Ana Sayfa>Özel(Sayfa 25)

Mehmed Esad İleri Hoca

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

Kurtuluş Savaşının mücâhid gâzilerinden. 1882 (H.1299) yılında Gümülcine’de doğdu. 1957
(H.1377)de İzmir’de vefât etti.

Küçük yaştan îtibâren mükemmel bir tahsil ve terbiye ile yetişti. Gençliğini ve ömrünü ilim meclisleri ile savaş meydanlarında geçirdi. Birinci Dünyâ Savaşında cihâd-ı mukaddes îlân edildiği zaman, halkı dîn-i İslâm ve ümmet-i müslümanı koruma yolunda cihâda teşvik etti. Bunun için bir de broşür çıkardı. Burada cihâd hakkında âyet ve hadîslerin izâhından sonra şöyle demekteydi:

“…Ey din kardeşler! Cümlenin malûmudur ki, Moskof, müslümanlığın kadîm düşmanıdır. İngiliz ve Fransızlar da son zamanlarda müslümanlık âlemine karşı bir cellât kesildiler. İngiliz ve Fransızlar, Rusya gibi gaddâr ve müstebit bir hükümetle elele vererek idâreleri altında bulunan müslüman kardeşlerimize yapmadık fenâlık bırakmadılar. Geçen sene Rumeli fecâyii de onların zâlimâne ve hâinâne tertibleri netîcesinde yapıldı. İşte onların mezâlimi bugün sâha-i cihanda ve üç yüz milyon ehl-i İslâmın uyanmasını ve kalkmasını mûcib oldu.

Bugün Rus, İngiliz, Fransız ahalisi bir araya gelse, toplansa, hüküm ve esâretleri altında bulundurdukları ehl-i İslâmın yarısından azdır. İşte bugün Âlem-i İslâmın en müthiş ve mel’ânetkâr düşmanlarıyla muhârebemiz var. Öyle düşmanlar ki; idâresi altında din kardeşlerimiz envâ-ı mezâlime uğruyor. Lâkin Allahü teâlânın yardımıyla o din kardeşlerimizin göz yaşları Hükûmet-i muazzamamızın ve şanlı ordumuzun tedbir ve gayretleri ve Âlem-i İslâmın vatanperverâne hareketleri ile silinecektir.

Ehl-i İslâmın düşmanı ne kadar çok olursa olsun, Âlem-i İslâmı mahvedemezler. Muhâfaza-i din ve vatana âit şer’an mükellef olduğumuz vazîfeyi lâyıkı ile îfâ edersek netîcede zafer bizimdir. Resûlullah efendimizin dîninin nûrları sönmez. Dîn-i mübîn-i İslâm kıyâmete kadar pâyidâr olacaktır. Dîn-i celîl-i İslâmın hâmisi, Allahü teâlâ ve şefîi Resûl-i müctebâ efendimiz hazretleridir.

Allahü azîmüşşânın ve Resûl-i müctebânın emîrleri mûcibince hareket ve böyle cihâd zamânında malımızı ve canımızı fedâya gayret edelim. Zîrâ gördüğümüz felâketler dûçâr olduğumuz musîbetler artık cana dayandı. Elhamdülillah dünyâ yüzündeki âlem-i İslâm uyandı. Malûmdur ki; dünyâ yüzünde üç yüz milyon müslüman kardeşlerimiz var. Hilâfet makâmının şefkatli, merhametli sancağı altında mesûd ve bahtiyar hayat süren yirmi milyon nüfûs-ı müslime bulunuyor. İran ve Efgan hükümetlerinin idârelerindeki on altı milyondan maâda iki yüz altmış dört milyonu ecnebilerin, düşmanların boyunduruğu, idaresi altındadır. Yazık değil mi? Allahü teâlâyı bir, Peygamberân-ı izâmı hak tanıyan din kardeşlerimiz, hakkı yıkmaya çalışanların esâreti altında bulunuyor, inliyor.

İslâm memleketlerini birçok zamanlardan beri kaplayan felâketleri düşünelim. Koca Endülüs Devlet-i İslâmiyesi ne oldu? Bir fert kalmayıncaya kadar İslâmlar mahvoldu. Yüzden fazla vilâyete sâhip, İslâmın saltanatının merkezi olan o koca müslüman memleketi ne için İslâmların elinden çıktı? Üç yüz bin câmii şerîfi olan ve üç yüz bin minberde hutbe okunan o koca kıtanın, İspanyalıların eline düşmesi acaba nedendir? Hindistan müslümanları neden esâret altına girdi? Neden her karış toprağını ecdâdımızın kanlarını dökerek aldıkları memleketler düşmanlar eline geçti? Neden olacak:

Kişiye zulmeder mi hiç Mevlâsı,
Kişinin çektiği kendi cezâsı…

Yine Kur’ân-İ kerîmde buyrulmuŞtur. Meâl-i Şerîfi: “Bir millete, bir kavme ihsân olunmuş memleketi, nîmeti cenâb-ı Hak ellerinden almaz. Ne zaman ki; o millet, o kavim, o ilâhî nîmetin kadrini bilmez, kıymet-i hakikiyesini takdir etmez, sefâhete gider, nefsinin peşine düşerse hazret-i Allah ellerinden alır.” İşte şu sırr-İ celîl-i İlâhî, müslümanlar hakkında zuhûr etmiştir.

