultan, Emir Sultan ve Üftade hazretleri ile ilgilidir. Eserlerinin hiç biri ne yazık ki basılmamıştır.
Hüsameddin Bursevi hazretlerinin Eserleri
1- Menakıb-ı Hazreti Üftade
2- Divan-ı İlahiyat
3- Şerh-i Hadis-i Erbain
4- Menakıb-ı Şeyh Ali Semerkandi
5- Mir’atü’l Kainat
6- Dürerü’l Ehadis
7- Müntehabatü Tervihü’l Ervah
8- Müntehabatü Nüzhati’t Tasavvuf
9- Menakıb-ı Baba Sultan
10-Adaletname
11-Fezailü’s Süluk
12-Miftahü’l Muallakat
13-Zübdetü’l Menakıb ve Güzidetü’l Metalib
14-Fezailül Cihad
15-Mühimmatü’l Mü’minin fi Umuri’d Dünya ve Din
16-Menakıb-ı Adbal Murad
17-Menakıb-ı Şeyh Ebu İshak
18-Esrarül Arifin ve Seyrüt talibin
19-Mecmua Fin Nevadir.
20-Menakıb-ı emir Sultan ve Hulefaihi
[/toggle]
Hüsameddin Bursevi hazretlerinin Silsilesi ;
Müridi Muhammed B. Hızır’a verdiği icazetnameden tarikat silsilesini tespit etmek mümkündür.
1- Hz. Peygamber (s.a.v.)
2- Hz. Ali (r.a.)
3- Hz. Hasan Basri (k.v.)
4- Hz. Habib Acemi (k.s.)
5- Hz. Davud Tai (k.s.)
6- Hz. Maruf Kerhi (k.s.)
7- Hz. Seri Sakati (k.s.)
8- Hz. Cüneyd Bağdadi (k.s.)
9- Hz. Ebu Ali Ruzbari (k.s.)
10-Hz. said b. Selam Mağribi (k.s.)
11-Hz. Ebu Kasım Gürgani (k.s.)
12-Hz. Ebu Bekr Nessac (k.s.)
13-Hz. Ahmed Gazali (k.s.)
14-Hz. Abdulkahir Suhreverdi (k.s.)
15-Hz. Ammar b. Yasir (k.s.)
16-Hz. Ahmed b. Ömer (k.s.)
17-Hz. Şerefüddin Müeyyed (k.s.)
18-Hz. Ahmed b. Mahmud (k.s.)
19-Hz. Seyyid Fahreddin (k.s.)
20-Hz. Seyyid Yahya (k.s.)
21-Hz. Seyyid Ali Semerkandi (k.s.)
22-Hz. Seyyid Zeynül Abidin (k.s.)
23-Hz. Seyyid Bedrüddin Efendi (k.s.)
24-Hz. İsa Çelebi Efendi (k.s.)
25-Hz. Hayrüddin Efendi (k.s.)
26-Hz. Alaüddin Efendi (k.s.)
27-Hz. Mehmed Çelebi Efendi (k.s.)
28-Hz. Hüsameddin Bursevi (k.s.)
Bursevi, Mühimmat adlı eserinde; kendsinin emir Sultan ile Ahmed Rifai’ye ulaşan iki ayrı silsilesini daha verir.
Emir Sultan’a Bağlanan Silsile
İvaz Efendi
Hasan Efendi
Ali Çelebi Dede
Lütfullah Dede Emir Sultan
Ahmed Rifai’ye bağlanan Silsile
Ali Mısri – Seyyid Muhammed Çelebi – Seyyid Süleyman
Seyyid Süleyman – Seyyid Yahya – Seyyid Yusuf
Seyyid Ali – Ebu’s Sita – Seyyid Zeyneddin
Seyyid Osman – İbrahim Azeb – Abdurrahim – Ahmed Rıfai
Temenye Dergahı
Bursa Şer’iyye Sicilllerindeki belgelerden anlaşıldığına göre Temenye dergahı ; Sultan Ahmed (1603-1617) tarafından Hüsameddin Bursevi hazretleri adına yaptırılmış ve Bursa’da çeşitli mahallerden 49 neferin cizyeleri dergaha gelir olarak bağlanmıştır. 1623 ‘de dersaadet’e bizzat başvuran Hüsameddin Efendi , Anadolu cizyesinden yıllık toplam 7200 akçenin dergah için toplanması konusunda berat çıkartmıştır.
