ÇANAKKALE – Gelibolu itfaiyesi yanında
Gelibolu itfaiyesi yanında kabri bulunan Hakkı Hayran dede ile ilgili kaynaklara rastlayamadık.
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
ÇANAKKALE – Gelibolu itfaiyesi yanında
Gelibolu itfaiyesi yanında kabri bulunan Hakkı Hayran dede ile ilgili kaynaklara rastlayamadık.
karaman caddesinde Halveti mezarlığının karşısında
Kahramanlar caddesinde eski yatırlardan Mastarlı dede
Karamanlar caddesinde no 27 de Asb.Sadık beyin evinin bahçesinde yer alır.
Gelibolu’da 4’ü Alaattin Kalfa Mezarlığı, 2’si buranın hemen yakınındaki Halvetî Tekkesi Mezarlığı ve 2’si de Karamanlar Mahallesindeki bir evin bahçesinde yer alan Seyyidler Halvetî Mezarlığı olmak üzere üç ayrı yerde toplam 8 tane Halvetî mezar taşı bulunmuştur. Tasavvuf tarihine yönelik kaynaklarda Gelibolu’da Halvetî tekkesi bulunduğuna dair bir bilgi bulunmamakla birlikte bu durum bize Gelibolu’da en az iki Halveti tekkesi olduğunu düşündürmektedir.
Kutbul Arifin Şeyh Muhammed Safi er efendinin kabri seydiler mezarlığında bulunur.Seydiler Mezarlığında şeyh efendi nin dışında Seyyid Şeyh said efendi – Şamlı Yusuf dede – ahmet Dede ve Şeyh efendini halaları yatmaktadır mezarlık Karamanlar caddesinde Asb.sadık beyin evinin bahçesinde yer alır.Hakkında herhangi bir bilgiye rastlayamadık.
Kabir taşında şöyle yazar
Yâ Hû
Tarîk-i Halvetiyyeden
Kutbü‘l-‘ârifîn
Merhûm ve mağfûr
Şeyh Mehmed Sûfî Efendi Rûhiyçün fâtiha
Sene 1234 (1819)
ÇANAKKALE – GELİBOLU’DA Karamanlar caddesinde no 27 de Asb.Sadık beyin evinin bahçesinde yer alır.
Gelibolu’da 4’ü Alaattin Kalfa Mezarlığı, 2’si buranın hemen yakınındaki Halvetî Tekkesi Mezarlığı ve 2’si de Karamanlar Mahallesindeki bir evin bahçesinde yer alan Seyyidler Halvetî Mezarlığı olmak üzere üç ayrı yerde toplam 8 tane Halvetî mezar taşı bulunmuştur. Tasavvuf tarihine yönelik kaynaklarda Gelibolu’da Halvetî tekkesi bulunduğuna dair bir bilgi bulunmamakla birlikte bu durum bize Gelibolu’da en az iki Halveti tekkesi olduğunu düşündürmektedir.
Kutbul Arifin Seyyid Şeyh said efendinin kabri seydiler mezarlığında bulunur.Seydiler Mezarlığında şeyh efendi nin dışında Şeyh mehmet sufi efendi – Şamlı Yusuf dede – ahmet Dede ve Şeyh efendini halaları yatmaktadır.Bu mezarlık Karamanlar caddesinde Asb.sadık beyin evinin bahçesinde yer alır.Hakkında herhangi bir bilgiye rastlayamadık.
Kabir taşında şöyle yazar;
Hû
Tarîk-i Halvetî
Kutbü‘l-‘ârifîn
Merhûm Seyyid Şeyh Sa‘îd Efendi Rûhiyçün fâtiha
Sene 1250 -1835
Çanakkale – Gelibolu’da Gaziosmanpaşa camii nin giriş kapısının karşı sırasında
Gelibolu’nun büyük camii diye anılan Gazi Süleyman Paşa camii nin karşısında mezarı bulunan Piri baba Gelibolu’nun fethine katılarak şehrin fethinde büyük gayretleri geçen Alperen Dervişlerindendir. Fethi sırasında askere manevi şevk ve heyecan vererek onları çoştururmuş. Şu an ki kabrinin bulunduğu yerde bir çok şehidin yattığı kaydedilir.
Çanakkale – Gelibolu Merkezde hallacı Mansur makamının hemen ilerisinde hamzaköye bakan yamactadır.Gelibolu da kime sorsanız bilir Bayraklı babayı.
Asıl adının Karacabey olduğunu, Osmanlı ordusunda bayraktarlık yaptığı bu kutsal vazifeyi yaparken de şehit olduğu bilinmektedir.(H 813 / M 1411) Karacabey, Fetih sırasında Gelibolu’nun kuzey kapısından şehre girmeye çalışan ordumuzun saflarında yine bayrakla beraber savaşa katılıyor.Vuruşurken birkaç arkadaşıyla birlikte düşman tarafından sarılır.Kimisi şehit, kimisi tutsak olunca Karacabey de bayrağı ile birlikte esir veya şehit olma durumuyla karşılaşır.Bayrağın düşman eline geçme durumunu görünce çılgın bir uygulamaya girişir.
Bayrağı küçük parçalara ayırarak yutmaya başlar ve yutar.sonrada düşmanın üzerine saldırır. Yaralı olarak arkadaşları tarafında bulunduğunda bayrağı ne yaptığı sorulur.bayrağı düşmana kaptırmamak için yaptığı çılgın uygulamayı anlatır.Bazı arkadaşlarının bunun gerçek olamayacağını ima etmesi üzerine keskin palasıyla karnını yırtar ve yuttuğu bayrak parçalarının kanlarla birlikte ortaya çıktığı görülür.Gerçeğin ortaya çıkmasıyla son sözlerini söyler;” benim mezarımdan hiç bir zaman bayrak eksik etmeyin”. İşte o gün bu gündür türbesinden bayrak eksik olmaz.
Diğer bir rivayete göre de; Osmanlı donanmasında bayraktarlık yapan Karacabey, Marmara da yassıada açıklarında Bizans donanmasıyla yapılan bir savaşta elinde sancağı ile birlikte şehit düşmüştür.Donanmanın merkezi olan Gelibolu de sahile yakın bu yamaca gömülmüş, vasiyeti üzerine üzerine mezarı bayraklarla donatılmıştır.