Allahü azîmüşşân bize tarîk-i necâtı göstermiştir. Kur’ân-ı azîmüşşânda…” diyerek uzun uzun âyet ve hadîsler zikredip halkı birliğe ve cepheye koşmaya dâvet etmekteydi.

Birinci Dünyâ Harbinin kaybedilip vatanın işgâl altına düşmesinden sonra Es’ad Hoca silâha sarılarak yanına aldığı gençlerle tâ Gümülcine’den beri tıynetlerini iyi tanıdığı Yunan çetelerinin karşısına geçti. Aydın havâlisinde çarpışan Kuvay-ı Milliyeciler içinde cidden çok büyük hizmetler yaptı. Muntazam ordu teşekkül ettikten sonra da millî ordunun fahrî müftüsü sıfatıyla zafere kadar hitâbeti ve silâhıyla din ve vatan uğrunda görülmemiş bir fedâkârlıkla çalıştı. Es’ad Hoca’nın bu devredeki uzun ve teferruatlı mücâdelesinin bir kısmını, millî mücâdele Aydın cephesi kumandanı ve harekât-ı harbiye reisi Tâhir Özerk Bey bir mektubunda şöyle nakletmektedir:

“…Millî mücâdelede, Aydın ve Ödemiş cepheleri harekât-ı harbiye reisi bulunduğum cihetle pek muhterem diğer bir hocamızdan da bahsetmek vecîbedir. O da birinci Büyük Millet Meclisinde Aydın mebûsu olarak bulunmuş olan Hoca Es’ad Efendidir. Aydın’da sultânî mektebinde muallim ve Aydın Hilâl-i Ahmer reisi iken işgâl üzerine silâha sarılarak cephemize gelmiş, hakîkî bir muhârib olarak bizimle muhârebelere iştirak etmiştir.

Yunan, Ödemiş’in Mendegüme üstündeki bayıra, açık ordugâh kurmuştu. Biz de Koçak Deresi ağzında yüz elli mevcutlu bir piyâde taburu ve bu taburun sağında kırk kadar zeybek kızanıyla Mendegümeli Hasan Hüseyin Efe, sol cenahdaki tepede bir kudretli cebel topu ve benim maiyetimde yedi süvâri (muhterem Hoca Es’ad Efendi de dâhil), buna mukâbil düşman bir alay piyâde ve dört toplu bir cebel bataryasından mürekkeb idi. Fecirle berâber savaş başladı. Her neye mal olursa olsun Mendegüme havzasını düşmandan geri almamız esas gâyemiz idi. Bunu da taarruz emîrlerimizde bildirmiştik. Fecrin o ıssızlığı sırasında ordu müftümüz muhterem hocamız Es’ad Efendi kendisi ve topçu askerleri tekbirler getirerek ilk mermiyi biricik topumuzun namlusuna yerleştirtti. Harp kızıştı. Açıkta mevzi alan düşman topçusu, Koçak Deresi ağzına doğru dört mermi attı. İşâretimiz üzerine bizim topumuz açıkta bulunan düşman topçusuna tekbirlerle ateşlendi. Tekbirlerle yerleştirilen bu mermi düşman topunun birinin ağzına isâbet etti, bunu müteâkip de düşman topları üzerine beş mermi daha yollandı. Düşman topları susup yalnız bizim topumuzun patlaması Yunanlıları sarstı, düşman topçusu mühim zâyiâtla perişan bir halde geriye kaçtı. Yunan askerleri bozulup, yüzlerce ölü bırakarak kaçtı. Bizim zâyiâtımız, biri mülâzım olmak üzere üç yaralıdan ibâretti. İki buçuk saat sonra Başören, Küçükören, Mahmutlu köyleri tamâmen düşmandan geri alındı. Biz de muzaffer olarak cephe karargâhı olan köşke döndük.

Muhterem hocamızın gerek muhârebe ve gerek siyâset sâhalarında büyük hizmetleri vardır. Aydın muhârebesinden sonra Yunan mezâlimini İstanbul hükûmetine ve Îtilaf devletleri mümessillerine anlatmak üzere umum halkın mümessili olarak Aydın Belediye Reisi Reşat Beyle birlikte Rodos tarikiyle İstanbul’a gitmesi ve beynelmilel bir tahkik heyetinin gelmesine ve lehimizde rapor verilmesine dâir büyük hizmetlerine paha biçilmez, takdir ve tebcîl-i vecîbedir.”