Hüsameddin Bursevi tarafından düzenlenen vakfiyeden anlaşıldığına göre dergah; tevhidhane , üst katta bir oda , bir kütüphane, bir sofa, bir mutfak, bir banyo, bazı odalar , alt katta bir fırın , bazı binalar, ahır ve bahçeden ibarettir. Kütüphaneye bazı kitaplar vakfedilmiş ve bunun için de ayrıca bir vakfiye düzenlenmiştir.
Temenyeri’ndeki Hüsameddin Bursevi dergahı günümüze kadar ulaşan nadir dergahlardandır. Kurucu Şeyhten sonra hizmet veren Postnişinler şunlardır ; Muhyiddin Efendi (1673) ( Hüsameddin Bursevi hazretlerinin damadıdır ve 40 yıl dergahın şeyhliğini yapmıştır. şeyhinin yanına defnedilmiştir.) Abdürrahim Efendi ( Şeyh Muhyiddin Efendi’nin oğludur ve dergahın haziresine defnedilmiştir.) Muhammed Efendi Ömer Efendi Abdülkadir Efendi Abdülaziz Efendi (1764) Mustafa Efendi (1806) İbrahim efendi (1817) Mehmed İzzeddin Efendi (1841) İzzeddin Efendi (1904) Ahmed Bahaeddin Efendi (1914)
Kaynaklar
Tarihi Bursa Mezar taşları I – Bursa Hazireleri , Hasan Basri Öcalan , Bursa Kültür a.ş. , 2011
Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Mehmed Şemseddin , Bursa dergahları ( Yadigar-ı Şemsi) , Uludağ Yayınları
Mustafa Kara , Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler , Bursa Kültür A. Ş. yayınları
Gazzizade Seyyid Abdüllatif Efendi , Hulasatül Vefeyat , Bursa Kültür a.ş. yayınları
Hasan Basri Öcalan , Bursa’da Tasavvuf Kültürü , Gaye Kitabevi , 2000
Anadolu velîlerinden. On altıncı yüzyılın sonunda ve on yedinci yüzyılın başında yaşamıştır. Pamuklu bez ticâretiyle meşgûl olduğu için Eskici Mehmed Dede diye meşhûr oldu. Aslen Amasyalı olup, 1619 (H.1028) senesinde Bursa’da vefât etti. Kabri, Abdülmü’min Efendi Câmii bahçesindedir.
İlk tahsîlini memleketi olan Amasya’da gördükten sonra, Bursa’ya gelen Mehmed Efendi, ilk zamanlar pamuklu dokuma ticâretiyle meşgûl oldu. Kıdvetü’l-ârifîn Abdülmü’min Efendinin sohbetlerinde bulunmaya başladı. Ona talebe olup ondan ilim ve feyz aldı. Abdülmü’min Efendinin torunu ile evlendi. Onun yaptırdığı câminin civârında yerleşti. Velî zâtların sohbetlerinde bulundu ve tasavvuf yolunda ilerledi. Bir ara pamuklu dokuma ticâretini bırakıp, insanlardan uzaklaşarak uzlete kendi köşesine çekildi. İbâdet ve Allahü teâlânın ismini zikirle meşgûl oldu. Mânevî derecelere kavuştu. Daha sonra; “Çalışan, Allahü teâlânın sevgilisidir.” sözü gereğince, âilesinin nafakasını temin etmek için pamuklu dokuma ticâretine tekrar başladı. Bursa Bezzazcıları arasında önemli bir yeri olmasına rağmen hiçbir zaman dünyâ malına gönül vermedi. Kazandıklarını, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için ihtiyaç sâhiplerine sadaka verirdi.
Ömrünün sonlarına doğru pamuklu dokuma ticâretini tamâmen bırakıp, nefsinin istediklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyleAllahü teâlânın rızâsını kazanmaya çalıştı.Hoş sohbeti ve güzel ahlâkıyla insanların gönüllerini almaya gayret etti. Birçok halleri ve kerâmetleri görüldü.
Zamânın Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin kâdılığı ve dünyânın debdebesini bırakıp Üftâde hazretlerine talebe olmasına Eskici Mehmed Dede vesîle olmuştur.
Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî bir gece rüyâsındaCehennem’i gördü. Cehennem’in şiddetli ateşinde tanıdığı bâzı kimseler de vardı. Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve üzüntü içinde bulunduğu günlerde bir hanım bir dâvâ getirdi. Dâvâcı kadın, kocasından ayrılmak istediğini bildirdi. Kadının ayrılmak istediği kocası Muhammed Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimseydi. Bu fakir kimse her sene hacca gitmek ister fakat gidecek parası olmadığı için de bir türlü arzûsuna kavuşamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Evdeki hanımı yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü.
