Şeyh Ahi Mahmut

Eskişehir – Kurşunlu Külliyesi hemen arka sokağında Mevlevi kabristanının karşısında.

Kitabesi bulunmayan yapının inşa tarihi bilinmemektedir. Fatih devri vakıf kayıtlarında “Kadimeden Vakıflarının” bulunduğu belirtilen Ahi Mahmud Zaviyesi’nin Şeyhinin Ahmet Veledi Ahi Mahmud olduğu yazılmıştır. Kadime vakıflarının olması zaviyenin Osmanlı dönemi öncesine ait olabileceğini düşündürmektedir.

Türbe, Eskişehir Merkezde, Kurşunlu Külliyesi ‘nin batısında yer almaktadır. Kuzey güney doğrultusunda uzayan yamuk dikdörtgen planlı, tek katlı yapının düz ahşap tavanı dıştan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüştür.

Doğu cephesinde iki, batı cephesinde bir dikdörtgen biçimli pencere bulunmaktadır. Yapıya, kuzey cephede bulunan dikdörtgen biçimli kapı vasıtasıyla girilmektedir. Dikdörtgen planlı türbede, bir sandukaya bulunmaktadır. Sade bir düzenlemeye sahip olan yapı içten ve dıştan sıvalıdır.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Kesikbaşlar Türbesi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Seyyit Battal Gazi hazretlerinin karşısında.

Kitabesi bulunmamaktadır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmeyen yapının, günümüze gelen orijinal bölümlerinden Selçuklu Dönemine ait olduğu anlaşılmaktadır.

Kuzeyinden çilehane, batısından hol, güneyinden camiyle çevrelenmiştir. İki katlıdır. Alt katı, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı, sivri tonoz örtülüdür. Üst kat kareye yakın yamuk planlı, kubbe örtülüdür. Cenazelik mekanının ortasında iki sanduka yer alır. Doğu cephe ekseninde sivri kemerli bir pencere bulunur. Üst kat, batısından sivri bir kemerle hole eyvan gibi açılmaktadır. Doğu cephesi kesme taş kaplamadır. Alt kat zemini hol zemininden yaklaşık 1.5 metre daha aşağıdadır. Moloz taş örgülü doğu duvarı haricind ki tüm duvarlar, tuğla örgülüdür. Alt katın çok az kısmı hol zemininin üstünde kalan batı duvarında bir pencere bulunur. Üst katın tüm duvarları düz istifli tuğla örgülüdür. Yıkılan pandantif geçişli kubbesi günümüzde yeniden yapılmıştır. Alt kat duvarlarında tuğla, moloz, kaba yonu ve kesme taş, üst katın kemer, kubbe geçişleri ve kubbe örtüsünde tuğla kullanılmıştır. Eyvan kemerini çevreleyen şeritle keıner köşeliklerinde erken tarihli özgün geometrik süslemeler bulunur. Eyvan kemerini çevreleyen şeritteki ok ucu motifleri dikkati çekmektedir.

Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan

Kardeşler Türbesi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Seyitgazi türbesi girişinde ilk solda.

Kösemihal’in oğullarından Ahmet ve Mehmet Beyler Türbesi olarak da bilinir. Türbe tahminen 16.yy sonu, 17.yy başında inşa edilmiştir. Halk arasında ; şehit kardeşler, Türbe binasını yaptıranlar, Kesikbaşlar, Türbe binasını tamir eden ustalar olarak adlandırılan türbeye söve ve lentosu yekpare siyah mermer dikdörtgen formlu açıklıktan üç basamaklı taş merdivenle çıkılır. Türbe zemini yüksek tutulmuştur. Kubbeye geçişte türk üçgenleri ve stalaktikitler kullanılmıştır. Türbe içinde doğu batı yönünde uzanan iki lahit vardır. Türbenin dışa açık cepheleri ve sekizgen kubbe kasnağı kesme taş örgülü olup taş saçakla nihayetlenir.

Kadıncık Ana Türbesi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Külliyenin avlusunda çeşmenin hemen yanında.