Mezarının sağ tarafında Bolayır da yatan Gazi süleyman paşanın mezarında olduğu gibi eski Türk geleneklerinden olan atının mezarı bulunmaktadır.Sağ tarafında ise Onunla birlikte şehit olmuş Horosan erlerinden bir şehidimiz yatar.
Çanakkale – Gelibolu Yazıcızade caminin karşısındaki parkın içinde
15 inci asırda yaşamış alim ve mutasavvıf bir zattır. Yazıcızade Mehmet Efendinin küçük kardeşidir. Babası alim bir zat ve katip olan salih efendidir.Eserinde yer alan “Hak teâlâ hazretleri, miskîn Ahmed-i Bîcân’ı, deniz kenarında, gâziler şehrinde Gelibolu’da yarattı.” ifâdesinden onun Gelibolu’da doğduğu anlaşılmaktadır. Babası Yazıcı Sâlih Efendi, bâzı rivâyetlere göre, Ankara veya Bolu civârında devlet hizmetlerinde kâtiplik yapmıştır. 1408′de tamamladığı, Anadolu’da astroloji sâhasında ilk Türkçe manzum eser olan Şemsiyye’sini Ankara’da İskender bin Hacı Paşaya ithâf etmiştir. Sonra Gelibolu’ya gelip yerleşmiştir.
Ahmed-i Bîcân küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Zamânın ilimlerini tahsil etti. Arapça ve Farsçayı çok güzel öğrendi. Zâhirî ilimlerdeki tahsîlini tamamladıktan sonra ağabeyi Muhammed Bîcân ile birlikte mânevî ilimlerde de yükselmek istiyor, kendilerini irşâd edecek, doğru yolun mânevî zevklerini tattıracak bir evliyâ arıyorlardı. İki kardeş arayış içinde iken, devrin büyük velîsi Hâcı Bayram-ı Velî hazretleri misafir olduğu Edirne’den ayrılarak yanındakilerle birlikte Ankara’ya gitmek için yola çıkmıştı. Epey yol aldıktan sonra, yanındakiler Gelibolu’ya yaklaştıklarında yolu şaşırdıklarını anlayıp, telaşlandılar. Hâcı Bayram-ı Velî durumu fark edince; “Evlatlarım! Devâm ediniz. Belki orada bekleyenlerimiz vardır.” dedi. Gelibolu’ya vardıktan sonra, Hâcı Bayram Velî odasında dinlendiği sırada, huzûruna girmek için Muhammed ve Ahmed Bîcan kardeşler izin istediler ve içeri girip selâm verdiler. Kendilerini tanıtmak istediklerinde Hâcı Bayram-ı Velî; “Biz sevdiklerimizi daha iyi tanırız.” dedi. Onlara muhabbet nazarları ile bakıp duâ etti, sonra; “Yağ ve kandil hazırmış, bize yalnız kibriti yakmak kalmış.” buyurdu.
Ahmed-i Bîcân ve ağabeyi, Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin huzûrunda mânevî ilimlerde yükseldikten sonra Bayramiye tarîkatına göre insanları terbiye etmeye başladılar. Bayramiye esaslarından olan devamlı oruç tutup çile çıkardıkları, aşk ve muhabbet çokluğundan yemeden içmeden kesildikleri için Bîcân lakabını aldılar. Eserinde geçen; “Elhamdülillah ki Gelibolu’da nice kez kâfir ile cenk idüp gazalar idüp dururuz. Gâh kâfir bize geldi. Gâh biz kâfire varup dururuz.” sözünden birçok savaşlara katıldığı anlaşılmaktadır. Ahmed Bîcan böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh için yaptığı halvet, yalnızlık, çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı ekberi yâni büyük cihadı cihad-ı asgarla, küçük cihadla tamamladı.
Ahmed-i Bîcân hazretleri insanlara doğru yolu göstermeye devam ederken bir gün Ağabeyi Muhammed Bîcân’a; “Ağabey! İlim ve irfanın ziyâdedir. Tek arzum ve sizden dileğim, yâdigâr bir eser yazmanız ve bunun her yerde okunmasıdır. Dünyâ geçici, günlerin ise hiç vefâsı yok.” dedi. Muhammed Bîcân hazretleri onun bu isteği üzerine Megârib-üz Zeman adlı eserini yazdı. Bir süre sonra Muhammed Bîcân, kardeşine gelerek; “Kardeşim Ahmed! Bizi memnun etmek istersen Megârib-üz-Zaman’ı Türkçeye tercüme et. Güzel üslûbun ile herkes istifâde etsin.” dedi. Bunun üzerine Ahmed-i Bîcân hazretleri eseri Envâr-ül-Âşıkîn ismiyle tercüme etti.
Ahmed-i Bîcan hazretleri Gelibolu’da vefât etmiştir. Kaynaklarda vefât târihi ihtilaflı olup, 1453 (H.857) veya 1455 (H.859) olarak kaydedilmiştir. Ahmed-i Bîcân birçok eser yazmıştır. Eserlerinde son derece sade bir dil ve anlaşılması kolay ve akıcı bir üslûb kullanmıştır. Genellikle babasının ve ağabeyinin yazdıkları Arapça eserleri Türkçeye tercüme ve şerh etmiştir.
Çanakkale – Gelibolu da Yazıcızade cami nin hemen yanında
Yazıcıoğlu Mehmet Efendi 15. asrın ilk yarısında yetişen ve Sultan II. Murat ile kısmen oğlu Fatih Sultan Mehmed devirlerini idrak eden Molla Fenari, Akşemseddin, Molla Yegan, Zeynel Arap gibi zamanın alimlerinden ve mutasavvıf müelliflerinden biridir.
Aşkı ve irfanı ile ün yapmış veli bir şahsiyettir. Gelibolu ve yöresinde yetişen Mutasavvuf ve bilginlerin içinde Türk İslam kültürüne ve edebiyatına hizmet edenlerin başında gelir.
