Ana Sayfa>Genel(Sayfa 130)

Şeyh Osman Afif Sivrihisari

Eskişehir – Mahmudiye ilçesi – Doğanca Köyünde

Ondokuzuncu yüzyılda Sivrihisar’da yaşamış mutasvvıf, şair, müderris ve hattattır. Vakıf belgelerine göre künyesi “eş-Şeyh Os­man Afif Efendi İbn-i Ali” ve “Şeyh Osman Afif el-Sivrihisari”dir. “Afif”; iffetli, namuslu ve temiz anlamına gelmektedir.

Osman Afif Efendi‘nin (Allah sırlarını mukaddes eylesin) haya­tı hakkında kaynaklarda geniş bir bilgiye ulaşılamamıştır. Rivayete göre H. 1234/M. 1818 yılında Mekke’de doğmuş, “seyyid” nesepli bir aileye mensup, babası devrin alimlerinden Seyyid Ali Efendi’dir.

Neslinden olan kişilerin şifahi bilgilerine göre; Osman Afif Efen­di‘nin babası Seyyid Ali Efendi’nin bir rufai şeyhi olup, Hicaz’da vahhabi olaylarında şehid edilmiş, bu olaydan sonra Osman Afif ve kardeşleri Anadolu’ya hicret ederler. Şam’da kısa bir süre kaldıktan sonra Hatay ve Konya’da da bir müddet sakin olurlar. Bu meşakkatli yolculuk esnasında kardeşlerinden ikisi vefat eder. Devrin padişahı tarafından kardeşi Seyyid Ahmed Efendi‘ye Kırıkkale ili Delice ilçesi Dağobası Köyü’nden, Osman Afif Efendi’ye de Çifteler’de Mahmud-u Sani Vakfı arazisinden mülk sadaka olunur.

Osmanlı arşivlerinde bulunan bir belgeden Şeyh Osman Afif Efendi‘nin validesinin Yozgat’ta olduğunu ve 1859 yılında ziyaret et­tiğini öğreniyoruz. Türbesinin bulunduğu Cönger (Doğanca-Mah­mudiye) Köyü’nde “Cönker” aşiretine mensup ailelerin yaşadığı Os­ manlı arşiv belgelerinde zikredilmektedir (1864).

Osman Afif Efendi’nin medrese eğitimini nerede ve kimlerden al­dığı konusunda da bilgi sahibi değiliz. 17 Cemaziyel-ahir 1288/3 Eylül 1871 tarihinde Sultan Abdülaziz Han’a yazdığı bir arzında “Sivrihisar kasabasında otuz üç seneden beru neşr-i ulum’i aliye” ile meşgul olduğu beyanından, Osman Afif Efendi‘nin medrese eğitimi görerek, Sivrihisar’da müderrislik yaptığı anlaşılmaktadır. Sivrihisar kazasında ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yirmiye yakın medresede eğitim yapıldığı Ankara Vilayet Salnamelerinde zikredilmektedir.

Şeyh Osman Afif Efendi‘nin bir alim, bir mutasavvıf ve bir vakıf (vakfeden) olduğunu Osmanlı dönemi vakıf belgelerinden öğreniyoruz. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf Kayıtlar Arşivi 585 nu­maralı defterin 81. sahifesi 85. sırada kayıtlı bulunan Sivrihisar’da “eş-Şeyh Osman Afif Efendi ibni’l-merhum Ali Efendi Vakfı”nın vak­fiyesi kayıtlıdır. Bu vakfiyeye göre Sivrihisar şehir merkezinde ve Şeyh Baba Yusuf Camii (Kurşunlu) yakınında, 1268/1851-52 yılında “İrfaniye Medresesi”ni yaptırdığı anlaşılmaktadır. Şeyh Osman Afif Efendi’nin 5 Receb 1268 (25 Nisan 1852) tarihli vakfiyesinde şunlar yazılıdır;

Vakfiyeye göre Sivrihisar Nakşibendi hankahı postnişini, mer­hum Ali Efendi oğlu Şeyh Osman Afif Efendi, Şeyh Baba Yusuf Mahal­lesi’nde on dokuz odalı ve avlulu bir medrese yaptırır. Bu medresenin giderleri içinde dört bin kuruş nakit para vakfeder. Vakfın yönetimi­ ne de Süleyman oğlu Hüseyin Efendi’yi tayin eder. Vakfedilen dört bin kuruşun yönetici tarafından işletilerek elde edilen gelirden iki akçenin medrese müderrisine, bir akçenin vakfın yöneticisine (mü­tevelli), kalan bir akçeninde medresenin tamirinde kullanılmasını, kendisi hayatta olduğu sürede medresenin yöneticiliğini, vefatından sonra ise erkek evladından olanların yönetici olacağını şart eder.

Şeyh Osman Afif Efendi, yaptırdığı ve müderrisi olduğu irfaniye Medresesi’nin giderlerini karşılamada zaman içinde maddi zorluğa düşer. Padişah Sultan abdülaziz Han’nın bağladığı maaşla bu zorluğu atlatmıştır.  Şeyh Osman Afif Efendi’nin vefatından sonra İrfaniye Medresesi müderrisliğini oğlu Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi yürütür. 

Şeyh Osman Afif Efendi tarafından yaptırılan İrfaniye Medresesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Ka­nun numarası ile kabul edilen ”Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nun yürür­lüğe girmesinden sonra kapatılmıştır. Kullanılmayan medrese bina­sı zaman içinde harap olmuş ve 2006 yılında Sivrihisar Belediyesi tarafından tamamen yıkılmıştır. .

Tasavvufi Şahsiyeti

Şeyh Osman Afif Efendi, Nakşibendi tarikatının Halidı kolu meşayihindendir. Silsilesi, mürşidi Şirvani Şeyh Hacı Ahmed-i Gıyasi Efendi ve onun mürşidi Şeyh İsmail Şirvani ve onun mürşidi Haz­reti Mevlana Halid-i Bağdadiye ulaşır. 

