Ana Sayfa>Özel(Sayfa 23)

Molla Gürani

İstanbul – Aksaray’da Turgut Özal Millet caddesi üzerindeki Pir Mehmet Paşa camii yanında

Büyük Osmanlı alimi, müftüsü ve dördüncü Osmanlı şeyhülislamıdır. Bizzat Fatih’le beraber kuşatmaya katıldığı için Ni’melceyş olarak bilinir. Farklı rivayetler bulunmakla birlikte, hocası Makrizı (v. 1442) 1410’da doğduğunu söyler. Asıl adı Şemseddin Ahmed b. İsmail olmakla birlikte, doğduğu kasaba olan Güran’a (Kur’an) nisbetle Molla Gürani diye meşhur olmuştur. Güran kasabasının nerede olduğu belli değildir. Bununla birlikte Molla Güranı’nin kendisi Diyarbakır’ın Hıler köyünde doğduğunu söylemiştir.

İlim tahsili için çok genç yaşta Bağdat, Diyarbakır, Hasankeyf şehirlerini dolaştı. Şam’a gittiğinde 17 yaşındaydı. Buradan Kahire’ye geçti. Büyük alim İbn Hacer el-Askalani’den (v. 1449) ders ve icazet aldı. Kıraat, kelam, hadıs, tefsir, nahiv, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı alanlarında ciddi bir eğitim gördü. Kısa sürede ilmiyle temayüz etti. Öyle ki Mısır-Memluk Sultanı Çakmak’ın (v. 1453) dikkatini çekti ve sarayın yakın çevresine girdi. Ancak 1440 yılında bir başka alimle aralarında çıkan sorun hem görevinden alınınasına hem de Şam’a sürgün edilmesine sebep oldu. Bu sırada, hacdan dönen II. Murad’ın (v. 1451) çevresindeki alimlerden Molla Yegan’la (v. 1461) Halep’te karşılaştı. Molla Yegan‘ın teklifi üzerine birlikte Edirne’ye gitti.

Molla Gürani, bir müddet Bursa’daki medreselerde müderrislik yaptıktan sonra, o sırada Manisa’da sancak beyliği yapan şehzade Mehmed’in hocalığına tayin edildi (1443). Bu birliktelik Fatih’in vefatına kadar devam etti.

1451’de kazasker oldu. Bu arada başlayan fetih hazırlıkları kapsamında Fatih’in istişare meclisinde yer aldı. Fetihten sonra komşu müslüman ülkelere gönderilen fetihnamelerin hazırlanmasına katkıda bulundu. Daha sonra Bursa kadılığına getirildi. Bir kararı sebebiyle kadılıktan alınsa da 1458’de Fatih’in görevine dönmesi ricası üzerine İstanbul’a geldi. Bursa kadılığı kendisine yeniden verildi. Ardından kadıasker oldu. 1480’de en yüksek ilmiye makamı olup daha sonra şeyhülislamlığa dönüşecek olan İstanbul Müftülüğüne getirildi. Talebesi Fatih Sultan Mehmed vefat ettikten sonra oğlu Beyazıd döneminde (1482-1512) yedi yıl daha bu görevini sürdürdü. 1488’de vefat etti.

İki cami, iki mescit, bir darülhadis medresesi, darülkurra, hankah, hamam ve mekteb yaptırmış olan Molla Gürani bunların ayakta kalabilmesi için birçok akar vakfetmiştir.

Kabri ziyarete açıktır.

Kaynak ; İstanbul’un Manevi Atlası , Dr. Necdet Yılmaz ( Editör) , Arifan Yayınları , 2011 ,

Şeyhülislam İbn Kemal Efendi

istanbul – fatih – mısır tarlası kabristanında

Osmanlı şeyhülislamı ve tarihçisi. Asıl adı Şemseddin Ahmed’dir. Babasının adı Süleyman, dedesinin adı ise Kemal Paşa‘dır. Şehzade Bayezid’e (II. Beyezid) lalalık yapan büyük babası Kemal Paşa’ya nispetle “Kemal Paşazade” veya “İbn-i Kemal” diye anılır. 15 Mayıs 1469’da dünyaya geldi. Doğum yeri olarak bazı kaynaklar Tokat’ı, bazıları da Edirne’yi kaydederler. İstanbul’un fethinde bulunan babası Süleyman, 1474’te Amasya, 1478’de de Tokat sancak beyliklerine tayin edilmiştir. Kemalpaşazade‘nin annesi, İran’dan gelip Tokat’a yerleşen Fatih Sultan Mehmed dönemi kazaskerlerinden Küpelioğlu Muhyiddin Efendi’nin kızıdır.

