İstanbul – Beyazıd’ta Yorgancılar hanı girişinde Hayatı … . Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
Ahi Durmuş Baba
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe
İstanbul – Beyazıd’ta Yorgancılar hanı girişinde Hayatı … . Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
İstanbul – Fatih – Cibali ayakapısı surları girişinde İstanbul fethine Sekbanbaşı olarak katılmış,’’Ni’mel-Ceyş’’’dendir. İstanbul fethinde Cibali Ayakapı surlarının dışında muharebede şehid olmuştur. Ayakapısına bitişik, eski ahşap bir evin altında medfun olan bu yüce şehidin kabrinin caddeye demir parmaklıklı penceresi vardır, harap, bakımsız bir haldedir. 1953 …
İstanbul – Fatih – Sümbül efendi türbesi avlusu Kabirleri; Kocamustafapaşa Camii karşısında, Sümbül Efendi merhumun türbesi başucunda, açıktadır. Etrafı ve üstü zarif bir parmaklıkla çevrilidir. Hazret-i Ali Efendimiz torunları, yani Hazret-i Hüseyin Efendimizin FATIMA ile SAKİNE adlı kızlarıdır. Başı dertte olanların, güçlükten bunalanların sığınağıdır. 10 …
istanbul – fatih – Şehremini deki hulvi ( şirvani) dergahında İstanbul’da yetişen meşhur velîlerden. Asıl ismi Cemaleddîn Mahmud’dur. Lakabı “Cemaleddîn”, mahlası “Hulvî”dir. 1574 (H. 982) senesinde İstanbul’da Şehremini civarında doğdu. Saray helvacıbaşılarından Ahmed Ağa’nın oğludur. Sünbüliyye ve Gülşeniyye tarîkatlarında yetişmiş ve rehberlik yapmış, talebe yetiştirmiştir. …
istanbul – fatih camii haziresinde 1803 yılında Harput’a bağlı Perçenç köyünde doğdu. Bu yüzden “Harputlu İshak Efendi” olarak da bilinir, ilk öğrenimini Harput’ta yapmış, daha sonra İstanbul’da Fatih Sahn-ı Seman Medreseleri’nde eğitimini tamamlayarak icazetname almıştır. Sarf ilmini Abdullah el-Harputîi’den, nahiv ve mantık ilmini Seyyid Hacı Ali el-Harputi’den, belagat …
Şeyh Muhammed Kudsi Bozkıri hazretleri’nin Halifesi
Hacı Feyzullah Efendi (k.s.) Silsile-i Şerifi
Hacı Feyzullah Efendi, Memiş Efendi’nin halifesidir. 1805’de Silistre eyaletinin Razgrad’a bağlı Sazlı köyünde dünyaya gelen Hacı Feyzullah Efendi tahsil hayatına yedi yaşında başladı, bir sene içinde Kur’ân-ı Kerim’i hıfzederek tecvid, ilmihâl ve Birgivî kitaplarını okudu. On sekiz yaşına kadar sarf, nahiv ve fıkıh tahsil eden Hacı Feyzullah Efendi 1809’da Rusya’nın o bölgeyi istilâ etmesi sebebiyle Vidin’e göç etti. Burada taun ve veba salgını çıkması üzerine tekrar memleketine döndü, fakat çok geçmeden 1232/1817’de tekrar Vidin’e geldi.
1825’te babası vefat eden Hacı Feyzullah Efendi 1826’da Belgrat’a gelerek silah atış eğitimi gördü. 1828’de Rusya muharebesinde İnebolulu Mahmud Ağa’ya kâtip olarak Vidin civarındaki muharebelerde bulundu. Daha sonra Ömer Paşa ile Siroz’a gidip ordu müşiri sadrazam Reşid Paşa’nın dairesine alındı. O zaman Anadolu’yu istilâ eden Mısırlı İbrahim Paşa’nın üzerine gönderilen Reşit Paşa’nın emrine girerek orduyu hümayun levazımat-ı umumîye memuru olarak tayin edildi.
İstanbul’da bir ara mühürdarlık da yapan, kendi elinin emeğiyle geçinmeye çalışan ve bu yönüyle melami meşrep olduğu anlaşılan Hacı Feyzullah Efendi gördüğü bir rüya üzerine Hâlid-i Bağdadî’nin halifelerinden Malatyalı Hüseyin Vâiz Efendi’yi ziyârete gitti. Hüseyin Vâiz Efendi kendisine teveccüh ederek inâbe verdi. 1840’da bir ara Maraş’ta memurluk yapan Feyzullah Efendi Hüseyin Vâiz’den hilâfet aldı.