Şirvani Şeyh Hacı Ahmed Gıyasi Efendi; Şirvan Hanlığı’nın (Azerbaycan) Karasubasar Mahalli’nin Zerdab Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Şeyh Şirvani Hazretleri, Miladi 1826-1827 yıllarında Denizli’nin o zamanki beyi olan Tavaslıoğlu Osman Ağa’ nın daveti üzerine bu topraklara gelmiştir. Tavaslıoğlu Osman Ağa, Şirvani Hazretleri’nin isteği üzerine Musa Mahallesi’nde dergâh ve medrese inşa ettirmiştir. (Bu medrese 1920 yılında çıkan bir yangın sonucu harap olmuştur.)   Bu topraklarda irşad faaliyetlerinde bulunan Nakşibendi tarikat şeyhlerinden olan Şirvani Hazretleri, miladi 1853 yılında vefat etmiştir. Kabri Şerifi Denizli İlbadı kabristanında , İnanç Bey kapısından girdiğinizde dümdüz patikayı takip edin. Patikanın ileride ayrılan sağ toprak yolun sonundaki türbede Şeyh Şirvani Hazretleri medfundur.

Şeyh Osman Afif Efendi’nin bilinen halifesi Şeyh Osman Abdülmennan Efendi‘dir. Sefine-i Evliya’da Şeyh Osman Abdülmenan Efendi ile ilgili şunlar yazılıdır ; ” Meşayih-i Halidiyye’nin ileri gelenlerinden olan bu zat,  Afyonkarahisar sancağı dahilinde Yaka karyesinde 1244/(1828) senesinde doğdu. Pederi Yakalı Muham­med Emin Hoca, onun pederi ulemadan Muhammed Efendidir. Mukaddimat-ı ulumu memleketinde tahsil ettikten sonra İstan­bul’a gelip meşhur Şehri Hoca Hafız Efendi’den ahz-ı icazet-i ilmiyye eyledi. Bayezıd Cami’-i şerifinde bir müddet tedrisde bulundu. 1275/ (1859)’te Denizli kasabasında ihtiyar-ı ikamet ederek ulum-ı zahire va batına neşriyle meşgul ve üç defa icazet-i ilmiyye i’tasına mu­vaffak oldu.

Denizli’de seccade-nişin-i irşad olduğu Halveti, Nakşibendi Der­gah-ı şerifini Denizli Voyvodası Osman Ağa, müşarünileyh Hacı Ah­med Efendi için inşa ederek vefatında ba’zı hulefası dergahı idare etmekte iken Osman Abdülmennan Efendi müşarünileyhin kerime-i muhteremesini tezevvücle dergaha şeyh oldu. 1305/1888’de Denizli nakıbü’l-eşrafı kaim-i makamlığı da uhde-i aliyyelerine tefvız olun­du. Altıyüzü mütecaviz mürıdanından on zata hilafet verdi. Asrımız erbab-ı kemalinden İbnü’l-Emin Seyyid Mahmud Kemal ve birader­leri Seyyid Ahmed Tevfik Beyler zümre-i müridana dehaletle kam­ yab olanlardandır. 11 Nisan 1311/23 Nisan 1895’te Denizli’de irtihal ederek Büyük Kabristan’da ( İlbadı Kabristanı )  kayınpederinin civarına defn olundu.”

Şeyh Osman Afif Efendi Türbesi

1881 yılında vefat eden Şeyh Osman Afif Efendi, Mahmudiye ilçesine bağlı Cönger yeni adıyla Doğanca Köyü Kabristanı’na def­nedilir. Daha sonra kabri, yapılan bir türbe içine alınır. Mezarının şahide taşında “Rufai tarikatı Şeyhi Şeh (Şeyh) Ali Efendi oğlu Osman Afif ruhuna Fatiha. D. 1234 (1818-19), ö. 1297 (1879-80)” ibaresi yazılıdır. Mezar taşlarına bir dönem “Şeyh” ibaresi yazılması yasak­ landığı için “şeh” şeklinde yazılmıştır. Ankara-Eskişehir karayolu ya­kınında bulunan es-Seyyid Şeyh Osman Afif Efendi türbesine girişi gösteren tabela bulunmaktadır. Köy halkı türbenin 60- 70 yıl önce yapıldığından bahsetmektedir. 

Kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlı, içten iki yana eğimli tavan, dıştan iki yöne eğimli kiremit kaplı beşik çatıyla örtülüdür. Güney cephe ekseninin iki yanında dikdörtgen biçimli birer pencere, batı köşesinde dikdörtgen biçimli bir kapı açıklığı bulunmaktadır. Diğer cepheler sağır tutulmuştur. Türbenin içinde biri kuzeybatı köşeye dayanmış, diğeri ona yakın konumda doğu-batı doğrultusunda uzanan iki sanduka bulunmaktadır. Güney duvarında hafifçe yuvar1atılarak yüzeyden çökertilmiş mihrap nişi bulunmaktadır. Duvar örgüsünde kerpiç malzeme kullanılan türbenin cepheleri badanalı, duvarlarının iç yüzeyleri tavana kadar ahşap kaplamalıdır. Sanduka yüzeyleri de ahşap kaplamalıdır. Türbede herhangi bir süsleme unsuruna rastlanmamıştır.

Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi

Şeyh Osman Afif Efendi’nin oğlu Şeyh Ahmed Şemseddin Efen­di‘nin

Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi ve oğulları
Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi ve oğulları

doğum tarihi bilinmemektedir. Babasının vefatından sonra Sivrihisar İrfaniye Medresesi’nde müderrislik yapar. Yazışmalarda kullandığı mühründe

“es-Seyyid Ahmed Şemseddin Nakşibendi” yazılıdır. Ahmed Şemseddin Efendi, Nakşi-Halidi meşayihinden Sey­dişehirli Hacı Abdullah Efendi‘den seyr-i sülukunu tamamlayarak hilafet alır. Yerine halife bırakmadan 1331/1912-13 yılında ahirete irtihal eder ve Sivrihisar Kurşunlu (Şeyh Baba Yusuf) Camii’nin ha­ziresinde yer alan Hamdi Baba Türbesi‘ne defnedilir.

Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi'nin kabrinin bulunduğu Hamdi Baba haziresi
Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi’nin kabrinin bulunduğu Hamdi Baba haziresi

Osmanlı arşivlerinde Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi ile alakalı belgelerden bazıları şunlardır: “Saadat-ı Sofiye’den olan Sivrihisarlı Osman Afif Efendi’nin mah­dumu Ahmed Şemseddin Efendi’ye Hazine’den maaş tahsisi. (Mali­ye) Vefat eden babası Şeyh Osman Efendi’ye verilen maaşın kesil­mesinden dolayı tedrisata devam edemediğinden Ahmed Şemseddin Efendi’nin atiyye talebi. “Sadat-ı Sofiye’den Sivrihisarlı Şeyh Osman Afif Efendi’nin oğlu Ahmed Şemseddin Efendi’ye maaş tahsisi

Sücaaddin Veli

Şücaeddin Veli – Türbesi; Eskişehir – Seyitgazi İlçesine 6-7 km uzaklıktaki Aslanbeyli köyünde

Sultan Sücaaddin hakkında çok önemli bilgiler veren Velayetname-i Sultan Sücaaddin ‘e göre ; XIV. Yüzyılın ikinci yarısı ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış; Çelebi Mehmed, II. Murad dönemlerini görmüş, Rum abdalları zümresine mensup önemli karizmatik Türkmen dedelerindendir. Ancak bununla birlikte doğum ve ölüm tarihi, ailesi ve yaşamı ile ilgili birçok olgu bugün için açık değildir.

Türbe ve zaviyesi , Eskişehir’e bağlı Seyitgazi ilçesinin , Arslanbeyli köyünde yer alan Sücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş tarihsel bir şahsiyettir. Sücaaddin Veli ile ilgili önemli bilgiler veren kaynakların başında ” Otman Baba Velayetnamesi ” gelir. Velayetname’nin ilgili bölümlerinde, Sücaaddin Veli’nin o dönemlerde balkanlarda etkin olan, Otman Baba ile yakın temas ve diyalogta olduğu, Otman Baba’nın kendisine bağlı derviş gruplarına Sücaaddin Veli’yi ”Pir” olarak tavsiye ettiği bildirilmektedir.

Geçmişten günümüze ulaşan Vakıf senetlerindeSücaaddin Veli, İmam rıza soyundan gelen bir seyyid olarak tanıtılmaktadır.

Velayetname’ye göre , Sücaaddin Veli’nin temasta bulunduğu önemli şahsiyetlerden biri de Hacı bayram Veli’dir. Ankara’dan kalkıp, Eskişehir yoluyla Sultan’a gelir. Sücaaddin Veli kendisini gayet iyi ağırlar . Üç gün üç gece beraber kalarak sohbet ederler. ..

Türbe ve Külliye

Türbenin, biri giriş bölümünde kapı kemeri üzerinde yer alan panoya, diğeri kasnak cephelerine yazılmış iki kitabesi bulunmaktadır. Kapı üzerinde bulunan kitabesinde; ”Evliyanın öncüsü Hazreti Sultan Sücaeddin’ Allah kabrini nurlandırsın ‘ı seven Bali Bey oğlu Kasım Bey, bu binayı Hicri 921/1515 tarihinde ve Sultan Bayezid’in oğlu Sultan Selimin saltanatı zamanında imar eyledi” yazılıdır.

Kitabesine göre 921/1515 yılına tarihlenir. Kubbe kasnağında bulunan bir diğer kitabede; “Bendli Muhammed aleyhi bühyen bendadi Muhammed Emin Vakfı Şücaeddin Baba, kul kabulrabbil alemin, 20 Mart 1183/1769” yazılıdır.

Giriş ve türbe mekanları olmak üzere iki ayrı bölümden oluşur. Türbenin doğusunda yer alan giriş mekanı dikdörtgen planlı kubbe örtülüdür. Asıl türbe mekanı sekizgen planlı, kubbe örtülüdür. Giriş mekanının doğu cephe ekseninde, cephe yüzeyinde hafifçe dışa taşkın portal kuruluşu yer alır.

Portal dıştan içe doğru düz, kaval ve eğik kesimli profilli silme grubuyla üç yandan çerçeveye alınmıştır. İki yandan profilli konsollara oturan aynalı basık kemerli portal nişinin derinliği azdır. Portal nişinin içerisinden basık kemerli bir kapıyla giriş mekanına geçilir. Kapının basık kemeri üzerinde dikdörtgen biçimli kitabe panosu yer alır.

Bu bölümün kuzey ve güney cepheleri sağırdır. Mekanın köşe üçgenleriyle geçilen kubbesi dört boşaltma kemeri üzerine oturtulmuştur. İç duvarları sıvanarak badanalanmıştır. Giriş mekanından batı duvar eksenindeki kademeli silmelerle üç yandan çerçeveye alınmış bir kapıyla sekizgen planlı asıl türbeye geçilir. Söz konusu kapı, türbe mekanına dilimli kemerli ve sivri kemerli bir niş içerisine alınmış olarak açılır.

