Ana Sayfa>evliya(Sayfa 20)

Mehmed Talui Efendi (k.s.)

Bolu – Mudurnu’da ilçe merkezinde yer alan Kanuni Sultan Süleyman camii haziresinde

Mudurnu Velilerinden. 1689’da Mudurnu’da doğdu. İstanbul’da Halveti Şeyhi Nasuhi Efendi ve oğlu Ali Efendi’nin yanında yetişti. 1742 ‘de Halveti Tekkesine Şeyh oldu. Ömrünün son yıllarında yeniden Mudurnu’ya döndü ve 1757’de vefat etti. Kabri şerifi ; Mudurnu’daki Kanuni Sultan Süleyman camii bahçesindedir.

Kaynak ;Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu Evliyaları , cilt 1

Şeyh Abdulkadir Efendi – Mudurnu

Bolu – Mudurnu’da Kanuni Sultan Süleyman camii karşısındaki Abdurrahim Tirsi hazretlerinin yanında

Mudurnu Velilerindendir. Şeyh Abdullah Efendi‘nin oğludur. Babasından inabe alarak feyz almış, irşad postuna oturmaya hak kazanmıştır. Ömrünü mücahede ve riyazatlarla geçiren erenlerdendir. Sırri mahlası ile ilahileri vardır. Hicri 1176 (miladi 1734) yılında ahiret alemine yürümüş, temiz soylu dedelerinin yanında yüce Allah’ın rahmetine emanet edilmiştir.

Şeyh Abdulkadir Efendi’nin Silsile-i Şerifi

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ali (ra.)
3. Hz. Hasan Basri (ks.)
4. Hz. Habib Acemi (ks.)
5. Hz. Maruf Kerhi (ks.)
6. Hz. Sırrı Sakati (ks.)
7. Hz. Cüneyd Bağdadi (ks.)
8. Hz. Ebû Bekir Şibli (ks.)
9. Hz. Abdülvahid Tamimi (ks.)
10. Hz. Şeyh Ebu Fereç Tarsusi (ks.)
11. Hz. Şeyh Ebu Kureyşi Ayiyul Hakari (ks.)
12. Hz. Şeyh Ebu Said Mubarek Mahsumi (ks.)
13. Hz. Şeyh Seyyid Abdulkadir Geylani (ks.)
14. Hz. Şeyh Seyyid Şemseddin Muhammed (ks.)
15. Hz. Şeyh Seyyid Şehabeddin Ahmed (ks.)
16. Hz. Şeyh Seyyid Hüseyin Hamavi (ks.)
17. Hz. Şeyh Seyyid Eşrefoğlu Rumi (ks.)
18. Hz. Şeyh Abdurrahim Tirsi (ks.)
19. Hz. Şeyh Muslihiddin Efendi (ks.)
20. Hz. Şeyh Hamdi Efendi (ks.)
21. Hz. Şeyh Sırrı Ali Efendi (ks.)
22. Hz. Hamdullah Sani Efendi (ks.)
23. Hz. Şeyh Lütfullah Efendi (ks.)
24. Hz. Şeyh Ahmed Efendi (ks.)
25. Hz. Şeyh Eşref Sani (ks.)
26. Hz. Şeyh Abdullah Efendi (ks.)
27. Hz. Salih Efendi (ks.)
28. Hz. Şeyh Abdülkadir Efendi (ks.)
29. Hz. Şeyh Muhyiddin Efendi (ks.)
30. Hz. Şeyh Şerafüddin Efendi (ks.)
31. Hz. Şeyh İzzeddin Efendi (ks.)
32. Hz. Şeyh Abdullah Efendi (ks.)
33. Hz. Şeyh Avnüllah Efendi (ks.)
34. Hz. Şeyh Fahreddin Efendi (ks.)
35. Hz. Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi (ks.)
36. Hz. Şeyh Mehmed Fahreddin Efendi (ks.)
37. Hz. Şeyh Nafiz Efendi (ks.)
38. Hz. Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi (ks.)

Devran sırrına (ayak zikrine) dair ” Devranname” adında bir eseri ve bir ” Divan’ı” vardır. Farsça şiir yazacak kadar Fars diline aşina idi.

Kaynak ;
Rahmi Serin, Hayreddin Tokadi Hazretleri ve Bolu ilçelerindeki Türbeler
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları

Abdurrahim Tirsi (k.s.)

Bolu – Mudurnu’da İlçe merkezindeki Kanuni Sultan Süleyman camii ‘nin hemen karşısında

İznik yakınlarındaki Tirse köyünde doğdu. Babası Bayezid Fakih köyde imamlık yapıyordu. Küçük yaşta babası ile İznik’e giderek büyük Veli Hacı Bayram Veli hazretlerinin damadı ve Kadiri tarikatının Eşrefiyye kolunun kurucusu Eşrefoğlu Rumi’nin sohbetlerine katıldı. Eşrefoğlu Rumi’nin ” Bu çocuğu bize verin, talim ve terbiyesi ile meşgul olalım ” buyurması üzerine babasının rızası ile onun yanında kalarak yetişti.