Es’ad Hoca Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisine Aydın mebûsu olarak seçildi. İkinci devrede ise, Menteşe (Muğla) Mebûsu oldu. O gerçekleştirilmesi için üç sene milletçe yekvücut bir halde ve fedâkârca çalışılan Mîsâk-ı Millî’nin tescil ettirilmesini cânu gönülden arzuluyordu. Ancak Lozan heyetinin bu gâyeden uzak faâliyetlerini görünce, şiddetli tenkitlerde bulundu. Mecliste muâhedeye red anlamına gelen kırmızı oy verdi. Bilhassa Batı Trakya Türklerinin mukaddesâtı üzerindeki tâvizkâr politikayı tenkîd eden Es’ad Hoca, yaptığı konuşmada; “Ben Yunan palikaryalarını bilirim. Onlara teslim ettiğiniz Türklerden birgün gelecek; bir torba kemik bile alamayacaksınız.” dedikten sonra, Mora ve Girid gibi yerlerde bunun misâllerini nakletti.

Es’ad Hocanın, Kurtuluş SavaŞİ devresinde kaleme aldİ?İ broŞüründen baŞka birkaç küçük kitabİ daha vardİr. Bunlar: Ah Aydın (Şiir şeklinde beyannâme), Verin Zavallılara ve Hilâl-i Ahmer’dir.

Soyadı kanununun çıkmasından sonra “İleri” soyadını alan Es’ad Hoca, 1927’den sonra meclise girmeyerek İzmir’in Torbalı kazâsına yerleşti. Burada bir kenara çekilerek ibâdet ve zikirle münzevî bir hayat yaşadı. Zaman zaman İzmir’in muhtelif câmilerinde halka vâzlar vererek dînî duygularını kuvvetlendirmeye çalıştı. Onlara devamlı olarak çocuklarına din bilgilerini vermeleri için nasihatlar ederdi. 15 Nisan 1957 târihinde İzmir’in Kestane Pazarı Câmisinde vâz vermeye giderken geçirdiği trafik kazâsı sonucu vefât etti.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Sarıklı Mücâhidlerhttp://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun
[/toggle]

Şeyh Mehmed Ruhi Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin ilk halifesi olup, Ruhi mahlası ile bilinir. Divanın bir çok yerinde Aşık Ruhi-Kâmil Ruhi hitabları ile iltifatlarda bulunulmaktadır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Manisa’nın Kula kazasında 1905 yılında dünyaya gelir. Halim isminde çok sahavetli ve merhametli bir zatın oğludur. Halim Efendi’nin fakirlere ve düşkün kimselere karşılıksız yardımda bulunduğunu Seyyid Kazım Kızılkanat Efendi nakleder. Babası ve annesi müttaki ve salih insanlardandır. Mehmet Ruhi Akhan, üzerine farz olduğu andan itibaren namazlarını hiç kazaya bırakmamış ve camide cemaate devam etmiştir. Mehmed Ruhi’nin mesleği deri işlemeciliği ve ayakkabıcılık olmuştur. Nihayetinde Allah-ı Zül­celâl’e ve Resulullah’a ünsiyet etmek için bir mürşidi kamil arar.

Bekir Sıdkı Visali Hazretleri ile tanışıp, Hazret’ten Tariki virdini alır ve ona mürid olur. Mürşidine sıdk ile bağlanır ve tasavvuf yolunda yükselir. Menemen’de iken Abdurrahman Sami Niyazi Hazretleri ile tanışmış ve onun da hayır dualarını almıştır.

Mehmet Ruhi Akhan Hazretleri, üstadı Bekir Sıdkı Visali Hazretleri’nin 1962 yılında vefat etmesiyle, 1962-1977 yıllarında Uşşaki postuna oturarak irşatla meşgul olur. “Marifet Sırları” adlı bir divanı vardır.

1977 yılında, Umre ziyaretinden dönerken, Ürdün’ün Amman Şehri yakınlarında vuku bulan trafik kazasında, damadı Hacı Halit beyle birlikte şehiden Alemi Darı Beka’ya İntikal eder. Kabri şerifleri şeyhi Visali Hazretleri gibi, İzmir-Zeytindağ Kokluca Mezarlığında Hocazade Camii karşısındadır. Visali Divanı, kendi divanı ile birlikte bir arada tab edilir. Mehmet Ruhi Akhan Hazretlerinin bilinen iki halifesi vardır. Sıddık Naci Eren ve Hacı Ahmet Arslan.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Bekir Sıtkı Visali Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

1880 senesinde Manisa’nın Kula ilçesinde dünyaya gelen Bekir Sıtkı  Efendi’nin babası Mollazâde Hacı Mehmed Efendidir. İlk tahsiline Kula’da Boşnak Hoca namıyla bilinen alimden tamamlar. İlim öğrenmek için babasının rızâsı ile İstanbul’a gider. Fâtih Câmii Medresesinde uzun yıllar ilim öğrendikten sonra diploma alır. Bu arada tasavvuf yolunu, Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi’den öğrenir. Bir Ramazan-ı Şerif gününde İzmir Hisar Camiinde vaaz etmekte olan Abdurrahman Sami Saruhanî Hazretlerine mülaki olur ve intisap eder. Uşşaki sülûkunu tamamlayarak hilafet alır.