Hacı Feyzullah Efendi’nin şöhretinin yayılmasından sonra Mısır Hidivî Mehmed Ali Paşa’nın isteği üzerine İbrâhim Paşa, özel bir yazı ile Hacı Feyzullah Efendi’yi âilesi ile Halep üzerinden Mısır’a gönderdi. Erzâk-ı Umûmiye Nezâreti ve Ziraat-i Umûmiye Emânet-i Cesîmesi’nde memur olan Feyzullah Efendi’nin daha sonra istifa ederek Antakya’ya geldiği İlm-i Hakikat’da zikredilmektedir.
Feyzullah Efendi, daha önce görüşüp feyiz aldığı hocası Hüseyin Vâiz Efendi vefât edince, başka bir rehber aramaya başlar. Şöyle anlatır:
“Mürşidimin vefatıyla muhtaç olduğum bir rehber buluncaya kadar dünyanın her tarafını dolaşmak en büyük arzumdu. Bu şekilde başıboş kalışım beni kahrediyordu ve yerimde duramıyordum. Ancak (işler vakitlerine bırakılır, zaman gelince olur) buyrulduğu gibi bir müddet sabırla bekledim. Bu hal üzere bir ay geçti. (Daha sonra verilen bir vazifede dokuz ay daha çalıştım.) Hakikî maksadıma kavuşuncaya kadar gezip dolaşacaktım.”
“İskenderiye’den Anadolu’ya giden bir gemiye binip yola çıktım. Yolda bir İngiliz korsan gemisi bizi esir aldı. Birkaç gün sonra da serbest bıraktı. Bundan sonra denizde fırtına çıktı. Alaiye iskelesine güçlükle geldik ve on beş gün kaldık.”
“Bu sırada o memleketin insanlarından bazılarıyla görüşüp konuştuk. Bu konuşmalarımız sırasında Konya’da büyük bir âlim ve meşhur bir veli olan Muhammed Kudsî Efendiden bahsettiler. Onun büyüklüğünü ve üstünlüğünü anlattılar. O zata karşı kalbimde bir muhabbet ve meyl hâsıl oldu. Derhal ailemin bulunduğu yere gidip onlara; “Ben aradığımı buldum! Hazırlanın yarın Konya’ya gideceğiz.” dedim. Onlar hazırlıklarını yaptılar ve ertesi gün yola çıktık.”
“Meğer Muhammed Kudsî hazretleri Konya’da değil, Bozkır’ın Hoca köyünde imiş. Yola çıkışımızın dördüncü yani cuma günü o köye ulaştık. Köye yaklaşınca, köyün yakınında akan bir çaydan geçerken ayakkabımın teki suya düştü. Bulmak mümkün olmadı. Atımdan indim, üzerimde kıymetli elbise, bir ayağımda ayakkabı ve bir ayağımda da mest olduğu halde yürüyordum. Arkamdan da hanımım, çocuklarım ve hizmetçilerim geliyordu. Eşyalarımızla yüklü bir halde pazaryerinden geçerken bize bakıp birbirlerine; “Acaba nereye gidiyorlar?” diyorlardı. Hava soğuk ve kar yağmıştı. Önce bir evde misafir olduk. Sonra hemen bir ev kiralayıp yerleştik.”
“Hemen o gün Muhammed Kudsî hazretlerinin huzuruna gittim. Mübarek yüzünü görünce, ben de tam bir aşk ve muhabbet hâsıl oldu. İçimden bu büyük zat beni talebeliğe kabul etse diye geçerken, bana;
-Soyun da gel! buyurdu.
“Dünyalık namına neyim varsa her şeyimi bırakmamı işaret ettiğini fark ettim. Hemen kiraladığım eve gidip bütün aile efradımı yanıma çağırdım. Bütün altın kıymetli mücevherat ve silah sandıklarını açıp bunları taksim edip dağıttım. Sonra da hizmetçilerimin tamamını serbest bıraktım. Onlara; “Ey evlatlarım! Küçüklüğümden beri can u gönülden aradığım mürşidi kâmili ve mürebbi-i mükemmili Allah teâlâya hamdolsun ki bugün buldum. Yıkayıcının elindeki ölü gibi ona teslim ve tâbi oldum. “Bana soyun da gel!” buyurdu. Artık benim dünya ile işim kalmadı. Siz beni öldü kabul ediniz! İşte sizi Allah için serbest ve hür bırakıyorum. Serbestsiniz.” dedim. Sonra oğullarım Tahir ve Sadık’a ve hanımıma dönerek;
“İşte yaptığımmuameleyi gördünüz ve anladınız. İsterseniz sizi buradan Vidin’e göndereyim. Orada oturunuz. Nasibimizde var ise bir gün yine kavuşuruz. Eğer burada kalmayı isterseniz sabır ve tahammül göstermeniz îcâb eder. Hocam ne zaman izin verirse o zaman gelip sizinle görüşürüm.” dedim.”