Küçük yaşta Kur’an-, Kerim’i ezberledikten sonra Amasya alimlerinden Arap dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça öğrenimi gören Şemseddin Ahmed, askerlikle temayüz etmiş bir ailenin mensubu olarak, aile geleneğine uyarak askeriyeye intisap etmiştir. Altı bölük sipahisi olarak II. Bayezid’in seferlerine katıldı.

Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın maiyetinde iştirak ettiği bir sefer esnasında, Sadrazam’ın huzurunda bir toplantı yapılır. Filibe’de yapılan bu toplantıya, Filibe’de müderris olarak bulunan Molla Lütfi de katılır. Müderris, orada bulunan paşalara ve beylere hiç aldırmadan en üst tarafa geçip oturur. Bu durum İbn-i Kemal’i çok etkiler. Alimlerin devlet adamlarından daha çok itibar gördüğüne kani olur. Ve: “Ne kadar uğraşsa da askerlikte böyle bir itibar kazanamayacağını, fakat çalışarak Molla Lütfi gibi olabileceğini”düşünür. Hemen askerlikten ayrılıp ilmiye sınıfına geçmeye karar verir. Sefer bitip Edirne’ye döndükten hemen sonra kararını hayata geçirir. O sırada Edirne Darülhadis’ine tayin edilen Molla Lütfi’nin derslerine başlar. Sur’atle ilerler. Edirne’nin en meşhur müderrislerinden ders görerek tahsilini tamamlar.

Bulunduğu Görevler

İlk olarak Edirne’deki Taşlık Medresesi’ne müderris olarak tayin edilir. Bu arada kendisine 33.00 akça ihsan edilip Türkçe bir Osmanlı Tarihi yazmakla görevlendirilir. Arkasından sırasıyla Üsküp İshak Paşa Medresesi (1505), bir yıl sonra Edirne’deki Halebiye ve Üç Şerefeli medreseleri, İstanbul’daki Sahn-ı Seman Medresesi müderrisliklerinde bulunur. Bunlardan sonra da o tarihlerde Osmanlı Devleti’nin en büyük medreselerinden olan Edirne’deki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine 1511’de tayin edilir.

Şiiler hakkında yazdığı risalesinde, Şiiler’le yapılacak savaşın cihad sayılacağını belirtmesiyle şöhreti artan Kemalpaşazade Yavuz Sultan Selim’in nezdinde büyük itibar kazanmıştır. Bu yüzden Yavuz kendisini 1515’te Edirne Kadılığı’na, 1516’da da Anadolu Kazaskerliği’ne getirmiştir.

İbn-i Kemal, Kazasker olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katılmıştır. Sefer dönüşünde, İbn-i Kemal‘in atının ayağından sıçrayan çamur padişahın kaftanına isabet eder ve kaftanı kirletir. Bunun üzerine Yavuz: “Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamurların medar-zinet ve bais-i mefharet” olacağını söyleyerek, çamurlu kaftanının, ölümünden sonra sandukası üzerine örtülmesini vasiyet eder (1517).

Kemalpaşazade’nin en önemli özelliklerinden biri de Ehl-i Sünnet itikadı, inancını savunuculuğudur. Bu durumunu Kanuni (1520-1566) devrinde de sürdürür. Kanuni devrinde de büyük itibar görmüştür. Kanuni devrindeki ilk görevi 100 akçeli Edirne Darü’l-hadis’i müderrisliğidir. (1520). Bu görevde iken Kanuni’nin seferlerine de iştirak etmişti. 1522’de Edirne Sultan Bayezid Medresesi, 1524’te İstanbul Fatih Medresesi müderrisliklerine tayin edilmiş ve görevini sürdürmüştür.