Türbe mekanının sekizgen prizma biçimli gövdesi, her cephe yüzeyinin kalın ve düz bir şeritle dikdörtgen biçimli çerçevelere alınarak çökertilmesi suretiyle vurgulanmıştır. Cephelerle kasnak, kasnakla kubbe arasında dışa taşkın profilli silmeler yer alır. Güney ve kuzeybatı duvar eksenlerinde söve ve lentolu dikdörtgen biçimli, parmaklıklı birer pencere yer alır. On altı cepheli kasnağın kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı cephelerinde yer alan pencereleri sivri kemerlidir. Pencerelerden kuzeybatıdaki sonradan kapatılmıştır.

İçte, kapının iki yanındaki duvarlarla güneydoğu ve batı duvar eksenlerinde dilimli kemerli, dikdörtgen kesitli birer niş bulunur. Türbenin ortasında, doğu batı doğrultusunda yerleştirilmiş 4.86 metre uzunluğunda sanduka yer alır. Sandukanın başı, batı duvarda yer alan dilimli kemerli, dikdörtgen kesitli mihrap nişine yaslanmıştır.  Niş içinde ve sandukanın baş kısmında anan mumlardan akan maddelerin toplanmasına yarayan dikdörtgen prizma gövdeli küçük bir havuzcuk oluşturulmuştur.

Kubbe üç sıra mukarnas ve dört sıra prizmatik dilimlerle ekiz yüzlü duvarların üstte, köşelerinin yuvarlatılması suretiyle oluşturulan dıştan on altıgen, içten daire planlı kasnağa oturur. Yapının cepheleri kesme taş, kubbeleri kurşun kaplamalıdır. Türbe ve giriş mekanının iç duvarları sıva ve badanalıdır. Duvarlar pencere altlarına kadar Kütahya işi çinilerle kaplanmıştır. Duvarların üst yüzeyleri sarı, açık ve koyu mavi renkli kalemişi çiçek ve yaprak motiflerinin yanı sıra yazılarla bezenmiştir. Batı duvarda yer alan dilimli kemerli niş içerisine perde motifi, dikdörtgen biçimli çerçevesinin üst köşelerine ise birer vazo resmi işlenmiştir. Mukarnas ve prizmatik dilimlerin konturları ayrıca kırmızı renkli boyayla vurgulanmıştır.

Kaynak ; Sücaaddin veli Kültür ve Turzim Derneği.

Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Şeyh Nusrettin – Tezveren Dede

Şeyh Nusrettin Türbesi ; Eskişehir – Kurşunlu Külliyesinin yakınındaki Şeyh Nusreddin Sokağında.

ŞeyhNusrettin hazretleri yaklaşık olarak iki asır önce kabede Beytullah’ın hizmetkarı olarak vazife yapmakta iken medfun olduğu yerdeki evin sahibi olan arkadaşı, Eskişehir’e dönerken kendisine ısrarla memleketinde misafir etmek istediğini söyleyince oda bu samimi dostu kırmayarak onunla beraber misafir olarak buraya gelir.

Burada misafir olarak bulunurken emr-i Hak vaki olup ahirete göçünce mübarek naaşını defnetmek için yerinden kaldırmak istediklerinde bir türlü muvaffak olamaz ve kımıldatamazlar. O zaman kendisinin kutbiyyet makamında olan büyük bir veli olduğunu anlayıp vefaat ettiği bahçedeki misafir odasında defin işlemini öldüğü yerde yaparlar  ve misafir  odası mübareğin türbesi olur.

Kendisini yıllardır ziyaret edip, vesile edenler muradlarına tez nail olan insanlar  zamanla kendisine tezveren dede diye hitap etmeye başlamışlardır.  Allah himmetlerini üzerimizde daim eylesin.

Reisler Türbesi

Reisler Türbesi ,Manisa – Demirci ilçesindeki İmrenler köyü yakınında

Manisa’da Demirci ilçe merkezine 2,5 km uzalıkta bulunan İrezler köyü camii yanında bulunan türbe’de üç adet kabir vardır. Kabirler Ali İmran Oğlu ; Seyyid Hüseyin Reis , Seyyid Hasan Reis , Seyyid Mugire Reis’e aittir. XV. yüzyılda yaşamışlardır.

Camiye kuzeybatıdan bitişik konumdaki türbe kare planlıdır. Üzeri kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. Girişi cami ile aynı alana bakar. 1997’de cami ile birlikte büyük bir onarım görmüştür.

Şeyh Muhammed Sadık Efendi

Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında . ( haritadaki yer tam olarak kabristandaki yerini gösterir.)

Eskişehir’de yetişen gönül erlerinden biri de Halveti-Şabaniyye meşayihinden Şeyh Mehmed Sadık Halveti (k.s.)’dir. Şeyh Mehmed Sôdık Efendi, hilafeti İsmail Hakkı Aziz’dendir. Sôdık Efendi, muhte­melen Söğütlü Şeyh Osman Efendi (ö. ?) ve Çaltılı İsmail Hakkı Efendi (ö. Söğüt, 1900’den sonra)’den sonra posta geçerek irşad ile meşgul olmuştur. Sadık Aziz, Meclis-i Meşayih tarafından atanan tekkelerin kapatılmasına kadar (1925) devletten maaş alan son şeyhtir. Bu kanundan sonra silsilenin diğer meşayihi gibi Sadık Baba’nın da ululemre itaatle irşad sırasında uyguladığı bazı usulleri askıya aldığı görülmüştür.