“Hanımım ve oğullarım tam bir teslimiyetle; “Saçının bir teline bin can ve baş feda olsun.” diyerek orada kalmayı istediler.”
Feyzullah Efendi onların bu samimî teslimiyeti üzerine onları kiraladığı evde bırakıp Muhammed Kudsî hazretlerinin huzuruna gitti. Hocası onu hemen halvete soktu. Kırk gün bir yerde yalnız ibadet ve tâatla meşgul oldu. Daha bu vazifeye başladığı sıralarda idi. Bir gün bir âh çektiğinde yanında bulunan arkadaşlarının süratle yanından kaçıştıklarını görüp niçin kaçtıklarını sordu. Onlar:
-Sen âh çektiğin zaman ağzından ateş çıkıyordu. Biz bu ateşten korkup kaçtık, dediler.
Feyzullah Efendi şöyle anlatır: “Bir sabah vakti Muhammed Kudsî hazretlerinin sohbet meclisinde en ön saftan bir adım ileri oturmuştum. İçeri teşrif ettiklerinde safların düzeltilmesi ile vazifeli olan Celâl Efendi ile birlikte yanıma gelip kalabalık bir cemaat önünde kolumdan tutarak beni en arka safa geçirdi. Bunun bir hikmetinin ve nefsimin kusuru sebebiyle olduğunu düşünerek dışarı atılmadığıma şükrettim.”
Muhammed Kudsî hazretlerinin yanında yedi ay müddetle tasavvufta çok sıkı bir şekilde çalıştı. Meşakkatli riyazetler çekti. Yedi ay sonra ona tasavvufta icazet ve hilâfet verdi. Feyzullah Efendi şöyle anlatmıştır: “H.1257 senesi Rebî’ülevvel ayının başında bir Cuma günü, Cuma namazından sonra Muhammed Kudsî hazretleri camiden çıktığı sırada pazar halkı büyük bir kalabalık hâlinde saf saf dizilmiş bekler bir halde idi. Hocam halka selâm verdikten sonra ellerini açıp onlara dua etti. Büyük kalabalık da; “Âmin!” dedi. Bu duadan sonra beni medresenin bir odasına götürüp, daha önceden benim için yazdığı icazetnameyi çıkarıp açtı ve okudu. Sonra bana verdi ve beni irşâd vazifesi yapmakla vazifelendirdi. Hemen o gün Malatya’ya gitmemi emretti. Hazırlanıp vedalaşarak yola çıktım. Kırk beş günde Malatya’ya ulaştım. Burada insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle meşgul oldum.”
1843’te hac farizasını ifa eden Hacı Feyzullah Efendi Malatya’ya döndükten sonra mürşidinin isteğiyle Vidin’e gitti. Burada üç ay kadar kaldı. Ardından Malatya’ya döndü. Feyzullah Efendi, 1847 (H.1264) senesinde İstanbul’a gidip insanları irşâd, doğru yolu gösterme ile meşgul oldu. Hocası Muhammed Kudsî Efendi ona daha önceden;
-”İstanbul’un bir köşesinde yerleşip, nice zaman tanınmazsın. Yalnızlık âleminde gizli kalırsın!” buyurmuştu.
Hocasının işareti üzerine İstanbul’da sekiz sene talebeleri ve çocuklarıyla kendi halleri üzere bir evde kaldı. Sessiz sedasız insanları irşâd ile meşgul oldu. Daha sonra ismi duyulup tanındı.
Feyzullah Efendi’nin sohbetleri çok kıymetli idi. Uzunca boylu, buğday benizli, güler yüzlü, yumuşak sözlü, kalbi feyiz saçan büyük bir veli ve rehberdi. Etrafına ilim ve feyiz saçmaya başladı. Âlimler, tasavvuf ehli zatlar, devletin ileri gelenleri ve halk büyük kalabalıklar hâlinde sohbetlerinde toplandı. Böylece pek çok kimse onun rehberliği ile saadete kavuştu. Talebeleri gayet iyi yetişip âlim, salih ve fazilet sahibi oldular.
