Baba Cafer Türbesi

İstanbul – Eminönü Galata Köprüsü ile İstanbul Ticaret odası arasında Baba Cafer Hazretleri Medinelidir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin torunu mazlum İmam Hüseyin çocuklarındandır. Asıl adı Seyyid Cafer’dir. Cafer-ül-Ensari, Baba Cafer-i Sadık da denilen bu muhterem zatı İstanbul halkı Baba Cafer diye tanır. Eskiden İstanbul halkı …

Şeyh Mustafa Hüdaverdi Efendi

 

İstanbul – Üsküdar – Balaban Baba Tekkesinde Medfun

Abdullah Mekki Hazretleri’nin Halifesi

[toggle title=”Şeyh Mustafa Hüdaverdi Efendi’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi” load=”hide”] 1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
9. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
10. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
11. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
12. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
13. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
14. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
15. Hz. Emir Külâl (ks.)
16. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
17. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
18. Hz. Yakub-ı Çerhî (ks.)
19. Hz. Ubeydullâh-ı Ahrâr (ks.)
20. Hz. Muhammed Zâhid (ks.)
21. Hz. Muhammed Derviş (ks.)
22. Hz. Hâcegi-i Emkenegî (ks.)
23. Hz. Muhammed Bâkî (ks.)
24. Hz. İmam Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî (ks.)
25. Hz. Muhammed Ma’sûm (ks.)
26. Hz. Şeyh Seyfüddin (ks.)
27. Hz. Seyyid Nur Muhammed-i Bedvânî (ks.)
28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân-ı Mazhar (ks.)
29. Hz. Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî (ks.)
30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Hâlid-i Bağdâdî (ks.)
31. Hz. Şeyh Abdullah Mekki (ks.)
32. Hz. Şeyh Mustafa Hüdaverdi (ks.)

[/toggle]

Üsküdar’daki Balaban Tekkesin de medfun bulunan Şeyh Mustafa Hüdaverdi Efendi , Eskişehir’de doğmuştur. Kendisi, meşayih-i Nakşibendiye’den Mevlana Halid halifesinden Abdullah el-Mekki Hazretleri’nin halifesidir.. Yirmi üç sene bu zata hizmet etmiş ve ondan icazet almıştır. Kendisi İstanbul’a geldikten sonra on beş sene kadar Üsküdar’da Eskihamam civarındaki mektepte oturdu ve Ahmet Çelebi Mescidi’nde cuma ve pazartesi geceleri Hatm-i Haceganiyi kıraatle ve terbiye-i salikin ile meşgul oldu. Seksen yaşında iken vefat etti. Kabir taşında şunlar yazılıdır ;

1310 (1892). Ecille-i meşayih tarik-i ehlullahdan
eş-şeyh el-hac Seyyid Mustafa Hüdaverdi
el-Halid hazretlerinin ruhuna

Fatiha.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Üsküdar Meşhurarı , Yayına hazırlayan Azmi Bilgin , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]

Seyyit Yahya Sezai Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Türbesi arka tarafında

İsmet Garibullah Hazretlerinin halifesi

 

Seyyid Yahya Sezai Efendi’nin Silsile-i Şerifi

Mora havalisinde müftülük yapmış olan Şehit Hafız Abdülhalim Efendinin oğlu olan Sezaî Efendi (0.1877) ; Babasının şehit edilmesi üzerine küçük yaşta İstanbul’a gelerek ilim tahsiline başlamış, burada iken Mustafa İsmet Garibullah hazretleri ile tanışarak ona intisap etmiştir. Fatih Çarşamba’daki dergahta irşat görerek icazet almıştır. 1877’de vefat etmiş olan Seyyit Yahya Sezaî Efendinin kabri, Karacaahmet türbesi arkasında bulunmaktadır. Sezai Efendinin basılmamış bir de divanı bulunmaktadır.

Seyyit Yahya Sezai Efendi’den bir kaç nazm:

Nür-u vahdetle müzeyyadır gönül
Zata mir’atı mücelladır gönül

Reff olunmuş lamekanın fevkma
Cümle-i arş-ı mualladır gönül

Alem-i zülmet içinde muhtefi
Bir tecelligah-ı Mevla’dır gönül

Kevser-i aşk ile artmış saffeti
Mest-i bî perva-yı sevdadır gönül

Ey Sezai pür safa vü muhteşem
Şahı aşka kasr-ı valadır gönül

Mübtelayı derdi aşka sorma derman istemez
Arif-i bil’lah olan tedbir Lokman istemez

Nuş edenler dest-i kamilden şarabı vahdeti
Bir dahi semt-i fenada bezm-i irfan istemez

Alem-i Lahuta pervaz eyleyen ehli safa
Tac-ı İskender değil taht-ı Süleyman istemez

Neylesin zevki behişti aşıkı sıdk u vefa
Duş olan didarı yare huri gılman istemez

Renk-ü boy-u yar ile bağ-ı derubub zeyn eden
Bin bahar olsa yine seyr-i gülistan istemez

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Tasavvufta Mekki Kolu , Mehmet Fatsa , Mavi yayıncılık , 2000 [/toggle]

Bünyamin Yıldırım Efendi

İstanbul – Ümraniye – Kocatepe kabristanında

İhramcızade İsmail Hakkı hazretleri’nin halifesi

 

Sivas/İmranlı kazasına bağlı Uyanık (Bafsu) köyünde 1943 yılında dünyaya geldi. İlk dini bilgilerini köy imamlığı yapan babası Molla Recep’ten aldı. Çocukluk yıllarında tasavvuf arayışı ve özlemiyle yazdığı mısralar dikkati çekerdi. Onun bu özlemi, Nakşibendi / Halidiyye kolu şeyhi Kutbul Azam olarak bilinen İsmail Hakkı ÖZTOPRAK (k.s) Hazretlerine intisap etmesine vesile oldu.

Henüz 16 yaşında olmasına rağmen ezelindeki bu cevheri manada gören şeyhi, Bünyamin Yıldırım Hz. (k.s.)’nin ifadesiyle ömrünün sonuna kadar yapacağı hizmetlere vesile olan aşkı ilahiyi gönlüne nakşetmiştir. Allah , Muhammed , Mürşid sevgisi üzerine söylediği beyitlerinin kaynağının ve gücünün şeyhinin nazarı olduğunu dile getirdi. Bunu da ; “Yek nazar eylese arif-i billah aslı kem-hareyi mücevher eyler” sözüyle sık sık belirtirdi.