Yine bir sene hac mevsiminde parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı ve hanımına; “Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talakla boşadım.” dedi. Günler geçti. Hac için hazırlananlar yola çıktı. Kurban bayramı yaklaştı. Fakir kimseyi bir düşünce aldı. Hem hacca gidememenin üzüntüsü, hem de hanımının üç talakla boş olacağı için çâresizlik içinde kıvranmaya başladı. Bir yerlerden borç para bulup, hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı ve çâresiz kaldığı bu günlerde büyük velî Muhammed Üftâde hazretlerine gidip durumunu arzetti. Üftâde hazretleri onu dinledikten sonra; “Bizim Eskici Mehmed Dede’ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur.” buyurdu.
Fakir sevinerek Üftâde hazretlerinin huzûrundan ayrılıp Mehmed Dede’nin dükkanına koştu. Mehmed Dede’ye, hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı. Mehmed Dede; “Ey Fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!” dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendini Mehmed Dede ile birlikte Mekke-i mükerremede buldu. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, kerâmet olarak fakiri bir anda Hicâz’a götürdü. O gün arefe idi. Hacılar Arafat’a çıkmışlar, vakfeye duruyorlardı. Fakir de Eskici Mehmed Dede ile birlikte ihrâm giyip Arafat’a çıkarak vakfeye durdular. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavâf ettiler. Hac ibâdetini tamamlayıp, ziyâret edilecek yerleri ziyâret ettikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar Eskici Mehmed Dede’yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir bâzı hediyeler alıp, bir kısmını da getirmeleri için emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Yine Eskici Mehmed Dedenin kerâmetiyle Mekke-i mükerremeden Bursa’ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; “Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun.” dedi. Fakir, “Hanım ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke’den aldım.” dediyse de kadın; “Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye verip, senden ayrılacağım.” dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye giderek durumu anlattı ve; “Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikahsız olarak yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum.” dedi.
Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî, kadının kocasını çağırtarak ifâdesini dinledi. Fakir; hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamayı tavâf edip, ziyâret yerlerini gezdiğini, Bursalı hacılarla görüştüğünü, hattâ getirmeleri için bâzı eşyâlarını onlara emânet bıraktığını söyledi. Bu sebeple talak yâni boşanmanın vâki olmadığını söyledi ve Eskici Mehmed Dede’yi şâhit gösterdi. Eskici Mehmed Dede birlikte hacca gidip geldiklerini söyledi ve; “Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu halde bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de bir velînin bir anda Kâbe-i muazzamaya gitmesi niçin kabûl edilmez.” dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî anlatılanları hayretle dinledikten sonra, mahkemeyi hacıların geleceği zamâna tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar döndü. Mahkeme gününde şâhid olarak fakirin hac vazîfesini yaptığını hattâ verdiği emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhitlerin verdiği ifâdeler üzerine dâvâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece boşanma olmadı.
Bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamayan Aziz Mahmûd Hüdâyî, EskiciMehmed Dede’ye gitti ve; “Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için geldim.” dedi. Eskici Memed Dede ona; “Sizin nasîbiniz bizde değil. Şeyh Muhammed Üftâde hazretlerindedir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı bildirin.”dedi. Kâdı Mahmûd Hüdâyî, Üftâde hazretlerine gidip ona talebe oldu. Üftâde hazretlerinin isteği üzerine sırmalı kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Kâdılığı bırakıp, Muhammed Üftâde hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde olgunlaştı. Bursalıların kınamalarına rağmen bu yola devâm etti. Dünyânın debdebesini bırakıp gönül sultanlığına yükseldi. Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu yola kavuşmasına vesîle olan Eskici Mehmed Dede’dir.
Eskici Mehmed Dede’nin halleri ve kerâmetleri insanlar arasında dilden dile anlatılır oldu. Devletin merkezi olan İstanbul’daki vezirlerle öteki devlet adamları, askerler ve ulemâ onun yüksek hallerini ve menkıbelerini dinleyip, onu görmedikleri halde, sevenlerinden oldular. Duâsını almak için pek kıymetli hediyeler, ihsânlar ve kitaplar gönderdiler. Fakat o, dünyâya ve dünyâdakilere gönül vermediği için kendine gönderilen hediyeleri ihtiyaç sâhiplerine ihsân etti. İbâdet ve tâat ederek Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmaları için çalıştı. Günleri ve geceleri böyle geçerken, 1619 (H.1028) senesinde Bursa’da vefât etti. Abdülmü’min Efendi Câmii hazîresinde defnedildi. Vefâtına Hâşimî Efendi;
Gitdi Eskici Dede köhne cihândan virdi cân (1028) mısraını târih düşürmüştür. Kabri, Eskici Mehmed Efendi aşevinin hemen yanındadır. Sevenleri kabrini ziyâret edip, rûhuna Fâtiha okumaktadırlar.