Eskişehir Belediye reisi olarak da görev yaptığı bilinen Mehmed Sadık Efendi, aza arasında haşa huzurdan, “Deli Sadık” lakabıyla ta­nınmıştır. Rivayet ederler ki Mehmed Sadık Aziz, bir gün Belediye encümeni toplantı halindeyken eliyle çeşitli işaretlerde bulunur. Bu sırada dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmakta imiş. Üyeler Sadık Baba’nın yaptığı bu harekete bir anlam veremeyip gü­lüşmüşler. Sadık Baba’nın meşayıhtan olduğunu herkes biliyor fa­kat kale almıyorlarmış. Bu sırada kimi:
Bu ne hal Sadık Efendi diye alay etmiş. Sadık Efendi:
– Porsukta sel köprüyü götürdü, bizim delilerden birine de aşk tuttu, gelme dediysek de dinlemedi. Porsuk’u geçemeyince o da ken­dini “Himmet ya Hazret-i Pir!” diyerek suya atıverdi. Demin onu çay­ dan çekip kurtardım diye karşılık vermiş. Encümen azası:
– Gene bizimle şaka ediyorsun Sadık Efendi diye gülüşmüşler. Bu sırada derviş Odunpazarındaki dergaha gelir:
– Sultanım burada mı, diye sorar. Valide Sultan, Efendi Hazret­leri Belediye’ye toplantıya gitti diye cevap verir. Dervişin üstü sırıl sıklamsada içi yanmıştır. Hiç beklemeden Belediye’ye yönelir. Üstü başı sucuk gibi olduğu halde:
– Sultanım! diye içeri dalar…
El-etek öper. Sarılıp göz yaşı döker. Dervişin aşkı bütün azayı yakmış ve hepsini mahçup etmiştir. Hepsi kalkar Meh­ med Sadık Aziz’in büyüklüğünü anlayıp kendilerinden özür dilerler.

Kutbiyyet makamının sahibi olan bu büyük aziz, meş­reben harabatidir. Şahidesinde de kaydedildiği üzere “Yık­tım ekvan-ı vücudu sen göründün mevcud” diyen Mehmed Sadık Baba her an terk üzere yaşamış, sülukunda şiddetli bir celal terbiyesinden geçtiği için de taliplerine aniden çak­tığı imtihanlarıyla şöhret bulmuştur. Onun celalli meşrebini yansıtan bir hatırası do Cemalettin Kunat tarafından şöyle nakledilmiştir:
Eskişehir’e Yunanlılar girip talan ettiğinde uzun müd­det karartma uygulanmıştır. Sadık Aziz vakti geldiğinde dervişine emreder:
-Evladım kandilleri uyar! Derviş:
-Destur Efendim efendim, yağımız kalmadı, diye karşılık verir.
Sadık Aziz:
-Git çeşmeden su doldur, kandili uyar!, der. Derviş de “Eyvallah Sultanım!” diyerek kandile çeşmeden su doldurup yakar… Ertesi gün Yunanlılar Eskişehir’den Uşak’a doğru kaçmaya baş­lamıştır ve yine Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’in esir alınması (2 Eylül 1922) da bundan sonradır. İşte tam bugünlerde Sadık Aziz’in postuna oturacak olan Yamalı Dede halvetten çıkmış tekbirlerle hi­lafete nail olmuştur…

Eskişehir’in kalbinde sırlanan bu mana sultanı 29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928) senesinde göçmüştür. Türbesi Odunpazarı Mezarlı­ğı’ndadır. Şahide taşında şu ibare yazılıdır:
Huve’l-Hay
Sıdkile ziyaret kim bu sanduku’l-‘amel
Oldı hem-nam beni bir ‘arif-i Hakk’a mahal
Çıkdı ba-feyz-i Mehmedfevti tarihi der-best
Cay-ı sadık-ı mak’ad-ı sıdk-ı Huday-ı lem yezel
29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928)
Sôdık Aziz’in yerine Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretleri postnişın olmuştur.

Musıkiye de aşinâ olan Mehmed Sâdık Efendi’nin iki nutk-ı şerîfi tesbît edilebilmişdir. Aşağıdaki ilk nutk-i şerîfini kendileri Rast makâmında bir ilâhi olarak bestelemişlerdir…

NUTK-İ ŞERÎF

Seher vaktinin yeliyiz
Sırr-ı hakîkat diliyiz
Mecnûn’a Leylâ eliyiz
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Bize gelen irfân olur
Hayvân iken insân olur
Sırr-ı cânı cânân olur
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Pîrimizdir Şeyh-i Şa’bân
Erkânıdır mağz-ı Kur’ân
Yolunda cânımız kurbân
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Yaktık aşkla cân u teni
Koymadık dilde gümânı
Hakk’dır bugün dil mihmânı
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Varlığımız yokdur bizim
Ma’denimiz pâkdır bizim
Dildârımız Hakk’dır bizim
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Vâris-i sırr-ı nebî mahzen-i ilm ü irfân
Kutbü’l aktâb-ı cihân Hazret-i Sultân Şa’bân

Şerî’atsız yol değiliz
Hakîkatden dûr değiliz
Ma’rifetsiz kul değiliz
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Kırklarla halvete girdik
Yedilerle sohbet ettik
Üçlerle birliğe yettik
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Halvetîdir şöhretimiz
Vahdet kıldık kesretimiz
Mahviyetdir maksadımız
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Devrâneyiz yâne yâne
Aşk meyinden kâne kâne
Mestâne erdik bu hâle
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

Dervîş Sâdık harâbâtdır
Cismi zâta müstağrakdır
İsmi resmi zât-ı Hakk’dır
Biz Şa’bânî bülbülüyüz
Vahdet bâğının gülüyüz

NUTK-İ ŞERÎF

Esti bâd-ı muhabbet cûşa geldi bahr-ı zât
Var oldu esmâ sıfât mevc ile ayân oldum

Balçıkdaki tadıma beş erba’în adıma
Havvâ’da bünyâdıma tarîk-i kıbâb oldum

Sefîne-i vücûdu saldım tevhîd bahrine
Katreyi mahv eyleyip bir ulu ummân oldum

Bir berzaha düşmüşdüm aşk ateşine yetişdim
Nefs-i Nemrûd’u yakıp öylece gülistân oldum

Ya’kûb-i tenden geçip Yûsuf-ı câna yetip
Sırr-ı cânâna erip âleme sultân oldum

Meryem-i kalbden doğup sırf-ı vücûda erip
Aşk ile bir savt vurup dem ile devrân oldum

