Hacı Dede

Hacı Dede Türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokaktaki Hacı Dede camii yanındadır.

Şeyh Hacı Dede ; Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin halifelerindendir. Şabaniye Silsilenamelerinde Hazreti Pir’in bizzat kendisinden icazetli şeyhler arasında gösterilmektedir. Menakıbname-i Şeyh Şaban-ı Veli’de Ömer Fuadi , Şeyh Hacı Dede’den bahisle, ona da başvurduğunu anlatır. Abdülbâki Efendi’ye o sırada İskilip’te olması sebebiyle ulaşamayan Fuâdi, içinde gitgide artan aşk ateşine daha fazla sabredemez. Bunun üzerine Şeyh Şa’bân-ı Veli’nin halifelerinden meşhur Hacı Dede’ye halini arz eder. O da bu durumun kısa sürede halledilemeyeceğini, zamana ve tedrice ihtiyaç olduğunu, Allah’tan başka her şeyi terk ederek tarikata girmesini ve böylece mücahede ile hâlinin düzeleceğini ifade eder. Ömer Fuadi, bu sırada duyduğu heyecan ve çektiği ıstırapla Hacı Dede’den derhal irşad niyaz etmektedir.

Şeyh Hacı dede’nin hayatı hakkında ne yazık ki başka bir bilgiye ulaşamadık . Kendisinden sonra kimin postnişin olduğu da malum değildir. Bir süre görevde bulunan ve 1125/1713 tarihinde vefat eden Şeyh Mahmut Efendi’ nin yerine şeyhlik ve imamet görevi oğulları Mehmet ve Mustafa efendilere tevcih edilmiştir. Kırk üç sene kadar görevde kalan Mehmet Efendi’nin vefatı üzerine 1168/1754 tarihli buyrultuyla seccadeye oğulları Abdullah ve Mustafa efendiler getirilmiştir. Son iki zatın vefatından sonra tekke uzun bir süre muattal kalmış ve 1220/1805 tarihli buyrultuyla Nakşibendî Şeyhi Hacı Hafız Ahmet bin Mustafa Efendi Şeyhlik makamına atanmış ve dergah, Nakşî dergahı olmuştur. Daha sonra bir süre görev ifa eden Güdüloğlu Hafız Hüseyin Efendi görevden çekilmiş ve yerine, yapılan sınavda başarılı olan Mehmet Sadık Efendi atanmıştır.

Adıgeçen zevattan hangilerinin türbede medfün ve sandukaların kime ait olduğu malum değildir. Yalnız türbede asılı bir levhada bunlardan birisinin Benli Sultan’ın oğlu olduğu yazılıdır.

1591 tarihlerinde yapılmış olduğu tahmin edilen Hacı dede mescidi yanmış, yerine bugünkü mescit 1850 yılında yapılmıştır. Döşeme ve tavanı ahşap, mihrap ve minberi basittir. Türbe 1971 yılında restore edilmiştir. Caminin dikkat çeken bir özelliği, duvarlarının tavanla bitişen üst kısımlarının içeriye kavisli olmasıdır. Bu özellik Hz. Pir Camii’nde de mevcuttur. En son 1971 yılında cemaat tarafından tamir edilmiş, bitişiğindeki türbe ile cami avlusunun zemini betonla yenilenmiş ve avluya abdest alma yeri, tuvalet yapılmıştır. Doğu bitişiğindeki kapıdan türbeye geçilmektedir. Bölge halkı tarafından sık sık ziyaret edilmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Şeyh Mehmed Ruhi Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin ilk halifesi olup, Ruhi mahlası ile bilinir. Divanın bir çok yerinde Aşık Ruhi-Kâmil Ruhi hitabları ile iltifatlarda bulunulmaktadır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Manisa’nın Kula kazasında 1905 yılında dünyaya gelir. Halim isminde çok sahavetli ve merhametli bir zatın oğludur. Halim Efendi’nin fakirlere ve düşkün kimselere karşılıksız yardımda bulunduğunu Seyyid Kazım Kızılkanat Efendi nakleder. Babası ve annesi müttaki ve salih insanlardandır. Mehmet Ruhi Akhan, üzerine farz olduğu andan itibaren namazlarını hiç kazaya bırakmamış ve camide cemaate devam etmiştir. Mehmed Ruhi’nin mesleği deri işlemeciliği ve ayakkabıcılık olmuştur. Nihayetinde Allah-ı Zül­celâl’e ve Resulullah’a ünsiyet etmek için bir mürşidi kamil arar.