Eşrefoğlu Rumi hazretleri küçük Abdurrahman’ı kendi gözetim ve eğitimine alarak tahsiline dikkat buyurmuşlar, en sonunda kendi tarikatının halifeliğini vererek maksadına nail kılmışlardır. Bir süre sonra Eşrefoğlu Rumi’nin kızı Züleyha Hatun ile evlendi. Böylelikle bir yandan damat, bir yandan da halifesi olarak maddesine ve mansına ortak eylemiştir.

Abdurrahim Tirsi hazretleri ; Yunus Emre ve Eşrefoğlu Rumi hazretlerinin tesirinde kalarak hece vezni ve sade dille yazdığı çok güzel şiirleri ve divanı vardır.Abdurrahim Tirsi hazretlerine ait olan ilahiler uzun süre kadiri dergahında okunmuştur.

Şeyh Abdurrahim Tirsi hazretlerinin Silsile-i Şerifi

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ali (ra.)
3. Hz. Hasan Basri (ks.)
4. Hz. Habib Acemi (ks.)
5. Hz. Maruf Kerhi (ks.)
6. Hz. Sırrı Sakati (ks.)
7. Hz. Cüneyd Bağdadi (ks.)
8. Hz. Ebû Bekir Şibli (ks.)
9. Hz. Abdülvahid Tamimi (ks.)
10. Hz. Şeyh Ebu Fereç Tarsusi (ks.)
11. Hz. Şeyh Ebu Kureyşi Ayiyul Hakari (ks.)
12. Hz. Şeyh Ebu Said Mubarek Mahsumi (ks.)
13. Hz. Şeyh Seyyid Abdulkadir Geylani (ks.)
14. Hz. Şeyh Seyyid Şemseddin Muhammed (ks.)
15. Hz. Şeyh Seyyid Şehabeddin Ahmed (ks.)
16. Hz. Şeyh Seyyid Hüseyin Hamavi (ks.)
17. Hz. Şeyh Seyyid Eşrefoğlu Rumi (ks.)
18. Hz. Şeyh Abdurrahim Tirsi (ks.)
19. Hz. Şeyh Muslihiddin Efendi (ks.)
20. Hz. Şeyh Hamdi Efendi (ks.)
21. Hz. Şeyh Sırrı Ali Efendi (ks.)
22. Hz. Hamdullah Sani Efendi (ks.)
23. Hz. Şeyh Lütfullah Efendi (ks.)
24. Hz. Şeyh Ahmed Efendi (ks.)
25. Hz. Şeyh Eşref Sani (ks.)
26. Hz. Şeyh Abdullah Efendi (ks.)
27. Hz. Salih Efendi (ks.)
28. Hz. Şeyh Abdülkadir Efendi (ks.)
29. Hz. Şeyh Muhyiddin Efendi (ks.)
30. Hz. Şeyh Şerafüddin Efendi (ks.)
31. Hz. Şeyh İzzeddin Efendi (ks.)
32. Hz. Şeyh Abdullah Efendi (ks.)
33. Hz. Şeyh Avnüllah Efendi (ks.)
34. Hz. Şeyh Fahreddin Efendi (ks.)
35. Hz. Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi (ks.)
36. Hz. Şeyh Mehmed Fahreddin Efendi (ks.)
37. Hz. Şeyh Nafiz Efendi (ks.)
38. Hz. Şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi (ks.)
[/toggle]

Çok büyük kerametler sahibi olan Abdurrahim Tirsi hazretleri , Hicri 926 ( miladi 1519) yılında Sefer ayında vefat etmiştir. Kırk sekiz yıl süreyle dergahda postnişilik yapmıştır.

Kaynak ;
Rahmi Serin, Hayreddin Tokadi Hazretleri ve Bolu ilçelerindeki Türbeler
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları

İskilipli Atıf Hoca (k.s.)

Çorum – İskilipli’de Gül Baba kabristanında

İskilip’in Toyhane köyünde doğdu. Babası, Akkoyunlu aşireti beylerinden ve İmamoğulları’ndan Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke-i Mükerreme’den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerinden, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin torunu Nazlı Hanım’dır.

Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Âtıf dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü. İlk dinî bilgileri köyündeki hocalardan aldı. İskilip’te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi’den bir süre ders okuduktan sonra ailesinin muhalefetine rağmen ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı. 1902’de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek “İstanbul müderrisliği”ni kazandı; ertesi yıl Fâtih Camii’nde ders vermeye başladı. Bu arada İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi’nden 1905’te mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Âtıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırımlı İbrâhim Tâli Efendi’nin pasaportu ile Kırım’a geçti. Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü. 1910’da medâris müfettişliğine getirildi. Bu arada Sebîlürreşad ve Beyânülhak’ta yazılar yazdı. Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dolayısıyla takdirnâme aldı.