Ayni Ana olarak da tanınan Kadıncık Ana, Ümmühan Hatun ‘un hizmetkarıdır. Kitabesi olmayan türbenin inşa tarihi kesin olarak bilinememektedir. Kapısının üzerinde Arapça: “Ayni Ana” yazılıdır. Kadıncık Ana ‘nın Ümmühan Hatun un hizmetkarı olduğu dikkate alındığında türbe için seçilen yer anlam kazanmaktadır. Konumu türbenin, Ümmühan Hatun Medrese ve Türbesi ‘nden daha geç tarihli olduğunu göstermektedir. Bu nedenle türbe, 1205- 11 yıllarından sonraya, 13.yüzyılın ilk çeyreği ile son çeyreği arasına tarihlenebilir.

Ümmühan Hatun Medresesi’nin kuzey cephesinin doğu bölümüyle Ümmühan Hatun Türbesi’nin doğu cephesi arasındaki alanda, güney cephesi medreseye, batı cephesi Ümmühan Hatun Türbesi’ne bitişik olarak inşa edilmiştir. Doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı tek katlıdır. Doğu cephe ekseninden biraz kuzeyde dıştan içe doğru birer kaval, iç bükey ve düz silme grubunun üç yandan çerçevelediği basık kemerli kapı bulunur. Kuzey cephede batı köşeye yakın dikdörtgen biçimli parmaklıklı bir pencere yer almaktadır. Alçak cephe duvarlarını üstte, kademeli üç silme dolanır. İçte batı duvarına açılan sivri kemerli pencere. Ümmühan Hatun Türbesi’yle bağlantıyı sağlar. Mekanın ortasında dogu-batı doğrultusunda yerleştirilmiş taş sanduka yer alır. Yapı dıştan kesme taş kaplı az eğimli kırma çatı, içten sivri kemer profilli tonoz örtülüdür.

Cephelerde kesme taş kaplama kullanılmıştır. İç duvarlar sıvalıdır. Dökülen sıvaların altından, moloz ve kesme taş malzemeli duvar örgüsü görülür. Yapıda herhangi bir süsleme bulunmamaktadır.

Çoban Baba – Seyitgazi

Eskişehir – Seyitgazi İlçesinin 7 km uzağındaki Yazıdere köyü girişindeki Uryan Baba türbesi girişinde

Kitabesi bulunmayan yapı Osmanlı Döneminde, Bektaşi Dergahı ile birlikte inşa edilmiş olmalıdır. Kutluca Baba olarak da anılan Çoban Baba, söylencelere göre Seyyid Battal Gazi’nin mezarını bulan kişidir. Bektaşi Dergahı ‘nın altında yer alan kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı Çoban Baba Türbesi ‘nin doğu duvar ekseninin iki yanındaki pencereler, rampalı yola açılırlar. Bu duvar ekseninde, daire kesitli bir niş bulunur. Rampanın batıya kırılan kolunu kuzeyden sınırlayan duvarın doğu köşesinde, türbenin güney duvar ekseninin doğusunda bulunan kapıyla içeriye girilir. Kapının batısında dikdörtgen kesitli birer niş ve pencere bulunmaktadır. Doğu batı doğrultusunda yerleştirilmiş sanduka, mekanın ortasında yer alır. Türbe, tavanındaki büyük sekizgen biçimli açıklıkla üst kattaki Bektaşi Dergahı ‘nın büyük salonuyla bağlantılıdır.

Bahaeddin Dede

Eskişehir – Odunpazarındaki Kurşunlu Külliyesinin hemen arkasında yer alan Hamuşan’da.

Eskişehir Mevlevihanesi şeyhi Hasan Hüsni Dede‘nin üçüncü oğludur. Annesi Zeynep Hanım’dır. Bahaeddin Dede 1875 yılında Eskişehir’de doğar. İsmi Bahaeddin olarak biliniyorsa da babası Hasan Hüsnü Dede‘nin kendisine verdiği evrad okuma icazetinde ismi Cafer Bahaeddin olarak geçiyor. Bahaeddin Dede ilk eğitimini babasından aldıktan sonra Eskişehir Rüşdiyesi’ni bitirir. Daha son­ra Mısır’a giderek El-Ezher’de dini ilimler tahsil eder. Mısır dönüşü Eskişehir Mevlevıhanesinde çile çıkarır. Ardından Mısır’da öğren­diği Arapça lisanına ilaveten Farsça öğrenir. Sesi güzel ve makam bildiği gibi aynı zamanda ney üfler, kudüm ve rebab çalar.