Hocası Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi, talebelerine sık sık, “Akşam ne rüyâ gördün?“, diye sormaktadır. Bir gün Bekr Sıdkı Efendiye de bu soruyu sorunca, “Efendim rüyâmda bir meydanlıkta at koşusu vardı. Her at üzerinde bir kişi vardı. Ben ise birbiri üzerine binmiş dört atın enüstündekine binmiştim. Atlar koşuya başladıktan sonra, benim bindiğim atlar en öne geçti ve hedefe en önce vardım. Orada bizlere bakan kalabalık, Bekr Efendi kazandı, diye bana iltifat ettiler.”, diye anlatır. Sâmi Niyâzî Uşşâkî de, “Oğlum Bekr! Sen dört ilme kavuşacaksın. Birinci at şerîat, ikinci at tarîkat, üçüncü at hakîkat, dördüncü at ise mârifet ilmine işârettir.” buyurur.

Bekr Sıdkı Visâli, ilim tahsîlini tamamladıktan sonra Kula’ya döner. Bir müddet halı ticâretiyle meşgul olur. Fahrî olarak, câmilerde vaaz verir. Bir süre sonra İzmir’e yerleşerek tâliplerine ilim öğretir. İnsanlara doğru yolu anlatmakla ömrünü geçiren Bekr Visâli Efendi, 1962 senesinde İzmir’de vefât eder. İhvanları ile Berat gecesini ihya ettikten bir gün sonra Alemî Beka’ya intikal etmişlerdir. Kabirleri İzmir Salihli yolu üzerinde Zeytindağ Kokluca mezarlığındadır.

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin bilinen üç halifesi vardır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Esseyyid Hacı Kazım Kızılkanat, Hacı Hüseyin Rıdvan Özaydın. Visali mahlasını kullanan Bekr Sıdkı Efendi’nin şiirlerinin toplandığı Hakîkat ve Mârifet Sırları isimli bir dîvânı vardır.

Visâli kemter kulunu
Tevfik eyle menzili

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Şeyh Muhammed Esad Erbili (k.s.)

İzmir – Menemen’de Safa camii içerisinde

Son devrin Meşhur Nakşi- halidi Şeyhlerinden ve Cumhuriyet dönemi din mazlumlarından . gerçek bir şehit.

Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Esad Erbili (1847-1931)’nin Musul’un Erbil kasabasında doğar. Dedesi, Hâlid el-Bağdâdî’nin Erbil’de inşa ettirdiği tekkeye şeyh olarak tayin ettiği halifesi Hidâyetullah Efendi, babası daha sonra aynı tekkede şeyhlik görevinde bulunan Muhammed Said Efendi’dir.

Medrese tahsilini doğduğu bölgede tamamlayan Esad Efendi yirmi üç yaşında Hâlidî şeyhi Tâhâ el-Harirî’ye intisap eder. Beş yıl sonra sülûkünü tamamlayarak hilâfet alır (1875). Aynı yıl hac farizasını yerine getirir. Dönüşünde şeyhinin vefat ettiğini öğrenince İstanbul’a gitmeye karar verir. İstanbul’da Cağaloğlu’nda Beşir Ağa Dergâhı’nda bir süre misafir olarak kalır. Daha sonra Çarşıkapı’daki Molla Pîrî Camii’nin müezzin odasına yerleşir. Fâtih Camii’nde Hafız divanını okutur. Bu sırada Beyazıt Camii imaretinin meydanı gören bir odasına taşınır. II. Abdülhamid’in damadı Hâlid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade eder. Bu arada Meclis-i Meşâyih üyeliğine tayin edilir.

İlim ve irşad faaliyetlerini sürdürdüğü bu yıllarda kendisine bir tekke şeyhliği verilmesini ister. O sırada şeyhlik makamı boş bulunan Şehremini’nin Odabaşı semtindeki Kelâmî Dergâhı’nın şeyhliğine talip olur. Ancak bu dergâhın şeyhliği Kâdirî meşâyihine ait olduğundan ve kendisinin Kâdirî icazetnamesi bulunmadığından bu isteği uygun görülmez. Bunun üzerine Esad Efendi Kâdirî şeyhi Abdülhamîd er- Rifkânî’den Kâdirî icazetnamesi alarak bunu ibraz edince adı geçen dergâhın şeyhliğine tayin edilir (1883).

Bu dergâhta Kâdirî ve Hâlidî âdâb ve erkânı üzere irşad faaliyetinde bulunur. Bir süre Fatih ilçesinde Halıcılar’daki Feyzullah Efendi Dergâhı’na da devam eder. Kelâmî Dergâhı şeyhi olduktan sonra daha geniş bir çevreye hitap etme imkânı bulan Esad Efendi, II. Abdülhamid tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbil’e sürgüne gönderilir (1900). Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede irşad hizmetini sürdürür ve mensuplarıyla mektuplaşarak onların ilgilerini canlı tutmaya çalışır. II.Meşrutiyet’ten (1908) sonra İstanbul’a döndü ve Kelâmî Dergâhı’nı genişleterek yeniden inşa etti. Meşrutiyetle birlikte tekke mensuplarının da cemiyet kurma faaliyetlerine giriştikleri sırada Cem’iyyet-i Süfiyye’nin kuruluş çalışmaları bu dergâhta yürütüldü.

Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi cemiyetin reisi, Esad Efendi de ikinci reisi olur. Esad Efendi cemiyetin açılış töreninde yaptığı konuşmada devrin genel havasının tesiriyle Meşrutiyet idaresini ve taraftarlarını öven, Abdülhamid dönemini eleştiren ifadeler kullanır. Tasavvuf ve Beyânü’l-hak mecmualarında tasavvufî konularda yazılar yazan Esad Efendi 1914’te yeniden Meclis-i Meşâyih âzalığına getirilir, meclis reisi Elif Efendi’nin istifası üzerine kısa bir süre sonra da reis olur. Sultan Mehmed Reşad tarafından surre emini olarak hacca gönderilir. Ertesi yıl Meclis-i Meşâyih’teki görevinden istifa eder. Üsküdar Çiçekçi’deki Selimiye Dergâhı’nın meşihatını da üzerine alarak oğlu Mehmed Ali Efendi’yi vekâleten bu dergâhın şeyhliğine tayin ettirdi.

Esad Efendi, Kelâmî Dergâhı’ndaki görevinin yanı sıra zaman zaman Selimiye Dergâhına da giderek irşad faaliyetini tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdürür. Bu tarihten kısa bir süre önce Kelâmî Dergâhı’nda iki hafta misafir olarak kalan Danimarkalı psikolog Cari Vett’in hâtıraları, Esad Efendi’nin çevresini ve tekke ortamını yansıtması bakımından önemlidir. Tekkeler kapatıldıktan sonra inzivaya çekildiği Erenköy Kazasker’deki evinde sürekli polis gözetimi altında tutulur. Menemen olayı ile (Aralık 1930) ilgisi olduğu iddia edilerek oğlu Mehmed Ali Efendi ile birlikte Menemen’e götürülüp idam talebiyle yargılanır. Hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrilir. Oğlu Mehmed Ali Efendi ise idam edilir. Esad Efendi Menemen’de askerî hastahanede tedavi görürken 3-4 Mart 1931 gecesi vefat eder. Onun zehirletilerek öldürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır.Yemeklerine zehir katılarak rahatsızlığı iyice artırılmış ve damardan yapılan bir iğne ile 84 yaşında hayatına son verilmiş, yani idam edilmiştir. Bir gece yarısı 1950’lerde hafriyat çalışmasıyla düzeltilen mezarlığa gömülürler. Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen’de defnedilir.

Sami Efendi tarafından kabir yerleri tesbit edilerek 1956 yılında bulundukları, Kubilay Şehitliği ve Anıtının bulunduğu alana pek de uzak olmayan bu yere, bir cami yaptırılır. Kazımpaşa Mh. 2. Hıdırlık Sk.’taki camide Esat Efendi’nin merkad-i şerifleri kapalı bir bölme içinde, oğlu Ali Efendi ise dışında yatmaktadırlar.

Mahkeme zabıtları açıklanmadığından Esad Efendi ile oğlu hakkında verilen idam cezasının hangi delillere dayandırıldığı, olayla ilgilerinin olup olmadığı anlaşılamamıştır. İstanbul, Anadolu ve Balkanlar’da binlerce mensubu bulunan ve çok sayıda kişiye hilâfet veren Esad Efendi’nin silsilesi yaygın olarak halifelerinden Mahmut Sami Ramazanoğlu (ö. 1984) tarafından sürdürülür.

Eserleri şunlardır.
1- Kenzü’l-irfan. İbadet ve ahlâka dair 1001 hadisin metin, tercüme ve şerhinden ibarettir.
2- Mektûbât. Erbil’de sürgünde iken dostlarına ve müntesiplerine gönderdiği mektupları ihtiva eden eserin ilk basımında 147, ikinci basımında 154 mektup yer almaktadır.
3. Risâle-i Es’a-dîyye. Tasavvuf ve tarikatın mahiyetini ve seyrü sülük âdabını anlatan otuz sayfalık bir risaledir. Müellif müridlerinin arzusu üzerine risalenin sonuna kendi hal tercümesini de eklemiştir.
4. Tevhid Risalesi Tercümesi. Evhadüddîn-i Balyânî’ye ai trisalenin tercümesidir. Yanlışlıkla Muhyiddin İbnü’l- Arabî’ye nisbet edilen eser Ali Kadri tarafından yayımlanmıştır.
5. Fatiha-i Şerife Tercümesi. Sekiz sayfadan ibaret olup ayrıca Risale-i Es’adiyye ile birlikte basılmıştır.
6-Divan. Aruz veznini oldukça başarılı bir şekilde kullanan Esad Efendi’nin Farsça ve Türkçe şiirlerinin yer aldığı eserde Arapça ve Kürtçe birer şiir de vardır.

Mehmet Dumlu Kütahyevi

Kütahya Merkez’de Musalla Kabristanındaki Sunullah Gaybi hazretlerinin hemen yanında dır.

Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri Kütahya’da doğmuştur. Baba tarafından soyu Buhara’ya uzanmaktadır. Dedesi Eşref Efendi Nakşibendi şeyhidir.  Dedesinin dedesi Hurşit Efendi
Buhara’da tahsilini tamamlamış bir Nakşibendi şeyhidir. Soyunda anne tarafından gelen bir manevi çizgi de mevcuttur. Anneanneleri Gülsüm hanımın Eskişehirli Sadık Efendi Aziz Hazretlerinden biatlı bir Şabani dervişi olduğu bilinmektedir.