31 Mart Vak‘ası’nda bir hafta tutuklu kalan Mehmed Âtıf Efendi, Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi (1913) olayında dahli olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürüldü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul’a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir (Ebül‘ulâ Mardin, II-III, 970). Dört yıl görev alamadı. 1918’den sonra Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî tefsîr-i şerîf ve Medresetü’l-kudât’ta hikmet-i teşrîiyye müderrisliğine tayin edildi. 1 Ocak 1919’da da İbtidâ-i Dâhil Medresesi umum müdürlüğü idarî görevine getirildi.

19 Şubat 1919’da Mustafa Sabri Efendi’nin başkanlığında kurulan Müderrisîn Cemiyeti’nin ikinci başkanlığına tayin edildi. Cemiyet, 24 Kasım 1919’da genel kurul toplantısında alınan karar gereğince Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı ve Mustafa Sabri Efendi’nin şeyhülislâmlık makamına tayini üzerine başkanlığa Âtıf Efendi getirildi. Cemiyet, ilk olarak İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden bir beyannâme yayımladı. İskilipli, işgal kuvvetlerine ve yeni bir tehlike olarak ortaya çıkan Bolşevizm’e karşı olan beyannâmelere de imza attı. Anadolu’nun çeşitli merkezlerinde şubeleri açılan Teâlî-i İslâm Cemiyeti pek çok kitap bastırarak dağıttı ve köylü çocuklarının bilgilendirilmelerine öncülük etti, ayrıca bir ilmihal ile İslâm tarihi kitabı hazırlattı.

1922 yılı Ramazanında huzur derslerine muhatap olarak katılan Âtıf Efendi, Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) ve Süleyman Nazif ile itikadî ve fıkhî konularda kalem münakaşalarına girişti. Bu arada İstiklâl Savaşı’nda işgal güçlerine karşı mücadele verdi.

1924’te yazıp Maarif Vekâleti’nin ruhsatı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risâlesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925’te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından Giresun’a sevkedildi. Ankara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Rize vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştırdı. Söz konusu eserini, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazmış olması ve suçunun sabit görülmemesi üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul’a getirildi, oradan da tekrar Ankara’ya gönderildi. 1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılandı. Savcı Necip Ali’nin (Küçüka) iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edildi. 4 Şubat 1926’da Ankara’da eski meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı’nda Babaeski müftüsü Ali Rızâ Efendi ile beraber idam edildi .

Âtıf Hoca idam edildikten sonra, yıkanmadan ve cenaze namazı kılınmadan Mamak Kimsesizler Mezarlığı’na defnedildi. Yıllar sonra aile üyelerine Âtıf Hoca’nın mezarının taşınması gerektiği söylendi. Aile fertleri ise, devlet yetkililerinden korktuklarından bir cevap veremiyordu. Çünkü Âtıf Hoca’ya uygulanan zulüm ve işkence ile bütün akraba ve arkadaşları sindirilmişti. Âtıf Hoca’nın idamından sonra eşi Zahide Hanım ve kızı Ayşe Melahat kimsesiz kaldı. İstanbul’da bir gayrimüslim topluluğun saldırısına uğrayan aile, Âtıf Hoca’nın doğduğu köye, Toyhane’ye döndü.

Âtıf Hoca’nın yeğenlerinden Bahattin İmal Hoca anlatıyor: “Âtıf Hoca’nın idamından sonra, aile daha fazla zarar görmemek için sürekli olarak devletten uzak durdu. Tabir yerindeyse ailenin izi kaybettirildi. Nüfus müdürlüğünde bir memur biz sıkıntı çekmeyelim diye kayıtları değiştirmiş. Soyadı kanun çıktığı yıllarda bütün köyün kütüğü değiştirilmiş. 1954 yılında Ankara’daki mezarlığın yeri değişeceği zaman ‘Gelin mezarınızı taşıyın.’ diye köye zabit göndermişler. Ancak hiç kimse korkudan gidip mezarı alamamış. Çünkü İskilip halkı ve bütün köylü sindirilmiş.”

