Eskişehir – Merkez – Uludere Köyü Yapı plan, destek sistemi, örtü ve malzeınesine göre 14. yüzyıla tarihlenmektedir. Giriş kapısı üzerinde yer alan onarım kitabesine göre, 1966 yılında tüm cepheleri ve üst örtüsü yenilenen türbe, bu onarımda özgünlüğünü kaybetmiştir. Eskişehir caddesinde, köy meydanının güneyinde, etrafı duvarlarla …
Eskişehir – Merkez – Ortaca Köyü Kabristanı Türbe, plan, örtü, destek sistemi ve malzemesine göre 14. yüzyıla tarihlenmektedir. Köyün bugünkü mezarlığı içerisinde yer alan kare planlı yapı, tek katlı ve kubbe örtülüdür. Dıştan kırma çatı ile örtülü 5.14 m. çapındaki kubbe, beden duvarlarından içeride başlayan …
Eskişehir – Merkez – Gökçekısık Köyü Kitabesi ve vakfiye kayıtları bulunmayan yapının inşa tarihi bilinmemektedir. Sekizgen planının, özgün temel duvarları üzerine oturtulduğu varsayıldığında, yapıyı 14.-16. yy. arasına tarihlemek mümkündür. Eskişehir’ e bağlı Gökçekısık köyünün dışında yol kenarında bulunan sekizgen planlı türbe, kiremit kaplı kırma çatıyla …
eskişehir – merkez – atalan tekke köyü Türbe, plan, destek sistemi malzeme ve teknik özelliklerine dayanılarak 14. yüzyıla tarihlenmektedir. Köyün kuzeyinde, Tekke meydanı denilen yerde, kuzeybatısına bitişik olarak sonradan yapılmış bir sundurma ile birlikte yer alan sekizgen planlı, tek katlı yapı, kubbe ile örtülüdür. Günümüzde, …
Ondokuzuncu yüzyılda Sivrihisar’da yaşamış mutasvvıf, şair, müderris ve hattattır. Vakıf belgelerine göre künyesi “eş-Şeyh Osman Afif Efendi İbn-i Ali” ve “Şeyh Osman Afif el-Sivrihisari”dir. “Afif”; iffetli, namuslu ve temiz anlamına gelmektedir.
Osman Afif Efendi‘nin (Allah sırlarını mukaddes eylesin) hayatı hakkında kaynaklarda geniş bir bilgiye ulaşılamamıştır. Rivayete göre H. 1234/M. 1818 yılında Mekke’de doğmuş, “seyyid” nesepli bir aileye mensup, babası devrin alimlerinden Seyyid Ali Efendi’dir.
Neslinden olan kişilerin şifahi bilgilerine göre; Osman Afif Efendi‘nin babası Seyyid Ali Efendi’nin bir rufai şeyhi olup, Hicaz’da vahhabi olaylarında şehid edilmiş, bu olaydan sonra Osman Afif ve kardeşleri Anadolu’ya hicret ederler. Şam’da kısa bir süre kaldıktan sonra Hatay ve Konya’da da bir müddet sakin olurlar. Bu meşakkatli yolculuk esnasında kardeşlerinden ikisi vefat eder. Devrin padişahı tarafından kardeşi Seyyid Ahmed Efendi‘ye Kırıkkale ili Delice ilçesi Dağobası Köyü’nden, Osman Afif Efendi’ye de Çifteler’de Mahmud-u Sani Vakfı arazisinden mülk sadaka olunur.
Osmanlı arşivlerinde bulunan bir belgeden Şeyh Osman Afif Efendi‘nin validesinin Yozgat’ta olduğunu ve 1859 yılında ziyaret ettiğini öğreniyoruz. Türbesinin bulunduğu Cönger (Doğanca-Mahmudiye) Köyü’nde “Cönker” aşiretine mensup ailelerin yaşadığı Os manlı arşiv belgelerinde zikredilmektedir (1864).
Osman Afif Efendi’nin medrese eğitimini nerede ve kimlerden aldığı konusunda da bilgi sahibi değiliz. 17 Cemaziyel-ahir 1288/3 Eylül 1871 tarihinde Sultan Abdülaziz Han’a yazdığı bir arzında “Sivrihisar kasabasında otuz üç seneden beru neşr-i ulum’i aliye” ile meşgul olduğu beyanından, Osman Afif Efendi‘nin medrese eğitimi görerek, Sivrihisar’da müderrislik yaptığı anlaşılmaktadır. Sivrihisar kazasında ondokuzuncu yüzyılın sonlarında yirmiye yakın medresede eğitim yapıldığı Ankara Vilayet Salnamelerinde zikredilmektedir.