Şeyhulislamlığı

Devrin büyük alimlerinden, şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi‘nin vefatı üzerine, Mayıs 1526’da İbn-i Kemal şeyhülislamlığa getirilmiştir. Vefat tarihi olan 16 Nisan 1534 gününe kadar bu makamda kalmıştır. Böylece askeriyeden ayrılıp ilmiye sınıfına geçmesinin mükafatını görmüş oldu. İlmiye sınıfının en yüksek makamı olan şeyhülislamlığa yükselerek hayatını tamamladı .

İlmi şahsiyetinde gösterdiği üstün liyakatten dolayı kendisi “Müftiyu’s-sakaleyn” (insanların ve cinlerin müftüsü) diye anıla gelmiştir. O’nun vefatı üzerine: “Kemal ile birlikte ilimler öldü gitti:’ diye tarih düşülmesi, onun ilmi kişiliğinin bir ifadesidir.

Dönemlerinde yaşadığı (II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni) üç padişahın sevgi ve saygısını kazanan Kemalpaşazade hadis, tefsir, fıkıh, İlm-i kelam gibi dini ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe, dil ve tıp alanlarında da eserler vermiş çok yönlü bir alimdir. Birçok ilme olan vukufu ve bu alanlarda verdiği eserlerle 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ilim ve kültürünün en büyük temsilcilerinden biri olarak görülmektedir. Çok değerli alimler yetiştirmiştir. Kendisinden önceki alimleri unutturmuştur.

Osmanlı alimleri arasında ilmi kudretinden dolayı kendisi “el-muallimü’l-evvel” olarak kabul edilmiştir. İlmiye mesleğine intisap ettikten sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislamlık makamlarını elde etmiş ve kısa sürede devamlı bir yükseliş göstermiştir. İlmi ihtisası, muhakeme ve münazara kudreti, şer’i meseleleri çözme ve fetva verme konularındaki kabiliyetinden dolayı ayrı bir şöhreti vardı .

Muhyiddin İbnü’l-Arabi hakkında verdiği meşhur olumlu fetvası, Yavuz Sultan Selim üzerinde etkili olmuş, padişah Mısır dönüşünde dört ay kadar kaldığı Şam’da Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin kabrini tespit ettirerek üzerinde bir türbe, yanında bir cami ve bir de imaret yaptırmıştır.

Muhyiddin ibnü’I-Arabi hazretleri 1165-1240 yılları arasında yaşamış büyük bir alim, mütefekkir ve mutasavvıftır. Ortaya attığı “Vahdet-i vücud” nazariyesi, İslam aleminde yüzyıllar boyunca çeşitli tartışmalara yol açmış ve kendisine değişik ithamlar yöneltilmiştir. İbn-i Kemal vermiş olduğu meşhur fetvasıyle onu ithamlardan kurtarmıştır. Bu meşhur fetvada İbn-i Kemal şöyle der: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla… Hamd, kulunu ihlaslı alimlerden ve nebi lerle resullerin varislerinden eyleyen Allah’a mahsustur. Salat, doğru yoldan sapanları ve saptıranları islah için gönderilmiş olan Muhammed (s.a.v.)’e O’nun aline, sapasağlam apaçık şeriatı tatbik etmek hususunda ciddiyet gösteren ashabınadır.

Ey insanlar! Biliniz ki, en büyük şeyh, kendisine tabi olunan en kerim kişi, ariflerin kutbu ve tevhid ehlinin imamı olan, Endülüslü Muhammed b. Ali el-Arabi, kamil bir müctehid ve faziletli bir mürşidtir. Onun, insanı hayrette bırakan menkıbeleri, harikulade haller, fazıllar ve alimler katında makbul birçok talebesi vardır. Kim onu inkar ederse, şüphesiz hata etmiştir. Ve o kişi, bu inkarında ısrar ederse dalalete düşmüştür. Sultana, o kişiyi terbiye etmek ve bu inancından döndürmek vacib olur. Çünkü sultan, iyilikle emretmek ve kötülükten nehyetmekle emredilmiştir.