İskilipli Atıf Hoca’nın Eserleri
1- Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu (İstanbul 1326); Muînü’t-talebe (İstanbul 1326);
2- Medeniyyet-i Şer‘iyye ve Terakkiyât-ı Dîniyye (İstanbul 1329; Şeriat Medeniyyeti, s. nşr. Sadık Albayrak, İstanbul 1975);
3- Mir’âtü’l-İslâm (İstanbul 1332);
4- İslâm Yolu (İstanbul 1338; Yeni İlmihal: İslam Yolu, s. nşr. S. Hüküm, İstanbul 1991); Tesettür-i Şer‘î (İstanbul 1339);
5- İslâm Çığırı (İstanbul 1339);
5- Dîn-i İslâm’da Men‘-i Müskirât (İstanbul 1340);
6- Frenk Mukallidliği ve Şapka (İstanbul 1340; s. nşr. Ömer Faruk, İstanbul 1994).
7- Frenk Mukallidliği ve Şapka, Dîn-i İslâm’da Men‘-i Müskirât ve Mir’âtü’l-İslâm adlı eserleriyle Sebîlürreşad, Beyânü’l-Hak, Mahfil ve Alemdar’da çıkan bazı yazıları bir araya getirilerek Frenk Mukallitliği ve İslam adıyla Sadık Albayrak tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1976). Ayrıca Frenk Mukallidliği ve Şapka’nın dışındaki bütün eserleri ve yazıları İskilipli Âtıf Hoca Nasıl İdam Edildi? (İskilipli Atıf Efendi ve Tüm Eserleri; haz. Sadık Hocaoğlu, İstanbul, ts.) ve yazma halindeki Mültekā tercümesi İslâm Fıkhı altında yeni harflerle neşredilmiştir (I-VI, haz. Mümtaz Habip Güven – Abdullah Sivridağ, İstanbul 1994).

Âtıf Hoca’nın Mamak Kimsesiz mezarlığındaki kabri, mahkemede zabıt katipliği yapan ve Atıf Hoca”nın idam ve defninde bulunan bir kişinin oğluna bıraktığı vasiyet ile 2000 yılında bulundu. Atıf Hoca”nın kemikleri, yeğenlerinden alınan kan, tırnak ve saç örnekleriyle yapılan DNA testi de pozitif çıkınca, 2008 de Fazilet Partisi eski Hatay Milletvekili Dr.Mehmet Sılay ve İskilip eski Belediye Başkanı Orhan Öztürk tarafından alınarak, İskilip”teki Gülbaba Mezarlığına getirildi. Cenaze namazı yıllar sonra kılınan Atıf hoca, Gülbaba Mezarlığında defnedildi.Atıf Hoca”nın kabrine sahip çıkan İskilip halkının yoğun isteği üzerine bir süredir yapımı konuşulan anıt mezar için çalışmalar uzun gayretler sonunda 2008 yılında tamamlandı ve kabri şerifi şimdiki halini aldı. (Allah yapanlardan razı olsun )

Kaynaklar ;
Türkiye diyanet vakfı , İslam Ansiklopedisi , Sadık Albayrak
Mehmet Sılay, İskilipli Âtıf Hoca, Düşün Yayınları, 2010, İstanbul.

Bünyamin Ayaşi (k.s.)

Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir

Asıl adı Mustafa’dır. ” Sultan İbn-i yamin el Ayaşi” lakabıyla da anılır ve Ayaşlı olduğu içinde Bünyamin Ayaşi ismiyle şöhret bulmuştur. Seyyid nesebli ve babasının adı Yamin’dir. Ayaş kazasında doğmuş ve burada vefat etmiştir. Doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili kesin bir bilgi yoktur.

Bazı kaynaklarda ve Ankara Salnamesinde Hacı Bayram Veli hazretlerinin halifesi olduğu kabul edilse de Dede Ömer Sikkini hazretlerinin halifesi olduğu genel kabul görür. ( Özelikle Melami kaynaklarında) Hayatının ilk dönemiyle ilgili yeterli bilgi yoktur. Hüseyin Vassaf efendi ; Sefine-i Evliyasında Bünyamin Ayaşi hazretlerinin şeyhinden sonra 26 sene makam-ı hilafette bulunduğunu belirtir.

Melami Büyüklerinden Sarı Abdullah Efendi ” Semaratü’l – Fuad” ında Bünyamin Ayaşi hakkında şöyle bir menkıbe nakleder ; Bünyamin Ayaşi hazretleri irşad vazifesini yürütürken bazı kıskançlık ve iftiralar sebebi ile Kütahya Kalesine hapsedilir. Zamanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman ise Rodos Kalesi’ni yedi ay muhasara etmesine rağmen adanın fethini gerçekleştiremez. Padişah bu başarısızlığın sebebini mahiyetindekilere sorar. Bünyamin Ayaşi’nin dostlarından ve Kanuni’nin çuhadarı olan bir kişi ” Sultanım Hacı Bayram Veli tarikatından Bünyamin Ayaşi bunca zamandır Kütahya Kalesinde mahpustur. Kuvvetli kanaatım budur ki Rodos’un İslam askerlerine şimdiye kadar mukavemet ederek fethedilmemesinin sebebi Bünyamin Ayaşi’nin mazlumen hapsolunmasıdır” der. Bu teklifi uygun gören Kanuni, hazretin serbest bırakılmasını ferman buyurur ve Bünyamin Ayaşi’nin hapisten çıktığı gün Rodos kalesi feth olunur.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin ; Aziz Ruşen Efendi , Sivaslı Osman Efendi ve Bolulu Süleyman Efendi adlı üç halifesi olmakla birlikte melami silsilesi Bünyamin Ayaşi’nin halifesi olarak Pir Ali Aksarayi hazretleriyle devam eder.