Birdim bin birden idim türlü donlar giyindim
Yüz binde bir göründüm giden duran ben oldum

Nûr durur aslım benim Sâdık’la yâdım benim
Bu harâbât deminde bir genc-i nihân oldum

Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza efendi
Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza efendi

Sadık Aziz‘in vefatından sonra post­nişin olan Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretlerinin (ö. 2. 12. 1939, Uşak) irşadı faaliyetleriyle Şabaniyye silsilesi Uşak’ta neşv ü nema bulur. Babası’nın yüzünde ben olduğu için “Yamalı” lakabıyla tanı­nan aile, soyadı kanununda Yamalıoğlu soyismini almıştır. “Yamalı Baba” lakabıyla şöhret bulan Şeyh Ali Rıza Efendi, Eskişehirli Mehmed Sadık Aziz tarafından yetiştirilmiş ümmi bir zattır. Mizacen şok sert olan Sadık Aziz‘le ilgili bir hatırası şöyledir:
Mehmed Sadık Azız, Yamalızade Efendi’yi bir grup dervişle bir­likte Odunpazarı’ndaki tekkede Halvete koyar. Bir gün, üç gün, beş gün, yedi gün derken otuz dokuz gün geçer. Malumdur ki Halvetiyye tarikinin usulüne göre halvetçi dervişlerin hal ve zuhuratları ikindi namazından sonra mürşid tarafından alınır, derviş tekrar hücresi­ne çekilir. Sadık Aziz diğer dervişan huzura gelirken bir şey demez, Yamalızade gelirken:
– Gel bakalım eşek herif, anlat bakalım eşek herif diye çok sert davranırmış.
Yamalızade nükteyi anlayamaz:
– Yahu ben eşek olsam burada işim ne? Aziz’im bana neden böy­le diyor diye gücenir, kendi kendine:
– Şu halvet bir tamamlansın, Pir huzuruna gidip azizi şikayet edeceğim, diye söylenirmiş. Bu hal üzere halveti kırmadan devam etmiş. Otuz dokuzuncu gün huzura tekrar geldiğinde Sadık Aziz:
Yine aynı sert hitapla karşıladıktan sonra:
– Yaa oğlum,senin pir dediğin adam benim işime ne karışır? diye zirveden, biraz da şatahat kabilinden sözler söylemiş.
Yamalızade zuhuratını anlattıktan sonra destur deyip tekrar hücreye döndüğünde bir de bakmış ki seccade üzerine oturmuş zikr-i daimi halinde Hu Hu Hu diye zikrediyor… İçi dışarıda, dışı içeride…
Meseleyi anlamış tabii. Etesi sabah saadethaneye getirildiğinde Sadık Baba kendisine:
– Gel Ali Rıza Efendi oğlum, gel! diye taltif etmiş, alnından öperek “aradığını buldun Hakk’a hamd ü sena kıldın!” diye­rek kendisine tekbirlerle velayet ve hilafet sırrını vermiş.

Yamalı Baba irşadını Uşak’ın mer­kezinde bulunan saadethanesinde yap­mıştır. Az ve öz derviş kabul etmiş halkı başına toplamamıştır. Kendisinden son­ra posta geçen Yakupzade de aynı tavra sahip olup seçici davranmıştır. Yamalızade de, onun müntesibi olan başta dönemin büyük alimlerinden Uşaklı Yusuf Ziya Bey, Yakupzade Hafız Mustafa Özyürek, Kütahyalı Elifzade Nuri Efendi gibi zevatın da saygın kişiler olduğu görülecektir. Nitekim Yamalı Baba, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı ve çok güvendiği için de Kuva-yı Milliye’nin bölgedeki mali işlerinin başına getirdiği büyük alim Yusuf Ziya Bey’in de şeyhidir.

Dervişlerine tasavvufun tekke, takke ve merasim işi olmadığını ısrarla telkin eden Yamalızade, “şeriat hakikatten doğmuştur, ilm-i ledün önde gider!” yahut “Sanii gör, günde yüz bin san’at gösterir/ Kendini göstermek içindir o san’atdan garaz” diyerek bilginin kayna­ğının Hak ve hakikat olduğuna işaret etmiş ve onları sevgi ve bilgi yoluyla Hakk’a davet etmiştir. Tekaya’nın seddinden sonra günlük kıyafet olarak yol tacını ve merasimlerde irşad tacı-ı şerifini, hırkayı ve diğer irşad çihazlarını çıkarıp modern kisveye bürünen ve bunun ulu’l-emr kabul ederek uygulayan ilk mürşid bu zattır.1939 senesin­ de vuslat eden Yamalızade Hazretleri, radyonun yavaş yavaş alınıp satıldığı ve yaygınlık kazandığı dönemlerde memleketi Uşak’ta rad­yo satın alan ve dinleyen ilk kişidir. Bu sebeple kendisine “Radyolu Şeyh” de denmiştir.

Başına gelen ve haksız yere yargılanıp da son duruşmada berat eden Elifzade Nuri Efendi’ye adliyeye giderken söylediği muhteşem kelam, onun tasavvuftaki tasarrufunun delilidir: “Dünyada alemin­ de bin bir hakimim mana aleminde ben bir hakimim!”

Yamalı Baba‘nın kabri Uşak’ta nakl-i kubur yoluyla eski mezarlıktan Şehitler Me­zarlığı’na getirilmiştir. Şahide kitabesi ken­dinden sonraki postnişin Yakupzade Haz­retleri tarafından yazılmış olup şöyledir:
Hazine-i esrar-ı Huda
Dürr-i ekber-i Hazret-i Meula
İmamü’l-uşşak ve’l-urefa
Bende-i Şaban-ı Veli
eş-Şeyh Ali Rıza

Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek

Yamalı Baba’nın yerine 1939 sene­sinde Yakupzade Hazretleri (d. 1887-ö. 30 Mart 1973) posta geçmiştir. Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı­ dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ah­met, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da des­teğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sı­rasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçün­cü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.

Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı du­yulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.

Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayı­şıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eği­timidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün­ de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbi­yesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgili­dir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!

Yakup Aziz, büyük bir alim ve natık­tır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiş­tir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvali­miz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakma­mıştır. Menakıbı maalesef derlenme­miştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, mey­danı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi ve­rirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des­ tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de:
-Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi.
Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabili­yette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbet­te binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi…
Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini ya­şadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı za­manda..

Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade haz­retleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.

Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yete­nekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgi­lenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir­ başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli­ mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.

Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini sa­vaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlen­mediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ih­vanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz seda­sız bu alemden göçmüştür.
.

Şeyh Edebali – Makam

Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında. Kabristanın girişinde.

Şeyh Edebali‘nin Eskişehir’de geçen yaşamının hatırasını yad-ı cemil maksadıyla Odunpazarı Kabristanı içinde bir makam türbe yapılmıştır. Türbenin Sultan II. Abdülhamid döneminde onarım gördüğü tahmin edilir. Avluya özgün mimarisinin bozulduğunu tahmin ettiğimiz tac kapıdan girilir. Avlunun sağında köşede türbedar odası olduğunu tahmin ettiğimiz bir tek odalı bir yapı vardır. Türbenin çevresinde merdivenle çıkılan hazire bulunmaktadır. Bu hazirede çok sayıda kitabeli ve sanat değeri olan şahideli mezarlar görülür.

14. yy tarihlenen türbe, bugün tamamıyla yenilenmiştir. Ancak, günümüzdeki haline ne zaman kavuştuğu bilinmemektedir.

Eskişehir Merkezde, Odunpazarı mezarlığının batısında yer alan tek katlı, dikdörtgen planlı türbe, içten kubbe, dıştan kırma çatı ile örtülüdür. Doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı yapının orta bölümü, üst kotta dört yönden atılan birer kemerle kareye çevrilerek pandantif geçişli kubbe ile örtülmüştür. Kubbe örtülü orta bölüm, yapının kuzey ve güney cephelerinin orta kesimlerinin yükseltilmesine bu da cephelerin ortada yüksek, iki yanda daha alçak kotta bitirilmesine neden olmuştur. Türbenin tüm cepheleri üst kotta, aşağıdan yukarı doğru genişleyen kalın bir silme kuşağı ile son bulmaktadır.

Türbeye, doğu cephe ekseninin kuzeyinde bulunan basık kemerli bir kapıyla girilmektedir. Kapının iki yanında, silinmiş olmakla birlikte, okunabilen birkaç kelimeden üzerlerinde ayet yazılı olduğu anlaşılan, dikdörtgen biçimli birer kitabe panosu yer almaktadır. Güney cephe ekseninin batısı ile batı cephe ekseninde basık kemerli, parmaklıklı birer pencere bulunmaktadır. Kuzey cephe sağırdır.

Kubbe, güney ve kuzey yönlerde duvarlardan hafifçe içeriye taşan birer basık boşaltma kemerlerine, doğu ve batı yönlerde duvarlara paralel atılmış birer geniş basık kemere oturmaktadır. ‘cphelerin basık kemer biçimli pencereleri içeriye dikdörtgen biçiminde yansımaktadır. Türbenin güney duvar ekseninin doğusunda yarım yuvarlak kesitli sade bir mihrap nişi bulunmaktadır. Batı duvara dayanan kemerin önünde, dikdörtgen biçimli bir kum havuzu bulunınaktadır.

Türbenin, kapı ekseninin güneyine, ortaya, doğu-batı doğrultusundaki yerleştirilmiş sandukasının kaidesi dikdörtgen prizma, üst kısmı üçgen prizma biçimlidir.

Yapının tüm duvarları, moloz taş ile düzensiz örgü tekniğinde örülmüş ve sıvanmıştır. Pencere kasalarında ahşap, kapı kanatları ve pencere parmaklıklarında metal, çatı örtüsünde kiremit kullanılmıştır. Kemerlerin üst kısımlarında ve kubbe eteğinde son zamanlarda yapılmış kalemişi süslemeler bulunmaktadır.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Şeyh Ahi Mahmut

Eskişehir – Kurşunlu Külliyesi hemen arka sokağında Mevlevi kabristanının karşısında.

Kitabesi bulunmayan yapının inşa tarihi bilinmemektedir. Fatih devri vakıf kayıtlarında “Kadimeden Vakıflarının” bulunduğu belirtilen Ahi Mahmud Zaviyesi’nin Şeyhinin Ahmet Veledi Ahi Mahmud olduğu yazılmıştır. Kadime vakıflarının olması zaviyenin Osmanlı dönemi öncesine ait olabileceğini düşündürmektedir.

Türbe, Eskişehir Merkezde, Kurşunlu Külliyesi ‘nin batısında yer almaktadır. Kuzey güney doğrultusunda uzayan yamuk dikdörtgen planlı, tek katlı yapının düz ahşap tavanı dıştan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüştür.

Doğu cephesinde iki, batı cephesinde bir dikdörtgen biçimli pencere bulunmaktadır. Yapıya, kuzey cephede bulunan dikdörtgen biçimli kapı vasıtasıyla girilmektedir. Dikdörtgen planlı türbede, bir sandukaya bulunmaktadır. Sade bir düzenlemeye sahip olan yapı içten ve dıştan sıvalıdır.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Üryan Baba

Eskişehir – Seyitgazi İlçesinin 7 km uzağındaki Yazıdere köyü girişinde.