Malatya Elazığ yöresinde başlattığı irşat faaliyetlerine Rumeli’de de devam eden Feyzullah Efendi 1865’te tekrar İstanbul’a gelerek Halıcılar’da kendi adına nispetle kurduğu tekkede hizmet verdi. 1859 Kuleli Vakasına adı karıştı. Bundan dolayı sürgün yaşadı. Sonra tekrar İstanbul’a geldi. 1852 yılına kadar iki kez mürşidini ziyaret eden Hacı Feyzullah Efendi 1876’da vefat etti. Kabri İstanbul Fatih Halıcılar’dadır.
Hacı Feyzullah Efendi’nin halifelerinden bazıları şunlardır:
a- Vidinli Hacı Sâdık Efendi (ö.1916) (Feyzullah Efendi’nin oğludur),
b- Manastırlı Hacı Talhâ Efendi,
c- Hasan Visâlî (ö. 1902) dir.
d- İstanbullu Rüstem Efendi,
e- Şair Lefkoşalı Galib (ö. 1867),
f- İbnül Emin Mahmut İnal’ın babası Mehmet Emin Paşa (ö. 1908),
Hasan Visali vasıtasıyla sürdürülen bu yolun son halkası Ankaralı Küçük Hüseyin Efendi (ö. 1930)’dir.
Hasan Visâli Efendi’nin halîfeleri, Kalenderhâne mektebi muallimi Osman Efendi, “Küçük Hüseyin” nâmıyla meşhûr Ârif Efendi ile Hüseyin Hüsnü Efendi’dir. Hüseyin Hüsnü Efendi’nin yirmi halîfesi vardır. Bunlar;
1-Ömer Lütfi Efendi, 2-Necip Efendi, 3-Ahmet Efendi, 4-Hafız Sadettin Efendi, 5-Hafız Muhammed Efendi, 6-Hafız Nususi Efendi, 7-Hafız Kuddusi Efendi, 8-Hace Mes’ud Efendi, 9-İbrahim Şaban Efendi, 10-Ahmed Yafalı Efendi, 11-Mehmed Rıdvan Efendi, 12-Emin Edhem Efendi, 13-Debbağ Ahmed Efendi, 14-Hüseyin Efendi, 15-Mehmed Faik Efendi, 16-Necip Efendi, 17-Uşşâkî Osman Efendi, 18-Sâlih Fevzi Efendi, 19-Kadırgalı Osman Efendi, 20-Kadırgalı Mustafa Efendi
İstanbul – fatih – cerrahi asitanesi
Halvetiyye-Ramazaniyye tarikatının Cerrahiyye kolunun kurucusu. İstanbul’da Cerrahpaşa Camii’nin karşısındaki Yağcızade Konağı’nda dünyaya geldi. Adı Muhammed’dir. Babasının adı Abdullah Ağa, annesinin adı ise Emine Nesime Hatun’dur. Doğum tarihi konusunda kaynaklarda birbirinden farklı rakamlar vardır. Babası, IV. Mehmed döneminde sarayda mirahurluk görevinde bulunmuştur.
Nureddin Cerrahi ilköğrenimine Cerrahpaşa sıbyan Mektebi’nde başladı. Hocası Yusuf Efendi’den Kur’an okudu ve hüsn-i hat dersi aldı. Ardından Süleymaniye Medresesi’ndeki tahsili esnasında, daha sonra şeyhülislam olan Yenişehirli Abdullah Efendi‘nin öğrencisi oldu. Bu yıllarda tanıştığı meşhur divan şairi Nabi Efendi’den edebi konularda ders aldı.
Genç yaşta, 1696’da kadı olarak Mısır (Kahire) Mevleviyeti’ne tayin edildi. Devlet ricalinden olan dayısı Hacı Hüseyin Efendi’ye veda ziyareti için Üsküdar Toygartepe’deki konağına gitti. Dayısı onu konağın karşısındaki Selami Ali Efendi Tekkesi‘ne götürdü. Tekke’nin postnişini, Köstendil’de bir süre müftülük yapmış olan Halveti-Ramazani şeyhi Köstendilli Alaeddin Ali Efendi idi. Tekke’de icra edilen ayin sırasında vecde gelen Nureddin Cerrahi, şeyh efendinin gösterdiği yakın ilgiden de etkilenerek hemen orada şeyhe intisap etti. Mısır Mevleviyeti’ne tayin fermanı ile nişanını şeyhülislama iade ederek Mısır’a gitmekten vazgeçti.