Şeyh Osman Afif Efendi‘nin bir alim, bir mutasavvıf ve bir vakıf (vakfeden) olduğunu Osmanlı dönemi vakıf belgelerinden öğreniyoruz. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf Kayıtlar Arşivi 585 numaralı defterin 81. sahifesi 85. sırada kayıtlı bulunan Sivrihisar’da “eş-Şeyh Osman Afif Efendi ibni’l-merhum Ali Efendi Vakfı”nın vakfiyesi kayıtlıdır. Bu vakfiyeye göre Sivrihisar şehir merkezinde ve Şeyh Baba Yusuf Camii (Kurşunlu) yakınında, 1268/1851-52 yılında “İrfaniye Medresesi”ni yaptırdığı anlaşılmaktadır. Şeyh Osman Afif Efendi’nin 5 Receb 1268 (25 Nisan 1852) tarihli vakfiyesinde şunlar yazılıdır;
Vakfiyeye göre Sivrihisar Nakşibendi hankahı postnişini, merhum Ali Efendi oğlu Şeyh Osman Afif Efendi, Şeyh Baba Yusuf Mahallesi’nde on dokuz odalı ve avlulu bir medrese yaptırır. Bu medresenin giderleri içinde dört bin kuruş nakit para vakfeder. Vakfın yönetimi ne de Süleyman oğlu Hüseyin Efendi’yi tayin eder. Vakfedilen dört bin kuruşun yönetici tarafından işletilerek elde edilen gelirden iki akçenin medrese müderrisine, bir akçenin vakfın yöneticisine (mütevelli), kalan bir akçeninde medresenin tamirinde kullanılmasını, kendisi hayatta olduğu sürede medresenin yöneticiliğini, vefatından sonra ise erkek evladından olanların yönetici olacağını şart eder.
Şeyh Osman Afif Efendi, yaptırdığı ve müderrisi olduğu irfaniye Medresesi’nin giderlerini karşılamada zaman içinde maddi zorluğa düşer. Padişah Sultan abdülaziz Han’nın bağladığı maaşla bu zorluğu atlatmıştır. Şeyh Osman Afif Efendi’nin vefatından sonra İrfaniye Medresesi müderrisliğini oğlu Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi yürütür.
Şeyh Osman Afif Efendi tarafından yaptırılan İrfaniye Medresesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun numarası ile kabul edilen ”Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nun yürürlüğe girmesinden sonra kapatılmıştır. Kullanılmayan medrese binası zaman içinde harap olmuş ve 2006 yılında Sivrihisar Belediyesi tarafından tamamen yıkılmıştır. .
Tasavvufi Şahsiyeti
Şeyh Osman Afif Efendi, Nakşibendi tarikatının Halidı kolu meşayihindendir. Silsilesi, mürşidi Şirvani Şeyh Hacı Ahmed-i Gıyasi Efendive onun mürşidi Şeyh İsmail Şirvani ve onun mürşidi Hazreti Mevlana Halid-i Bağdadiye ulaşır.
Şirvani Şeyh Hacı Ahmed Gıyasi Efendi; Şirvan Hanlığı’nın (Azerbaycan) Karasubasar Mahalli’nin Zerdab Köyü’nde dünyaya gelmiştir. Şeyh Şirvani Hazretleri, Miladi 1826-1827 yıllarında Denizli’nin o zamanki beyi olan Tavaslıoğlu Osman Ağa’ nın daveti üzerine bu topraklara gelmiştir. Tavaslıoğlu Osman Ağa, Şirvani Hazretleri’nin isteği üzerine Musa Mahallesi’nde dergâh ve medrese inşa ettirmiştir. (Bu medrese 1920 yılında çıkan bir yangın sonucu harap olmuştur.) Bu topraklarda irşad faaliyetlerinde bulunan Nakşibendi tarikat şeyhlerinden olan Şirvani Hazretleri, miladi 1853 yılında vefat etmiştir. Kabri Şerifi Denizli İlbadı kabristanında , İnanç Bey kapısından girdiğinizde dümdüz patikayı takip edin. Patikanın ileride ayrılan sağ toprak yolun sonundaki türbede Şeyh Şirvani Hazretleri medfundur.