Bekir Sıdkı Visali Hazretleri ile tanışıp, Hazret’ten Tariki virdini alır ve ona mürid olur. Mürşidine sıdk ile bağlanır ve tasavvuf yolunda yükselir. Menemen’de iken Abdurrahman Sami Niyazi Hazretleri ile tanışmış ve onun da hayır dualarını almıştır.

Mehmet Ruhi Akhan Hazretleri, üstadı Bekir Sıdkı Visali Hazretleri’nin 1962 yılında vefat etmesiyle, 1962-1977 yıllarında Uşşaki postuna oturarak irşatla meşgul olur. “Marifet Sırları” adlı bir divanı vardır.

1977 yılında, Umre ziyaretinden dönerken, Ürdün’ün Amman Şehri yakınlarında vuku bulan trafik kazasında, damadı Hacı Halit beyle birlikte şehiden Alemi Darı Beka’ya İntikal eder. Kabri şerifleri şeyhi Visali Hazretleri gibi, İzmir-Zeytindağ Kokluca Mezarlığında Hocazade Camii karşısındadır. Visali Divanı, kendi divanı ile birlikte bir arada tab edilir. Mehmet Ruhi Akhan Hazretlerinin bilinen iki halifesi vardır. Sıddık Naci Eren ve Hacı Ahmet Arslan.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Bekir Sıtkı Visali Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

1880 senesinde Manisa’nın Kula ilçesinde dünyaya gelen Bekir Sıtkı  Efendi’nin babası Mollazâde Hacı Mehmed Efendidir. İlk tahsiline Kula’da Boşnak Hoca namıyla bilinen alimden tamamlar. İlim öğrenmek için babasının rızâsı ile İstanbul’a gider. Fâtih Câmii Medresesinde uzun yıllar ilim öğrendikten sonra diploma alır. Bu arada tasavvuf yolunu, Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi’den öğrenir. Bir Ramazan-ı Şerif gününde İzmir Hisar Camiinde vaaz etmekte olan Abdurrahman Sami Saruhanî Hazretlerine mülaki olur ve intisap eder. Uşşaki sülûkunu tamamlayarak hilafet alır.

Hocası Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi, talebelerine sık sık, “Akşam ne rüyâ gördün?“, diye sormaktadır. Bir gün Bekr Sıdkı Efendiye de bu soruyu sorunca, “Efendim rüyâmda bir meydanlıkta at koşusu vardı. Her at üzerinde bir kişi vardı. Ben ise birbiri üzerine binmiş dört atın enüstündekine binmiştim. Atlar koşuya başladıktan sonra, benim bindiğim atlar en öne geçti ve hedefe en önce vardım. Orada bizlere bakan kalabalık, Bekr Efendi kazandı, diye bana iltifat ettiler.”, diye anlatır. Sâmi Niyâzî Uşşâkî de, “Oğlum Bekr! Sen dört ilme kavuşacaksın. Birinci at şerîat, ikinci at tarîkat, üçüncü at hakîkat, dördüncü at ise mârifet ilmine işârettir.” buyurur.

Bekr Sıdkı Visâli, ilim tahsîlini tamamladıktan sonra Kula’ya döner. Bir müddet halı ticâretiyle meşgul olur. Fahrî olarak, câmilerde vaaz verir. Bir süre sonra İzmir’e yerleşerek tâliplerine ilim öğretir. İnsanlara doğru yolu anlatmakla ömrünü geçiren Bekr Visâli Efendi, 1962 senesinde İzmir’de vefât eder. İhvanları ile Berat gecesini ihya ettikten bir gün sonra Alemî Beka’ya intikal etmişlerdir. Kabirleri İzmir Salihli yolu üzerinde Zeytindağ Kokluca mezarlığındadır.

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin bilinen üç halifesi vardır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Esseyyid Hacı Kazım Kızılkanat, Hacı Hüseyin Rıdvan Özaydın. Visali mahlasını kullanan Bekr Sıdkı Efendi’nin şiirlerinin toplandığı Hakîkat ve Mârifet Sırları isimli bir dîvânı vardır.

Visâli kemter kulunu
Tevfik eyle menzili

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Mehmet Dumlu Kütahyevi

Kütahya Merkez’de Musalla Kabristanındaki Sunullah Gaybi hazretlerinin hemen yanında dır.

Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri Kütahya’da doğmuştur. Baba tarafından soyu Buhara’ya uzanmaktadır. Dedesi Eşref Efendi Nakşibendi şeyhidir.  Dedesinin dedesi Hurşit Efendi
Buhara’da tahsilini tamamlamış bir Nakşibendi şeyhidir. Soyunda anne tarafından gelen bir manevi çizgi de mevcuttur. Anneanneleri Gülsüm hanımın Eskişehirli Sadık Efendi Aziz Hazretlerinden biatlı bir Şabani dervişi olduğu bilinmektedir.

Mehmet Dumlu Hazretleri ilk eğitimini Kütahya’da yaptı. Daha sonra hafızlık eğitimine başladı. Sekiz ayda Kuranı kerim hafızı oldu. Askerlik görevini İzmir Gaziemir’de tamamladı. Askerlik dönüşü kısa bir süre memurluk yaptı. Memurluktan ayrılıp Kütahya Şehitler Camii imamlığına tayin edildi. Müftülük kadrosunda Kuran Kursu öğretmenliği yapt 

1953 yılında Kütahya’da Ayşe hanımla evlendi. Evliliğinden iki oğlu bir kızı oldu. Oğulları Kamuran bey ve Sacit bey Kütahya’da ticaretle uğraşmaktadırlar. Kızı Asuman hanım da evlidir ve Kütahya’da yaşamaktadır. Mehmet Dumlu Hazretleri, eşi ile 47 yıllık bir evlilik hayatı sürdü. Eşi Ayşe hanımefendi, özenli, namazlarını kazaya bırakmamış bir hanımefendiydi. 2000 yılında Ayşe hanım vefat etmişlerdir. Bu tarihten sonra Mehmet Dumlu hazretleri büyük oğlu Kamuran beyle birlikte oturmuştur.

Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri tasavvufa ilk olarak Mevlevi Şeyhi Kütahya’lı Akif Dede’ye intisab ederek girmiştir. O sırada Nakşibendi halifelerinden Altıntaş’lı Hacı Mehmet Efendi’nin sohbetlerine de devam etmektedir. İzmir Gaziemir’de askerlik görevini yaptığı sırada Kadiri şeyhi Sezai Efendi ile tanışır ve onun sohbetlerine katılır. Askerden terhis olduktan sonra Kütahya’ya dönen Mehmet Dumlu Hazretleri, Altıntaşlı Hacı Mehmet Efendinin vefat ettiğini öğrenir. Bunun üzerine kendisinde bir kamil mürşid arayışı başlar. Kütahya eşrafından Elifzade Nuri Efendi vasıtasiyle Uşak’ta bulunan Halveti Şabani Şeyhi Hoca Mustafa Efendi Aziz Hazretlerine biat ederek Halveti Şabani yolunda tasavvuf eğitimine başlar. Dervişliği çok coşkulu olan Mehmet Dumlu Hazretleri, kısa sürede şeyhinin takdir ve teveccühüne mazhar olmuştur.

Tasavvuf eğitimi yanında müzik eğitimine de devam eden Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri, usul ve makam konularında kendisini yetiştirmiştir. Çok sayıda ilahiyi makam ve usulu ile ezberinde bulundurduğu için ilahiler konusunda araştırma yapan müzisyenlere yol göstermiştir. 

Dervişliği sırasında, hizmette ve gayrette önde yer alan Mehmet Dumlu Hazretleri şeyhinin vefatından önce irşad ile görevlendirildi. 1973 yılında vefat eden Uşaklı Mustafa Efendi Aziz Hazretleri’nin Halveti Şabani çizgisini aslına uygun olarak devam ettirmiştir. Kütahya, İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Konya, Kastamonu ve Erzurum vilayetlerinde sohbetleriyle; irfan yolunda istekli olanlara tasavvuf eğitimi vererek hizmeti sürdürmüştür. İrfan yolunda yüzlerce öğrenciyi, nefisleriyle mücadelede gerekli yol ve yöntemleri göstererek, irşad ve ıslah etmiştir.

Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri, 27 Ağustos 2011 tarihinde Kütahya’da Cemal Alemine yürümüştür. Naaşı, Kütahya’da, Sunullah Gaybi Hazretlerinin Türbesi yanında, toprağa verilmiştir.