Yedi yıl boyunca, ikamet ettiği Cerrahpaşa’dan Üsküdar’a geçip şeyhinin tekkesine devam eden ve zaman zaman şeyhinin izniyle halvete giren Cerrahi, seyrü sülukünü tamamlayarak 1703 yılı başlarında Halvetiye Tarikatı’ndan icazet aldı. Halife tayin edildi. Şeyhi tarafından kendisine taç ve hırka· giydirildi.
Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa ile Sultan III. Ahmed’in gördüğü rüyalar üzerine, Sultan III. Ahmed’in emriyle Fatih -Karagümrük’teki Canfeda Hatun Camii’nin yanındaki konak satın alınıp yıktırıldı ve arsası üzerine Nureddin Cerrahi adına bir tekke inşa edildi.
1703’te törenle açılan tekkede Cerrahi hazretleri ömrünün sonuna kadar, on sekiz yıl fasılasız irşad faaliyetlerinde bulundu. Yedi halife yetiştirmiş, bu halifelerin faaliyetleri ve açtıkları tekkeler vasıtasıyla Cerrahiye tarikatı, 18 ve 19. yüzyıllarda yaygın tarikatlardan biri haline gelmiştir.
Vefatı
Nureddin Cerrahi hazretleri, kırk gün süren bir hastalık döneminin ardından 1 Ekim 1721’de vefat etti. Çok kalabalık bir cemaatin iştirak ettiği cenaze namazını Fatih Camii’nde devrin şeyhülislamı Molla Mehmed Efendi kıldırdı. Cenaze namazından sonra Karagümrük’teki tekkesine defnedildi. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Şefaatlerini dileriz.
Cerrahi Tekkesi
İstanbul’un önde gelen tekke merkezlerinden biri olan tekke, zaman içinde dört defa yeni baştan inşa edilmiş, çeşitli onarımlara, değişikliklere ve ilavelere sahne olmuştur. 1844’te Sultan Abdülmecid tarafından tekke tamir edilmiş ve bir de şadırvan yaptırılmıştır. Türbede, altlarındaki kabirlerde birden fazla kişinin gömülü olduğu, toplam otuz kadar ahşap sanduka mevcuttur. Cerrahi tekkesi, gerek zamanında gerekse tekkelerin kapatılmasından sonraki yıllarda İstanbul’un tasavvuf kültürü ve musikisi açısından en önemli merkezlerden biri olmuştur. Pazartesi günleri icra edilen ayinler musiki tarihinde önemli yerleri olan zakirbaşılar tarafından yönetilmiştir .
Eserleri
1. Mürşid-i Dervişan,
2. Evrad-ı Kebir,
3. Evrad-ı Sağir.
4. Divan.
Divan şiiri geleneği içinde dini-tasavvufı mahiyetteki şiirlerini “Nuri” mahlasıyla yazardı.
Şiirlerinden biri:
Dil beyitini pak eden
Dervişi anka eden
Alem-i lahuta giden
Mevla zikridir zikri
Zikirden halet alan
Aşınay-ı ruh olan
Ukbada devlet bulan
Mevla zikridir zikri
Terk ehline karışan
Hem zevkine erişen
Bahr-ı ledünle görüşen
Mevla zikridir zikri
Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları
Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde toplam 24 sene şeyhülislamlık yapan büyük İslam Alimi Zembilli Ali Efendi‘nin asıl adı Alaaddin Ali bin Mehmed bin Cemaleddin’dir. Mevlana Sini Ali Cemali lakabıyla da tanınmaktadır. Doğum tarihi kesin olarak bilinememektedir, Aksaraylı yahut Karamanlı olduğuna dair farklı görüşler vardır.
Tahsil hayatına memleketinde başlayan ve daha sonra İstanbul’a gelen Ali Efendi, Molla Hüsrev’in öğrencisi olmuştur. İlim tahsiline Bursa’da, Hüsamzade Mevlana Muslihüddin’in yanında devam etmiş ve ondan icazetini alarak müderrisliğe başlamıştır.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Edirne’deki çeşitli medreselerde talebe okutmuştur. Sadrazamla arasını açan bir olay nedeniyle müderrislik görevinden istifa ederek tasavvufla ilgilenmeye başlamıştır. II. Bayezid’in padişah olmasıyla saraya davet edilen Ali Efendi, bu isteği geri çevirerek müderrislik görevinde devam etmeyi tercih etmiştir. Bursa, İznik ve Amasya Medreselerinde bir müddet ilmi faaliyetlerini sürdürmüş, Amasya kadılığı yaptığı sırada görevinden ayrılarak hacca gitmiştir. Bu yolculuk vesilesiyle Mısır’da bir yıl kalarak zamanının şöhretli ilimleriyle görüşmüş ve ilim meclislerine iştirak etmiştir. Hacda bulunduğu 1497 yılında, II. Bayezid tarafından şeyhülislamlığa atanmıştır.