Eskici Mehmed Efendi Haziresi ; Hazire’de Eskici Mehmed Efendi ile üç kişiye ait kabir taşları vardır. ;
Eskici Mehmed Efendinin Kabir Taşı Hüve’l Baki Hazret-i Üftade Müridlerinden Hüdayi Mahmud Efendi’yi irşad eden Eskici merhum Mehmed Dede ruhiyçün fatiha sene 988
1- Seyyid Mehmed Emin Efendi – Eskici Mehmed Efendi dede türbedarı
2- Seyyid Zeynelabidin Bey
3- Abdi Bin Recep
KERÂMET VE MENKÎBELERİ
BİZE PİLAV GÖNDER
Tüccardan Akkaşzâde Seyyid Abdurrahmân Efendi anlatır: “Bir zaman ticâret için bir mikdâr pirinç satın alıp, Bursa’da Yeni Han’daki bir anbara koydum. Bir müddet sonra gidip kontrol ettim. Fakat ne göreyim pirincin tamamı böceklenmiş. Pirinci bu halde görür görmez çok üzüldüm. Handan üzgün bir halde çıkarken Eskici Mehmed Dede’yi kapı önünde oturur gördüm. Eskici Mehmed Dede bana yönelerek; “Emir Molla bizden tarafa bak. Bize pilav gönder.” dedi. Ben ona; “Çuval gönder ne kadar pirinç istersen göndereyim.” dedim. Biraz sonra gönderdiği çuvalı alıp pirinç koymak üzere anbara girdiğimde, gördüm ki, pirinçte böcekten eser kalmamıştı. Bu hâli görünce içim açıldı. Gam ve üzüntüm gitti. Çuvalı doldurup Eskici Mehmed Dede’ye gönderdim. Bu hâlin Eskici Mehmed Dede’nin kerâmeti olduğuna şâhid oldum.”
Bursa – Osmangazi’deki Murad Hüdavendigar külliyesinde. Sultan Murad Hüdavendigar’ın türbe kapısı önünde.
Bursa Kütüğüne verdiği bilgiye göre; Murad Hüdavendigar zamanında yaşamış bir zattır. İsmi meçhüldür. I. Murad türbesi kapısında medfundur. Hayatı hakkında bilgi çok kısıtlıdır.
Rivayete göre ; Çekirge Sultan fakir bir adamdır. Sultan ünvanı sonradan verilmiştir. Bursa’da hamamın kapısının önünde sadaka beklerdi. Günün birinde hamamdan çıkan bir kadın feryatlar koparmağa başladı. Kulağındaki küpeleri kaybetmişti. Bütün hamam telaşa düştü, her yere bakıldı ama küpeler yoktu. kadın feryat figan ediyordu. Çünkü küpeleri çok değerliydi. Nihayet işe Çekirge Sultan karıştı ; Kadına ” yıkandığın kurnanın yanında ufak bir delik vardır, dökülen saçlarına sarılı olarak küpelerin oradadır.” dedi. Sonra kadın hatırladı ki ; Hamam girerken küpelerini çıkarmamıştı. Sonra tarandığı sırada dökülen saçlarına sararak bu deliğe koymuştu. hamamdaki bütün kadınlar heyecanla koştular ve küpeleri fakirin söylediği yerde buldular.
Bu hadiseden sonra fakirin kehaneti her yerde duyuldu. Şöhreti o kadar arttı ki ; Sultan Murad’ın kulağına kadar geldi. Adamın gayb ilminde pek mahir olduğu söyleniyordu. Çekirge Sultan , Sultan’ın huzuruna getirildi. Sorulan iki soruya doğru yanıt verdi sonra Sultan Murad kendisine doğru kapalı elini uzatarak sordu ” Söyle bakalım elimde ne var” .
İşte o zaman şaşırdı , tereddüt etti , düşündü taşındı , başını kaşıdı , soruya yanıt vermediğinden kellesinin uçurulacağını düşünüyordu , düşünürken mırıldandı ; ” Bir atlarsın çekirge , iki atlarsın çekirge , üç ” derken.. Henüz sözünü bitirmemişti ki padişah elini açtı. Elinden bir çekirge atladı. Bu hadiseden sonra Padişah fakire bir çok ihsanda bulundu ve kendisine Çekirge Sultan lakabı verildi. Aynı zamanda Padişah’ın müneccim başı olarak tayin edildi.
Kaynaklar ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2