Onun eserlerinde bazı meseleler vardır ki, keşif ve batın ehli olmayan zahir ehlinin idrak edemeyeceği gizliliktedir. Kim anlatılmak istenen manayı kavrayamazsa, Allah Teala’nın şu emrine göre, ona, bu konuda sükut etmek düşer: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Zira kulak, göz, kalb ve bütün hepsi ondan sorumlu olurlar” (İsra, 36 ). Allah doğru yola eriştirendir. Dönüş ve varış O’nadır. Bu sayfaya yazı yazan, şeriata uygun karar vermiştir. Bunu Ahmed b. Süleyman b. Kemal yazmıştır. Her şeyin sahibi yüce Allah onu affetsin:’

Kemalpaşazade birçok medreselerde görev alıp İslam hukuku alanında ders vermesi yanında kadı, kazasker ve şeyhülislam olarak uzun süre yasama ve yargı alanlarında da faaliyet göstermiş, İslam hukukunun usul ve füruuna dair çeşitli eserler kaleme almıştır. Osmanlı kanunnamelerinin hazırlanmasında etkin olmuş isimlerdendir. Yazdığı müstakil risaleler ve verdiği fetvalarla Osmanlı toplumunda birçok uygulamanın yerleşmesine öncülük etmiştir.

Değişik konularda pek çok eser vermiş olan Kemalpaşazade nesir yanında nazmı da başarıyla kullanmıştır. Divanının dışındaki hemen her eserinin gerekil gördüğü kısımlarında Arapça, Farsça ve Türkçe manzumelere yer vermiştir. O şiiri, hikmetli söz olarak görür ve bir fayda sağlamasını ister. Dili sade, ifade yapısı sağlamdır. Atasözlerini ve deyimleri sıkça kullanır, cinas sanatını başarılı bir şekilde uygulamıştır. Divan şairlerinin aksine hiçbir şiirinde mahlas kullanmamıştır. Sadelik ve akıcılık özelliklerini muhafaza eden sanatkarane nesri, kendi döneminden itibaren takdir edilmiştir. Divanının yazmalarından başka yayımlanmış matbu bir nüshası da vardır.

Kemalpaşazade zeki, müttakı, kinsiz, garazsız, meseleleri ferasetle değerlendiren, münazara ve münakaşadan hoşlanan, hoş sohbet ve nüktedan bir ali m. Gösterişten uzak, halkın daha iyi anlayabileceği bir üslupla eserler vermiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, tarih, dil ve tıp gibi pek çok alanda eser vererek yalnızca devrinin değil bütün bir Osmanlı medeniyetinin en seçkin alimleri arasında yer almıştır.

Vefatı Şeyhülislam Kemalpaşazade, 16 Nisan 1534’te İstanbul’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı dışındaki Mahmud Çelebi Zaviyesi haziresindedir. Onun ölümü üzerine: “Kemal ile birlikte ilimler öldü gitti:’ diye tarih düşülmesi, onun ilmi değerini ifade etmektedir.

Büyük hizmetlerde imzası bulunan ve 66 yıllık ömrü boyunca mütevazı ve sade bir hayat sergileyen Kemalpaşazade, vasiyetnamesinde cenazesinin dervişane bir şekilde kaldırılmasını ve kabri üzerine türbe yapılmayıp sadece bir taş dikilmesini istemesi de onun sade bir dini yaşayışı tercih ettiğini göstermektedir. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Allah şefaatlerine nail buyursun! Amin, amin, amin.

Eserleri Velud bir müellif olan Kemalpaşazade birçok alanda Türkçe, Arapça ve Farsça eserler yazmıştır. Eserlerinin sayısı konusunda kesin bir rakam vermek zordur. Kaynaklarda 179, 209, 214 ve 226 olarak değişik rakamlar verilmektedir. 1. Tevarih-i Ali Osman: Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Kanuni devrindeki Mohaç seferi sonu olan 1527’ye kadar on padişah devrini işleyen on ciltlik büyük bir eserdir. Devrin siyasi olayları ağırlıklı olarak işlenmiştir. Eserde teşkilat ve kültür tarihine ait önemli kayıtlar vardır. Osmanlı Devleti’nin hızla ilerlemesinin, gelişmesinin sebepleri üzerinde de durulmuştur. Mısır seferi, Mohaç seferi, İstanbul’un fethi ayrı ayrı bölümlerde ifade edilmiştir. 2. Divan: Münacat, na’tlar, iki kaside, mesnevi tarzında manzumeler, 400’den fazla gazel ve çok sayıda mukatta’ ile müfredden meydana gelen önemli bir eser. 3. Yusuf ile Züleyha: 7777 beyitten oluşan bir mesnevi. 4. Kaside-i Bürde Tercümesi: Meşhur Busiri hazretlerinin aynı adı taşıyan kasid esin in çevirisidir.