Mehmet Dumlu Hazretleri ilk eğitimini Kütahya’da yaptı. Daha sonra hafızlık eğitimine başladı. Sekiz ayda Kuranı kerim hafızı oldu. Askerlik görevini İzmir Gaziemir’de tamamladı. Askerlik dönüşü kısa bir süre memurluk yaptı. Memurluktan ayrılıp Kütahya Şehitler Camii imamlığına tayin edildi. Müftülük kadrosunda Kuran Kursu öğretmenliği yapt 

1953 yılında Kütahya’da Ayşe hanımla evlendi. Evliliğinden iki oğlu bir kızı oldu. Oğulları Kamuran bey ve Sacit bey Kütahya’da ticaretle uğraşmaktadırlar. Kızı Asuman hanım da evlidir ve Kütahya’da yaşamaktadır. Mehmet Dumlu Hazretleri, eşi ile 47 yıllık bir evlilik hayatı sürdü. Eşi Ayşe hanımefendi, özenli, namazlarını kazaya bırakmamış bir hanımefendiydi. 2000 yılında Ayşe hanım vefat etmişlerdir. Bu tarihten sonra Mehmet Dumlu hazretleri büyük oğlu Kamuran beyle birlikte oturmuştur.

Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri tasavvufa ilk olarak Mevlevi Şeyhi Kütahya’lı Akif Dede’ye intisab ederek girmiştir. O sırada Nakşibendi halifelerinden Altıntaş’lı Hacı Mehmet Efendi’nin sohbetlerine de devam etmektedir. İzmir Gaziemir’de askerlik görevini yaptığı sırada Kadiri şeyhi Sezai Efendi ile tanışır ve onun sohbetlerine katılır. Askerden terhis olduktan sonra Kütahya’ya dönen Mehmet Dumlu Hazretleri, Altıntaşlı Hacı Mehmet Efendinin vefat ettiğini öğrenir. Bunun üzerine kendisinde bir kamil mürşid arayışı başlar. Kütahya eşrafından Elifzade Nuri Efendi vasıtasiyle Uşak’ta bulunan Halveti Şabani Şeyhi Hoca Mustafa Efendi Aziz Hazretlerine biat ederek Halveti Şabani yolunda tasavvuf eğitimine başlar. Dervişliği çok coşkulu olan Mehmet Dumlu Hazretleri, kısa sürede şeyhinin takdir ve teveccühüne mazhar olmuştur.

Tasavvuf eğitimi yanında müzik eğitimine de devam eden Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri, usul ve makam konularında kendisini yetiştirmiştir. Çok sayıda ilahiyi makam ve usulu ile ezberinde bulundurduğu için ilahiler konusunda araştırma yapan müzisyenlere yol göstermiştir. 

Dervişliği sırasında, hizmette ve gayrette önde yer alan Mehmet Dumlu Hazretleri şeyhinin vefatından önce irşad ile görevlendirildi. 1973 yılında vefat eden Uşaklı Mustafa Efendi Aziz Hazretleri’nin Halveti Şabani çizgisini aslına uygun olarak devam ettirmiştir. Kütahya, İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Konya, Kastamonu ve Erzurum vilayetlerinde sohbetleriyle; irfan yolunda istekli olanlara tasavvuf eğitimi vererek hizmeti sürdürmüştür. İrfan yolunda yüzlerce öğrenciyi, nefisleriyle mücadelede gerekli yol ve yöntemleri göstererek, irşad ve ıslah etmiştir.

Aziz Mehmet Dumlu Hazretleri, 27 Ağustos 2011 tarihinde Kütahya’da Cemal Alemine yürümüştür. Naaşı, Kütahya’da, Sunullah Gaybi Hazretlerinin Türbesi yanında, toprağa verilmiştir.

Kaynak ; Halveti.net

Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa

Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa

Bursa – İznik’de Lefke kapısı dışındaki şehir kabristanında.

Asıl adı Halil olup önceleri Kara ve Karaca lakabı, vezirliği sırasında da Hayreddin unvanı ile anılmıştır. Karaman’da Sivrihisar kazasına bağlı Çendere köyünden Ali adlı bir kişinin oğludur. İznik Medresesi müderrislerinden Taceddin Kürdi’nin kızı ile evlendikten sonra Şeyh Edebali ile bacanak ve bu münasebetle de Osman Gazi’ye akraba oldu. Anadolu ahi teşkilatma bağlı bulunduğu için süratle yükseldi.

Kara Halil Efendi’nin ilmiye sınıfından geldiği bilinmekle beraber kimlerden ders gördüğü ve nasıl yetiştiği meselesi tartışmalıdır. Ancak kesin olan husus. onun Osman Gazi’nin son yıllarında Orhan Bey’in babasına vekalet ettiği tarihlerde belki de Şeyh Edebali’nin tavsiyesiyle Bilecik kadısı olduğudur. Kara Halil Efendi’nin bu kadılığı sırasında gerçekleştirdiği en önemli hizmet, muntazam bir askeri ocak olan yaya teşkilatı­nı düzenlemiş olmasıdır.