Bahaeddin Dede‘nin ağabeyi Muhammed Ali Şemseddin Dede, Meclis-i Meşôyih ve Şeyhülislamlığın 3 Mart 1913 tarihli daire-i Meşıhat-ı İslamiyye Kalemi’nden çıkan karar gereği şeyhlikten alı­nır. Bahaeddin Dede Eskişehir Mevlevıhônesi şeyhliğine tayin edi­lir.

Bahôeddın Dede tekkedeki işlerden ayrı olarak Eskişehir Hilal-i Ahmer Cemiyeti Reisliği ve Tayyare Cemiyeti Veznedarlığı yapar. Dergahların sırlandığı 1925 yılına kadar şeyh olarak kalır. Dergah­lar sırlanınca bu tür sosyal faaliyetlere ağırlık verir. Aynı zaman­ da dedelerinden kalan çiftlikte ziraat işleriyle uğraşmaya başlar. Oğlu Hüseyin Cahid Duru’nun anlattıklarından; at koşup çift sür­düğü, harman işleri ile uğraştığını öğreniyoruz. Arapça Farsça bilen, makam ve musiki aletlerine aşina bir şeyh efendi, bir sabah kalktığında bütün bunların geçerliliğinin olmadığı kendisine söy­lendiğinde veya bunu gördüğünde acaba neler hissetti? Nasıl bir ruh haline büründü acaba?

Osmanlı Devleti’nin son sadrazamlarından Damat Ferit Pa­şa’nın tekrar işbaşına gelmemesi için bütün yurtta başlatılan protesto faaliyetlerine Bahaeddin Dede de katılmış, Eskişehir’den İs­tanbul Hükümetine çekilen telgrafa imza atmıştır. 6 Mart 1920 de Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Reisi İbrahim, Belediye Reisi Suleyman, Cemaat-i islamiye Reisi müftü Salih ve Esnafı temsilen İşçibaşı Hakkı’nın imzalarının yer aldığı telgrafa Bahaeddın Dede de Mevlevi şeyhi olarak imza koymuştur.

17 Şubat 1930 tarihinde Eskişehir’de vefat eden Cafer Bahaed­din Dede Efendi‘nin kabri şerifi Kurşunlu Külliyesi güney duvarın­ da bulunan hazirededir

Kaynak ; Eskişehir Mevlevihanesi , Nizamettin Arslan , Kesit Yayınları

Seyyit Battal Gazi

Seyyid Battal Gazi

Eskişehir- Seyitgazi İlçesinde Seyyit Battal Gazi Külliyesinde.

Battal Gazi Külliyesinde Ziyaret edilecek Allah Dostları ;
Çoban Baba
Kardeşler Türbesi
Kesikbaşlar Türbesi
Kadıncık Ana Türbesi
Ümmühan Hatun Türbesi

Ömrünü, Bizanslılar ile savaşmakla geçiren bir İslâm kahramanı. Gazilerin önderi oluşunun yanında, dînine çok bağlı olması, onu daha da yüceltmiştir. Yenilmezliği, cömertliği ve yardım severliği yüzünden, nesilden nesile söylene gelmiş, atı ve kılıcı ile de zihinlerde yer tutmuş bir kahramandır. Türk-İslâm târihinde cihâd ruhunu temsil eden bir kahraman hâline gelmiş, üstün hâller sahibi bir kimsedir. Bu yüzden, hayâtı menkıbeleşmiştir. Çeşitli kaynaklara göre, 740 (H. 122) senesinde şehîd oldu. Anadolu’da Eskişehir’in Seyyidgâzi kazasından başlayarak, Doğu Türkistan’a kadar adına bir çok yerde türbe ve makamlar yapılmıştır.

Anadolu’da İslâmiyet için canla başla savaşması, İslâm ruhuna bürünerek onunla şekillenmesi, hayâtının destanlaşmasına sebeb olmuştur. Anadolu Türklüğünün yanı sıra, bütün Türk dünyâsına Seyyid Battal Gazi Destanı’nı kazandırmış, böylece Türk kültür târihi içinde müessir bir yer tutmuştur. Şahıs olarak destanının yanında Türk halk şiirine de geniş bir şekilde konu teşkil etmiştir. Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin bile onun makamını ziyaret ettiği rivayet edilmektedir.