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları

Evlice Baba

istanbul – eyüp – evlice baba camii karşısında

Fatih Sultan Mehmed Hazretlerinin meşk, yani yazı hocasıdır. İstanbul fethine katılan mutlu gazilerdendir. Eyüp, Bülbülderesinde Evlice Baba mescidini yaptırmıştır. Yanlış okumalar neticesinde ödlice-Evlice şeklinde de yazılan bu ismin Ulunun küçültülmesi ile yazılmasından dolayı Ülice Evlice’ye dönmüştür. Halk arasında Evlice Baba diye şöhret bulmuştur. Adı Veliyyüddîn’dir.

Kabri: Camisinin karşısında, Evlice Baba Mescidi Sokak 19 No. İmam meşrutasının bahçesinde bayırdadır. Çitlembik ağaçlarının altında, etrafı yeşil demir şebeke ile çevrili, üzeri açık yerde medfundur. Kitabesinde:

«Ebü’l-Feth ve’l-Megazi Sultan Mehmed Gazi Hazretlerinin Meşk hocası sahibü’l-hayrat ve’l-hasenat Veli Baba’nın ruhu şeriflerine Fatiha (857)» yazılıdır.

Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988

Şeyh Ali Kara

Malatya – Akçadağ Belediyesine bağlı Aşağıörükçü köyünde

ali2İlçeye 15 km. mesafedeki Aşağı Örüşkü (Aşağıörükçü) köyünde dünyaya gelen Şeyh Ali Kara (1900-1971)’nın babası Ali Seyyidi Efendi, annesi Fatıma Hanım’dır. Şeyh Ali Kara küçük yaşta çevresindeki alimlerden zahiri ilimleri öğrenir. Askerliği esnasında Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretleriyle tanışır ve bundan sonra bu büyük zatla mürid ve mürşid ilişkisi 18 sene sürer. Şeyh Ali Kara, Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretleri ile nasıl tanıştığını şöyle anlatır. “Bir gün askerde iken çarşı iznine çıktığımda namazı kılmak için camiye girmiştim. Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretleri gerçek aşk ile Kuran-ı Kerim okuyordu ki, ensesinin üzerinde bir nur peyda oldu.

Mübareğin cemaline baktıkça kendimden geçtim. Sanki bir genç kıza vurulmuş gibi aşık oldum. Namaz kılındıktan sonra dışarı çıkınca hemen beklemeye başladım. Mübarek dışarı çıkıp bir oturak üzerine oturdu. Gittim elini öptüm. Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinden ders istedim. Mübarek ismimizi sordu, “Ali” dedim. “Oğul biz Ali’leri severiz, ama sen git istihare yap gel,” dedi. Gittim istihare yaptım. Rüyamda Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinin, Cenab-ı Hakk’ın izniyle ve himmetleri sayesinde deftere yazıldığımızı ve yükseklere çıkarıldığımızı gördüm. Bunları mübareğe anlattım. O günden itibaren Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretleriyle tasavvuf yoluna başladım.”

Bundan sonra, Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerine tam bir teslimiyetle bağlanır. 18 yıl boyunca şeyhinin yüksek teveccühleriyle seyri sülukunu tamamlar. Sonunda insanları irşadla görevlendirilir. Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinin 1943 yılında Yozgat’a gidip 1944 ‘de vefatından sonra, onun görevini tamamen devralarak manevi irşad hizmetine devam eder

Şeyh Ali Hazretleri, yaşadığı zaman içinde yar, ağyar herkesin sevgisini ve takdirini kazanır. Hayatını nefis ve şeytanın hilelerini anlatmak ile tevhidin inceliklerini öğretmeye yönelik söz ve sohbetle geçirir. Etrafında toplanan insanların Cenab-ı Allah’a, insanlığa ve devletine sevgi ve muhabbetle bakan irfan ehli insanlar olarak yetişmeleri için büyük çabalar sarfeder. Sayısız insana kendini sevdirir ve manevi müşküllerine yardımcı olur.