Babası Yazıcı Salih diye anılan Şemsiye ve Risale-i Fit-Tıb adlı eserlerin sahibi alim bir zattır. Mehmed Efendi Malkara’nın Kadıköy’ünde doğmuş, bilahare babası ile Gelibolu’ya gelip ikamet etmiştir. Tahsilini kemale erdirmek üzere İran ve Maveraünnehir ve İstanbul’a giderek Haydar Hafı ve Zeynel Arap gibi meşhur zatlardan istifade etmişse de asıl manevi feyzini Hacı Bayram Veli Hazretlerinden almıştır.
Mehmed Efendi Arapça da biliyordu. Aynı şekilde Farsça’ya da derin vukufıyeti vardı. Zira bu dillerde rahatlıkla şiirler kaleme aldığını görmekteyiz. İlk eseri de Arapçadır. Eserlerini hazırlarken faydalandığı kaynakların Arapça, Farsça olmaları yanında mevzuları bakımından da tefsir, hadis, kelam, fıkıh ilimlerinde rahatlıkla ifadede bulunup, sadece kalde (sözde) kalmayıp, hal (manen) olarak yaşayacak kadar tasavuffun inceliklerine nüfuz edebiliyordu. Bu husus O’nun disiplinli ve sistemli bir tahsil devresi geçirdiğini gösterir. O’nun yazdığı Muhammediye’si kendi devrinde ve sonraki asırlarda tesir sahası bir hayli geniş olmuştur.
Evliya Çelebi nice binlerce insanın Muhammediye’yi ezbere bildiğini yazar. Eskiden hemen her evde veya en azından her camide bir Muhammediye nüshası bulunurdu. Kış gecelerinde okunur yer yer ağlayanlar olurdu. Mevlid gibi besteli okunur, okuyanlara Muhammediyan denilirdi. Muhammediye’nin birçok yerinde ve bilhassa kasidelerde tasavvufi hususiyetler yer yer basit kelimelerin arkasına gizlenmiş, yer yer anlaşılması bir hayli güç olarak onun dokusuna girmiştir. Fakat bu mevzuda İslamın (Şeriatın) hudutlarını zorlamamış, bilakis şeriatsız tarikatın ve hakikatin olmayacağını işaret etmiştir. Dünya; Cellad, ejderha, iki yüzlü, külhan, büyücü, Gökyüzü; at, cevher kuşaklı, mina, lacivert çadır, ters dönmüş kadeh, Ay; akıl, gümüş, kurs, cam, rakkas, vezir. Güneş; def, bey, padişah, kadeh, kalp. Gönül; Utarid, yazıcı, zühre. Sevgili; Mirrih, çeri, müşteri, kadı, Zuhal, ekinci… gibi misallerde de görüleceği gibi Muhammediye’de Klasik Edebiyatın bir çok mazmun ve mefhumlarının, mitolojik unsurları zorlamadan kullandığını söyleyebiliriz. Kısacası Yazıcızade Mehmed Efendi’nin Muhammediye’si Tasavvufi, Dini ve Ladini hususiyetleri ile Türk Milleti’nin Dini ve Ahlaki kültürünü besleyen zengin bir kaynak olmuştur.
Gelibolu’ya Gelişi
İlim tahsili için İslam coğrafyası içinde değişik beldeleri gezen Yazıcızade Mehmed Efendi olgunluk döneminde İstanbul’da ikamet ederken zamanın vezirlerinden Mahmut Paşa Çarşısı’nın bamsı Kasapoğlu Mahmut Paşa ile büyük bir dostluk kurar. Eserinde Kasapoğlu Mahmut Paşa için “Bu vezir, mükemmel ilimle bezeli idi. Tam manası ile irfan sahibi olmuştu. Üstün değerleri ile tanınmıştı. Paşa anlatılan üstünlükleri ile beni severdi. O’nun sevgisi adeta bana bir sığınaktı. O hal içinde gidip Gelibolu’ya yerleştim. Gelibolu’ya gelince de, çevremde aşıklar belirdi. Onlarda beni sevdiler, değerimi bildiler. Orada kaldığım sürede beni görseydin, sanırdın ki; mercan içinde bir inciyim. Bende onları sevmiştim, candan bilmiştim. Hem ömrümü onlara harcadım durdum. Hak yoluna da bağlı, emirlere tutulu idim. Allah’a hamd olsun. O zaman, nice irfan sahipleri vardır. Onların üstün namları dünyayı doldurmuştu.”

Yazıcızade Mehmed Efendi tahsil devrelerini eserinde şöyle anlatır;
“Hem üstadım benim Zeynel Arab’dı. Kim içi dışı ilim ile edebdi.
Cü himmeti etti erdim. O’na ön ben. Eriştim Haydar-ı Hafiye son ben.
Ara yerde çok ettim istifade, Hem ön, son kim ettiyse ifade.”
Ancak Muhammed Efendi, asıl feyzi, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinden aldı. Hacı Bayram Veli, Sultan ikinci Murad Han’ın davetine uyarak Edirne’ye gitti. Ve orada bir müddet kaldı. Daha sonra Ankara’ya döndü. Bu gidiş ve dönüşlerinde Mehmed Efendi ve kardeşi Ahmed-i Bican’ı gördü. Onlarla görüşüp, sohbet ve irşadda bulundu. Kısa zamanda ikisi de Evliyalık derecelerine ulaştılar. Mehmet Efendi eserinde Hacı Bayram Veliden bahsederek şöyle demektedir;
“Cihanın kutbu mah-ı Hacı Bayram, Cihanın Şah-ı Hacı Bayram,
Çü Şeyhim bu sözü işrab kıldı. Sözünü canıma mihrab kıldı. Selamullah erişsin size Şeyh.
Tükenmez himmet eylen bize ya Şeyh.”
Bu hadiseden sonra bir ara II. Murat Gazi, Mehmet Efendi’yi sefaretle Mısır’a gönderdi. Bundan sonra Gelibolu’ya döndü ve ömrünü ibadet ve tekerrürle geçirdi. Eserler yazdı. İtikaf ve inviza yaşadı. Gelibolu’nun namazgah yöresinde, Hamzakoy sahillerinde büyük bir kayaya oyulmuş küçük bir Hücrede ibadet ve tefekkürle meşgul oldu. Bu halini şöyle anlatır;
“Meğer günlerden bir gün emri Takdir. Oturmuştum Gelibolu’da sırra.