İbn-ül-Esîr, El-Kâmil-fit-Târih adlı eserinde onun hakkında şöyle demektedir: “Battal Gazi, 740 (H. 122) senesinde Anadolu’da bir grup mücâhidle birlikte şehîd edildi. İsmi, Abdullah Ebü’l-Hüseyn el-Antakî’dir. Anadolu’da bir çok gazalar ve akınlar yaptı. Buralarda şan ve şöhreti yayılıp Bizans halkı arasında müthiş bir korku saldı. Bir gazasında, girdiği köyde bir kadının ağlayan çocuğuna; “Sus, yoksa seni Battal’a veririm” dediğini duydu. Çocuk durmayınca kadın, eline alıp; “Al Battal!” dedi. Oradan geçmekte olan Battal, elini uzatıp çocuğu aldı. Sonra kadına çocuğunu iade edip; “Biz, Allahü teâlânın rızâsı için O’nun güzel dînini yayarız. Kimseye zulmetmeyiz. Bilakis, mazlumları, zâlimlerin pençesinden kurtarırız” dedi. Hediyeler verip kadının korkusunu giderdi.

Battal Gazi, Abdülvehhâb Gazi ile birlikte yıllarca savaştı. Abdülvehhâb Gâzi’nin vefatından sonra da, Halîfe Abdülmelik, oğlu Mesleme ile birlikte Battal Gâzi’yi, Anadolu’ya göndererek oğlunu, Cezîre ve Şam’a emir tâyin etti. Oğluna da Battal Gâzi’yi öncü kuvvetlerin başına geçirmesini emrederek, onun güvenilir ve ahlâklı bir yiğit olduğunu söyledi. Mesleme, Battal Gâzi’yi on bin İslâm mücâhidinin başına komutan tâyin etti.

Battal Gazi, bir defasında askerleri ile beraber Bizans sınırına kadar ilerledi. Sonra da tek başına Anadolu topraklarına girdi. Günlerce yol aldı. Açlık dayanılmaz hâle geldi. Bir mikdâr bakla yedi. İshal olup zayıf düştü. Ata binemiyecek durumdaydı. Güçlükle atına binip yularını serbest bıraktı. Atının boynuna sarılıp, nereye gittiğini bilmez bir hâlde bir müddet yoluna devam etti. Kendine geldiğinde, bir manastırda olduğunu anladı. Rahibelerden biri kendisine hizmet edip ilâç içirdi. Battal iyileşti. Üç gün orada kaldı. Battal Gâzi’nin manastırda olduğunu haber alan bir papaz, arkadaşları ile onu yakalamak için geldiler. Manastırdan ayrıldığı için bulamadılar. Battal Gazi onları yolda karşıladı. Papazı öldürdü. Manastırdaki rahibeleri de onların zulmünden kurtarıp askerlerinin bulunduğu yere götürdü. Kendisine hizmet eden rahibe ile de evlendi.

Seyyid Battal Gâzi’nin hayat ve hâllerini anlatan destanlara Battal-nâme ismi verilir. Battal-nâme, islâm ruhu ile dolu Anadolu Türklerinin târihî temeller üzerine kurulmuş bir eseridir. İslâm dîninin.’ve medeniyetinin unsurları, açık bir şekilde eserde göze çarpmaktadır. Battal-nâme’nin esas fikri, tamâmiyle dînîdir. Ayrıca İran geleneklerine de rastlanmaktadır. Bu ise, mensûb olunan ortak kültürün tabiî bir neticesidir. Eserin asıl konusu, İslâm-Bizans mücâdelesinden doğmuştur. Emevî, bilhassa Abbasî ordularında Türklerin oynadığı rol düşünülünce, Bizans hududlarında ve İslâm ordularında yaşayan Türkler arasında böyle menkıbelerin varlığını kabul etmek gerekir. Battâl-nâme’de, sınırlı da olsa, eski destan üslûbunu hatırlatan bâzı yerler vardır. Masal unsurlarının çokluğu, perilerin ve devlerin bulunuşu, ayrıca halkiyat izlerine çok fazla rastlanması, eserin gerçek bir halk destanı olduğunu göstermektedir.