Şeyh Bünyamin Ayaşi hazretlerinin vefat tarihi ihtilaflıdır. Mahmud Kefevi 1512 yılını , Müstakimzade 1510 yılını verir. Atai ve İ. hakkı Uzunçarşılı’da Dede Ömer Sikkini’nin halifesi olduğunu belirterek 1520 tarihini verirler.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin türbesi , Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir.

kaynak ;
Abdülkerim Erdoğan , Ankara Erenleri II , Ankara B. Şehir Belediye yayınları , 2013
Sarı Abdullah Efendi , Semeratu’l – Fuad
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012

Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah

Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah

Samsun -Havza’nın 19 kilometre Kuzeydoğusuna düşen Dere Köyü merkez cami yanında bulunmaktadır

TARİHÇE: Halk arasında ” Zeyneddin bin Veli ” şeklinde anılan türbe, batısındaki aynı adlı camiyle birlikte, camiyebitişik inşa edilmiştir. Türbe ve camiye ait bir inşa kitabesi bulunmamaktadır. Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi adlı kitabına göre cami ve türbe, Selçuklu Emirlerinden’ Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah tarafından H. 647 /M. 1249-50’de yaptırılmış ve vakıfları düzenlenmiştir. Türbenin banisi olarak gösterilen Selçuklu Emiri Veliyyüddin’inismine ise kaynaklarda rastlanmamaktadır. Cami ve türbenin tarihini aydınlatacak başka bir belgeye de ulaşılamamaktadır. Mevcut yapım plânı, duvar kalınlığı, işçiliği ve mimari elemanları bu tarihe uygun düştüğündentürbenin yapımı için kitapta verilen H. 647 / M. 1249-50 tarih söylenebilir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; içten sekizgen, dıştan ise camiyle bitişmesi ve kuzeyinde bir giriş mekânı yer almasıitibariyle, güneydoğu köşesi pahlı, dikine dikdörtgen şeklindedir. İçten sekiz köşeli, piramidal külah örtülü yapı,dıştan camiyle birlikte kırma çatıyla örtülüdür. Sıvalı sekizgen külah, pek muntazam değildir. Çatı, 1940 yılında kuzeye eklenen caminin çatısının devamı olarak yapılmıştır. Kuzey cephedeki kapıyla girilen türbenin, sekizgenkenarları, birbirine yakın ölçülerde, ancak aynı değildir. Kıble duvarında alt seviyedeki mazgal pencere, yapınınaltındaki cenazelik katına işaret etmektedir. Sekizgen yapının kuzeyinde yeni cami, batısında eski cami bulunmaktadır. Türbenin kuzeyi, doğu yönde yeni bir kapıyla girilen, enine dikdörtgen şeklinde olup, bir tür girişolarak belirmektedir. Ancak bugün etrafını kapatan duvarlarla kendiliğinden oluşan bu kesimde, orijinalde ne tür birdüzen olduğu anlaşılamamaktadır.Yapının zamanla aldığı görünüm, türbe olduğu kanaatini vermekten uzaktır. Türbeye; tek kanatlı, iki panoyaayrılarak oymalarla bezenmiş ahşap bir kapıyla girilir. Eğilerek girilecek kadar alçak tutulan kapının eşiği, hafifyüksekçedir. Birbirinin simetriği dikdörtgen panolarda, ortada tüm panoyu kaplayan eşkenar dörtgen çerçeveiçerisinde, “S” kıvrımlarıyla birlikte, stilize, bitkisel bir kompozisyon görülür. Barok karakterli iri kıvrımların ortasında,papatya benzeri stilize bir çiçek motifi yer alır. Panonun köşelerinde oluşan üçgen alanlarda, daireden dağılan ışıkdemetlerini hatırlatan, bir kompozisyon vardır. Ahşap yüzeyin oyulmasıyla kabartılan kompozisyonun üslubu,türbenin ilk inşasından çok sonralara; geç devir Batılılaşma dönemine işaret etmektedir. Sadece kıble yöndekipencereden ışık alan yapının içi, bir hayli karanlıktır. Pencerenin yetersizliğiyle birlikte, duvarlar ve külahın kısa tutulması, yapının içinde basık bir etki uyandırmıştır. Türbede sanat değeri taşımayan iki sanduka bulunur. Ortadakibiraz daha büyük, kıble taraftaki küçük olan sandukalar, kabaca yapılmış olup, küçük olanın bir çocuğa ait olmasıbeklenir. Zamanla elden geçirilen, halen beyaz alçıyla kaplı sandukaların, kimlere ait olduğu konusunda bir belgeolmamakla birlikte, bani ve bir yakınına ait olabilecekleri akla gelmektedir. Duvarlarda içte dört köşede, 1.70 m.yükseklikte taş kandillikler göze çarpar.
RİVAYET: Rivayet olunur ki, kısa bir süre öncesine kadar türbe duvarındaki delikten bakıldığında Emir el-HacVeliyüddün Bin Berekat Şah’ın ayaklarının çürümemiş bir şekilde olduğu bakanlarca görülmekteydi. Ancak türbeiçindeki sehpanın çökmesi nedeni ile artık görülmemekte. Yine rivayet olunur ki define aramak için türbeye girenkişiler define aramaya fırsat bulamadan başlarına gelen çeşitli belalar nedeniyle perişan olmaktadır. Yöre halkıtarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan “Dereköy Evliyası” veya ” Zeyneddin bin Veli ” olarak tanınantürbe ziyaret yeridir. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın(c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Genellikle erkek çocuk isteyen ve ruhsal bozukluğu bulunanhastalar türbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummakta adaklar adamaktadır.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Dede Pınarı Türbesi – Samsun