Kaynak ; Halveti.net

Hüseyin Hüsnü Baba

Çanakkale – Kilitbahir’de

Hüseyin Hüsnü Baba, (1859-1925), İrşadi Baba’nın halifesidir. Babası Rifaiyye’den Katip Musa Efendi’dir. Annesi Hafize Hanım ve kendisinden on bir yaş büyük olan kardeşi Hafız Şeyh Nuri ise Uşşakiyye’dendir. İrşadi Baba’ya 1870 yılında intisab etmiş olup, 1878’de hilafet almıştır.

Kilitbahir’deki dergahta otuz-kırk sene inziva hayatı yaşamış olan Hüseyin Hüsnü Efendi, süluk ehli bir zat olup, halife ve müridleri vardır. Söz konusu dergahı yeniden ihya ederek Mevlevihane tarzında inşa ettirmiştir. Tekkeye I. Dünya Savaşı’nda iki düşman güllesi isabet ederek tahrip etmiştir. Sonraki tarihlerde Meydan Odası’nda Cuma ve Pazartesi geceleri tarikat ayini icra edilmiştir.

Aralık 1925’te Kilitbahir’de irtihal eden ve dergahın haziresine defnolunan Hüseyin Hüsnü Efendi’nin de Divan’ı olup, divan edebiyatı geleneğini sürdüren gazellerinde bu edebiyatın kavramlarını kullanmış, şiirlerinde ağırlıklı olarak tasavvufi konuları işlemiştir.
“Nazeninim piri Uşşakide dildarım sahih
Müptela-yı derd-i aşkım zat-ı envarım sahih”

Hüseyin Hüsnü Efendi’den sonra yerine el-Hac Hafız Mehmed Tevfik Efendi (ö. 1945) geçmiştir. Hüsnü Efendi’nin Tevfik Efendi’den başka birçok halifesi vardır. Bunlar Edirne, İstanbul, Bayramiç, Dimetoka ve Kilitbahir gibi bölgelerde tarikatı neşre memur olmuşlardır ki şu zatlardır: Tophane İhtiyat Müftüsü Varnalı Şeyh Hacı Bekir Cezbi Efendi, Dimetoka Uşşaki Şahin Baba Dergahı’nda Şahin Baba, Kilitbahir’de Şeyh Muslihiddin Dergahı şeyhi Şeyh Mustafa Kanber Efendidir.

Şeyh Mustafa Kanber Baba (ö. 1924’ten sonra) ise, Hüseyin Hüsnü Efendi’nin halifelerinden olup, 1895’te Kilitbahir’de ona intisab etmiştir. Hüseyin Hüsnü’de gördüğü hal ve kemal hasebiyle Uşşaki de karar kılıp, sülukunu ikmale muvaffak olarak intisabdan sekiz sene sonra yani 1321/1903’de Uşşaki tacını giymiştir. Kanber Baba, daha sonra Çanakkale’de tarikatı neşre memur edilmiş ve Gazi Hasan Paşa’nın Nara’da ihya ettiği dergahın meşihatına nail olmuştur.

Ahmet Talibi İrşadi Baba (k.s.)

Çanakkale – Kilitbahir’de

Talib-i İrşadi hazretleri , 1819’da Tire-Bayındır’da dünyaya gelmiş olup, Derebeyizade Helvacıoğlu Ahmed Efendi namıyla da hatırlanır. 1839 yılında medresede ilim tahsiliyle meşgul iken Uşşakiyye’den Ömer Hulusi ve Hüseyin Hakki efendilerle karşılaşmıştır. Ömer Efendi, “Talib benim irşad senin” diye Hüseyin Hakki Efendi’ye teslim etmiş, Hakki Efendi de bu göreve “Efendim can senin canan senin” diye mukabelede bulunmuştur. On beş sene mücahede ile meşgul olup, “Talib-i İrşadi” namıyla meşhur olmuştur.

Hüseyin Vassaf’ın naklettiğine göre, 1854’te zuhur eden bir hal ile yedi sene dağlarda, sahralarda inziva hayatı yaşamış, saçını sakalını uzatmış, bilahare bu hal zail olmuştur. Bu süre içerisinde haram yememiş, haram içmemiş, haram işlememiş sadece saç ve sakalını uzatmış, bir hasır parçasına bürünmüş olarak şeyhi Hakki Efendi’nin huzuruna gelmiştir. 1860’da Hakki Efendi’den müstahlef olmuş, Uşşakiyye’nin İrşadiyye kolunu kurmuştur.