Elimi çekmiş idim cümle halktan. Dilimde zikir idi kalbimde Zikra.”
Muhammediye’nin Yazılması
Eserlerinin büyük bir kısmını bu çilehanesinde yazmıştır. ilk eseri; MEGARİBÜZZAMAN’dır. Arapçadır. İkinci eseri MUHAMMEDİYE’dir. Ancak Muhammediye ve kardeşinin ENVARÜL-İ AŞİKİN’İ, Megarübüzzaman’ın tercümesinden ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
Muhammediye’nin yazılmasında, Gelibolulu Hak Aşıkları’nın kendisini ziyarete gelip; “Ey Dost Hz. Peygamber vasfında bir kitap niçin yazmasın” demeleri ve asıl rüyasında Hz. Peygamber Efendimizi görüp irşad almış bulunması büyük rol oynamıştır, Yani Yazıcıoğlu’na Resullullah (A.S.) Efendimizi rüyada görmesi, böyle bir eser yazması için, emir mahiyetinde tavsiye almasıdır.
Bunu şu mısralarından anlıyoruz; Eserlerini yazılış gayesini anlatan satırlarda “Son Peygamberin emri ile bu hizmete girdiğimden, bu kitaba şu ismi verdim: “MUHAMMEDİYE KİTABI” der ve manzum olarak ta şöyle ifade eder: “O cümle kainatın Afıtab’ı Çüm emri itti bana düzdüm kitabı”
Mehmed Efendi kendisini ziyaret edenler için eserinde güzel bir duada bulunmaktadır. “Her kim bana dua edecek olursa, Onun bir derdine bin deva ver?’ “Onun duası ile istediğinden daha yüksek eyle; daha çok ver. Onun duasına karşılık, hesapsız hatalarını sil?’ Bir başka duasında da; “Özellikle Gelibolu diyarı halkına rahmet eyle, hemen herkesten önce yarın onlara şefaat eyle. Burada ne kadar imanlı kullar varsa, Ey Rahman Allah’ım güneşi, onların başına kıyamet günü gölge gönder. Onların ölüsünü dirisini gör, şefaatini, şefkatini onlardan esirgeme?’
Kavuştuğu manevi makamının sırrını da şöyle ifade etmektedir; “Eğer ben bu yola bu şekilde erdimse, geldimse, Baba, ana duasını almakla geldim” der. Yetişmesinde büyük emeği geçen hocalardan bahsederken de; Benim Hocam da Zeynel Arap idi. O’nun içi dışı ilim idi, edep idi. Himmet eyledi, kendisine ilk önce ben kavuştum. Ondan sonra da Haydar Hafi’ye eriştim:’ demektedir.
Yazıcızade Mehmed Efendi Muhammediye’sinde Gelibolu’ya gelişini şöyle ifade ediyor: Gelibolu’ya gelince de, çevremde aşıklar belirdi. Onlarda beni sevdiler, değerimi bildiler. Orada kaldığım sürede beni görseydin sanırdın ki, Mercan içinde bir inciyim, Bende orıları sevmiştim, candan bilmiştim. Hep ömrümü onlara harcadım durdum. Hak yoluna da bağlı, emirlere tutkulu idim. Allah’a hamd olsun. O zaman nice nice irfan sahipleri vardı. Onların üstün namları dünyayı doldurmuştu..:’
Eserin yazılmasına muhtemelen H/850 – 1446’da başlamış olup H/853/1449’da tamamlamıştır. Bu eserini bize tanıtırken Bu Muhammediye kitabının üstün bir özelliği daha vardır. Şöyle ki; Her kim bunu okursa nasibi artar. Bu kitap, her ne kadar çok okunursa, tekrar edilirse, okuyanın bedeninde, beyninde misk kokuları yayılmaya başlar:’ der. Muhammediye’nin beyit sayısı muhtelif kaynaklarda değişiklik gösterilmekle birlikte 9119 civarında olmalıdır. Baştan başa bir nat ve münacaat gibidir. Bu yüzden tıpkı Süleyman Çelebi’nin Mevlidi gibi yüzyıllarca okunmuştur. Türk Milleti’ne Peygamber Efendimizi (A.S.) sevdiren eserlerin başında gelmiştir. Böylece Mehmet Efendi eseri ile milletimizin manen besleyen zengin bir kaynak olmuştur.
Hulasa Yazıcıoğlu’nun kabri, şahsiyetinin Kemalat’ı ve Muhammediye’sinin şöhreti tesiriyle meşhur ziyaret yerlerinden biriolmuştur. Ancak camisinin yıkılıp da bir ara ibadete kapanması eski şöhretini kaybetmesine sebep olmuşsa da, şimdiki haliyle, yeni camisiyle ve bakımlı çevresiyle önceki şöhretli vaziyetini kazanmaya da başlamıştır.
Mezarı da şimdiki Yazıcızade Caminin bitişiğindedir. Kardeşi Ahmed-i Bican Efendinin mezarı da Yazıcızade Çeşmesi’nin üzerinde ve hemen Hamza Koy Limanına giden yol üzerindedir. Mehmet Efendi’nin türbesinin bitişiğindeki mescidin kitabesinde;
“Ziver gelip bir ehli dil söylendi bu tarih-itam yaptı. Yazıcı Zade’nin bu türbesinin Şah-ı Cihan Sultan Abdülmecid Han tamir ettirdi” yazılıdır.
Müellifin Kendi Hattı Olan Eserin Son Durumu:
Muhammediye’nin müellif hattıyla son nüshası Vakıflar Genel Müdürlüğü, Arşiv ve Neşriyat Müdürlüğünde 431 / A numarasıyla kayıtlı bulunuyor. Cilt, kahverengi ve meşindir. 326 yaprak, ilk sayfadaki müellifin vasiyetine göre, eser yakın zamana kadar Gelibolu’da kalmıştı. İkinci Dünya Savaşı tehlikesine karşı tedbir bakımından Ankara’ya alınmıştır. Halen Sultan ikinci Abdülhamid Han tarafından yapılan sedef kakmalı abanoz ağaçtan bir sandık içinde muhafaza edilmektedir.