Ali Efendi İstanbul’a döndüğünde, şeyhülislamlık vazifesiyle müderrisliği bir arada yürütmüştür. Kendisinden sonra gelen şeyhülislamlar da bu durumu bir gelenek haline getirerek Bayezid Medresesi’nde eş zamanlı müderrislik yapmışlardır.
Dinin hükümlerine ölesiye bağlılığı, iktidarlar kar şısında eğilip bükülmeden tavizsiz duruşu ve şaşmaz adalet terazisiyle padişahların hayranlığını kazanan Ali Afendi, şeyhülislamlık görevini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde de sürdürmüştür. Devletin askeri ve siyasi meselelerinde de inisiyatif üstlenmiş, Mısır Seferi’nin fetvasını vermiş, Rodos Seferi’nde hazır bulunarak padişaha ve orduya manevi destek sağlamıştır. 1526 yılında İstanbul’da vefat eden Ali Efendi, Zeyrek’de yaptırdığı sıbyan mektebinin bahçesine defnedilmiştir.
Ali Efendi’nin “Zembilli” lakabını alması, fetva isteyenlerin sorularını yazdıkları kağıtları koyabilmeleri için evinin penceresinden devamlı olarak zembil adı verilen bir sepeti aşağıya sarkıtması dolayısıyladır. İstanbullular alimin sorulara verdiği cevapları yine bu zembilin içinden alırlardı.
1998 yılına kadar gelebilmeyi başaran Zeyrekteki evi, maalesef duyarsızlık neticesinde yıkılmıştır.
Eserleri. Ali Cemâlî Efendi’nin ilmî gelişmeleri takip ederek kendisini sürekli yenilediği ileri sürülür ve kitaba da çok meraklı olup çeşitli yerlerden eserler getirttiği belirtilir. Başlıca eserleri şunlardır:
1. Muhtârât mine’l-Fetâvâ (Fetâvâ-yı Ali Efendi). Hanefî fıkhına dair bu telif eserin İstanbul kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 138; Esad Efendi, nr. 644; Fâtih, nr. 2387, 2388, 2389; Lâleli, nr. 1154).
2. Muhtasarü’l-Hidâye. Fıkha dair bir eserdir.
3. Risâle fî hakkı’d-devrân (Risâletü’d-deverân). Eserde sûfî raksının zikir maksadıyla yapılması durumunda haram olmadığı belirtilir ve eserin biri mensur, diğeri manzum iki nüshasının bulunduğu kaydedilir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3093/2) Risâle fî cevâzi devrâni’ṣ-ṣûfiyye adıyla kayıtlı nüsha Arapça ve mensurdur.
Âdâbü’l-evsiyâ adlı ahlâka dair eser Ali Efendi’ye nisbet edilirse de bu eserin oğlu Fudayl Çelebi tarafından kaleme alındığı tesbit edilmiştir
Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .



istanbul -fatih – baş imam sokakta
Ta Buhara’dan kalkıp İstanbul fethine katılan ve Ni’me’l-Ceyş’den (mutlu gazilerden) olan yedi yüce zat, Fatih, Malta Baş İmam Sokağı üzerinde müstakil türbelerinde medfundurlar. Kitabelerinde:
‘’ Seyyid Hamza, Seyyid Ukeyl, Seyyid Abdulaziz, Seyyid Abdurrahman, Seyyid Abdürrahim, Seyyid Abdülgafür. Seyyid Cafer ruhları için Fatiha ‘’ yazılıdır. Kazlıçeşme, Demirhane Caddesi üzerinde de Yedi Emirlerin türbeleri vardır. Caddeye bir kapısı ve bir penceresi olan incir ağacının gölgesinde medfun olan bu yedi fetih gazisinin güzel bir kitabeleri vardır:Gazi fetihte Sultan Mehmed Han ile bu yedi kimse beraber anın ile darbetmişti. Cümlesi birden şehadet şerbetini nuş eyleyip Yedikule haricinde bunca yıl esrar Etmişti. 1297.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988