Uzunçarşılı, Karesi Meşahiri adlı eserinde, “Beni dur eyleme ya Rab visal-ı zat-ı pakinden/Mekandan la-mekan zatın görünür dilde hal içre” gibi beyitleri olan İrşadi’nin bir divanı tutacak kadar ilahisi olduğunu, mensuplarının pirlerinin yolundan giderek saç ve sakalını uzattığını haber vermektedir. Yirmi bir sene Çanakkale, Biga, Balıkesir, Karabiga, Çardak, Lapseki, Bayramiç, Kumkale, Edremit ve Gelibolu taraflarını dolaşmıştır.

S. Nüzhet Ergun, Bektaşi Şairleri’nde, onun aslında Bektaşi olduğunu, zarardan korunmak için kendisini Uşşaki olarak tanıttığını, takiyye yaptığını, “Nazenin-i Uşşaki” denilen tarikatın Bektaşilik’ten başka bir şey olmadığını, gerçek Uşşakilerin İrşadileri kendilerinden saymadıklarını kaydetmektedir. Devamla Hulusi Baba’nın müridi olan İrşadi’nin daha sonra “Kasabalı” ve “Hakki-i Mürebbi”den icazet aldığını dolayısıyla ilk ve son şeyhinin Uşşaki kisvesine bürünmüş Bektaşilerden başkası olmadığını ifade etmektedir.

Talibi-i İrşadi hazretleri , 1881 senesinde Kilitbahir’de vefat ederek, oraya defnedilir.

İrşadi Baba, Balıkesir’de Azibler Tekkesi adında bir dergah da inşa etmiş, meşihatına vefatından sonra Şeyh Kudsi Ahmed Baba geçmiştir. Talib-i İrşadi’nin diğer halifeleri şunlardır: Baş halifesi Hüseyin Hüsnü Baba, Çardak’ta görevli Şeyh Safi Baba, Gelibolu’da Şeyh Hüseyin Necib Efendi ve Şeyh Ahmed Şucaeddin (Şucai) Baba, Bayramiç’te Şeyh Hasan Niyazi Baba.

 Kaynak ; Çanakkale Evliyaları , Abdulhalim Durma

Davud Halveti (k.s.)

Bolu – Mudurnu’da Kanuni Sultan Süleyman camii bahçesindeki Halveti tekkesinde.

Osmanlılar zamanında Mudurnu’da yetişen evliyâdan. Ali Bey adında bir zâtın oğlu olup, “Uzun Dâvûd” ve “Dâvûd-i Mudurnî” diye tanınırdı. Doğum târihi belli değildir. Halvetî şeyhlerinden Seyyid Yahyâ-i Şirvânî’nin yüksek talebelerinden Şeyh Habîb’in sohbetlerine devam edip, tasavvufun yüksek ma’rifetlerine kavuştu. Meczûb bir zât idi. İsfendiyâroğlu Kızıl Ahmed adında bir zât, Şeyh Davud’a bir mektûp yazarak, tasavvuf talebeleri arasında pek ma’lûm, başkalarına ise mestur (gizli) olan “devâir-i hamse”den bahseden bir eser yazmasını rica etmişti. Şeyh Dâvûd da, onun ricasını kabûl edip, devâir-i sülûktan yedi dâireyi açıklayan “Gülşen-i tevhîd” adında bir kitap yazıp gönderdi. Bu eser, Arabca ve Türkçe şiirlerle, tasavvufta cezbe ve sülûk hâllerini anlatmaktadır. Tasavvuf ehli arasında çok okunmuş ve uyulmuştur. Tasavvuftaki yüksek hakîkatleri anlatan kıymetli bir eserdir. Ayrıca halîfelerinden “Kâşifi” mahlaslı bir şâirin, Şihristânî’nin “Milel ve Nihâl” kitabı tarzında, “Tehzîb-ül-akâid ve müfîdet-ül-fevâid” isminde bir eseri de mevcûttur. Dâvûd-i Halvetî, 913 (m. 1507) sesinde Mudurnu’da vefât etti.