Bu destanın, yazılı edebiyata ne zaman ve kimin tarafından geçirildiği bilinmemektedir. Destan, idealist bir İslâm kahramanının fevkalâde vak’alarla dolu mâcerâsıdır. Destanda Battal Gazi, din uğruna yalnız Rumlar ve diğer kâfirlerle değil; sihirbazlar, devler ve cadılarla da çarpışır. Cesaret, cengâverlik, feragat yönünden eşine az rastlanan bir kahramandır. Attığı ok; taşı deler, kayaları parçalar, düşmanları perişan eder. Onu, hiç bir düşmanın kılıcı yaralayamaz. Sesi kuvvetli ve gürdür. Harbte attığı naralardan dağlar inler, düşmanlar korkularından düşüp bayılırlar. Onun Aşkar Devzâde adlı atı da kendisi gibi bir kahramandır. Gazalarda eline geçen bütün ganimeti, din uğrunda çarpışan mücâhidlere dağıtır.

Ayrıca İslâmiyet’i yayma vazifesi de vardır. Düşmanlarını müslüman olmaya çağırır, kabul etmeyenlerle harb eder.

Manzum ve mensur olarak yirminin üstünde yazması bulunan Battal-nâme’yi, yerli ve yabancı araştırmacılar çeşitli yönlerden incelemişlerdir.

Türbe-i Şerifi 

Kuzey cephe penceresinin sivri kemerli alınlığı içerisinde bulunan beş satırlık sülüs kitabesinde; “Mürşidler seyyidi, gaziler başkanı, cihanın sahibi, kendisine sığınılan ulu Peygamber’in sülalesinden, merkadi; dünya  ötesinin ziyaretgahı olan ulu zatın türbesidir. Bu türbeyi büyük insan ve zamanın alisi sıvattı. Allah bu türbenin tarihi için şunu ilham etti, Allah O’nu cennetin en yücesi ile müşerref etsin. Burayı Mihaloğullarından Ali Bey bina etti ve sıvattı Allah azizliğini daim etsin” yazılıdır.
Kitabeden ebced hesabıyla yapının, 849/1464-65 tarihinde inşa edildiği anlaşılmaktadır. 1464-65 tarihinin türbenin tamirine ait olduğu yolunda bir başka görüş daha bulunmaktadır.

Sekizgen planlı, tek katlı yapı, kuzeydoğu cephesinden Mihaloğulları Türbesi ‘ne, doğu cephesinden ortadaki büyük hole, güneydoğu cephesinden camiye bitişiktir. Türbenin tüm cepheleri, ince ve kalın silmelerin üç kez üstüste tekrarlandığı profilli bir saçak silmesiyle çevrelenmiştir. Saçak silmelerinin hemen üzerinde bir kaval silmenin çevrelediği onaltıgen prizma biçimli kasnak yer alır. Cepheler, kademeli üç düz silmeyle dikdörtgen biçimli çerçevelere alınmıştır. Türbenin kuzey kuzeydoğu ve kuzeybatı cephe eksenlerinde dikdörtgen biçimli, sivri kemer alınlıklı birer pencere bulunur.

Kalın bir kemerle türbeye açılan dikdörtgen planlı giriş bölümüne, hole açılan doğu duvarındaki, dikdörtgen biçimli kapıyla girilir. Bu
bölümden asıl türbe mekanına üç basamakla çıkılmaktadır. Güney duvar ekseninde yarım daire kesitli mihrap nişi bulunur. Kavsarası on sıra mukarnas dolgulu mihrap nişi, dıştan içe doğru iki kaval silme arasına yerleştirilen bir düz silmeden oluşan, profilli bir bordürle üç yandan çerçeve içerisine alınmıştır. Türbe mekanının batı ve kuzeydoğu duvar eksenlerindeki pencerelerin kuzeyinde dikdörtgen kesitli birer niş bulunur. Türbenin ortasındaki iki sandukadan güneyde yer alan yaklaşık 8 metre uzunluğunda olanı Seyyid Battal Gazi ‘ye, kuzeyde yer alanı Bizans prensesi Elenora’ ya aittir. Yapı, duvar köşelerine yerleştirilen mukarnaslarla sağlanan onaltıgen alt yapı üzerine oturtulan kubbeyle örtülmüştür. Du arlarda taş örtüde, tuğla malzeme kulanılmıştır. Duvarlarıyla kubbesi sıvanarak badanalanan yapının, süslemesi bulunmamaktadır.