Halil Efendi İznik’in fethinden (731/1331) sonra Orhan Gazi tarafından İz­nik kadısı tayin edildi. Ardından 749’da ( 1348-49) devletin yeni merkezi Bursa’ya kadı oldu. Murad Hüdavendigar’ın tahta çıkması (1362) üzerine kendisine en yüksek şer’i ve hukuki bir makam olarak yeni ihdas edilen kazaskerlik görevi verildi. Bundan sonra kazaskerlerin padişahla birlikte seferlere katılması kanun haline geldi. Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı’nın kurulması da Kara Halil Efendi’nin bu hizmet döneminde gerçekleşti (yaklaşık 766/ 1364-65) Ayrıca Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte Osmanlı maliyesinin teşkilatlanmasında da önemli rol oynadı.

Çandarlı Kara Halil, ilk Osmanlı vezirleri olan Alaeddin Paşa, Ahmed Paşa, Hacı Paşa ve Sinaneddin Yüsuf paşalar­ dan sonra vezir olup Hayreddin unvanını aldı. İlk defa vezirlikle birlikte beylerbeyi yani ordu kumandanlığı görevini de bir arada yürüttü. Vezirliğe tayin tarihi bilinmemekle beraber ilk devir Osmanlı kaynakları 765 (1363-64) veya 766 (1364-65) yıllarını kabul ederler. Ancak Halil Hayreddin Paşa’nın Gümülcine, İskeçe, Zihne, Kavala, Orama ve Serez zaptedildikten sonra 1374’te İmparator İoannes’in oğlu Selanik Valisi Manuel üzerine gönderilmesi, onun 776 (1374-75) yılından önce Batı Trakya fütuhatı sırasında vezirlikle birlikte kumandanlık vazifesini de yürüttüğünü kesin olarak göstermektedir. Halil Hayreddin Paşa daha sonra Selanik, Manastır ve Ohri şehirlerini de ele geçirdi, Arnavut prensleri arasındaki mücadeleler sırasında Osmanlı orduları 1386’da Kroya ve İşkodra·ya kadar ilerledi. Ancak Sultan I. Murad’ın Halil Hayreddin Paşa’yı Balkanlar’da bırakıp oğlu Ali Paşa ile beraber Karamanoğlu Alaeddin Bey üzerine sefere çıkmaya hazırlandığı sırada, Halil Paşa’nın Yenice Vardar’da hastalandığı, az sonra da Serez’de öldüğü haberi geldi. Mezar kitabesine göre ölüm tarihi 789’dur (1387). Cenazesi büyük oğlu Ali Paşa tarafından İznik’e getirilerek Lefke (Osmaneli) Kapısı dışında defnedildi. Türbesi 1922’de Yunanlılar tarafından tahrip edilmiş olduğu için sonradan aynı aileden gelen Nuh Neciyüddin Bey bu türbeyi eski şekliyle tamir ettirdi.

Halil Hayreddin Paşa’nın yapmış olduğu düzenlemeler, özellikle askeri teş­ kilat ve devlet hazinesinin tesisi, esirlerden beşte birinin devlet hesabına alın­masını sağlaması bir kısım rakiplerinin muhalefetine yol açmış, gerek menşei gerekse tahsili itibariyle küçümsenmiş­tir. Fakat devrin tanınmış aileleriyle akraba olan Halil Paşa’nın teşkilatçı ve kudretli bir vezir olduğu gerçekleştirdiği iş­lerle sabit bulunmaktadır.

Halil Hayreddin Paşa aynı zamanda birçok hayır eseri de yaptırmıştır. İnşasına 780’de (1378-79) başlanıp ölümünden sonra 794’te (1391 -92) oğlu Ali Paşa tarafından tamamlanan İznik’teki Yeşil cami ilk devir Osmanlı mimarisinin ayakta durarı tek örneği olması itibariyle önemli bir yere sahiptir. Yanında bulunan Darülhadis adlı medrese ve imareti sonradan harap olmuştur. Serez’de kalenin güneybatısında Aşağı Çarşı mahallesinde bulunan ve 1385’te yaptırılan Kurşunlu Camii de Halil Paşa’nın eseridir. Bu cami 1132 (1719-20) yangınında harap olduğu için 1252’de (1836-37) II. Mahmud tarafından tamir ettirilerek üzerine yeni bir kitabe konulmuştur. Civarın­ daki Eskihamam da yine Halil Paşa tarafından inşa edilmiştir. Bu tesisler için on dokuz köy vakfedilmiş olup XVI. yüzyıl ortalarında vakfın yıllık geliri 197.676 akçeye ulaşmıştı.

Gelibolu’da Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’ya ait olduğu söylenen Eskicami veya Sultan Camii de 1385 tarihli kitabesinden anlaşıldığına göre Halil Hayreddin Paşa tarafından yaptırılmış­ tır. Ayrıca onun adına bazı eserler de kaleme alınmıştır. Cemaleddin Aksaray-ı , Zemahşerf’nin el-Keşşaf adlı tefsiri üzerine olan haşiyesini Kara Halil Paşa’­ ya ithaf etmiştir. Halil Paşa’nın Ali. İlyas. İbrahim adındaki üç oğlundan ikisi vezriazam olmuş, İlyas Paşa ise beylerbeyiliğe kadar yükselmiştir.

Kaynaklar ; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Üç Hanım Kızlar Türbesi

Üç Hanım Kızlar Türbesi

Bursa – Osmangazi’de Kaplıca caddesi üzerindeki Koca naip Kur’an Kursunun hemen önünde.

14. yüzyıl yapısı olduğu tahmin edilmekte olup, yaptıranı ve içinde bulunan dört sandukanın kimlere ait olduğu bilinmemektedir. daha çok ”Üç Hanım Kızlar Türbesi ” olarak anılmakta olan yapı halk arasında ” Yılanlı Türbe ” olarak da bilinmektedir.

Kare planlı türbenin üzerindeki kubbe kurşun kaplıdır. Türbenin içinde dört adet sanduka bulunmaktadır. Türbenin bahçesinde ise çok sayıda eski mezar taşı vardır.

Çoban Bey

Çoban Bey

Bursa – Molla Arap mah 6. park sokak’da.

Osmanlı devleti kurucularından Osman Gazi’nin oğludur. Türkmen gruplarını Bursa’ya yerleştiren ve onlara liderlik yapan bir alperendir.
Çoban Bey türbesi’nin yapım kitabesi bulunmamakla birlikte XIV. yüzyyıl başlarında yapıldığı bilinmektedir. Yer yer moloz, taş ve tuğla malzemelerinin bir arada kullanıldığı 6,45×6.45 m iç ölçüsünede kare planlı üzeri basık bir kubbe ile örtülü mimariye sahiptir. Beden duvarlarından kubbeye geçiş üçgenler aracılığı ile sağlanmıştır. Kubbe dıştan betonla kaplı ve iki sıra kirpi saçaklıdır. Yapının içi sıvasızdır.Giriş kapısı tuğladan yapılmış , sivri alınlıklıdır. Güney ve doğu yönündeki altlı üstlü ikişer pencere ile içerinin aydınlanması sağlanmıştır. Batıdaki pencereler ile kapı üstündeki pencere sonradan örtülerek kapatılmıştır.

Türbe de Çoban Bey lahdi ile beraber beş lahit bulunmaktadır. 8 Şubat 1854 ve bir yıl sonra Nisan 1855 yılında meydana gelen büyük depremlerde Bursa’daki bir çok yapı gibi Çoban Bey mescidi ve medresesi de yıkılmıştır. 1971 yılında Bursa eski eseleri sevenler kurumu tarafından onarılmıştır. 1997 yılında Yıldırım Belediyesi tarafından onarılmış ve çevre düzenlemesi yapılmıştır.

Samsa Çavuş

Samsa Çavuş

Bilecik – Söğüt’de Ertuğrul Gazi türbesinde

Osmanlı devletinin kuruluşuna çokça hizmeti bulunan ve Ertuğrul Gazi ile Osmna Gazi’nin gazalardaki arkadaşıdır. Çavuş Ünvanını ilk kullanan gazidir. Kardeşi Sülemiş ile birlikte maiyetindeki insanlarla beraber önce Bursa – İnegöl civarına sonra da Mudurnu’ya yerleşti.
Samsa Çavuş birçok gazada yararlılık göstermiştir. Aşıkpaşaoğlu’na göre 1304’lü yıllarda Osman Gazi kendisine Lefke’nin (osmaneli) yanında yenişehir suyu civarında bir kaleyi tımar olarak vermiştir. Bu köyün ismi halen çavuşlardır.
Orhan Gazi zamanında Kara Tegin kalesinin muhafızlığına getirilmiştir. Bu kalenin İznik’e yakınlığından dolayı , Samsa Çavuş sık sık İznik ve civarına akınlar düzenlemiş ve bu bölgenin fethinde önemli bir rol oynamıştır.
Bolu2nun Günbegüz köyünde bizzat kendisinin yaptırdığı bir cami , hamam ve çesmesi bulunan Samsa Çavuş’un kabrinin Hacı Musallar köyünde olduğu söylenir. Söğütteki kabrinin ise makam olduğu düşünülmektedir.
[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]

Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012
[/toggle]

Saltuk Alp

Saltuk Alp

Bilecik – Söğüt’de Ertuğrul gazi türbesinde

Ertuğrul Gazi’nin silah arkadaşlarındandır. Osman Gazi’nin de beyliği döneminde özelikle kendisine güvendiği bilinmektedir. Aşıkpaşaoğlu eserinde Osman Gazni’nin; Saltuk Alp’i , Orhan Gazi’nin ilk seferlerinde yanında refakatçi olarak gönderdiğini yazmaktadır. Mezarının tam olarak nerede olduğu bilinmemekle beraber söğüt deki kabri makam olsa gerektir.
[toggle title=”Kaynaklar” load=”hide”]

Mehmed Hakan Alşan , Horasan Erenleri , Kurtuba Yayınları , 2012
[/toggle]