“Şakâyık-ı Nu’mâniyye” kitabının sahibi şöyle anlatır: Doğduğum andan bülûğ yaşına girinceye kadar dilim çözülüp konuşamamıştım. Birgün babam beni alıp, Şeyh Davud’a götürdü ve benim bu hastalıktan bir an önce kurtulmam için duâ etmesini rica etti. Tâhâ sûresi 25-28. âyet-i kerîmelerinde nieâlen: “Ey Rabbim! Benim, göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü (şu peltekliği) çöz. Böylece sözümü iyi anlasınlar!” buyurulduğu gibi duâ etti. Kendi mübârek ağızlarından, benim ağzıma birşeyler okudu. Dilim hemen çözüldü. Evimize döndüğümde annemi görünce; “Anacığım, artık ben konuşuyorum” diye seslendim.”

Yine şeyhin dostlarından biri şöyle anlatır. “Ba’zı arkadaşlarımla Karaman diyârına seyahate çıkmıştık. Yolumuz susuz bir bozkıra uğradı. Susuzluk ve sıcak hava hâlimi perişan etmiş, helak olayazmıştım. Bu hâlde iken, karşıdan bir kalabalık topluluk göründü. Onlarda su bulabilirim ümidi. İle sevinmiştim. Yakınımıza geldiklerinde gördüm ki, meczûb bir derviş, zikrederek (Allah, Allah diyerek) yürüyordu ve elinde su dolu bir ibrik taşıyordu. Bana doğru bakınca, elindeki ibriği havaya fırlattı. Havadan yere düştüğünde, o ânda hararetim geçiverdi. Bu zâtın kim olduğunu araştırınca, kâfilenin reîsinin Şeyh Dâvûd ve meczubun da, talebelerinden Şeyh Süleymân adında bir kimse olduğunu anladım. Hemen Şeyh’e koştum. Onun bu açık kerâmetini görünce, büyüklüğünü anlayıp ona talebe, oldum.”
Kaynaklar ;
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 374
2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye cild-1, sh. 415
3) Sicilli Osmânî cild-2, sh. 324
4) Tâc-üt-tevârih cild-2, sh. 597
5) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 69

Abdurrahman Sami Niyazi (k.s.)

İstanbul – Edirnekapı’da Mısır Tarlası Kabristanında ( Kabristan içerisindeki yerini google.map haritasında görebilirsiniz.)

Anadolu’da yetişen mutasavvıflardan. Manisa’nın Saruhanlı kazâsında 5 Mart 1878 (H.1296)’de doğdu. Babası Haremeyn vâlilerinden Âsım Efendidir.
İlk tahsîline doğduğu yer olan Saruhan’da başladı. Sonra İstanbul’a giderek, tahsîline devâm etti. Bu arada bâzı velîlerin yanına gidip onların sohbetlerinde bulundu ve tasavvuf yolunda insanlara doğru yolu göstermek için icâzet, izin aldı.

Bir Ramazân gecesi rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Resûlullah efendimiz yanında bulunan zâtı göstererek; “Yâ Sâmi! Bu senin mürşidin, hocandır. Sen vapura bin ve denize açıl. Vapur hangi iskelede durursa orada in. Hocanı orada bulacaksın.” buyurdu. Uykusundan uyandıktan sonra sabah namazını edâ etti. Bulunduğu yerden iskeleye gidip bir bilet aldı. Gemi hareket edip, Çanakkale’ye yaklaştığı sırada kaptan; “Gemide bir ârıza var, tâmiri birkaç gün sürer, arzu eden inebilir.” deyince, Sâmi Efendi gemiden indi. İskelede nûr yüzlü bir zât; “Sâmi Efendi, hoş geldin.” diyerek onu karşıladı. Sâmi Efendi şaşırarak; “Bu zât benim ismimi nereden biliyor?” diye aklından geçirdi. O zat; “Geçen gece rüyânda Peygamber efendimiz sana ne emir buyurdular?” dedi. SâmiEfendi hemen o zâtın elini öperek, ona bağlandı. Bu zât Ahmed Şücâ’eddîn Uşşâkî idi. Aynı zamanda Câmilerde vâz veren Sâmi Efendi, kısa zamanda yetişerek, hocasından Uşşâkî tarîkatında icâzetnâme, diploma aldı ve hocası tarafından insanları yetiştirmek üzere İstanbul’a gönderildi.