Şeyh Osman deyince akla Şeyh Ali, Şeyh Ali deyince akla Şeyh Osman gelir. Şeyh Osman Nuri Hazretleri bir gün şöyle buyurmuştur. “Biz bir elmanın yarısıyız.” Diğer bir sözünde ise, “Ali’ye gitmeyen bana gelmesin,” demişlerdir. Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinin kızı Fatma Nur Sadiye’nin, “babamı kimse layıkıyla anlayamamıştır. Birazcık olsun Şeyh Ali Hazretleri anlayabilmiştir.”, dediği nakledilir. Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretleri ise, “Allah (c.c.) beni Ali için Bağdat’tan buralara gönderdi,” buyurmuşlardır.

Denilir ki, her halife şeyhine bağlılığı, sevgisi ve övgüsüyle tanınır. Ancak Şeyh Ali Hazretlerinin Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerine bağlılığı bir başkadır. Şeyhini her ziyarete gidişinde olabildiğince içinde maddi ve manevi sevgi ve bağlılıktan ve saygıdan başka birşey götürmemeye gayret ve özen gösterirdi. Üç gün önceden yemeyi içmeyi bırakır, bağırsaklarını boşaltırdı. Bunu Gotan Gölü köyünden Kara Baba adlı bir derviş arkadaşı şöyle anlatır. “Şeyh Ali Hazretleri ile Şeyh Osman Nuri Bağdadi Hazretlerinin ziyaretine gitmek için hazırlandık. Yola çıkarken Ali Efendi’nin hanımı bana gizlice yiyecek paketi verdi ve yolda “bunu Ali Efendi’ye yedir, üç gündür birşey yemiyor, aç,” dedi. Bir suyun başında öğlen namazı için mola verdik, ben yiyecekleri çıkardım. Şeyh Ali Efendi, “Sen karnını doyur, ben tokum”, dedi. Israr edince de, “Biz kimin ziyaretine niçin gidiyoruz. Midemizde bağırsaklarımızda dünya nimeti ve pisliği ile mi çıkalım”, diye sitem etti.

Şeyh Ali Kara Hazretlerinin göstermiş olduğu keşif ve kerametleri dilden dile söylene gelir. Bununla birlikte Şeyh Ali Kara’nın şu sözleri anlamlıdır. “Keramet, suyun üstünde post serip namaz kılmak, kuşlar gibi havada uçmak, şiş vurmak, kelle kesip yerine koymak değildir. Kerametin en büyüğü kalblere Allah ve Muhammed (sav) sevgisini muhabbetini yerleştirmektir. İnsanı gerçek iman sahibi edip, kemale erdirmektir.”

Şeyh Ali Kara Hazretleri, bir gün çift süren bir muhibi ile karşılaşır. Selam verir ve bir müddet Allahu Teala Hazretlerinin büyüklüğünü ve peygamber efendimizin sevgisini anlatır. “Oğul” der, “Çift sürerken öküzlere Ho Ho dersen gider, Hu, Hu, Hu, desen de gider.” Ve arkasından, “İnsan şu yalancı dünyada bulunduğunun kıymetini bilmelidir. Her zaman Allahu Teala’nın emir ve yasaklarına uymalıdır. Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine sımsıkı bağlanmalıdır.” diye buyurur.

Denilir ki, 1971’de dünyasını değiştirdiğinde, Akçadağ ilçesi emniyet teşkilatı onun toplum içindeki rolü hakkında şu itirafı dile getirir. “Olan bize oldu. Şeyh Ali Efendi’nin varlığı ile çevrede yıllardır hiçbir olay olmamış, adeta kurt kuzu ile birlikte dolaşır olmuştu.”

Aşağı Örüşkü köyündeki türbesi, her yerden gelen ziyaretçi ve sevenleri tarafından ziyaret edilir.

Kaynak ; Malatya Evliyaları , Abdülhalim Durma