Uryan Baba, onüçüncü asırda yaşamış ”Abdalan-ı Rum” yani Anadolu erenlerindendir. Hayatı ve kişiliği hakkında kaynaklarda yeterli bilgiye rastalanmamasına rağmen Ebul Hayr Rumi’nin yedi yılda yazdığı (1473-1480) Saltık-name’de Uryan Baba‘nın Sarı Saltık’ın çağdaşı olduğunu nakleder.

Saltık-name”de nakledilen iki menkıbeye göre Uryan Baba, Anadolu erenlerinden bir derviştir. Sakarya havzasında zaviye­leri bulunan Karaca Ahmed Sultan, Hacı Tuğrul Baba, Tapduk Emre, Hoca Nasreddin ile aynı dönemde yaşamış bir gönül eri ve Hak aşığı­ dır. Menkıbeye göre de Hacı Bektaş-ı Veli’nin de halifesi değildir.

Bazı yayınlarda Uryan Baba‘nın, onbeşinci asırda yaşayan Sul­tan Şucaeddin Veli‘nin halifesi “Ahmed Uryan Baba” olabileceği gö­rüşü ileri sürülmüştür. Yağmur Say, “Uryan Baba ve Türbesi”nde Saltık-name’deki bu menkıbelerden hiç bahsetmeyerek onu bir Ka­lenderi dervişi olarak tanıtmış ve Balkanlar’da “Uryan Şucaileri” adıyla anılan zümreden olduğu görüşünü savunmuştur. “Baba”, “Dede”, “Ata”, “Abdal” ve “Uryan” adını taşıyan her dervişi de Kalen­deri veya Bektaşi kabul etmek doğru değildir. Her ehl-i tarik meş­repte bu unvanlar kullanılmıştır.

Kitabesi yoktur. Mimari özellikleri dikkate alınarak 16. yüzyıla tarihlenmektedir. Yazıdere köyünde, yerleşim alanının hemen dışında, boş bir arazide yer alan türbe ve imaret yapılarından oluşan yapı topluluğuna dahildir. Yapılar, ortak bir duvarla birbirlerine bağlıdır. Söz konusu duvar, imaretin güneybatı, türbenin kuzeydoğu duvarını aynı hatta kesintisiz olarak birleştirir. Duvar ekseninde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli bir pencere yer almaktadır. Söz konusu pencere, duvarın arkasında günümüze gelemeyen bir mekanın daha bulunduğunu düşündürmektedir.

Sekizgen planlı, kubbe örtülüdür. Önünde kare planlı kubbe örtülü bir giriş bölümü bulunmaktadır. Kuzeydoğu cephe eksenindeki basık kemerli kapıyla giriş bölümüne girilir. Kapı içte, dikdörtgen biçimlidir. Giriş bölümünün kuzeybatı ve güneydoğu cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli birer pencere yer alır. Pencereler, dış cephe düzenlemesini içte de tekrarlarlar. Mekan, köşe üçgenleriyle geçilen kubbeyle örtülüdür. Duvarları ve kubbesi tümüyle sıvalıdır. Sıvaların üzerine kalemişi bezemeler işlenmiştir. Köşe üçgenlerinin kenarları kalın mavi şeritlerle boyanarak vurgulanmış, kubbe eteğine bitkisel bezemeler işlenmiş, kuzeybatı duvara iki büyük yazılı madalyon resmedilmiştir.

Giriş bölümünün güneybatı duvarındaki aynalı basık kemerli kapıdan asıl türbe bölümüne geçilir. Kapı türbe içinde sivri kemerli bir niş içine alınmıştır. Türbenin kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı dikdörtgen biçimli birer pencere bulunur. Bunlardan kuzeybatıda yer alanı kapatılmıştır. Diğer cepheler sağırdır. Cephe yüzeyleri, kalın düz silmelerle dört yandan dikdörtgen biçimli çerçeveler içerisine alınarak çökertilmek suretiyle vurgulanmıştır. Cepheler, üstte profilli silmelerle çevrelenmiştir. Türbenin cephe silmelerinin profilasyonu daha zengindir. Alttaki kaval silmenin üzerinde geniş bir şerit bulunmakta, bu şeridin üstündeki iki kalın, bir ince silmeyle cephe nihayetlenmektedir. Kasnağın kuzeydoğu, güneydoğu kuzeybatı ve güneybatı cephe eksenlerinde birer yuvarlak pencere yer almaktadır.

Türbenin güney ve batı duvarlarında sivri kemerli birer niş bulunur. Nişlerden batıda yer alanı pencereden çevrilmiştir. Güney ve batı duvar eksenlerinde birer pencere bulunmaktadır. Ortasına doğu-batı doğrultusunda bir sanduka yerleştirilmiştir. Kubbe, duvarların üstündeki iki sıra rnukamasın oluşturduğu silindirik kasnağa oturur. Giriş bölümünün cepheleriyle kubbe kasnağında moloz taş, cephelerle kasnakta kesme taş kaplama, pencerelerle kapıların söve ve lentolarında merıner kullanılmıştır. İçte dökülen sıvaların altından, kemer ve duvarların tuğla örgülü olduğu anlaşılmaktadır. Her iki bölümün de kubbeleri kurşun kaplıdır.

İç duvarlar, tümüyle sıvanarak üst üste dikdörtgen biçimli iki alana ayrılmıştır. Bu alanların her biri kalemişi süslemelerle bezenmiştir. Üstteki dikdörtgen yüzeylerin köşelerinde serbest, ortalarında madalyonlar içerisine alınmış, bitkisel bezemeler yer alır. Alttaki dikdörtgen yüzeylerin köşeleri sarmal dal ve bitkisel bezemelerle süslenmiştir. Ayrıca güneybatı duvarına kalemişi bir niş resmedilmiştir. Kubbe merkezinde, yüzeyleri bitkisel bezemeli küçük boyutlu altı madalyonun çevrelediği bitkisel bezemeli kalemişi bir göbek yer alır. Kubbe eteğine de kalemişi bitkisel bezemeler işlenmiştir.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan