Debbağ Dede

Bolu – Göynük’de Akşemseddin Hazretlerinin türbesinin karşı tarafında deveyolu sokağı üzerinde.

Hayatı Hakkında bilgi menkıbelere dayanmaktadır. Deri tabakladığı için bu isimle tanındı. Asıl ismi bilinmiyor. Halk arasında anlatıldığına göre Debbağ Dede sabah namazlarını Mekke’de kılardı. Bir sene Göynük’den bir grub müslüman hac için Mekke’ye gider. İbadetlerini yapıp dönecekleri sırada biri kaybolur. diğer hacılar döner o kalır. Çaresizlik içinde kıvranırken Arabın biri yanına yaklaşır. Derdini sorar. Göynüklü de başına geleni anlatır. Arab merak etmemesini kendi yöresinden bir zatın her sabah namaz için Mekke’ye geldiği onunla dönebileceğini söyler. Namazdan sonra ona sıkı sarıl, ne derse desin sakın bırakma der. Adam denileni yapar. Debbağ dede bakar ki kurtuluş yok. Adama gözlerini yum, ben aç demeden açma, bunu da kimseye anlatma der. Bir anda Göynük yakınlarına gelirler. Bir süre sonra adam Göynük’e ve Debbağ Dede’yi tanır. Bunun üzerine Debbağ Dede vademiz dolmuştur der ve vefat eder.

Filibeli Hacı Hafız Tevfik Efendi (k.s.)

BOlu – Mudurnu ‘da Şehre hakim yüksek bir tepe dedir. ( harita tam olarak bulunduğu yeri göstermektedir.)

Bolu velilerinden. 1796 yılında doğdu ilk öğrenimini Filibe’de yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek 28 yaşında iken Fatih Medresesinden icazet alarak mezun oldu. İlk görevini İstanbul’da Eyüp Sultanda aldı. Bir süre burada çalıştıktan sonra tekrar doğum yeri olan Filibe’ye döndü. Filibe Şehrinde 50 yıl imamlık yaptı. Lakin savaş çıkınca tekrar İstanbul’a döndü ve görev istedi. Zamanın Şeyhülislam’ı tarafından bir göreve tayin edileceği sırada Mudurnulu Hacı Tevfik Efendi , Şeyhülislam’a başvurup Filibeli Hacı Tefvik Efendi’yi Mudurnu’ya getirdi. Filibeli Hacı diye anılan Tevfik Efendi , Mudurnu Yıldırım Beyazıd camiinde 50 sene imamlık yaptı. Aynı zamanda medrese ve camiide kurslar halinde dersler veren Filibeli Hoca’nın çevre ilçelerden çok sayıda öğrencisi vardı. Filibeli Hacı Tevfik Efendi , Nakşibendi yoluna bağlı idi. Hayatının 100 yılını nazam kıldırmak ve Kuran-ı Kerim okutmakla geçiren Filibeli Hoca’nın keramet sahibi olup, Milli mücadele yıllarında halkı teşvik ederek hizmette bulunmuştur. 133 yaşında iken 26.02.1929 tarihinde vefat etti. Sağlığında iken kendisi gibi ulema ehlinden olan ve Mudurnu’nun en yüksek tepesinde yatmakta olan Şeyhül Ümran’ın yanına gömülmeyi vasiyet ettiğinden Şeyhül Ümran tepesi diye anılan yere gömüldü.

Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu Evliyaları , cilt 1

Şeyhül Ümran (k.s.)

Bulu – Mudurnu ‘da Şehre hakim yüksek bir tepe dedir. ( harita tam olarak bulunduğu yeri göstermektedir.)

Bolu’nun isimsiz velilerinden. Kimliği ve yaşadığı zaman hakkında elimizde kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Her yıl Temmuz ayının ilk pazar günü Şeyhül Ümran bayramı olarak kutlanmaktadır. Bu günde Kuran-ı Kerim ve Mevlidi şerif okutulmaktadır. Gelen misafirlere de kazanlarda pişen pilav ikram edilmektedir. Gerek ilçe içinden gerekse çevre il ve ilçelerinden katılım çok fazla olmaktadır.

Rivayetlere göre Şeyhül Ümran karşısında misafir olmadan yemek yemezdi. Eğer misafirsiz kalırsa daima günlerinin oruçlu geçirirdi. Bir gün böylece oruca niyet etti. Lakin akşama doğru bir misafir çıka geldi. O da iftar vaktine az kaldığı ve orucunu bozmamak için misafiri aç bilaç lafa tuttu. Şeyhül Ümran o gece rüyasında ona şöyle hitap edildi. ” Ümran… senin bize güzel bir ibadetin vardı. Bizim de sana karşı bir adetimiz… Sen adetini değiştirdin, biz de kendimizinkini değiştirdik…” Ümran, üzüntüler içinde uyandı. Bir zaman sonra Sülüs isimli köydeki malı ve mülkü üzerinde, hükümet memurları onu sigaya çektiler. Sıkıldı ve köyünden çıkıp gitti. Bir süre sonra bir başka büyük kişiye misafir oldu. Kendisinin, misafiri ne kadar çok sevdiğini bildikleri için ikramın her türlüsünü gösterdiler. Fakat Şeyhül Ümran durmadı, bir gün sonra yola çıkmaya karar verdi. Sordular; Niçin birkaç gün daha kalmıyorsunuz? sizi rahat ettirmek için hizmet ederdik , dediler. Cevap verdi; Ben suçlandırılmış bir kişiyim. Beni nimet ve rahat içinde görüp, rızasını kabul etmezse ne yaparım? Bırakın, başımı alıp mihnetime doğru yöneleyim… Ta ki, Onun rızası ne ise tecelli etsin. Ve Ümran gitti. Onu bu cevaptan sonra şehrin tepelik bir viranesinde ölü olarak buldular. Mudurnu ve çevresin Sülüs köyü adında bir yerin bulunduğu tesbit edilememiştir. Ancak, Şeyhül Ümran ‘ın Mudurnu daki türbesinin bulunduğu tepe de yattığı bilinmektedir. Mezar taşında da bir kitabe yoktur.

Kaynak ;Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu Evliyaları , cilt 1

Şeyh Bedir Karahan Efendi (k.s.)

Kayseri – Pınarbaşı ilçesi Kabristanı.

Şeyh Bedir Karahan Efendi 1901 yılında Kayseri iline bağlı Sarız ilçesinin Çavdar köyünde dünyaya gelmiştir.Bedir Karahan Efendi’nin ecdadı aslen Orta Asya’dan Anadoluya göçen “Müezzinoğulları” Türk boyundandır. Gülümsemesi tebessüm şeklinde olurdu, ve tevazu sahibi güzel bir insandı.Tebessüm ettiği zaman etrafı muhabbet kaplar, tüm dertler unutulurdu. Çok ağlar, az konuşurdu. Nemli bakışları etrafa feyiz saçardı. Zamanın Kutbu olan Bedir Karahan Efendi, bu vazifesi dolayısıyla bir çok iller gezmiş, örnek yaşantısı güzel ahlakı ve keskin nazarlarıyla bir çok insanı irşad edip tarikat yolunu onlara göstermiştir. 32 sene bu vazifeyi yürüttükten sonra 14 Ağustos 1983 günü Kayseri İlinin Pınarbaşı ilçesinde dünyasını değişmiştir. Mevla Şefaatlerine nail eylesin.

Şeyh Bedir Karahan Efendi’nin Şeceresi

Bedir Karahan Efendi’nin ecdadı aslen Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türk boylarındandır.Kendisine soyadlarının neden “Karahan” olduğu sorulduğunda “Bizim soyumuz tarihteki ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılardan geliyor.Bundan dolayı soyadımız Karahan” cevabını vermiştir.Bedir Karahan Efendi’nin kabilenin ise Müezzinoğulları olarak bilinmektedir.Kabilenin Müezinogulları olarak adlandırılması,Orta Asya’da İslam’ın teblig edildiği dönemlere dayandırılmaktadır. Riyavete göre Hz.Peygamberin neslinden bir müezzin Türklere İslam’ı tebliğ gayesiyle Orta Asya’ya gelmiş ve burada evlenerek kalmıştır.İşte bu zatın soyundan da Müezzinogulları gelmiştir. Bedir Karahan Efendi’ye “seyitlik” hem bu soydan hemde annesinin Ehlibeyt’ten olması dolayısıyla gelmektedir. Bedir Efendi’nin büyük dedesi Şeyh Mehmed adıyla maruf zamanın kamil mürşitlerindendir.Bedir Efendi,bir sohbetinde;kendisinin,soyundan gelen on üçüncü mürşit olduğunu söylemiştir.Bu durumda Peygamber Efendimiz bu yana soydan her asırda bir mürşit gelmiş olmaktadır.Bedir Efendi’nin babası İbrahim(İbiş) Efendi,çevresinde İbiş aga diye tanınan,sofrası herkeze açık,hanesinde bir çok yolcunun ikamet ettiği gönül zengini asil bir zattır.İbrahim Efendi üç kardeşiyle birlikte kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. Bu husus Bedir Karahan Efendi şöyle nakletmektedir;”Babam İbiş Efendi ve diğer üç kardeşi Hasan,Hüseyin ve Keşef Kurtuluş Savaşı’na gittiler.Bunlardan HÜseyin ve Keşef seferberlik’ten hiç gelmediler.Yıllar sonra babası İbiş Efendi’nin ise hastalanarak sivas’ta bir hastaneye yatırıldığı askeriye tarafından bize bildirildi.Babamın Sivas’ta olduğunu öğrenince kendisini almak için Sivas’a gittim.Hastaneden çıktıktan sonra alıp Kevenli’ye getirdim.” Bedir Karahan Efendi’nin babası İbiş Efendi ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir.Ancak kabri kevenli köyünde bulunmaktadır.

Şeyh Bedir Karahan Efendi’nin Tahsil Hayatı
Babası İbiş efendi, Bedir Karahan Efendi’nin henüz küçükken dine düşkünlüğü görünce ilim tahsili için medreseye göndermiştir.İlk olarak Pınarbaşı’nda bir müddet Kur’an tahsiline devam eden Bedir Efendi, hocaları tarafından çok başarılı bulunmuş ve daha ileri seviyede eğitim ve öğretim alması için Kayseri’de bir medreseye gönderilmiştir. Kayseri’de hocası Şeyh Bedreddin Efendi’den hadis, fıkıh, tefsir, arapça gibi dini tasavvufi dersleri tahsil etmiştir. Bedir Karahan Efendinin çok kabiliyetli, zeki ve arif bir talebe olduğunu fark eden hocası Şeyh Bedreddin Efendi ona ilk defa tasavvuf ve tarikattan bahsederek;“Evladım,senin muhakkak bir mürşide intisap etmen gerekir.”demiştir.Bir müddet sonra da Efendiyi ilim tahsili için bir arkadaşıyla birlikte Mısır’a göndermiştir.Bedir Karahan Efendi’nin Mısır’da ne kadar kaldığı tam olarak bilinmemektedir.Bedir Karahan Efendi, Mısır’dan döndükten sonra Malatya’nın Hekimhan ilçesinde dört yıl askerlik yapmıştır.Askerlik görevinden sonra tekrar Kevenli köyüne dönmüştür. Bedir Karahan Efendi,tarikata girmesiyle birlikte ticareti tamamen bırakmış ve kazandığı tüm servetini hizmet yolunda harcamıştır.Kendisine neden ticarete devam etmediği sorulduğunda; “Mürşidimden ders alıp da tarikata girince gönlümde ilahi aşk tecelli etti.Allahuteala’nın aşkını tadınca da gönlüm dünyadan tamamen geçti.Anladım ki dünya boş, bir oyun ve oyalanmadan ibaret.Bundan sonra Allah yolundaçalıştım.İşleri de kendi haline bıraktım.Allah’ın verdiği kadar rızkımız oldu” demiştir.

Şeyh Bedir Karahan Efendi’nin Evsafı ve Güzel Ahlakı
Bedir Karahan Efendi uzuna yakın orta boylu,buğday benizli,omuzları geniş bir zat idi. Keskin nazarları vardır.Elinden tuttuduğu kişiler nazar ve feyzine dayanamayıp düşer,bayılırlardı.Başı sağ tarafa hafif eğikti.Hayatının son on yılında ise sakalları iyice beyazlamıştı.İbadete çok düşkündü.Namaza ehemmiyet verir, çokça kur’an okurdu. Sünnet uyma hususunda titizlik gösterirdi.Elinde tesbih,sürekli sessiz zikir halindeydi. Delail-i hayrat ve Fethiye Evradı/Evrad-ı Fethiye okuduğu günlük virtleriydi. Çok gülmezdi.Bir şeye güldüğü ya da tebessüm ettiği zaman peşinden hemen gözyaşı döker,ağlardıAz konuşur,az yer,az uyurdu.Konuştuğunda hayır konuşur,sükuntunda ise sürekli murakabe ve rabıta ile meşgul olurdu.Tevazu sahibiydi.Herkesle oturur,herkesle konuşur,insanların müşküllerin yardımcı olurdu.Bedir Karahan Efendi, çevresindeki küskünleri, aralarında kan davası olan aileleri barıştırır,daima halkın huzuru için çaba gösterirdi. İnsanlara yardımcı olur,kendisine işi düşenlerin işlerini muhakkak hallederdi.Çocukları çok severdi.Cebinde her zaman şeker ve bozuk para bulundurur,bunları yanına gelen çocuklara verirdi.Bu sebeple onu gören çocuklar hemen yanına koşarlar,elini öperlerdi. Tebessüm ettiğinde adeta etrafı muhabbet kaplar,tüm dertler kederler unutulurdu.Celallendiğinde ise yüzü farklı bir hal alır,iki kaşını ortasındaki şah damarı kalkardı ve bu açıkça görünürdü.Göğsünden kalp atışları belli olurdu.Gölgesi çok ağır,vakar sahibi biriydi.Onun gören herkes saygı göstermekten kendini alamazdı. Efendi Hazretlerinin çok keskin nazarları vardı,çok cezbeli idiler.Elinden tuttuğu kişiler tesirine dayanamaz,cezbelenir düşerlerdi.Herkese haline göre nasihat verir, kimseyi dışlamazdı.Cömert idi,hanesi ve sofrası her zaman misafire açıktı.Kendisine kim Allah yolunda çalışır diye sorulduğunda; “cömert olan,sofrası açık ona” derdi. Dünya kaygısı taşımaz,rızık konusunda Allah’a tevekkül ederdi.Keşif ve kerametleri aşikardı.Fakat bunlar iradesiyle değil,Allah’ın lütfu olarak görülürdü. Az ama öz konuşurdu.Kendisi ile konuşanları sabır ile dinlerdi.Konuştuğu Hak’tan,gördüğü Hak’tan işittiği Hak’tan idi.Doğru bildiği, hak bildiği konularda sözünü hiç kimseden esirgemezdi.kendi nefsi için kimseyi incitmez,Allah için olan meselelerde ise kimseye taviz göstermez,sadece hakkı gözetirdi.Uyku ile uyanık hali birbirine çok yakındı.Kalbi hiç uyumaz sürekli zikrederdi. Bir defasında sağ tarafına hafif yaslanmış bir halde iken mübarek dillerinden bir iki kelam dökülmüştü.O an orada bulunanlara bir şey konuştum mu diye sormuş,yanındakiler de peygamber efendimiz ile ilgili bir şeyler söylediniz dediklerinde; “Evladım,farkında değilim.Peygamber Efendimiz bir şey sordu da ona cevap verdim “ demiştir. Giyimine dikkat eder,temziliğe çok önem verirdi.Büyük bir manevi ağırlığı vardı.Huzurunda konuşamaz, yanına yaklaşmakta tereddüt ederdik.Gereksiz yere huzurunda duramazdık.Konuştuğunda sesindeki yumuşaklığı duyunca kalplerimiz sakinler,huzur duyardık. Tebessümü ise etrafındaki herkesi mutlu etmeye yeterdi.Yanında ne kadar kalsak da ona doyamazdık.Onun huzurundayken Beytullah’taki koku ve tadı alırdık.Onu gördüğümüzde kalbimizin çarpıntısından nefeslerimiz kesilirdi.Bizlerle karşılıklı sohbet eder,gönüllerimize hitap ederdi.Resmi davranmazdı,candandı.Bu da beni çok cezbederdi..Halimizi sorduğunda;”size malumdur,siz bilirsiniz efendim!”dediğimde;”Bize Allah bildirmezsebilmeyiz evladım.”derdi.”Allah’ı bulduğunuz zaman cehennem size cennet olur”.Sözünü hiç unutamam.Bedir Karahan Efendi’nin müritlerinden manen haberi olurdu.Evde veya başka bir yerde iken birden kalbimiz yanar, mürşidimiz gözümüzün önüne gelirdi.Hemenyanına gittiğimizde görürdük ki kalben bizi çağırmış.Aramızdaki bu manevi Tel/Bağ ile haberleşirdik. Mürşidimiz Bedir Karahan Efendi’nin sadece ihavanlarında değil,dünyadan hatta yerdeki karıncadan bile haberi olurdu.Çünkü o zamanın KUTB-I CAHANI idi. Bedir Karahn Efendi çok konuşmazdı.Konuştuğu zaman da çok net konuşurdu.Önemli konuları üç defa tekarlardı.Dini konularda gereksiz çekişmelere kızardı.Bir defasında huzurunda bir konu tartışılıyordu.O sırada kendisi de sessizce Delail-i hayrat okuyordu.Birden doğrularak kitabı kapattı ve bakışlarını cemaate yönelterek; “Oğlum,bilmiyorsanız itiraz etmeyin.Bilmediğiniz konuda itiraz şeytandandır.”buyurdu.Hiddetlendiğinde göğsü ileri geri gider gelirdi.Tebessümü ise gönülleri feyiz saçardı.İstikamet üzere daim olmaya çok önem verirdi.”Müridin dinini istikrarlı yaşaması lazımdır.”derdi.Bir hal zuhur ettiğinde dinde aşırıya gitmeyi ve sonra da bu hali kaybedince de dinin emirlerini terk etmeyi sevmez,hatta kızardı.Evladım;”Gösteriş,gurur,benlik insanı helake götürür.Müridin asıl gayesi Allah’ın rızası olmalıdır.Müridin bu istikamette çalışması lazımdır.” derdi. Doğru,emin ve güvenilir bir insandı.Sözünde durur,ahdinden hiç dönmezdi.Haya sahibi ve engin gönüllü idi.Kendisine yapılan iltifatlara ehemmiyet vermez;”Sefil Bedir,Allah’a kul olsun yeter.”derdi. Kıymeti dünyadan göçünce anlaşıldı.Başkalarının noksan ve ayıplarıyla uğraşılmasını sevmezdi.Bu hususla alakalı olarak “dedikodu etmeyin,yalan söylemeyin,başkalarının aleyhine atmayın,devlet vemilleti sevin,namazı kılın ve dersinize devam edin.Sizin yerinize ben yanarım.”derdi.Özellikle Bedir Karahan Efendi’nin vatan, bayrak, devlet ve millet sevgisi sonsuzdu. Allah için yaratılmışların tümünü severdi.İlim ehliyle sohbetten hoşlanır ve onları bazı konularda; “O bildiğiniz öyle değil,onun hakikati söyle.”diye düzeltirdi. Sözü yerinde kullanır,gerektiğinde hiç esirgemezdi.”Yufka yüreklerle yalçın dağlar aşılmaz.”dediği hala hatırımdadır.Bedir Karahan Efendi,zkir olarak en çok TEHVİT çekerdi. Bizlere seherde ve sabah namazından sonra tevhit zikri yaptırırdı.Az konuşurdu.Sükut halinde sürekli zikrettiğini görürdük.

Şeyh Bedir Karahan Efendi’nin İcazeti
Bedir Karahan Efendi, hayatta iken ihvanından hiç kimseye vekillik vermemiş, o zamanlar henüz küçük olan torunu MUHAMMED ARAP Efendi’nin ileride yerini dolduracağını çeşitli vesilerle ihvanına söylemiştir.Bedir Karahan Efendi, ihvanlarına daima Allah’ın emir ve yasaklarına uymaları, istikametten ayrılmamaları hususunda nasihatlerde bulunmuştur.Özellikle birlik ve beraberlik konusunda oldukça fazla nasihatleri vardır.İhvanlarının dergaha sadık olmalarını ve bu yoldan ayrılmamalarını istemiştir.Dergahtan ayrılmayıp istikamet üzere çalışan ihvanlarının başka kapıya gitmelerine gerek olmadığını söylemiştir.İhavanların derslerine ve hatim sohbetlerine devam etmelerine istemiş ve dünyadan göçtükten sonra himmetinin daha fazla olacağını söylemiştir. Vefatından önce kendisini ziyarete gelen ihvanlarına hitaben; “Evlatlar,bu son görüşmemiz,beni bu dünyada bir daha göremeyeceksiniz.İnşallah mahşerde beraber oluruz” temennisinde bulundak sonra; “Çok müride emek ettim,çok güzel ihvanlarım yetişti ama korkarım ki benden sonra kırk sahte şeyh çıkar.Bunlar sizi aldatmasın” buyurmuştur. Bu konuyla ilgili Efendi Hazretlerinin eşi Şerife Karahan’dan nakledilen bir hatıra ise şöyledir: Eşi Şerife Karahan,bir gün Bedir Karahan Efendi’ye; “Efendi,sen ahrete göçersen bu kadar mürit ne olacak?” diye sorduğunda, Bedir Karahan Efendi; “Hanım, biz ahrete göçünce himmetimiz daha güçlü olur.Kılıç kınında çıkınca daha iyi vazife yapar.Bizler beden kınından çıkınca daha iyi vazife yapar.Müritlerim vefatımdan sonra kapısına bağlı olduğu müddetçe himmetim onların üzerine olur.Lakin benliğe düşenlere himmetim olmaz” dedikten sonra kendisinden sonrası ile alakalı olarak da; “şu ikinci torunumdan ümidim var şu sarı oğlan inşallah ocağımızı yakar” buyurmuştur. Rivayete göre yine bir gün Bedir Karahan Efendi,Kırkgeçit’te ırmak kıyısında ihvanlarıyla sohbet ederken yanlarına gelen ve henüz üç dört yaşlarında olan ikinci torunu Muhammed Arap Efendi’yi kucağına alıp sevmiş ve sonra da ağlayarak ihvanına; “benden sonra bu çocuk inşallah benim yerime oturacaktır” buyurmuştur.aynı konuyla iligili olarak ihvan kardeşimiz bir hatırası şöyledir:“İhvan arkadaşlarla Efendi Hazretlerini ziyarete gelmiştik.Kucağına torunu Muhammed Arap Efendi’yi aldı,sevdi.İhvan arkadaşlar; “Efendim,oğul balı tatlı olurmuş.Ondan dolayı mı seviyorsunuz?” dediler.Efendi Hazretleri; “Doğru evladım,tatlı olur” buyurdu.Ardından ihvandan bazıları; “Efendim,bu sözü söylemeye dilimiz varmıyor ama sizden sonra yerinize kim bakacak?” dediler.Efendi hazretleri; “Benden sonra çok sahte şeyh çıkar.Ben hiç kimseye vekillik vermedim,veremem de.Çünkü onu ancak Allah verir. Şu kucağımdaki çocuktan çok ümidim var.İnşallah Muhammed Arap Efendi yirmi yaşlarına gelince yerime oturur.O zamana kadar da benim himmetimle yürürsünüz” buyurdular.

Şeyh Bedir Karahan Efendi’nin Vefatı
Bedir Karahan Efendi 1901 yılında teşrif ettikleri dünya hayatından 14 ağustos 1983’te ebedi hayata intikal etmiştir.Efendi Hazretleri hayatının son günlerinde ihvanına doğrultan,takvadan ve ihlastan ayrılmamaları hususunda sürekli nasihatte bulunarak onlara adeta yakında ahrete intikal edeceğini belirtmiştir. Hastalanmasına rağmen son zamanlarını hep kur’an okuyarak geçirmiştir.Vefat günü kuşluk namazını kıldıktan sonra selam vermiş.Hastalığı dolayısıyla yanına bulunan kızları; “Baba,artık yeter yoruldun” dediklerinde, “yok kızım,biraz daha okuyayım” diyerek Kur’an okumaya devam etmiştir.Kur’an okumayı bitirip, orada bulunanlara dönerek; “Evlatlarım bizden birisi vefat etti” buyurmuş.Sonra bir salavat-ı şerife getirip kendinden geçmiş.Bedir Karahan Efendi bu hal üzere son nefesini vererek HAKK’ın rahmetine kavuşmuştur.1983 yılı 17 Ağustos’ta öğle vakti vefat eden Efendi’nin cenazesi aynı gün ihvanlarının katılımıyla defnedilmiştir.Yaz mevsimi olmasına rağmen defin sırasında yağmurun yağması onu sevenlerin üzüntü ve ağlamasına gökyüzünün rahmetle iştirak olarak yorumlanmıştır. Bedir Karahan Hazretlerinin türbesi Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi kabristanlığındadır. VASİYETİ Bedir Karahan Efendi,hayatta iken ihvanından hiç kimseye vekillik vermemeiş,o zamanlar henüz küçük olan torunu MUHAMMED ARAP Efendi’nin ileride yerini dolduracağını çeşitli vesilerle ihavanına söylemiştir.Bedir Karahan Efendi,ihavanlarına daima Allah’ın emir ve yasaklarına uymaları,istikametten ayrılmamaları hususunda nasihatlerde bulunmuştur.Özellikle birlik ve beraberlik konusunda oldukça fazla nasihatleri vardır.İhvanlarının dergaha sadık olmalarını ve bu yoldan ayrılmamalarını istemiştir.Dergahtan ayrılmayıp istikamet üzere çalışan ihvanlarının başka kapıya gitmelerine gerek olmadığını söylemiştir.İhavanların derslerine ve hatim sohbetlerine devam etmelerine istemiş ve dünyadan göçtükten sonra himmetinin daha fazla olacağını söylemiştir. Vefatından önce kendisini ziyarete gelen ihvanlarına hitaben; “Evlatlar,bu son görüşmemiz,beni bu dünyada bir daha göremeyeceksiniz.İnşallah mahşerde beraber oluruz” temennisinde bulundak sonra; “Çok müride emek ettim,çok güzel ihvanlarım yetişti ama korkarım ki benden sonra kırk sahte şeyh çıkar.Bunlar sizi aldatmasın” buyurmuştur. Bu konuyla ilgili Efendi Hazretlerinin eşi Şerife Karahan’dan nakledilen bir hatıra ise şöyledir: Eşi Şerife Karahan,bir gün Bedir Karahan Efendi’ye; “Efendi,sen ahrete göçersen bu kadar mürit ne olacak?” diye sorduğunda, Bedir Karahan Efendi; “Hanım, biz ahrete göçünce himmetimiz daha güçlü olur.Kılıç kınında çıkınca daha iyi vazife yapar.Bizler beden kınından çıkınca daha iyi vazife yapar.Müritlerim vefatımdan sonra kapısına bağlı olduğu müddetçe himmetim onların üzerine olur.Lakin benliğe düşenlere himmetim olmaz” dedikten sonra kendisinden sonrası ile alakalı olarak da; “şu ikinci torunumdan ümidim var şu sarı oğlan inşallah ocağımızı yakar” buyurmuştur. Rivayete göre yine bir gün Bedir Karahan Efendi,Kırkgeçit’te ırmak kıyısında ihvanlarıyla sohbet ederken yanlarına gelen ve henüz üç dört yaşlarında olan ikinci torunu Muhammed Arap Efendi’yi kucağına alıp sevmiş ve sonra da ağlayarak ihvanına; “benden sonra bu çocuk inşallah benim yerime oturacaktır” buyurmuştur.aynı konuyla iligili olarak ihvan kardeşimiz bir hatırası şöyledir: “İhvan arkadaşlarla Efendi Hazretlerini ziyarete gelmiştik.Kucağına torunu Muhammed Arap Efendi’yi aldı,sevdi.İhvan arkadaşlar; “Efendim,oğul balı tatlı olurmuş.Ondan dolayı mı seviyorsunuz?” dediler.Efendi Hazretleri; “Doğru evladım,tatlı olur” buyurdu.Ardından ihvandan bazıları; “Efendim,bu sözü söylemeye dilimiz varmıyor ama sizden sonra yerinize kim bakacak?” dediler.Efendi hazretleri; “Benden sonra çok sahte şeyh çıkar.Ben hiç kimseye vekillik vermedim,veremem de.Çünkü onu ancak Allah verir. Şu kucağımdaki çocuktan çok ümidim var.İnşallah Muhammed Arap Efendi yirmi yaşlarına gelince yerime oturur.O zamana kadar da benim himmetimle yürürsünüz” buyurdular. O zamandan bu zamana Efendi Hazretlerinin sözünün yerine gelmesine bekledik.

Şeyh Bedirhan Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi
1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Ömer Ziyâüddîn-i Dağistânî (ks.)
32. Hz. Muhammed-i Necimeddin (ks.)
33. Hz. Şeyh Bedir Karahan (ks.)
34. Şeyh Muhammed Arap Karahan (ks.)

Pir Ali Aksarayi (k.s.)

Aksaray – Taşpazar mahallesinde . Taşpazar caddesi ile Pir Ali sultan caddesinin kesiştiği yerde.

Bayrami- Melami yolunun en güçlü şahsiyetlerindendir. Anadolu’nun merkezinde aşk, cezbe ve irfan tohumlarını eken Pir Ali , Bünyamin Ayaşi’den sonra Bayrami – Melami yolunun riyasetine geçmiştir. Onun zamanında Melamilik yolu çok yayılmış ve çok insan kendisine intisap etmiştir. Her kesimden insanın hürmetini kazanan , çok güçlü bir şahsiyet ve nafiz bir nazara sahiptir.

Aksarayi, melamet yolu gereği dervişlerine taç ve hırka giydirmez, onların birer sanata sahip olarak halkın içinde çalışmalarını isterdi. Sanata kabiliyeti olmayanları ise ziraatle meşgul olmalarını isterdi. Sülükta aşk ve cezbe yolunu benimseyen Pir Ali hazretleri’nin şer’i hususlarda son derece ihtiyatlı olduğu ve müridlerini onları delalete sürükleyecek kişi ve düşüncelerden uzak durmaları konusunda uyardığı kaydedilmektedir.

Sultan Süleymân Han İran’a sefer yaptığı sırada Pîr Ali hazretlerine bâzı hasetçiler iftirâ atıp; “Aksaray’da bir kimse Mehdîlik dâvâsında bulunuyor.” demişlerdir. Bunun üzerine Pâdişâh araştırılmasını, durumun öğrenilmesini emretti. Bâzı kimseler aleyhinde idiler. Durumu soruşturmak üzere kurulan mecliste, Pîr Ali hazretleri, aleyhinde bulunanlara bakıp celâlli bir şekilde; “Bizim aleyhimizde bulunan siz misiniz?” diye işâret etti. Aleyhinde bulunanlardan biri orada düşüp öldü. Diğeri de istifrâ etmeye başladı. Ağzından pislik geldi. Mecliste bulunanlar onun heybetinden korkup, bu hususta soruşturmadan vaz geçtiler.

Pâdişâh Aksaray’a uğradığında ziyâret edip; “Sizi bize yanlış anlatmışlar. Hamdolsun sohbetinizle şereflendik.” dedi. Pir Ali hazretleri de ” Devletlü padişahım bu fakire isnad olunan şeyler nedir? ” diye sorar, padişah ; ” Dediklerine göre sen ‘Mehdiyim , cennetin dört ırmağı da bendedir’ diyormuşsun.

Pir Ali hazretleri ” Şevketlü Padişahım, zamanın mehdisi zatınızdır. Cennet ırmaklarından muradım ise, hanemizin önünde akıp giden tatlı su , birkaç sığır ve davarımızdan elde ettiğimiz süt ve kovanlarımızın balıdır” diyerek padişahın huzuruna bali, süt ve su getirip ikram eder. Padişah bunları içtikten sonra latife olarak ” Bunlar pek güzel , lakin dört ırmaktan şarap ırmağı eksik, onun numunesi olarak da bağınız yok mu diye sorunca? ” . Pir Ali hazretleri de ” Şarap ırmağında numunesi aşk-ı yezdan ve cezbe-i Rahmandır. Bu aşk ve cezbeyi ise taliblere sunmaktan çekinmeyiz. ” der. O sırada ayakta duran ve Pir Ali’nin sözlerini can kulağıyla dinleyerek kendisine karşı muhabbet besleyen Pertev Paşa’ya nazar edince paşa ” Allah! ” diyerek cezbelenir , yere düşüp kendinden geçer. Padişah ise teessür ile ağlamaya başlar.

Pâdişâh onun büyük bir velî olduğunu görüp, hürmet etti ve duâsını aldı. Acem seferinden sonra dönüşte yine ziyâretine geldi. Bu ziyâreti sırasında Sultana şöyle nasîhat etmiştir: “Allahü teâlâ senden adâletle iş yapıp yapmadığını soracak. Bu bakımdan adâletle iş gör. Bundan başka yol yoktur. Eğer âdil olursan, bu dünyâ da senindir, âhiret de. Adâletle hareket edersen sultanlık tahtı dâimâ senin olur. Boşuna ömür geçirme, kendine kötülük etme. Zulme uğrayanların hakkını zâlimlerden al. Böyle yapmazsan perişan olursun. Peygamberleri düşün, dîni gözünün önüne getir! Fenâ bir yol tutarsan, Allahü teâlâ seni başaşağı eder de, şaşırıp kalırsın. Nasıl oldu nereden geldi der düşünürsün.

Sen Peygamber aleyhisselâmın yolunu tut. O zaman gecen de gün gibi aydınlık olur. Git adâlet tohumu ek de, her iki âlemde mahcûb olma. Mazlumların nefesi kılıç gibidir. Mülkünü virân ederler. Buna sebeb olma. Allahü teâlâya karşı isyân edenleri Cehennem ateşine atarlar.

Bak düşün bir kere binlerce hükümdâr toprak altında yatıyor. Git din erbâbına yardımcı ol. Çünkü bu dünyâ fânidir. Bu nasîhatlarımı bir inci gibi kulağına küpe yap.”Bu nasîhatları dinleyen Pâdişâh çok ağladı. Pîr Ali Sultan hazretlerine pekçok mülk ve tarla bağışlamak teklifinde bulundu. Fakat o kabûl etmedi. Bunun üzerine oğlunu İstanbul’a yanına göndermesini istedi. Sultanın bu arzusunu kabûl edip; “Şevketli Pâdişâhım! Oğlum İsmâil Hak yoluna kurban olmaktan dönmez. Onu size göndereyim.” dedi.Pâdişâh İstanbul’a döndükten sonra Pîr Ali hazretleri oğlu İsmâil’i ve birkaç mürîdini İstanbul’a gönderdi. Altı ay sonra da Pîr Ali hazretleri vefât etti. ( h. 937 / 1537-38)

Pir Ali hazretleri İsmail Maşuki’den başka ; Pir Ahmed Edirnevi’yi , Helvai Yakup Efendi’yi , yeğeni Şeyh Hasan’ı ve Ahmed Sarban’ı yetiştirip insan-ı Kamil olamarına vesile olmuştur.

Pir Ali hazretlerinin , bugün dahi halk arasında çok saygın bir yeri vardır. Menkıbeye göre türbesinin etrafında densizlik yapan bir düğün alayı taş kesilmiştir. Bugün dahi halk , evlerini inşa ederken türbe tarafına açık pencere bırakmamakta , Pir ali hazretlrine derin bir saygı duymaktadır.

Pir Ali hazretlerinin türbesi ; Aksaray’ın Paşacık mahallesinde , duvarları ve kubbesi taştandır. Türbenin içerisinde üçü sandukalı , dördü toprak örtülü yedi yatır vardır. Rivayete göre bu sandukalardan bir oğluna diğeri de hanımına ait. Ortadaki büyük sanduka Pir Ali hazretlerine aittir. Türbenin kapısı sürekli kapalıdır.

Kaynaklar ;
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu evliyaları

Bünyamin Ayaşi (k.s.)

Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir

Asıl adı Mustafa’dır. ” Sultan İbn-i yamin el Ayaşi” lakabıyla da anılır ve Ayaşlı olduğu içinde Bünyamin Ayaşi ismiyle şöhret bulmuştur. Seyyid nesebli ve babasının adı Yamin’dir. Ayaş kazasında doğmuş ve burada vefat etmiştir. Doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili kesin bir bilgi yoktur.

Bazı kaynaklarda ve Ankara Salnamesinde Hacı Bayram Veli hazretlerinin halifesi olduğu kabul edilse de Dede Ömer Sikkini hazretlerinin halifesi olduğu genel kabul görür. ( Özelikle Melami kaynaklarında) Hayatının ilk dönemiyle ilgili yeterli bilgi yoktur. Hüseyin Vassaf efendi ; Sefine-i Evliyasında Bünyamin Ayaşi hazretlerinin şeyhinden sonra 26 sene makam-ı hilafette bulunduğunu belirtir.

Melami Büyüklerinden Sarı Abdullah Efendi ” Semaratü’l – Fuad” ında Bünyamin Ayaşi hakkında şöyle bir menkıbe nakleder ; Bünyamin Ayaşi hazretleri irşad vazifesini yürütürken bazı kıskançlık ve iftiralar sebebi ile Kütahya Kalesine hapsedilir. Zamanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman ise Rodos Kalesi’ni yedi ay muhasara etmesine rağmen adanın fethini gerçekleştiremez. Padişah bu başarısızlığın sebebini mahiyetindekilere sorar. Bünyamin Ayaşi’nin dostlarından ve Kanuni’nin çuhadarı olan bir kişi ” Sultanım Hacı Bayram Veli tarikatından Bünyamin Ayaşi bunca zamandır Kütahya Kalesinde mahpustur. Kuvvetli kanaatım budur ki Rodos’un İslam askerlerine şimdiye kadar mukavemet ederek fethedilmemesinin sebebi Bünyamin Ayaşi’nin mazlumen hapsolunmasıdır” der. Bu teklifi uygun gören Kanuni, hazretin serbest bırakılmasını ferman buyurur ve Bünyamin Ayaşi’nin hapisten çıktığı gün Rodos kalesi feth olunur.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin ; Aziz Ruşen Efendi , Sivaslı Osman Efendi ve Bolulu Süleyman Efendi adlı üç halifesi olmakla birlikte melami silsilesi Bünyamin Ayaşi’nin halifesi olarak Pir Ali Aksarayi hazretleriyle devam eder.

Şeyh Bünyamin Ayaşi hazretlerinin vefat tarihi ihtilaflıdır. Mahmud Kefevi 1512 yılını , Müstakimzade 1510 yılını verir. Atai ve İ. hakkı Uzunçarşılı’da Dede Ömer Sikkini’nin halifesi olduğunu belirterek 1520 tarihini verirler.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin türbesi , Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir.

kaynak ;
Abdülkerim Erdoğan , Ankara Erenleri II , Ankara B. Şehir Belediye yayınları , 2013
Sarı Abdullah Efendi , Semeratu’l – Fuad
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012

Bıçakcı Ömer Dede (k.s.)

Bolu – Göynük Merkez’de Akşemseddin hazretlerinin 300 metre ilerisinde yer alan Çeşme camiinin yanında.

Melamet yolunun önderi , aşk ve cezbe ehlinin rehberi Ömer Dede , Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin halifesidir.

Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça sınır­lıdır. Abdurrahman el-Askeri’nin Mir’atü’l-ışıkında Göynük’te doğduğu ifade edilmektedir. Bıçakçılık mesleğini benimsediğinden “Sikkini” (bıçakçı) unvanıyla tanın­ırdı. Melami geleneğinde ise bu konuda farklı bir inanış mevcuttur. Buna göre ”Hacı Bayram-ı Veli’nin, kaç müridi bulunduğunu ll. Murad’a bildirmek üzere müridierini kurban etmek için topladığına ve bu toplantı esnasında sadece bir erkekle bir kadının Hacı Bayram’a tam teslimiyetle bıçağın altına boynunu uzattığına dair menkıbede sözü edilen şahsın ömer Dede olduğu belirtilir.” Ömer Dede’nin ilk tasavvuf terbiyesini Bursa’da iken Samuncu Baba’dan aldığı Manevi terbiyesini ise Hacı bayram-ı Veli hazretlerin de tamamladığı rivayet olunur.

Lalizade Abdulbaki Efendi’nin ”Menakıbi- Melamiye Bayramiye ” isimli eserinde Bıçakcı Ömer Dede’nin Hacı Baryam Veli hazretlerinden halifeliği alması şöyle anlatılır. ” Hacı Bayram-ı Veli’nin ölümü yaklaşınca kimi halife tayin edeceğini öğrenmek is-teyen müridileri şeyhin etrafında toplanır. Bu sırada Emir Sikkini oda kapısının yanın­ da ayakta durmaktadır. Hacı Bayram-ı Veli bir ara gözlerini açıp, “Emir, su getir!” diye seslenir. Müridilerin hemen hepsi seyyid olduğu için biri giderek suyu getirir. Ancak Hacı Bayram-ı Veli getirilen suyu içmeyip önündeki meyve tabağına döker ve tekrar su getirilmesini ister. Bu defa diğer bir mürid su getirir. Fakat Hacı Bayram-ı Veli üçüncü defa su ister. Akşem­seddin kapının yanındaki Emir Sikkini’ye su getirmesini söyler. Emir Sikkini suyu getirince Hacı Bayram-i Veli bu defa suyun bir kısmını içer ve geri kalanını Emir Sikkini’ye vererek, “İç ki emniyyet-i kübraya nail olasın” der; Emir Sikkini de bardakta kalan suyu içer.

Hacı Bayram Veli hazretlerinin vefatından sonra ise Göynük’e yerleşmiştir. Akşemseddin hazretleri de önce Beypazarı’nda sonra da Göynük’e yerleşerek irşad faaliyetinin sürdürür. Yine Akşemseddin hazretleri ile Dede Ömer Sıkki hazretleri arasında şöyle bir menkıbe den bahsedilir ; ”Hacı Bayram’ın vefatından sonra bütün müridier Akşemsed­din’e tabi olup onun sohbet meclisine katılırlar. Akşemseddin ve müridlieri kuşluk ve akşam vakitlerinde zikir ve sohbet meclisi düzenler. Emir Sikklni dışında herkes bu toplantılara katılıp şeyhin elini öperken Emir Sikkini meclisin bir kenarında oturur ve zikir halkasına girmez. Bu durumdan hoşlanmayan Akşemseddin onun yanına giderek, “Bu toplantılara senin de katılman gerekir, yoksa senden şeyhin tacını alırız” der. Emir Sikkini, “Öyleyse yarın cuma günü namazdan sonra bizim eve gelin, size hırkayı ve tacı teslim ederiz” der. Ertesi gün Emir Sikkini evinin avlusunda büyük bir ateş yaktırır. Namazdan sonra Akşemseddin müridleriyle birlikte onun evine gelir. Emir sırtında hırka, başında taç olduğu halde ateşe girer. Bir müddet sonra ateşten çıkınca hırka ve taçın yandığı, fakat kendisine bir şey olmaığı görülür. Bu dönemden itibaren kendisi ve müridileri taç ve hırkayı terkederler.”

Bu hadiseden sonra Akşemseddin hazretleri , Bıçakçı Ömer dede’nin yoluna karışmamış ; Ömer Dede, Bayrami – Melami yolunu kurarak bu irşad vazifesini vefatına kadar sürdürmüştür. 1475 de Göynük de vefat eden Ömer dede , Bayrami – Melami yolunu ise kabri Ankara – Ayaş da bulunan Bünyamin Ayaşi’ye bırakmıştır.

Kaynaklar ;
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Ali Bolat , Melametilik , İnsan yayınları , 2011
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah

Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah

Samsun -Havza’nın 19 kilometre Kuzeydoğusuna düşen Dere Köyü merkez cami yanında bulunmaktadır

TARİHÇE: Halk arasında ” Zeyneddin bin Veli ” şeklinde anılan türbe, batısındaki aynı adlı camiyle birlikte, camiyebitişik inşa edilmiştir. Türbe ve camiye ait bir inşa kitabesi bulunmamaktadır. Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi adlı kitabına göre cami ve türbe, Selçuklu Emirlerinden’ Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah tarafından H. 647 /M. 1249-50’de yaptırılmış ve vakıfları düzenlenmiştir. Türbenin banisi olarak gösterilen Selçuklu Emiri Veliyyüddin’inismine ise kaynaklarda rastlanmamaktadır. Cami ve türbenin tarihini aydınlatacak başka bir belgeye de ulaşılamamaktadır. Mevcut yapım plânı, duvar kalınlığı, işçiliği ve mimari elemanları bu tarihe uygun düştüğündentürbenin yapımı için kitapta verilen H. 647 / M. 1249-50 tarih söylenebilir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; içten sekizgen, dıştan ise camiyle bitişmesi ve kuzeyinde bir giriş mekânı yer almasıitibariyle, güneydoğu köşesi pahlı, dikine dikdörtgen şeklindedir. İçten sekiz köşeli, piramidal külah örtülü yapı,dıştan camiyle birlikte kırma çatıyla örtülüdür. Sıvalı sekizgen külah, pek muntazam değildir. Çatı, 1940 yılında kuzeye eklenen caminin çatısının devamı olarak yapılmıştır. Kuzey cephedeki kapıyla girilen türbenin, sekizgenkenarları, birbirine yakın ölçülerde, ancak aynı değildir. Kıble duvarında alt seviyedeki mazgal pencere, yapınınaltındaki cenazelik katına işaret etmektedir. Sekizgen yapının kuzeyinde yeni cami, batısında eski cami bulunmaktadır. Türbenin kuzeyi, doğu yönde yeni bir kapıyla girilen, enine dikdörtgen şeklinde olup, bir tür girişolarak belirmektedir. Ancak bugün etrafını kapatan duvarlarla kendiliğinden oluşan bu kesimde, orijinalde ne tür birdüzen olduğu anlaşılamamaktadır.Yapının zamanla aldığı görünüm, türbe olduğu kanaatini vermekten uzaktır. Türbeye; tek kanatlı, iki panoyaayrılarak oymalarla bezenmiş ahşap bir kapıyla girilir. Eğilerek girilecek kadar alçak tutulan kapının eşiği, hafifyüksekçedir. Birbirinin simetriği dikdörtgen panolarda, ortada tüm panoyu kaplayan eşkenar dörtgen çerçeveiçerisinde, “S” kıvrımlarıyla birlikte, stilize, bitkisel bir kompozisyon görülür. Barok karakterli iri kıvrımların ortasında,papatya benzeri stilize bir çiçek motifi yer alır. Panonun köşelerinde oluşan üçgen alanlarda, daireden dağılan ışıkdemetlerini hatırlatan, bir kompozisyon vardır. Ahşap yüzeyin oyulmasıyla kabartılan kompozisyonun üslubu,türbenin ilk inşasından çok sonralara; geç devir Batılılaşma dönemine işaret etmektedir. Sadece kıble yöndekipencereden ışık alan yapının içi, bir hayli karanlıktır. Pencerenin yetersizliğiyle birlikte, duvarlar ve külahın kısa tutulması, yapının içinde basık bir etki uyandırmıştır. Türbede sanat değeri taşımayan iki sanduka bulunur. Ortadakibiraz daha büyük, kıble taraftaki küçük olan sandukalar, kabaca yapılmış olup, küçük olanın bir çocuğa ait olmasıbeklenir. Zamanla elden geçirilen, halen beyaz alçıyla kaplı sandukaların, kimlere ait olduğu konusunda bir belgeolmamakla birlikte, bani ve bir yakınına ait olabilecekleri akla gelmektedir. Duvarlarda içte dört köşede, 1.70 m.yükseklikte taş kandillikler göze çarpar.
RİVAYET: Rivayet olunur ki, kısa bir süre öncesine kadar türbe duvarındaki delikten bakıldığında Emir el-HacVeliyüddün Bin Berekat Şah’ın ayaklarının çürümemiş bir şekilde olduğu bakanlarca görülmekteydi. Ancak türbeiçindeki sehpanın çökmesi nedeni ile artık görülmemekte. Yine rivayet olunur ki define aramak için türbeye girenkişiler define aramaya fırsat bulamadan başlarına gelen çeşitli belalar nedeniyle perişan olmaktadır. Yöre halkıtarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan “Dereköy Evliyası” veya ” Zeyneddin bin Veli ” olarak tanınantürbe ziyaret yeridir. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın(c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Genellikle erkek çocuk isteyen ve ruhsal bozukluğu bulunanhastalar türbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummakta adaklar adamaktadır.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Dede Pınarı Türbesi – Samsun

Dede Pınarı - Samsun

Samsun – Havza’ya 27 kilometre kuzey doğusundaki Çakıralan Köyü’nde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Dede Pınar ” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; dikdörtgen şeklinde 1,5 metrelik bahçeduvarıyla yarı açık olarak çevrilmiştir. Türbe içinde doğal taşlardan yapılı kabir ve ağaçlar vardır. Türbenin önünde ise kışın sıcak yazın serin akan pınar bulunmaktadır.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Dede Pınar Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Pontuslu Rum çetelerinin diğer köylere baskın düzenlerken ÇakıralanKöyü’ne hiçbir şekilde baskında bulunmamasının nedeni yöre halkı tarafından köyde bulunan Dede Pınar Evliyası’nadayandırılmaktadır. Ayrıca Kıbrıs Barış Harekatı döneminde mezar üzerinde bulunan kavun büyüklüğündeki taşınbir hafta kaybolduğu ve bir hafta sonra akşam namazından çıkan cemaatin aynı taşın kıvılcımlar saçarak yerinedöndüğünü gördüğü rivayetler arasındadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hastaolanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle sarılık hastalarıtürbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummaktadır.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)