Yazıcızade Mehmet Efendi’nin Çilehanesi
Birçok veli, ehli tasavvuf, çeşitli şekillerde çile doldurmuşlar veya zaman zaman itikafa çekilmişlerdir.
Sebeb-i hikmet ise; Hakka yakınlık, “Ölmeden önce ölünüz, ölüm gelmeden, ölüme hazırlanınız” sırrına mazhar olmaya çalışmak içindir. Mehmed Efendi de bu merhaleyi aşmış, ölümde beka sırrına ulaşmıştır. Mehmed Efendi bu olgunluğa ulaşmak ve ölmeden önce ölmek için girdiği çilehane veya başka bir ifade ile ibadethanesi Gelibolu’da Namazgah yöresinde Hamzaköy sahillerinde, büyük bir kaya blokunda oyulmuş, birbiri içinden geçilen iki küçük hücreden ibarettir. Buradaki hücrenin biri de kardeşi Ahmet Efendiye ait olduğu rivayet edilir.
Kaynak ; Gelibolu’nun Gönül Erleri , Ahmet Tuna
Bursa – Yıldırım’da Emir Sultan camiinde
Asıl adı Muhammed Şemseddin olan Emir Sultan, 1368′de Buhara’da doğmuştur. Babası, çömlekçi mânâsına gelen “Emir Külâl” lâkabı ile tanınan devrinin mutasavvıflarından Seyyid Ali’dir. Kaynaklar, kendisinin seyyid olduğundan bahsetmektedir ki; soyları Hz. Hüseyin’e (ra), ondan Hz. Ali (kv) ve dolayısıyla Peygamber Efendimiz’e (sas) dayanır. Bu yönüyle peygamber sülâlesinin altın silsilesine dahildir. Soyları itibarıyla “Emir”, Buhara’da doğmalarından dolayı “Emir Buhari” veya “Emir Şemseddin-i Buhari” dendiği gibi, veli olmasından ve aynı zamanda Sultan Yıldırım Bayezid’e damat olmasından dolayı da, “Emir Sultan” denmektedir.
Emir Sultan’ın babası Seyyid Ali, Buhara’da âriflerin yolundan gidenlerdendi. Şöhretten ve gösterişten kaçınır, halkın hizmetine koşardı. Kıt kanaat da olsa alın teri, el emeği ile geçinmeye itina gösterir, çömlekçilik yapardı. Oğlunu Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ışığında yetiştiriyordu. Ona: “Hz. Kur’an rehberin olacak, hadisler sana yol gösterecek.” diyordu.
Emir Sultan Hazretleri ilk tahsilini her şeyiyle Müslümanlığın yaşandığı aile ocağında görmüştür. Onun ilk hocası yukarıda vasıflarını saymaya çalıştığımız, Allah Resulü’nü (sas) kendisine rehber edinmiş bulunan babası, Emir Külâl Hazretleridir. Babası, yedi yaşında iken annesi vefat eden oğlu Muhammed Şemseddin’in (Emir Sultan) örnek bir insan olarak yetişmesi için elinden gelen gayreti gösteriyordu. Oğlunu, İslâm’ın özünde var olan yüksek insan sevgisi ile yetiştirmeye çalışıyordu. Bunun yanında oğluna kendi mesleği olan çömlekçiliği öğretiyordu. Babası ona başka sevgileri değil; Allah sevgisi, Peygamber sevgisi ve O’nun (sas) ashabının sevgisini öğretiyordu. İşte oğluna verdiği nasihatlerden bir misal: “Oğlum! Peygamberi anandan ve babandan daha çok sev. Soyunla övünme. Yalan söyleme, her gününü son gününmüş gibi tamamlamaya çalış. İlim öğren ve bunda aslâ üşenme. Yaşlılığında bile cihadı hiç bırakma. Selâm vermeden hiçbir topluluğa girme. Hz. Kur’an ve hadîsler sana yol gösterecek. Hayra koş; kötülükten kaçın. Unutma ki en büyük silâhın Allah’a (cc) ettiğin dua olacaktır.” Görüldüğü gibi Emir Sultan bu nasihatlerin ışığında, dinin yaşandığı bir ailede ve Emir Külâl gibi muhterem bir babanın yanında yetişmişti. Ayrıca babasının önde gelen müridlerinden Şeyh İsa gibi zamanın ünlü mutasavvıflarının da sohbetlerinde bulunarak olgunlaşmıştır. Emir Sultan, on sekiz yaşlarında iken, en önemli dayanağı babasını kaybetmişti. Bir süre babasının yakın dostları ve özellikle Seyyid İsa’nın yanında kalmış eğitimini tamamlamıştır.
Buhara’dan Bursa’ya
Genç yaşta mânevî kemâlâta eren Emir Sultan, Allah ve Peygamber aşkı ile Hicaz’a gitmek için Buhara’dan ayrılır. Ayrılırken de Buhara’da bulunan vefakâr baba dostlarıyla, âlimlerle ve erenlerle vedalaşıp, hac kervanıyla yollara düşer. Merv, Nişabur, Isfahan, Bağdat ve Basra üzerinden Hicaz’a ulaşır. Haccını tamamladıktan sonra Medine-i Münevvere’ye yerleşir. Gâyesi Allah Resûlü’nden (sas) feyz alarak huzurlu bir hayat yaşamaktır. Bu maksatla orada ikamet etmeye başlar.
Günler geçmekte, yirmi yaşlarındaki Peygamber âşığı genç, dinamik ve mütevazı Emir Sultan, yeni dostlar edinmekte, güzel bir hayat yaşamaktadır. Âlim ve ariflerle, Allah dostu ve Resulullah âşığı muhterem zatlarla sohbet ederek ilmini, irfanını geliştirmektedir. Medine’deki bu durumu çok fazla devam edemeyecektir. Zira görmüş olduğu bir rüyada Efendiler Efendisi’nden (sas) kendisine mânevî bir işaret gelir. Şöyle ki; Resûl-i Ekrem’in (sas) huzurunda edeple oturmaktadır. Yanlarında Hz. Ali de vardır. Kendisine denir ki: “Ey oğul! Hak Tealâ tarafından sana işaret olundu ki, Diyâr-ı Rum’a (Anadolu) varıp ceddin Hz. Muhammed’in (sas) sünnetinin âdâbını Müslümanlara takva yolu ile açıklayasın. Bu yolculukta yanan üç kandil sana yol gösterecek. O kandiller nerede sönerse, oraya yerleşeceksin ve kabrin de orada olacak.” Bu işaret Emir Sultan’ı o cennetler kadar güzel Medine’den ayıracaktır. Medine’ye giden bir Peygamber âşığının “Bana Medine o kadar güzel geldi ki, farz-ı muhal o anda cennetin bütün kapıları ardına kadar açılsaydı, ihtimal cenneti değil, Medine’yi tercih ederdim.” dediği o güzel beldeden, Allah rızası için, mübarek emre itaat edip hicret etmiştir.
Hicret bir davanın yayılması için çok önemli bir esastır. Tarihte hicret etmedik büyük bir dava ve mefkûre adamı yok gibidir. Peygamberlerin hayatında da hicreti görüyoruz. Hz. İbrahim’i (as) Babil’den Kenan’a, Suriye’den Mekke’ye göç ettiren bir dava vardır. Hz. İsa’yı (as) Filistin çevresinde dolaştıran, Arap Yarımadası’nı gezdirten, hatta Anadolu içlerine kadar getiren bir yüce mefkûre, Allah’ın kendisine tevdi ettiği bir vazife vardır. Hz. Musa’nın (as) da ideali uğrunda hicret eden nebilerden olduğunu biliyoruz. Bu kudsiler arasında en büyük muhacir, Efendimiz’dir (sas). Çünkü hicret, her şey gibi O’nunla (sas) tam mânâsını bulmuştur. Evet hicret, Allah’ın hoşuna giden bir ameldir. Çünkü hicret eden kimse, Allah için çok büyük bir fedakârlığa katlanır. Bir insanın ailesini, evlad ü iyalini, doğduğu yeri terk etmesi çok zordur. Emir Sultan Hazretleri, Buhara’dan Medine’ye ve cennet misal bu yerden, yeni cennet beldeleri oluşturabilmek için Bursa’ya gelecektir. Bursa’ya geldiğinde, daha yirmi bir-yirmi iki yaşlarında bir gençtir. Bu bize günümüzde onun gibi gençlerin Anadolu’dan dünyanın dört bir yanına yaptığı hicreti hatırlatıyor. Emir Sultan Hazretleri, bu mânevî işaret üzerine hacca gelen Buharalılardan ve bazı Medinelilerden oluşan kafile ile Anadolu’ya hareket etti. Kudüs’e uğrayıp Mescid-i Aksa’yı, Câmi-i Ömer’i ve orada bulunan peygamberlerin ve sâlih zatların kabirlerini ziyaret etti. Şam’a uğrayıp Ashâb-ı Kirâm’dan orada medfun bulunan Bilâl-i Hâbeşi’nin (ra), Muhyiddin-i Arabi (1165- 1240) gibi veli kulların, Hums’ta Halid bin Velid Hazretlerinin, Halep’te Hz. Zekeriyya’nın (as), Antakya’da Habib-i Neccar’ın, Konya’da Sadreddin-i Konevi (1210- 1274) ve Mevlâna Celâleddin’in (1207-1273) kabirlerini ziyaret etti. Karaman, Kütahya güzergahından yol alıp, İnegöl üzerinden Bursa’ya ulaştı. Kafile Bursa’nın doğu kısmında Gökdere vadisinde konakladı. Emir Sultan çevresindeki muhib ve müridlerine, Evliya Çelebi’nin dediği gibi: “Ey kardeşler! Bizim ömrümüzün kandili bu şehirde sönecek, makamımız bu şehir olacak.” dedi. Böylece Emir Sultan ve beraberindekiler Bursa’ya yerleşmiş oldu.
Bursa’ya yerleşen Emir Sultan, bir müddet inzivaya çekilmeyi tercih etmiştir. Ancak kısa bir süre sonra Bursa’nın Müslüman halkı bu cevheri keşfetmiştir. Zira Mecdi Efendinin, “Terceme-i Şakâik-i Numaniyye” eserinde dediği gibi: “Allah sevgisine ulaşan kişinin, kalblerin sevgilisi olacağı kesindir.” Bu sebeple Bursalılar ona büyük sevgi ve saygı besleyip ve onu baş tacı etmişlerdir. Bu sevgi günümüze kadar kesintisiz gelmiş ve halen de türbesine yapılan akın akın ziyaretlerle devam ettirilmektedir. Emir Sultan’a duyulan saygının bir göstergesi olarak, Ramazan geleneklerinden olan sahur davulu, Emir Sultan mahallesinde çalınmayıp, “pilâva, pilâva” seslenişi ile halk sahura kaldırılmaktadır.
Emir Sultan’ın Bursa’ya geldiği dönem, Yıldırım Bayezid (1389- 1402) devridir. Bu devir, Osmanlı’nın kuruluş döneminin en önemli hâdiselerinin yaşandığı devirdir. Bir yandan Anadolu Türk Birliği’ni sağlamak için beylikler teker teker Osmanlı’ya katılırken, diğer yandan İstanbul kuşatmaları ve Balkanların fethi çalışmaları devam ediyordu. Haçlılara karşı Niğbolu Zaferi kazanılıyordu. Devletin toprakları yaklaşık bir milyon kilometrekareye ulaşmıştı. Cihan hükümdârlığı mefkûresi, Yıldırım’la Timur’u karşı karşıya getirmiş ve genç Osmanlı Devleti, 1402 Ankara Savaşı neticesinde yıkılma tehlikesi ile karşılaşmıştı. Fetret Devri olarak bilinen bu dönem on bir yıl sürmüş ve nihayet Çelebi Mehmed’in 1413′te tek başına iktidarı elde etmesiyle devlet yeniden derlenip toparlanmıştır. Çelebi Mehmed ve sonrasında İkinci Murad yeniden devleti güçlü hale getirmişlerdir.