Dede Pınarı - Samsun

Samsun – Havza’ya 27 kilometre kuzey doğusundaki Çakıralan Köyü’nde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Dede Pınar ” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; dikdörtgen şeklinde 1,5 metrelik bahçeduvarıyla yarı açık olarak çevrilmiştir. Türbe içinde doğal taşlardan yapılı kabir ve ağaçlar vardır. Türbenin önünde ise kışın sıcak yazın serin akan pınar bulunmaktadır.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Dede Pınar Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Pontuslu Rum çetelerinin diğer köylere baskın düzenlerken ÇakıralanKöyü’ne hiçbir şekilde baskında bulunmamasının nedeni yöre halkı tarafından köyde bulunan Dede Pınar Evliyası’nadayandırılmaktadır. Ayrıca Kıbrıs Barış Harekatı döneminde mezar üzerinde bulunan kavun büyüklüğündeki taşınbir hafta kaybolduğu ve bir hafta sonra akşam namazından çıkan cemaatin aynı taşın kıvılcımlar saçarak yerinedöndüğünü gördüğü rivayetler arasındadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hastaolanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle sarılık hastalarıtürbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummaktadır.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Akşemseddin (k.s.)

Bolu – Göynük ilçe merkezinde Süleymanpaşa camii yanında

Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. Ancak Akşemseddin veya kı­saca Akşeyh adıyla şöhret bulmuştur. 792 (1390) yılında Şam’da doğdu. ‘Avarifü’1-ma’arif sahibi Şeyh Şehabeddin Sühreverdi’nin (ö 632/ 1234) torunların­ dan Şeyh Hamza’nın oğludur. Baba tarafından nesebi Hz. Ebu Bekir’e kadar uzanmaktadır. Yedi yaşlarında babasıy­la birlikte Anadolu’ya gelerek o zaman Amasya’ya bağlı olan Kavak ilçesine yerleştiler ( 7 9 9 / 1396-97 ) Kur’an’ı ezberleyip kuvvetli bir dini tahsil gördükten sonra Osmancık Medresesl’ne müderris oldu. Yine bu arada iyi bir tıp tahsili yaptığı da anlaşılmaktadır. Hayatı hakkında en geniş ve doğru bilgilerin yer aldığı Enisi’nin Mendkıbname’sine göre “ilm-i batın lezzeti dimağından gitmediği için”, tahminen yirmi beş yaşlarında iken kendisine bir mürşid aramak üzere Fars ve Maveraünnehir’e doğru yola çıktı; ancak arzusunu gerçekleştiremeden geri döndü. Bazı tavsiyeler üzerine Hacı Bayram-ı Veli’ye intisap etmeyi düşündüy­se de vazgeçti ve şöhreti Anadolu’ya kadar yayılmış bulunan Zeynüddin El Hafi’ye intisap için Halep’e gitti. Fakat bir gece rüyasında, boynuna takılı bir zincirin Hacı Bayram’ın elinde olduğunu görünce Ankara’ya döndü. Akşemseddin hakkında bugüne kadar en geniş araş­tırmayı yapmış bulunan A. İhsan Yurd, Akşemseddin’in Def’u meta’in adlı eserinde Zeynüddin El-Hafı’ye açıkça tarizde bulunduğuna dikkati çekerek tenkit ettiği bir kimseye intisap etmeyi düşünmesinin mümkün olamayacağını belirtmekte ve onun doğrudan doğruya Hacı Bayram’a bağlandığını kaydetmektedir.

İntisap tarihi belli olmayan Akşemsed­din sıkı bir riyazet ve mücahededen sonra kendisini takdir eden şeyhinden kısa zamanda hilafet aldı. Akşemseddin’in içinde çileye girdiği hücre bugün de Ankara Hacıbayram Camii bodrumunda mevcuttur ve şeyhin adıyla anılmakta­dır.