Sâmi Efendi, İstanbul’a geldikten sonra Kasımpaşa’daki Yahyâ Efendi dergâhına şeyh tâyin edildi. Bir gün bir talebesiyle vâz vermek için Fâtih Câmiine gitti. Namazdan sonra vâz vermeye başladı. Bu sırada küçük bir çocuk gelerek; “Sâmi Efendi, biraz gelir misin, seninle görüşelim.” dedi. Sâmi Efendi de kalkıp, o çocuk ile câminin bir kenarında bir müddet konuştuktan sonra tekrar kürsüde vâzına devâm etti. O sırada talebesi; “Hocam âlim bir zât olmasına rağmen, ufacık bir çocuğa tâbi oldu.” diye düşündü. Sâmi Efendi, ona dönerek; “Oğlum, o görüp de çocuk zannettiğin Hızır aleyhisselâm idi. Aramızda bâzı özel konuşmalar oldu.” buyurdu.

Abdurrahmân Sâmi Efendi, bir gün evinde yumurta gibi bâzı şeyleri önüne almış, onlarla meşgûl idi. Hanımı kendi kendine; “Efendi vaktini bu gibi şeylerle meşgûl ediyor!” diye düşündü. Ertesi gün bir grup talebe ziyâret için geldiler. Hanımı onlara çay demliyordu. Bir ara ayağı takılınca, kaynar su ayağına döküldü. Hanımı can acısı ile “Allah” diye bağırdı. Sesi duyan Abdurrahmân Efendi, hemen hanımının yanına giderek, bir gün önce hazırladığı merhemi hanımının ayağının yanan yerine sürdü ve; “Hanım, dün benim bu merhem ile meşgûl olduğumu görünce; “Efendi vaktini bu gibi lüzumsuz şeylerle geçiriyor!” diye düşünmüştün. Gördün ya bu merhemi biz ne için hazırlamışız.” dedi.

Abdurrahmân Sâmi Efendi 1935 (H. 1354) senesinde 57 yaşında iken İstanbul’da vefât etti.

Sâmi Efendi tasavvuf yoluna dâir çeşitli eserler yazmıştır. Bâzıları şunlardır: 1) Mi’yâr-ı Evliyâ, 2) Binâ-yı İslâm, 3) Esrâr-ı Esmâ-ül-hüsnâ, 4) Mir’ât-ı Eyyâm, 5) Tuhfet-ül-Uşşâkiye, 6)Mevlîd-i Şerîf, 7) Hediyet-ül-Âşikîn.

KAYNAKLAR

1) En Yakın Yol (Sıddık Nâci Eren); s.142

Ahmed İzzet Efendi (k.s.) – Lokmacı Dede

İstanbul – Fatih’de İsmail ağa camii yakında yer alan Lokmacı dede sokağındaki Ahmed İzzet Efendi camii içerisinde

Allame-i Asır Essseyid , Eşşşeyh Ahmet İzzet Efendi – Lokmacı Dede

II. Mahmut devrinin önemli kişilerinden Emin Efendi’nin oğlu olan Ahmed İzzet Efendi , Unkapanı’nda Bir Şazeli Şeyhine intisap etmiş iken, çocukluğunda bir rüya üzerine Sineklibakkal’daki Tekke’de zamanın kutbu Kuşadalı İbrahim Halveti hazretlerine intisap etmiştir. Onun gözde halifelerinden birisi olmuştur.

Bulundukları Tekke yandığı zaman Şeyhi , Ahmet Efendi’ye ” Oğlum, üzülme masivayı yaktın , geleceğine bak.” demiştir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) neslinden gelen , Ahmed İzzet Efendi , Keçecizade Ali Efendi’nin halefi , Muhammed Kırımi vefatı üzerine Kazasker Hasan Rafet Efendi Tekkesi diye anılan , şu anda medfun bulunduğu mekana Şeyh tayin edilmiştir. Bu görevi süresinde çok kıymetli alimler ve tasavvuf büyükleri yetiştirmiştir.

Ömrünün son yıllarını, imamlık ve Şeyhlik vazifesiyle geçiren Ahmet İzzet Efendi (1875) tarihinde vefat etmiş zamanın büyüklerinde Cerrahi Şeyhi Ali efendi , Seyyid Nizam dergahı şeyhi Mahmut Celaleddin ve Ulemadan Tikveşli Yusuf Efendi tarafından yıkanmıştır.

Fakirlere ve talebelere destek verir, yedirip içirmeyi çok sever. Mekke ve Medine fakirlerine buradan devamlı yardım gönderirdi. Ayrıca önemli özeliklerinden birisi de hastalara bakar dertlerine deva olurdu. Çaresiz insanlara yol gösterirlerdi.
Buhari-i Şerifi her yıl bu dergahta hatim ettirirlerdi.