Bu üç hükümdârın dönemlerine ve hadiselerine şahit olan padişahlara dua ederek kılıç kuşatan, onları cihada teşvik eden, İkinci Murad dönemindeki İstanbul kuşatmasına (1422) bizzat talebeleriyle iştirak eden, devletin zor zamanlarında etrafındaki halka birlik ve beraberliğin önemini anlatan, padişah da olsa hiç çekinmeden gerektiğinde ikaz eden Emir Sultan Hazretlerinin önemli hizmetler yaptığını görüyoruz. Emir Sultan’ın emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münkeri yerine getirmede çok cesur olduğunu söyleyen kaynaklar şöyle der: “Hür düşünceli, sözünü esirgemez, iyiliği emredip, kötülükten nehyederken, mevkii-mertebesi ne olursa olsun kişiler arasında hiç fark gözetmez, dinin emirlerini anlatmakta herkesi eşit tutardı. Özellikle dinî değerlere uymayan tutum ve icraatlar karşısında yönetim mevkiinde bulunanlara hakikatı söylemekte çok cesurdur. O gerçeği söyleyen bir münevverdi, dalkavukluk nedir, bilmezdi. Âlimlerin dalkavukluk yapmasının cihanı harab edeceğine inananlardandı.” Emir Sultan’ın padişah kızıyla evlenmesi Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatma Sultan, rüyada aldığı mânevî bir emir üzerine, Emir Sultan ile evlenmiştir. Padişah kızı ile âlim ve Allah dostu birisi arasında gerçekleşen bu evlilik, Osmanlı Tarihi’nin ilklerindendir. Bu evlilik ile alâkalı olarak Yıldırım Bayezid zamanında Bursa kadısı olan ve daha sonra İkinci Murad Han döneminde Osmanlı’nın ilk Şeyhülislâm’ı olacak olan Molla Fenari (1350-1430), padişaha yazdığı bir mektupta Emir Sultan’ın büyüklüğünü şu sözlerle ortaya koyar: “…Emir Sultan’ın Resûl-i Ekrem’in (sas) neslinden değerli bir kimse olduğunu bilesiniz. Hz. Peygamber’in (sas) neslinden Anadolu’ya bunun gibi değerli bir zât gelmemiştir. Buhâra’dan peygamber soyundan böyle bir kişinin buraya gelmesi büyük mutluluktur. Ne mutlu size ki, Peygamberlerin Sultanı (sas) ile dünür oldunuz. Dünya ve âhirette mutluluğunuza vesile olacak işlerinizin giderek çoğalmasını Allah’tan dilerim. Şunu da bilmenizde fayda vardır ki, damadınız olan bu zât, Peygamber Efendimiz’in (sas): “Ümmetimin âlimleri İsrailoğulları’nın peygamberleri gibidir.” hadîsinde işaret ettiği şahsiyetlerden biridir. Hele hele Hz. Peygamber’in soyundan olması onun değerini bir kat daha artırıyor. Biz Hz. Resûl’den sonra bunlardan gördüğümüz eser ve tecellilerin başka hiç kimseden naklolunduğunu görmedik…” Emir Sultan’ın ilim ve maneviyattaki büyüklüğünü anlayan Yıldırım Bayezid Han onunla iftihar eder. Niğbolu Savaşı sonrası, yirmi cami yaptırma adağını da Emir Sultan’ın tavsiyesi üzerine yirmi kubbeli Ulucami’yi yaptırmak sûretiyle gerçekleştirir.
Vefatı
İsmail Beliğ’in Güldeste’sinde ifade edildiği gibi, “Cenab-ı Hakk’ın füyüzatına mazhar keramet sahibi, velâyet tahtının sultanı” olan Seyyid Şemseddin Emir Sultan Hazretleri; mücadele, mücahede, riyazât, zikir, dua, niyaz, tazarru, cihad, hizmet ve sa’y-u gayret dolu bir hayatta binbir tatlı hatıra bıraktıktan sonra 1429 yılında Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Şair Ahmed Paşa şu mısralarıyla tarih düşmüştür:
“İntikal-i Emir Sultan’a
Oldu tarih: İntikâl-i Emir” Cenaze namazını Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri kıldırmıştır. Emir Sultan Hazretleri, türbesinde eşi Hundi Fatma Sultan, oğlu Emir Ali ve iki kızı ile yatmaktadır.
Türbesi Bursa’nın güneydoğusunda isminin verildiği mahallede, yüksek bir yerdedir. Türbesinin hemen karşısında, iki minareli Emir Sultan Camii vardır. Etrafında büyük bir mezarlık bulunur. Emir Sultan’a komşu olmak isteyen Bursalıların yattığı bu mezarlarda belki birkaç Bursa gömülüdür. Mermerle döşenmiş büyük bir avluya karşılıklı iki büyük kapıdan girilir. Doğu kapısının üzerindeki âyette, meleklerin cennete gireceklere söyleyeceği ifade yazılıdır: “Selâm üzerinize olsun. Ne hoşsunuz! Ebedi olarak içinde kalmak üzere cennete girin.” (Zümer, 73) Avlu ortasında gece-gündüz durmadan akan şadırvan, Emir Sultan makamının ilâhî havasına başka bir âhenk ve renk katar. Cami ve türbe, Cuma günleri tarihi günlerini yaşar. Namaz kılınacak yer bulunmaz. Allah’ın bu sevgili kulunun Bursa’ya kazandırdığı mânevî havadan herkes hissesine düşeni almaya çalışır.