Daha sonra şeyhinin yanından ayrılarak Beypazarı’na gitti, burada bir mescid ve değirmen inşa ettirdi. Fakat halkın büyük rağbet gösterip etrafına toplanması üzerine günümüzde Çorum’a bağlı olan iskitip kazasında Kösedağı civarın­ daki Evlek köyüne çekildi. Bir süre sonra buradan da ayrılarak Göynük’e yerleşti ve orada da yine bir mescidle değirmen yaptırdı. Bir yandan çocukları­ nın, diğer yandan da dervişlerinin talim ve terbiyeleriyle meşgul oldu; bu arada hacca gitti. Şeyhi Hacı Bayram-ı Veli’nin vefatından sonra onun yerine irşad makamına geçti (833 / 1429-30)

Akşemseddin, şeyhi Hacı Bayram’ın II. Murad’la münasebetlerinde hemen daima yanında olduğundan oğlu II. Mehmed ile de tanışmış ve tahta çıktıktan sonra da onunla görüşmeye devam etmişti. Tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber İstanbul’un fethinden önce iki defa Fatih’in yanına Edirne’ye giden Akşemseddin, ilkinde II. Murad’ın kazaskeri Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi, öbür defasında da Fatih’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmiş, Fatih’in kızı da kendisine Beypazarı’ndaki pirinç mezraalarını vermişti. Fatih 1453 yılı baharında istanbul’u muhasara etmek üzere ordusuyla Edirne’den yola çıkınca Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de yüzlerce müridleriyle ona katıldılar. Akşemseddin kuşatmanın en sıkıntılı anlarında gerek padişahın gerekse ordunun manevi gücünün yükseltilmesine yardımcı oldu. Araştırmacılar, Akşemseddin’in bu sı­kıntılı anlarda zaferin yakın olduğu müjdesini vererek sabredip gayret göstermesi gerektiğine dair Fatih’e yazdığı mektupların fethin kısa zamanda gerçekleşmesinde büyük bir tesiri olduğu­ nu belirtmektedirler.

Fetihten sonra Ayasofya ‘da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi Akşemseddin okuduğu gibi, İslam ordularının daha önceki kuşatmalarından birinde şehid düşmüş olan sahabeden Ebu Eyyub el-Ensari’nin kabrini de Fatih’in isteği üzerine yine o keşfetti. Fatih tarafından kiliseden çevrildikten sonra Fatih medreseleri yapılıncaya kadar önce medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nin güney ihata duvarında pencere üstündeki bir kitabeden, Akşemseddin’in istanbul’da bulunduğu yıllarda burada oturduğu ve ders verdiği anlaşılmaktadır. Fetihten sonra padişahın taç ve tahtını terkedip bütünüyle şeyhe bağlanmak ve ondan tarikat ahkamını öğrenmek istemesi üzerine Akşemseddin büyük bir dirayet göstererek Fatih’in bu arzusuna engel olmaya çalıştı. Bunu başaramayacağını anlayınca Gelibolu üzerinden Anadolu yakasına geçerek Göynük’e döndü. Sultanın gönlünü almak üzere arkasından gönderdiği hediyeleri geri çevirdiği gibi Göynük’te yaptırmak istediği cami ve tekkeyi de kabul etmeyerek sadece bir çeş­me yapılmasına razı oldu.
Hayatının son yıllarını Göynük’te geçirdiği tahmin edilen Akşemseddin , Menakıbname’ye göre 863 Rebiülahiri nin sonunda (Şubat 1459) burada vefat etti. Türbesi halen ziyaretgahtır.

Halifelerin’den Abdürrahim Karahisari’nin 865’te ( 1460-6 1) Mahmud Paşa adına kaleme aldığı Vahdetname’nin başında yer alanbir beytine göre. Akşemseddin’in bu ta-rihten önce vefat etmiş olduğu açıkça anlaşıldığından, Menakıbname’deki vefat tarihinin doğruluğuna hükmedilebilir. Nitekim bugün türbe kapısı üzerinde bulunan inşa kitabesi de 863 Rebiül ahirini göstermekte ve menakıbın verdiği bilgiyi doğrulamaktadır. E. Hakkı Ayverdi’nin kitabedeki “rebiayn” kelimesini “rebiülevvel” olarak kabul etmesinin izahı zordur. Türbesi vefatından beş yıl kadar sonra yapılmış olup sandukası üzerindeki yazı da oğullarından Mehmed Sadullah’a aittir. Evlatlarından Mehmed Sadullah ve Nürullah da bu türbede yatmaktadır. Kaynaklarda aynı zamanda “tabib-i ebdan olduğu , devrinin iyi bir hekimi sıfatıyla da şöhret kazandığı ve tıbba dair eserleri bulunduğu belirtilen Akşemseddin’in, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesini ortaya atmak ve hastalıkların bu yolla bulaştığı fikrini öne sürmekle, bu alanda kesin bilgiler veren Fracastor adlı İtalyan hekimden en az 100 yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu kabul edilmektedir.