O dönemde Sivas’ta yaşamakta olan İhramcızade İsmail Hakkı Hazretleri yurt içinden ve yurt dışından gelen birçok topluluğa hizmet vermiştir. Kur’an ve sünnetin ışığı altında yetiştirdiği halifeleri Türkiye’nin birçok yerinde hizmete devam etmektedir. Bunlardan biri de mutasavvıf olan arif , aşık ve bir gönül insan Bünyamin Yıldırım Hazretleridir. Şeyhinin 1969 yılında vefatından sonra manevi bir işaretle İstanbul/Esatpaşa’ya yerleşerek orada irşad görevini sürdürmüştür.

Yunus Emre hazretleri’nin şehir ve kasabaları adım adım dolaşarak insanları Allah aşkına , sevgiye , birliğe davet ettiği gibi , Bünyamin Yıldırım Hazretleri de Anadolu’nun köy ve kasabalarını dolaşarak emr-i bil marufta bulunmuştur. Feyiz ve muhabbeti gönül kasesine koyarak insanlara tattırmıştır. Sohbetlerinde önceden hazırlanan bir konuyu işlemez, sohbet ettiği insanların hallerine göre onların ikaz ve irşadına vesile olacak ilahiler söyler vaiz ve nasihatlerde bulunurdu.
Adap , aşk ve yokluk sohbetlerinde , üç ana esastı.
-Adap hoştur , adap hoştur , adabı olmayan boştur.
-Allah’a giden en kısa ve kese yol aşktır.
-Tasavvuf yok olup var olmaktır. Sen yok ol ki hak sende var olsun.
Bu görüşler ona göre tasavvuf okulunun temel taşlarıydı. Manevi hayatında ve hizmetlerinde gönüle çok değer verirdi.

“Kardeşlerim , bir insan alim olur , hoca olur , sohbet ehli olur ama gönül ehli olmak zordur. Biz rabbimizin nazar-gahı olan gönüle ulaşmak , gönül insanı olmak istiyoruz.” buyururlardı.

Gönüle cem ettik iki cihanı
Gönülde okuduk ayet Kur’an-ı
Gönlümüze aldık biz mim sultanı
Gönülde haller var inceden ince.

Düşün gönül ile bul gönül ile
Anla gönül ile bil gönül ile
Şu göz gafletini sil gönül ile
Ol tevhidin sırrı gönül değil mi?..

İlahilerinde , gönül pınarından çıkan ilahi feyiz ile kurumuş gönülleri sulamış, bir pınarın çevresini yeşillendirdiği gibi yeni bir çehreye kavuşturmuştur.

Ayrıca hizmetlerinin büyük bir bölümünü kadınlara ve gençlere yapmıştır.Onların Kur’an ve sünnet üzere yaşamaları uyanık Müslüman olmaları için verdiği vaazlar büyük uyanışlara vesile olmuştur. İçki , kumar ve eğlence meclislerinde hayatını harcayan aileleri ele almış ve onların gafletten kurtulup çocuklarıyla topyekün İslami yaşama şerefine erişmesini sağlamıştır. Kitleleri İslam nuruyla aydınlatarak çağımızın ahlaksızlık tufanından onları selamet ve huzur sahiline ulaştırmıştır.

Bir toprak misali taşlaşmış gönülleri , sohbet , hizmet ve ilahileriyle besleyip sulayarak Allah rızasına yönelen filizler yetiştirmiştir.Ancak kader-i ilahi bu körpecik filizlerin günü toprağı alıp götürmüştür. Evinden 17 Mart 1994 Perşembe günü Rabbisine rabıtada iken vuslata ermiş, arkasında binlerce kalbi onun sevgisiyle dolu, gözü yaşlı müritler bırakmıştır
.

Türbesi Ümraniye / Kocatepe kabristanındadır. Vefatından sonra müridleri onun adap ve erkanıyla hizmete devam etmektedir..

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
http://www.bunyaminyildirimefendihz.com/biyografi [/toggle]

Hacı Feyzullah Efendi

 

Şeyh Muhammed Kudsi Bozkıri hazretleri’nin Halifesi

Hacı Feyzullah Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi

Hacı Feyzullah Efendi, Memiş Efendi’nin halifesidir. 1805’de Silistre eyaletinin Razgrad’a bağlı Sazlı köyünde dünyaya gelen Hacı Feyzullah Efendi tahsil hayatına yedi yaşında başladı, bir sene içinde Kur’ân-ı Kerim’i hıfzederek tecvid, ilmihâl ve Birgivî kitaplarını okudu. On sekiz yaşına kadar sarf, nahiv ve fıkıh tahsil eden Hacı Feyzullah Efendi 1809’da Rusya’nın o bölgeyi istilâ etmesi sebebiyle Vidin’e göç etti. Burada taun ve veba salgını çıkması üzerine tekrar memleketine döndü, fakat çok geçmeden 1232/1817’de tekrar Vidin’e geldi.

1825’te babası vefat eden Hacı Feyzullah Efendi 1826’da Belgrat’a gelerek silah atış eğitimi gördü. 1828’de Rusya muharebesinde İnebolulu Mahmud Ağa’ya kâtip olarak Vidin civarındaki muharebelerde bulundu. Daha sonra Ömer Paşa ile Siroz’a gidip ordu müşiri sadrazam Reşid Paşa’nın dairesine alındı. O zaman Anadolu’yu istilâ eden Mısırlı İbrahim Paşa’nın üzerine gönderilen Reşit Paşa’nın emrine girerek orduyu hümayun levazımat-ı umumîye memuru olarak tayin edildi.

İstanbul’da bir ara mühürdarlık da yapan, kendi elinin emeğiyle geçinmeye çalışan ve bu yönüyle melami meş­rep olduğu anlaşılan Hacı Feyzullah Efendi gördüğü bir rüya üzerine Hâlid-i Bağdadî’nin halifelerinden Malatyalı Hüseyin Vâiz Efendi’yi ziyârete gitti. Hüseyin Vâiz Efendi kendisine teveccüh ederek inâbe verdi. 1840’da bir ara Maraş’ta memurluk yapan Feyzullah Efendi Hüseyin Vâiz’den hilâfet aldı.

Hacı Feyzullah Efendi’nin şöhretinin yayılmasından sonra Mısır Hidivî Mehmed Ali Paşa’nın isteği üzerine İbrâhim Paşa, özel bir yazı ile Hacı Feyzullah Efendi’yi âilesi ile Halep üzerinden Mısır’a gönderdi. Erzâk-ı Umûmiye Nezâreti ve Ziraat-i Umûmiye Emânet-i Cesîmesi’nde memur olan Feyzullah Efendi’nin daha sonra istifa ederek Antakya’ya geldiği İlm-i Hakikat’da zikredilmektedir.

Feyzullah Efendi, daha önce görüşüp feyiz aldığı hocası Hüseyin Vâiz Efendi vefât edince, başka bir rehber aramaya başlar. Şöyle anlatır:
“Mürşidimin vefatıyla muhtaç olduğum bir rehber buluncaya kadar dünyanın her tarafını dolaşmak en büyük arzumdu. Bu şekilde başıboş kalışım beni kahrediyordu ve yerimde duramıyordum. Ancak (işler vakitlerine bırakılır, zaman gelince olur) buyrulduğu gibi bir müddet sabırla bekledim. Bu hal üzere bir ay geçti. (Daha sonra verilen bir vazifede dokuz ay daha çalıştım.) Hakikî maksadıma kavuşuncaya kadar gezip dolaşacaktım.”
“İskenderiye’den Anadolu’ya giden bir gemiye binip yola çıktım. Yolda bir İngiliz korsan gemisi bizi esir aldı. Birkaç gün sonra da serbest bıraktı. Bundan sonra denizde fırtına çıktı. Alaiye iskelesine güçlükle geldik ve on beş gün kaldık.”
“Bu sırada o memleketin insanlarından bazılarıyla görüşüp konuştuk. Bu konuşmalarımız sırasında Konya’da büyük bir âlim ve meşhur bir veli olan Muhammed Kudsî Efendiden bahsettiler. Onun büyüklüğünü ve üstünlüğünü anlattılar. O zata karşı kalbimde bir muhabbet ve meyl hâsıl oldu. Derhal ailemin bulunduğu yere gidip onlara; “Ben aradığımı buldum! Hazırlanın yarın Konya’ya gideceğiz.” dedim. Onlar hazırlıklarını yaptılar ve ertesi gün yola çıktık.”

“Meğer Muhammed Kudsî hazretleri Konya’da değil, Bozkır’ın Hoca köyünde imiş. Yola çıkışımızın dördüncü yani cuma günü o köye ulaştık. Köye yaklaşınca, köyün yakınında akan bir çaydan geçerken ayakkabımın teki suya düştü. Bulmak mümkün olmadı. Atımdan indim, üzerimde kıymetli elbise, bir ayağımda ayakkabı ve bir ayağımda da mest olduğu halde yürüyordum. Arkamdan da hanımım, çocuklarım ve hizmetçilerim geliyordu. Eşyalarımızla yüklü bir halde pazaryerinden geçerken bize bakıp birbirlerine; “Acaba nereye gidiyorlar?” diyorlardı. Hava soğuk ve kar yağmıştı. Önce bir evde misafir olduk. Sonra hemen bir ev kiralayıp yerleştik.”
“Hemen o gün Muhammed Kudsî hazretlerinin huzuruna gittim. Mübarek yüzünü görünce, ben de tam bir aşk ve muhabbet hâsıl oldu. İçimden bu büyük zat beni talebeliğe kabul etse diye geçerken, bana;
-Soyun da gel! buyurdu.
“Dünyalık namına neyim varsa her şeyimi bırakmamı işaret ettiğini fark ettim. Hemen kiraladığım eve gidip bütün aile efradımı yanıma çağırdım. Bütün altın kıymetli mücevherat ve silah sandıklarını açıp bunları taksim edip dağıttım. Sonra da hizmetçilerimin tamamını serbest bıraktım. Onlara; “Ey evlatlarım! Küçüklüğümden beri can u gönülden aradığım mürşidi kâmili ve mürebbi-i mükemmili Allah teâlâya hamdolsun ki bugün buldum. Yıkayıcının elindeki ölü gibi ona teslim ve tâbi oldum. “Bana soyun da gel!” buyurdu. Artık benim dünya ile işim kalmadı. Siz beni öldü kabul ediniz! İşte sizi Allah için serbest ve hür bırakıyorum. Serbestsiniz.” dedim. Sonra oğullarım Tahir ve Sadık’a ve hanımıma dönerek;
“İşte yaptığımmuameleyi gördünüz ve anladınız. İsterseniz sizi buradan Vidin’e göndereyim. Orada oturunuz. Nasibimizde var ise bir gün yine kavuşuruz. Eğer burada kalmayı isterseniz sabır ve tahammül göstermeniz îcâb eder. Hocam ne zaman izin verirse o zaman gelip sizinle görüşürüm.” dedim.”

“Hanımım ve oğullarım tam bir teslimiyetle; “Saçının bir teline bin can ve baş feda olsun.” diyerek orada kalmayı istediler.”
Feyzullah Efendi onların bu samimî teslimiyeti üzerine onları kiraladığı evde bırakıp Muhammed Kudsî hazretlerinin huzuruna gitti. Hocası onu hemen halvete soktu. Kırk gün bir yerde yalnız ibadet ve tâatla meşgul oldu. Daha bu vazifeye başladığı sıralarda idi. Bir gün bir âh çektiğinde yanında bulunan arkadaşlarının süratle yanından kaçıştıklarını görüp niçin kaçtıklarını sordu. Onlar:
-Sen âh çektiğin zaman ağzından ateş çıkıyordu. Biz bu ateşten korkup kaçtık, dediler.

Feyzullah Efendi şöyle anlatır: “Bir sabah vakti Muhammed Kudsî hazretlerinin sohbet meclisinde en ön saftan bir adım ileri oturmuştum. İçeri teşrif ettiklerinde safların düzeltilmesi ile vazifeli olan Celâl Efendi ile birlikte yanıma gelip kalabalık bir cemaat önünde kolumdan tutarak beni en arka safa geçirdi. Bunun bir hikmetinin ve nefsimin kusuru sebebiyle olduğunu düşünerek dışarı atılmadığıma şükrettim.”

Muhammed Kudsî hazretlerinin yanında yedi ay müddetle tasavvufta çok sıkı bir şekilde çalıştı. Meşakkatli riyazetler çekti. Yedi ay sonra ona tasavvufta icazet ve hilâfet verdi. Feyzullah Efendi şöyle anlatmıştır: “H.1257 senesi Rebî’ülevvel ayının başında bir Cuma günü, Cuma namazından sonra Muhammed Kudsî hazretleri camiden çıktığı sırada pazar halkı büyük bir kalabalık hâlinde saf saf dizilmiş bekler bir halde idi. Hocam halka selâm verdikten sonra ellerini açıp onlara dua etti. Büyük kalabalık da; “Âmin!” dedi. Bu duadan sonra beni medresenin bir odasına götürüp, daha önceden benim için yazdığı icazetnameyi çıkarıp açtı ve okudu. Sonra bana verdi ve beni irşâd vazifesi yapmakla vazifelendirdi. Hemen o gün Malatya’ya gitmemi emretti. Hazırlanıp vedalaşarak yola çıktım. Kırk beş günde Malatya’ya ulaştım. Burada insan­ları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle meşgul oldum.”

1843’te hac farizasını ifa eden Hacı Feyzullah Efendi Malatya’ya döndükten sonra mürşidinin isteğiyle Vidin’e git­ti. Burada üç ay kadar kaldı. Ardından Malatya’ya döndü. Feyzullah Efendi, 1847 (H.1264) senesinde İstanbul’a gidip insanları irşâd, doğru yolu gösterme ile meşgul oldu. Hocası Muhammed Kudsî Efendi ona daha önceden;
-”İstanbul’un bir köşesinde yerleşip, nice zaman tanınmazsın. Yalnızlık âleminde gizli kalırsın!” buyurmuştu.

Hocasının işareti üzerine İstanbul’da sekiz sene talebeleri ve çocuklarıyla kendi halleri üzere bir evde kaldı. Sessiz sedasız insanları irşâd ile meşgul oldu. Daha sonra ismi duyulup tanındı.

Feyzullah Efendi’nin sohbetleri çok kıymetli idi. Uzunca boylu, buğday benizli, güler yüzlü, yumuşak sözlü, kalbi feyiz saçan büyük bir veli ve rehberdi. Etrafına ilim ve feyiz saçmaya başladı. Âlimler, tasavvuf ehli zatlar, devletin ileri gelenleri ve halk büyük kalabalıklar hâlinde sohbetlerinde toplandı. Böylece pek çok kimse onun rehberliği ile saadete kavuştu. Talebeleri gayet iyi yetişip âlim, salih ve fazilet sahibi oldular.

Malatya Elazığ yöresinde başlattığı irşat faaliyetlerine Rumeli’de de devam eden Feyzullah Efendi 1865’te tekrar İstanbul’a gelerek Halıcılar’da kendi adına nispetle kurduğu tekkede hizmet verdi. 1859 Kuleli Vakasına adı karıştı. Bundan dolayı sürgün yaşadı. Sonra tekrar İstanbul’a geldi. 1852 yılına kadar iki kez mürşidini ziyaret eden Hacı Feyzullah Efendi 1876’da vefat etti. Kabri İstanbul Fatih Halıcılar’dadır.

Hacı Feyzullah Efendi’nin halifelerinden bazıları şunlardır:
a- Vidinli Hacı Sâdık Efendi (ö.1916) (Feyzullah Efendi’nin oğludur),
b- Manastırlı Hacı Talhâ Efendi,
c- Hasan Visâlî (ö. 1902) dir.
d- İstanbullu Rüstem Efendi,
e- Şair Lefkoşalı Galib (ö. 1867),
f- İbnül Emin Mahmut İnal’ın babası Mehmet Emin Paşa (ö. 1908),
Hasan Visali vasıtasıyla sürdürülen bu yolun son hal­kası Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi (ö. 1930)’dir.

Hasan Visâli Efendi’nin halîfeleri, Kalenderhâne mek­tebi muallimi Osman Efendi, “Küçük Hüseyin” nâmıyla meşhûr Ârif Efendi ile Hüseyin Hüsnü Efendi’dir. Hüseyin Hüsnü Efendi’nin yirmi halîfesi vardır. Bunlar;
1-Ömer Lütfi Efendi, 2-Necip Efendi, 3-Ahmet Efen­di, 4-Hafız Sadettin Efendi, 5-Hafız Muhammed Efendi, 6-Hafız Nususi Efendi, 7-Hafız Kuddusi Efendi, 8-Hace Mes’ud Efendi, 9-İbrahim Şaban Efendi, 10-Ahmed Yafalı Efendi, 11-Mehmed Rıdvan Efendi, 12-Emin Edhem Efen­di, 13-Debbağ Ahmed Efendi, 14-Hüseyin Efendi, 15-Mehmed Faik Efendi, 16-Necip Efendi, 17-Uşşâkî Osman Efendi, 18-Sâlih Fevzi Efendi, 19-Kadırgalı Osman Efendi, 20-Kadırgalı Mustafa Efendi

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Muhammed Kudsi Bozkıri, Yrd. Doç. Dr. İsmail Bilgili – Ahmet Çelik [/toggle]

Seyyid Mehmed Nuri Edirnevi Efendi

İstanbul – Eyüp Sultan Kabristanı. Küçük Hüseyin efendi’nin yanında

Mevlana Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında yetişmiş, büyük velilerdendir. Edirne’lidir ve Peygamber Efendimiz Hazretlerinin nesl-i pakinden gelen bir aileye mensup olmakla, seyyiddir.

Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri, çocukluk ve gençlik yıllarını çok değerli alimlerin ve velilerin sohbet ve ilim meclislerinde bulunarak geçirmiş, dini ve tasavvufi ilimlerde kendisini yetiştirmiştir.
İstanbul’da tanınan bir insan haline gelen Seyyid Mehmed Nuri Efendi, İstanbulluların sevgi ve saygılarına mazhar olmuştur. Kendilerine “Hafız” olmaları nedeniyle, Mustafa Haki Efendi Efendi ile birlikte “Melek Hafız”, “Melek Efendi” isimleri verilmiştir.

Edirneli Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri, Nakşibendiyye Tarikatının “Halidiyye” kolunun önemli şeyhlerindendir. Sirkeci, Salkım Söğüt’te bulunan Hacı Beşir Ağa Dergâhı Şerifinde irşad işi ile meşgul olmuş ve bu dergâhı canlandırarak, bir “Halidî” merkezi olmasını sağlamıştır.

Mehmed Nuri Efendi Hazretleri’nin İstanbul’daki görev yerlerinden birisi de Nuh Efendi Medresesi’dir. Kendilerinden sonra Hasan Visali Efendi ve Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri de burada vazife yapmışlardır. Melek Efendi Hazretleri, Şeyhi Seyyid Hacı Feyzullah Efendi Hazretleri’nin 1876 yılında ahirete irtihalleri üzerine “Fatih Halıcılar Tekkesi” ve “Feyzullah Efendi Dergâhı” olarak meşhur olan tekkenin postnişini olmuş ve vefatlarına kadar da bu görevde bulunup irşad vazifesi yapmışlardır.

Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri, bir Nakşibendî-Halidî ve Mevlevî şeyhi olarak birçok kişiye manevi rehberlik yapmiş, kemalatlarının tamamlamalarına vesile olmuştur. Bu dergâhta yetişerek mürşidlik makamına erişen bazı şeyhler şunlardır:

Şeyh Hasan Visali Efendi
Şeyh Mevlana Küçük Hüseyin Hüsnü Efendi
Vidinli Şeyh Hacı Sadık Efendi (Hacı Feyzullah Efendi’nin oğlu)
Çorumlu Şeyh Ömer Lütfi Efendi
Manastırlı Şeyh Hacı Talha Efendi
Edirnekapılı Şeyh Abdurrahman Efendi
İstanbullu Şeyh Rüstem Efendi
Kocamustafapaşalı Hoca İbrahim Efendi
Kalenderhane Mektebi muallimi Şeyh Osman Efendi
Emin Baba Tekkesi şeyhi Seyyid Halilürrahman Efendi
Şeyh Necip Efendi
Şeyh Ahmed Efendi
Şeyh Hafız Sadettin Efendi
Şeyh Hafız Muhammed Efendi
Şeyh Hafız Nususi Efendi
Şeyh Hafız Kuddusi Efendi
Şeyh Hace Mesud Efendi
Şeyh İbrahim Şaban Efendi
Şeyh Yafalı Ahmed Efendi
Şeyh Mehmed Rıdvan Efendi
Şeyh Emin Edhem Efendi
Şeyh Debbağ Ahmed Efendi
Şeyh Hüseyin Efendi
Şeyh Mehmed Faik Efendi
Şeyh Uşşaki Osman Efendi
Şeyh Salih Fevzi Efendi
Şeyh Kadırgalı Osman Efendi

Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri’nin vefatından sonra manevi kardeşleri ve halifesi Şeyh Hasan Visali Efendi dergâhın şeyhi olmuş ve 1902 yılına kadar bu görevi yerine getirmiştir. Şeyh Hasan Visali Efendi Hazretlerinin vefatları üzerine de dergâhın şeyhi Mevlana Küçük Hüseyin Hüsnü Efendi Hazretleri olmuştur.

Küçük Hüseyin Efendi, Muhammed Nuri Efendi’nin 8 sene hizmetinde bulunmuştur. Küçük Hüseyin Efendi Hazretlerinin hocası Mehmed Nuri Efendi’ye bağlanması şöyle anlatılır:
Küçük Hüseyin Efendi, Hocasının ilk defa huzurlarına çıktığında, Seyyid Muhammed Nuri Efendi sormuş:
— Maksadın nedir? Sonra devam etmiş:
— Eğer dünyalık ise, Biga’dan emin birini istiyorlar; oraya gönderelim. Dünyalık değilse, hücreye koyalım.
Bundan sonra beş kuruş harçlık verir, hamama yollar. Ardından şöyle emreder:
— Ölü yıkanışı ile yıkan, dünya işlerine dair bir söz etmeden de gel.

Küçük Hüseyin Efendi, verilen emri yerine getirdikten sonra gelir. Gelir gelmez de, Mehmed Nuri Efendi kendisini erbaine sokar; birbiri ardına üç erbain çıkarır. Bu erbain çıkarma işinde Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri, o kadar zorlanır ki, dizlerinin derileri soyulacak hale gelir.
Her gittiği yere kendisini de götüren şeyhini çok seven Mevlana Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri, şeyhi hakkında duygularını şöyle dile getirmiştir:“Vücudum toprak olsa dahi, onun yaptığı iyiliğin karşılığını veremem.”

Yine bir gün birlikte bulundukları bir sırada Mehmed Nuri Efendi’nin gözlerinden, şıpır şıpır yaşlar damlar.. Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri bu durumu görünce kendilerine sorar:“Bu şekilde ağlamanıza sebep nedir?.”Şu cevabı alır:“Küçük Hüseyin, Plevne’ye o kadar teveccüh ediyorum da; içeride teveccühü kabul edecek bir ihvan göremiyorum.. Bu yüzden teveccühler geri geliyor…”

Mevlana Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri, hocası Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleri ve ondan sonraki hocası olan Şeyh Hasan Visali Efendi Hazretleri hakkında şöyle söylemiştir: “Mehmed Nuri Efendi ile Hasan Visali Efendi çiftlerdi; biz onların her ikisine yardımcı olarak geldik.”

Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri, bir başka zaman da şöyle demiştir:“Erbaindeydim. Harem-i Şerif’in kapısını açarken şu sözle karşılaştım:“Nöbet senindir; fakat önünde iki kişi vardır.” Mevlana Küçük Hüseyin Efendi Hazretleri ilahi klasikleri arasında yerini almış olan “Yâ Hüseyn-i Nakşibend” redifli bir manzûmesinde manevi nisbetini şiir diliyle şöyle ifade etmiştir:
“Şüphe yok kim Şâh Feyzullah’dan aldın nisbeti
Şeyh Muhammed Nûri de ikmal edince halveti
Şeyh Visâlî oldu elhak pîr-i hırka sohbeti
Zübde-i her üç imamsın yâ Hüseyn-i Nakşibend”

“Çerkez Şeyhi” olarak bilinen Çorumlu Mevlana Şeyh Ömer Lütfi Hazretleri de hocası Edirneli Seyyid Mehmed Nuri Efendi Hazretleriyle ilgili unutamadıkları bir hatırasını şöyle anlatmıştır:
“ Daha 7 yaşlarinda iken sık sık rüyalarımda bir zat görüyordum ve bana devamlı, “İlim öğrenmek için İstanbul’a gel!” diyordu..
Bu arada akrabamız olan Kundukzade Musa Paşa (İlk Hariciye Vekili Bekir Sami Bey’in babası), tahsilimi tamamlamam için beni İstanbul’a getirdi.
Bu dönemlerde, bir yandan medreseye devam ederken bir yandan da rüyamda gördüğüm o zatı bulmak için her cuma namazını başka bir camide kılıyordum. Bir cuma günü, rüyalarımda gördüğüm o zatla karşılaştım. Bu zat-ı şerif, hocam Edirneli Şeyh Seyyid Muhammed Nûrî Efendi Hazretleri idi.. Hocam beni görünce, diğer müridlerine,“gariptir, kollayın”buyurmuşlar.. Bu vakitten itibaren tam 16 yıl yanlarında ve hizmetlerinde bulunup feyz ve himmetlerine kavuştum.. 1884 yılında manevi eğitimimin tamamlandığını bildirerek icazetimi verdiler ve emirleri üzerine irşad için Sivas’ın Aziziye Kazasına bağlı olan Kazancı Köyü’ne gidip yerleştim. Bu sebeple, talebelerimizden olan Sultan Abdülhamid Han’ın Hanımının ve bizzat Sultanın İstanbul’da kalın ve istediğiniz yerde tekke açın tekliflerini kabul etmemiz mümkün olmadı… Kendileri duamızı aldılar, maddi ve manevi olarak hizmetimizde bulundular..”

Seyyid Mehmed Nuri el-Edirnevi Hazretleri, 1884 yılında İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuş ve Eyüp Mezarlığında Kaşgari Dergâhı’na yakın bir yerde defnedilmiştir. Zamanla, aile efradı, talebeleri ve dostları ile birlikte medfun bulundukları yer Nakşi – Halidi yolu kabristanı haline gelmiştir. Mezar taşında şöyle yazılıdır:
“Tarikat-ı Âliyye-i Nakşibendiyye meşayih-i izamından es-Seyyid el-Hâc Mehmed Nuri el-Edirnevi (ksa) Efendi Hz.”

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
https://seyyidmehmednuriedirnevi.wordpress.com[/toggle]

Yakup Afvi Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet kabristanında. İnadiyeden Karacaahmet sultan dergahına giderken .

Atpazari Şeyh Osman Efendi’nin Halifesi ve damadı.

Odabaşı Şeyhi lakabıyla tanınmış olan Amasyalı Fenayi Mustafa Efendi’nin oğlu, Atpazari Şeyh Osman Efendi’nin damadıdır. İnabet ve hilafeti kaimpederi Osman Efendi’dendir. Babasının inabet ve hilafeti Şeyh Selami Ali Efendi’dendir. Vefatına, ‘Şeyh rahil (Şeyh göçtü)- 1149’ tarih vaki olmuştur.

Celvetiye Tarikatı’nın fazilet sahibi bir Şeyhi olan Yakup Gafuri Efendi, ilmi tahsilini babasıyla zamanın kemal sahibi alimlerinden ikmal ettikten sonra Üsküdar’da Atpazarı yakınında yaptırdığı Celvetiye Dergahı’nda ilim ve irfanı neşretmekte olan Şeyh Osman Efendi’ye intisab etmiştir. Bir çok eserleri ve divance teşkil edecek kadar arifane ilahileri vardır.

Kabri, İnadiye’den Karacaahmet Türbesi’ne giderken, sağ tarafta, Yuksekkaldırım adlı yerde, annesinin yanındadır. şahidesi şudur;

Celveti Mahmud Efendi’ye halife idi bu
Lezzet-i dünyaya kat’a eylemezdi arzu
Giceler kaim, günü savm üzre geçdi nice yıl
Hak budur kim rah-ı takvada iderdi cüst ü cu
Mürg-i ruhu Cennet-i firdevs içinde ola şad
Sebz-i bağ-ı gulşen-i Adn ide daim su-be-su
Bir elif kamet gidub fevtinde tarihin didi
Kutb-i Hak Yakub Efendi bezm itdi Hakk’a Hu
Sene 1149 fi Ramazan 15

17 Ocak 1737 tarihinde vefat etmiş olan Yakup Efendi’nin oğlu Ahmet Efendi, Selami Ali Efendi Tekkesi’nin Şeyhi idi. 1196 (1782) tarihinde vefat ederek, babasının yanına gömülmüştür.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Üsküdar Meşhurarı , Yayına hazırlayan Azmi Bilgin , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]

Şeyh Hamdullah Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında Tunusbağı Çeşmesi önünden, Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta..

Amasya’da Eslem Hatun (bugünkü Dere) mahallesinde doğdu (1436?). Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede’nin oğludur. “Şeyh, kıbletülküttâb, kutbülküttâb”gibi unvanlarıyla tanınır. Babası veya dedesi Amasya’ya Buhara’dan göç etmiştir. Dinî ve edebî ilimleri Hatib Kasım Efendi’den öğrendi. Hattı, Hayreddin Mar’aşî’den meşk ederek aklâm-ı sitteden icâzet aldı. Babasının yanında seyrü sülûkünü tamamlayarak hilâfet aldı. Muhtemelen babasının sohbet meclislerinde tanıştığı Şehzade Bayezid onu kendisine hat hocası tayin etti ve ondan icâzet aldı. Daha Amasya’da iken tanınmaya başlayan Şeyh Hamdullah, bu yıllarda Fâtih Sultan Mehmed’in hususi kütüphanesi için bazı eserler istinsah etti.

Şeyh Hamdullah, dayısı meşhur hattat Celâleddin Amâsî’nin kızıyla evlendi; bir kızı ve bir oğlu oldu. Tahta geçen II. Bayezid’in daveti üzerine ailesiyle birlikte İstanbul’a gitti. Sarayda kâtip ve hizmetlilere muallim olarak görevlendirildi. Mushaf yazması için bir meşkhâne, arpalık olarak da Üsküdar’da iki köy tahsis edildi. En güzel eserlerini sarayda görevlendirildikten sonra vermeye başladı ve eserlerinin ketebesinde “kâtibü’s-sultân Bâyezîd Han” unvanını kullandı. II. Bayezid’in vefatından sonra I. Selim dönemini talebe yetiştirerek ve müridlerini irşad ederek geçirdi. Kanûnî Sultan Süleyman’ın onu saraya davet ederek hürmet gösterdiği, artık yaşlanmış olan hattata bir samur kürk giydirip hayır duasını aldığı bilinmektedir.

Şeyh Hamdullah’ın bu hadiseden birkaç ay sonra vefat ettiğini söyleyen Müstakimzâde ölümüne,
“Şeyh Hamdullah olup küttâba kıble pîr-i hat
Rihletinde dil dedi târihini dayf-i ilâh”

beytiyle tarih (926/1520) düşürmüştür. Cenaze namazı Ayasofya Camii’nde kılınmış, vasiyetine uyularak Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Birçok meşhur hattat Şeyh Hamdullah’ın mezarının yakınına defnedilmiş, bu mekân zamanla Şeyh sofası adını almıştır.

Şeyh Hamdullah zamanının ünlü okçularındandı.Okmeydanı’nda onun hatırasına dikilen taşta “Sâhibülmenzil Hamdullah ibnü’ş-şeyh reîsü’l-hattâtîn şeyhü’r-râmiyân, sene 911” yazılıdır. II. Bayezid tarafından Mahmud ve Hamza dedelerden sonra Okmeydanı Atıcılar Tekkesi şeyhliğine tayin edilmiştir. Kaynaklarda ayrıca Şeyh Hamdullah’ın Üsküdar’dan Sarayburnu’na yüzecek kadar iyi bir yüzücü olduğu ve II. Bayezid için ek yerleri belli olmayacak şekilde bir kaan dikerek terzilikte de hüner gösterdiği belirtilmektedir.

İslâm milletlerinin an’anevî sanat anlayışları ve zevkleriyle en güzel klasik formlarını bulan yazı nevilerinde, üstat ve muhitlere göre farklı özellikler gösteren pek çok hat mektebi arasında Şeyh Hamdullah ekolü en uzun süre yaşamıştır. Onun klasikleşen formları, kendisini takip eden üstatlar tarafından har erin tenâsüp, duruş ve terkipleri güzelleştirilerek birçok kol ve tarza ayrılmış, günümüze kadar bütün İslâm dünyasında hâkim bir hat mektebi olarak devam etmiştir.
Şeyh Hamdullah mektebiyle aklâm-ı sittenin bütün nevilerinde olgunluk çağı idrak edilmiş, mushaf, cüz, murakka’, kıta ve kitaplarda yeni bir anlayışla hat sanatının en güzel örnekleri verilmiştir. Sanat hayatında Amasya ve İstanbul olmak üzere iki dönem vardır. Yâkut üslûbunun hâkim olduğu başlangıç devri yazılarını Amasya’da, kendi üslûbunu ortaya koyduğu eserlerini ise İstanbul’da vermiştir.

Nesih hattının Şeyh Hamdullah mektebiyle insanda hayranlık uyandıracak derecede güzelleşmesi ve kolay okunan bir yazı haline gelmesi kitap ve mushaf yazısı olarak tercih edilmesine sebep olmuştur. Eserlerinin çoğunu murakka’ ve kıta olarak veren Şeyh Hamdullah koltuklu sülüs-nesih kıtanın Türk zevkine uygun şekil ve ölçüsünü de ortaya koymuş, daha sonra gelen bütün hattatlar onu taklit etmişlerdir. Şeyh Hamdullah tavrında har erin tenâsübü, aralıkları, kelimelerin satıra oturuş vaziyetleri yeniden düzenlenmiş, akıcılık, kıvraklık, sevimlilik ve canlılık getirilmek suretiyle Yâkut tarzı yazılardaki durgunluk giderilmiştir. Şeyh Hamdullah aralarında sultan, şehzade, devlet adamı, âlim, meşâyih ve şairlerin de yer aldığı pek çok talebe yetiştirmiştir. Tezkirelerde adı geçen kırk üç talebesi arasında oğlu Mustafa Dede ile damadı Şükrullah Halife, Şeyh Ham- dullah mektebinin önemli temsilcileridir. Ham- dullah Efendi’den sonra gelen Osmanlı hattatları da onun vadisinde yürüyüp yeni üslûb ve şiveler yaratmışlardır.

Müze, kütüphane ve özel koleksiyonlarda aklâm-ı sitte ile yazılmış pek çok eseri bulunan Şeyh Hamdullah’ın kırk yedi mushaf, bin kadar En’âm, Kehf ve Nebe’ sûreleri, evrâd, ezkâr ve dua mecmuası, tûmâr, kıta ve murakka’ yazdığı nakledilmektedir. Bu eserler arasında meşk için veya ticarî gayelerle Şeyh Hamdullah taklit edilerek yazılmış olanlar varsa da bunları onun yazılarından ayırmak güçtür.

Şeyh Hamdullah Efendi’nin kabri şerifi ; Tunusbağı Çeşmesi önünden, Karacaahmet Sultan Türbesi’ne giden Tunusbağı Caddesi üzerinde, sol tarafta ve türbeye oldukça yakın bir mesafede ve Hattatlar Mezarlığı veya şeyh Sofası adıyla bilinen yerdedir. Silindirik ayak taşı üzerinde şu kitabe bulunmaktadır.

Reisu’l-hattatin Hamdullah
El-ma’ruf bi-ibnu’ş-şeyh rahmetullahi aleyh

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Üsküdar Meşhurları ansiklopedisi , Üsküdar Belediyesi
[/toggle]

Osman Şems Efendi

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanında – Karacaahmet Sultan dergahından İnadiyeye doğru giderken yol üzerinde

İstanbul Sirkeci’de doğdu (23 Mart 1814). Asıl adı Osman Nureddin’dir. Nakşibendiyye’ye mensup Münzevî Mehmed Emin Efendi’nin oğludur. Eğitimine devam ederken aynı mahallede oturan İsmail Efendi’ye bağlandı, onun vefatından sonra ise Kuşadalı İbrahim Efendi’ye intisap etti. Bu yıllarda Sirkeci’de geçimini sağlamak üzere tütüncü dükkânı çalıştırdı, ancak eşe dosta ikramları dolayısıyla altı ay sonra kapatmak zorunda kaldı. Daha sonra kâtip olarak bir süre memurluk yaptı. Kuşadalı İbrahim Efendi’nin vefatından sonra Kâdiri şeyhlerinden Abdurrahim Ünyevi’ye bağlanarak seyrü sülukünü tamamladı ve hilafet aldı. Şiirlerinde, Kadiriyye tarikatının kurucusu ve piri Abdülkadir-i Geylâni’nin ruhaniyetinden feyz aldığı ve kendisini Üveysi olarak nitelendirdiği görülmektedir. Abdülkâdir-i Geylani’nin yaygın ünvanı “Bâzü’l-eşheb”e benzer bir adlandırma ile çevresindekiler kendisine “Bazü’l-enver” ünvanını vermişlerdir.

1860’lı yıllarda Encümen-i Şuara toplantılarına katıldı. 1863’ten sonra emekliye ayrılınca Üsküdar İnadiye semtinde Nalçacı Halil Efendi Dergahı’na yakın bir yerde bulunan evinde bir süre inziva hayatı yaşadı. Zaman zaman, muhtemelen göğüs hastalığı dolayısıyla, kısa sürelerle Bursa’da ikamet etti. 1868-1871 yılları arasında Üsküdar Debbağlar Tekkesi’ne devam ederek burada şeyh olan Tevfik Şiari Efendi ile görüşüp sohbette bulundu. 1890’lı yıllardan sonra ise Üsküdar Selimiye’deki evinde irşadla meşgul oldu.

Sûfilik anlayışına Melâmet neşvesi hakim olduğundan Tekke şeyhliğine rağbet etmemiştir. 27 Aralık 1893’te vefat edince Üsküdar İnadiye’de Karacaahmet Türbesi civarına defnedildi. Bağlı olduğu tarikat Kâdiriyye’nin Enveriyye koludur.

Tasavvufî kişiliğinin yanında şairliğiyle de tanınmıştır. Şiire çok genç yaşlarda başlamıştır. Şiirlerinde önce Nuri sonraki yıllarda Şems mahlasını kullanmıştır. Şeyh Galib’i de çağrıştıran şiirleri sağlığında çok sevilmiş, elden ele dolaşıp ezberlenmiştir. Vefatından sonra halifesi Bedreddin İzzi Efendi tarafından derlenen ve oldukça hacimli olan divanında 574 gazel, 27 kaside yanında musammatlar da bulunmaktadır. Divan’ından başka Şem‘-i Şebistân (tasavvufi mesnevi), Kenzü’l-meânî (kaside ve mesnesilerden oluşan tasavvufî bir eser), Âdâbü’l-mürîd fî sohbeti’l-murâd (mensur bir mukaddime ve bir mesneviden oluşur) gibi başka eserlerinin de bulunduğu bilinmektedir. Ehl-i beyt muhibbi, ârif, aşkı kendisine kılavuz edinen muhakkik sufilerden olan şair, melâmet neşvesiyle Üveysiliği kendisinde birleştirmiş bir tasavvuf anlayışını benimsemiştir. Divanında Kerbela olayını anlatan ondan fazla mersiye yer alır. Onun şiirlerinden bazıları bestelenerek tekkelerde ilahi olarak okuna gelmiştir.

Osman Şems Efendi’nin kabri şerifi ; İnadiye Ceşmesi önünden, Karacaahmet Türbesi’ne doğru yüründü-ğünde sağtarafta ve Yüksek Kaldırım tabir olunan mevkiin ilerisindedir.Silindir şeklindeki yuksek, muhteşem baş şahidesi üzerinde Mevlevi sikkesini andıran bir Kadiri serpuşu kabartması ve bunun altında da nefis bir hat ile yazılmış şu kitabe bulunmaktadır:
Ecille-i rical-i Kadiriyye
Ve Üveysiyye’den es-seyyid
Eş-Şeyh Osman Nureddin
Şems Efendi Kuddise Sırruh
Hazretleri’nin kabri şerifleridir.
Sinn-i şerifleri 82, tarih-i veladetleri gurre-i Rebiussani
1229 Çarşamba.
Tarih-i irtihalleri 18 Cumadelahire 1311 Çarşamba.

Kitabenin en üstünde “Ya Hu” ibaresi vardır. Vasiyeti gereğince kendi yazdığı 14 mısralı bir şiir türbesinin demir parmaklıklarına asılmıştır. Büyük bir fırtınada düşüp kırıldığından yok olmuştur. Baş şahidesi üzerinde Mevlevi sikkesine benzeyen bir Kadiri sikkesi vardır. Odasındaki kavuklukta da bu biçim sikkenin bulunduğu ve vefatında tabutunun üzerine yerleştirildiği rivayet olunur.

Türbenin önünde Osman Şems Efendi’nin aile kabristanı vardır. Etrafı, alçak bir duvarla çevrili olan bu hazirede 14 kabir mevcuttur.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynaklar ; Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermi Haskan , Üsküdar Belediyesi , 2. cil
Üsküdar Meşhurları ansiklopedisi , Üsküdar Belediyesi
[/toggle]

Zakirzade Abdullah Efendi

İstanbul –   Üsküdar –    Karacaahmet Kabristanında  Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin yola  doğru alt bölümünde yer alan Miskinler Kabristanında

Celvetî şeyhlerinden.

Babası Osman Efendi Aziz Mahmud Hüdâyî’nin zakirbaşısı olduğundan “Zâkirzâde” sıfatıyla anılır. Osman Efendi şeyhinin birçok şiirini ilâhi formunda bestelemiştir. Tasavvufî eğitimini tamamlayan Abdullah Efendi önce halife olarak Manisa’ya gönderilmiş, fakat daha sonra İstanbul’a çağrılarak bir süre Zeyrek ve Atik Ali Paşa haremi içerisindeki Kasım Çelebi zaviyelerinde irşad faaliyetlerinde bulunmuş, ardından Kılıç Ali Paşa ve Fatih camilerinde vaizlik yapmış, 1657 yılında Üsküdar’da vefat etmiştir. Mezarı Karacaahmet Mezarlığı’nda Miskinler Tekkesi arkasındadır.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak ; Üsküdar Meşhurları , Yazıyı hazırlayan ; Abdülkadir Özcan , Üsküdar Belediyesi Yayınları
[/toggle]