Balıkesir , Bandırma’da; Tekke camiinde
İslam alimlerinin ve silsile-ialiyyenin 34. kişisidir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Hicri 1330 yılında Bandırma da vefat ettiği bilinmektedir. Doğum yeri Bulgaristan , Burgaz , Ahyolu dur. Hacı Ali Rıza EL-Bezzaz Hz’lerinin 3 oğlu vardır .1.Hafız Sami Efendi Beylerbeyi camii imamı doğumu 1866 vefatı 1962 2.Mustafa Efendi Bandırma Mezbaha Müdürü 3.Hafız Bahattin Mustafa Efendinin ve Hafız Bahattin’in doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Efendi Hz’lerinin hanımı Fatımatüzehra validemizdir. Efendi Hz’lerinin vefatından üç sene sonra vefat etmiştir. Hafız Sami babasından kalan servetle gemi nakliyatı yapar. İki gemisi olan Hafız Sami gemilerini kurtuluş savaşında cephane taşımak üzere muharebeye gönderir. Büyük milli mücadelemizde üstün hizmetlerde bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk Hafız Sami’yi Ankara’ya çağırarak kendisine milletvekilliği teklif etti. Hafız Sami Atatürk’ü nazik bir dille kabul etmemiştir. Yapılan işin karşılık beklemeden yapılması gerektiğini savunan bir kişiliğe sahipti. 96 yaşında vefat etti. Kendisi beylerbeyi mezarlığında medfundur. Yüce Rabbimiz Hafız Sami Efendi’ye ve kurtuluş savaşında mücadele gösteren tüm dedelerimize rahmet etsin, ruhları şad olsun…
Ali Rıza Efendi (k.s) , Bezzaz ismi ile tanınmıştır. Kendisi çok zengindir, bezzaz yani manifaturacı dükkanları vardır. Ayrıca Türkiye nin her yerine nakliye yapan ticaret gemileri vardır. Bihayli zengindir. Ölmeden önce zenbil sırtında bütün malını mülkünü ihtiyacı olan kişilere bağışlamıştır. Manifaturacılık yaparken kumaşı iki oluna açarak ölçer ve bunu bir metre kabul ederdi. Şeyhi Halil Nurullah efendi ‘nin 1893 te vefat etmesiyle meşihat makamında irşad, insanlara doğru yolu gösterme görevi Hacı Ali Riza El-Bezzaz (ks) ye verildi. Hacı Ali Riza El-Bezzaz (k.s) efendi nin 20 sene müezzinliğini yapmış Süleyman dede isimli zat, Ali Rıza efendi ye intisab ettiğinde, bir sene merkebiyle dergaha gelip gider: -”bir senedir gelip gidiyorum. hala birşey bulamadım.” der. Ali rıza efendi bunun üzerine ona, gözlerini kapatmasını söyler. Süleyman gözlerini kapatıp açtığında Ali Rıza efendi yi kaplayan bir nur olduğunu görür ve dayanamayıp düşüp bayılır. Ali Rıza efendi ona , ayıldığında – ”bu muydu görmek istediğin , bir daha böyle şeyler isteme, bunlar marifet değildir ”der
Yunan harbi zamanında Ali Rıza efendi tekkesine Yunan Askerleri doldular, subaylardan birinin köpeği Ali Rıza efendi nin kabrine pislemek isteyince, köpek çarpılır. Köpeğin çarpıldığını gören subaylar kabire tekme atma teşebbüsünde bulununur , subaylarda çarpılır. Bu olayı gören yunan askerleri korkup , tekkeyi bırakıp kaçarlar. Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri’nin müezzini olan Süleyman Efendi, ezan okumak için minareye çıktığında ezan okumadan önce tefekküre dalıp içinden: “Şeyhim bana minareden kendini aşağıya at dese, atarım.” der. Minarenin yanından geçip namaza gitmekte olan Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri minareye doğru seslenerek; “Yapamazsın evladım! Yapamazsın.” diye seslenir.
Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri orta boylu, ince yapılı, uzuna yakın ve gayer güzel yüzlü, siyah gözlü, nurani buğday tenliymiş. Kendisi zekat mallarından dağıttığı kumaşlardan, zekat kumaşı olarak alan bir hanımefendi, aldığı zekatlık kumaşı pazarda satarken gören Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri: “Kızım niçin satıyorsun?” dediğinde, “Efendi Hazretleri, benim kumaşa ihtiyacım yok! Paraya ihtiyacım var efendim!” der. Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri dükkanına gelerek, dükkanında çalışan elemanlara bundan böyle zekat olarak kumaş değil de nakit para verileceğini söyler.
Tekke camii cematımızdan Hacı Sami Abimizin kendisi bir ramazan akşamında sohbet ederken: “Hocam babam Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri’nin yanında çalışmış. Çok kibar insanmış, güleç yüzlü, nurani bir Osman beyefendisi.” Diye bana anlatırdı ve yine “Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri’nin yanında kim çalıştıysa onun vefatından sonra hepsi dükkan açtılar.” Diye bana anlatmıştı. Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri yaptırdığı tekke camii de hergün Hatmi Hacegan (Zikir Halkası) yapar muridleriyle zikir ederlerdi. Yine bir keresinde bir sabah tekkede Hatmi Hacegan esnasında müridlerinden birinin aklına bağının budanacağı gelir. Eve dönüp kahvaltı yapan ve biraz istirahat eden mürit Livatya’daki bağını budamak için yola çıkar. Bağa vardığında bağın işlerinin çokluğunu görüp kederlenir. O arada kendisine bir uyku çöker uyandığında günün bir hayli ilerlemiş olduğunu gören müridin telaşı daha da artar. Ancak o anda bağın budanmış olduğunu görür. Şaşkınlık içinde evine dönen mürit ertesi sabah tekkedeki Hatmi Hacegan’a katılır. O zaman Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri’nin dilinden şu sözler dökülür: “Ehlullah Allahın izniyle insanların yardımına koşabilir hatta bağını da budayabilir.”
Hacı Ali Rıza Efendi Hazretleri Bandırmamızın birçok yerlerine çeşmeler, sebiller yaptırmıştır. Çelme ustalarına yaptırdığı çeşmeleri gidip yerinde dahi görmemiştir. Çeşme ustası efendi hazretleri çeşmeyi yaptım görebilirsiniz deyince evladım gerek yok deyip ücretini verirmiş. Bandırmamızın birçok köylerinde ve merkezde halen çeşmeler ve sebiller mevcuttur.