Akşemseddin’in yedi oğlu olmuştur. Bunlar sırasıyla Sadullah, Fazlullah, Nurullah, Emrullah, Nasrullah, Nürülhüda ve Hamdullah Hamdi adlarını taşımak­tadır. Bunlardan küçük oğlu Hamdullah Hamdi (ö 909/ 1503) hey’et, nücüm ve musikide iyi derecede bilgi sahibi olup aynı zamanda devrinin önde gelen şair­leri arasında da yer almıştır.

Akşemseddin’in kurduğu Bayramiyye’nin Şemsiyye kolu kendisinden sonra Göynük’te oğlu Fazlullah, Kayseride İbrahim Tennüri, iskilip’te Attaroğ­lu Muslihuddin, Ankara ve civarında ise Hamza eş-Şami tarafından devam ettirilmiştir.

Akşemseddin Hazretlerinin Eserleri

Akşemseddin’in eserlerinin büyük bir kısmı tasavvufa dair olup baş­lıcaları şunlardır:
1. Risaletü Nuriyye. Sadece Nuriyye olarak da anılan bu Arapça eser, devrinde şöhreti çok yaygınlaşan ve bu sebeple hakkında bazı dedikodular çıkarılan Hacı Bayram-ı Veli ve dervişlerini savunma maksadıyla yazılmıştır. Akşemseddin eserinde, “taife-i nüriyye· adını verdiği sufileri müdafaa ederek onların özelliklerini, tasavvufi ahlak ve adabı anlatır. Kitapta geçen tarihlere bakarak eserin 838- 841 ( 1434- 1438) yılları arasında kaleme alındığı söylenebilir. Risaletü Nuriyye, A. İhsan Yurd tarafından Arapça metni ve Akşemseddin’in kardeşi Hacı Ali’nin Türkçe tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1972) Bayrami halifelerinden Bolulu Himmet Efendi tarafından 1071 ‘de (1661) yapılmış eksik bir tercümesi ise Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir .
2. Def’u meta ini’s-sufiyye. Kı­saca Def’u meta adıyla da anılan bu kitap bazı kaynaklarda Hall-i Müşkilat olarak zikredilmektedir. 856 (1452) yı­ lında kaleme alınan bu Arapça eser Muhyiddin İbnü’l-Arabi ve benzeri bazı bü-yük mutasvvıfların küfür ve ilhadla itham edilmelerine karşı onların sözleriyle Kuşeyri, Gazzali, Cüneyd-i Bağdadi, Necmeddin-i Kübra gibi tanınmış ulema ve meşayihin sözleri arasında bir fark olmadığını, ikincilerin eserlerinden nakiller yaparak göstermekte ve hepsinin aynı yolda bulunduklarını ispata çalışmakta ve ithamları reddetmektedir.
3. Makamat-ı Evliya. “Mürşid kimdir. makam-ı velayet nedir ve de-receleri nelerdir” gibi tasavvufi konuları işleyen Türkçe bir eserdir. A. İhsan Yurd tarafından beş nüshası karşılaştırılarak neşredilmiştir (İstanbul 1972).
Risale-i Zikrullah, Risale-i Şerh-i Akval-i Hacı Bayram-ı Veli ve Risale-i devrani’s-sufiyye adlı eserleri ise bugüne kadar ele geçmemiştir. Ayrıca Akşemseddin’in Fatih’e yazdığı iki mektubu bilinmektedir. Bunlardan biri Halil inalcık, diğeri ise Bursalı Mehmed Tahir tarafından yayımlanmıştır. Ona nisbet edilen ve yaklaşık kırk beş beyitlik Türkçe manzum bir risale olan Nasihatname-i Akşemseddin ise yine A. İhsan Yurd, Süleymaniye Kütüphanesi nüshasına dayanarak neşretmiştir (İstanbul ı972).
[/toggle]


Kaynak ; Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , Orhan F. Köprülü – Mustafa Uzun

Beyce Sultan – Denizli

Denizli – Çivril ilçesi sınırları içerisinde bulunan Beycesultan Höyüğü üzerinde yer almaktadır

Çivril ilçesi sınırları içerisinde bulunan Beycesultan Höyüğü üzerinde yer almaktadır. Höyüğün kuzey tarafında konumlanmış olan türbe Selçuklu mimari tarzına sahiptir. Sekizgen planlı yapısıyla dikkat çeken türbenin doğu cephesinde giriş kapısı bulunmaktadır. Güney cephesinde bir penceresi mevcuttur. Türbenin yapımında devşirme taşlar, devşirme mermer ve tuğla kullanılmıştır. Kapısının üzerinde monoblok yay formlu mermer kemer bulunmaktadır. Kubbesi tuğladan yapılmış olup üzeri sıvalıdır. Sandukası batı duvarına bitişik olan türbenin zemini tuğla karo kaplamalıdır. Sanduka üzerindeki şahideler devşirme malzemeden yapılmıştır. Türbenin kitabesi bulunmamaktadır.

Fotoğraf ve Metin için Kaynak ;Denizli Kültür Envanteri , Denizli Belediyesi , 2014 , sy 43