Şeyh Osman Afif Efendi’nin bilinen halifesi Şeyh Osman Abdülmennan Efendi‘dir. Sefine-i Evliya’da Şeyh Osman Abdülmenan Efendi ile ilgili şunlar yazılıdır ; ” Meşayih-i Halidiyye’nin ileri gelenlerinden olan bu zat, Afyonkarahisar sancağı dahilinde Yaka karyesinde 1244/(1828) senesinde doğdu. Pederi Yakalı Muhammed Emin Hoca, onun pederi ulemadan Muhammed Efendidir. Mukaddimat-ı ulumu memleketinde tahsil ettikten sonra İstanbul’a gelip meşhur Şehri Hoca Hafız Efendi’den ahz-ı icazet-i ilmiyye eyledi. Bayezıd Cami’-i şerifinde bir müddet tedrisde bulundu. 1275/ (1859)’te Denizli kasabasında ihtiyar-ı ikamet ederek ulum-ı zahire va batına neşriyle meşgul ve üç defa icazet-i ilmiyye i’tasına muvaffak oldu.
Denizli’de seccade-nişin-i irşad olduğu Halveti, Nakşibendi Dergah-ı şerifini Denizli Voyvodası Osman Ağa, müşarünileyh Hacı Ahmed Efendi için inşa ederek vefatında ba’zı hulefası dergahı idare etmekte iken Osman Abdülmennan Efendi müşarünileyhin kerime-i muhteremesini tezevvücle dergaha şeyh oldu. 1305/1888’de Denizli nakıbü’l-eşrafı kaim-i makamlığı da uhde-i aliyyelerine tefvız olundu. Altıyüzü mütecaviz mürıdanından on zata hilafet verdi. Asrımız erbab-ı kemalinden İbnü’l-Emin Seyyid Mahmud Kemal ve biraderleri Seyyid Ahmed Tevfik Beyler zümre-i müridana dehaletle kam yab olanlardandır. 11 Nisan 1311/23 Nisan 1895’te Denizli’de irtihal ederek Büyük Kabristan’da ( İlbadı Kabristanı ) kayınpederinin civarına defn olundu.”
Şeyh Osman Afif Efendi Türbesi
1881 yılında vefat eden Şeyh Osman Afif Efendi, Mahmudiye ilçesine bağlı Cönger yeni adıyla Doğanca Köyü Kabristanı’na defnedilir. Daha sonra kabri, yapılan bir türbe içine alınır. Mezarının şahide taşında “Rufai tarikatı Şeyhi Şeh (Şeyh) Ali Efendi oğlu Osman Afif ruhuna Fatiha. D. 1234 (1818-19), ö. 1297 (1879-80)” ibaresi yazılıdır. Mezar taşlarına bir dönem “Şeyh” ibaresi yazılması yasak landığı için “şeh” şeklinde yazılmıştır. Ankara-Eskişehir karayolu yakınında bulunan es-Seyyid Şeyh Osman Afif Efendi türbesine girişi gösteren tabela bulunmaktadır. Köy halkı türbenin 60- 70 yıl önce yapıldığından bahsetmektedir.
Kuzey güney doğrultusunda dikdörtgen planlı, içten iki yana eğimli tavan, dıştan iki yöne eğimli kiremit kaplı beşik çatıyla örtülüdür. Güney cephe ekseninin iki yanında dikdörtgen biçimli birer pencere, batı köşesinde dikdörtgen biçimli bir kapı açıklığı bulunmaktadır. Diğer cepheler sağır tutulmuştur. Türbenin içinde biri kuzeybatı köşeye dayanmış, diğeri ona yakın konumda doğu-batı doğrultusunda uzanan iki sanduka bulunmaktadır. Güney duvarında hafifçe yuvar1atılarak yüzeyden çökertilmiş mihrap nişi bulunmaktadır. Duvar örgüsünde kerpiç malzeme kullanılan türbenin cepheleri badanalı, duvarlarının iç yüzeyleri tavana kadar ahşap kaplamalıdır. Sanduka yüzeyleri de ahşap kaplamalıdır. Türbede herhangi bir süsleme unsuruna rastlanmamıştır.
Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi
Şeyh Osman Afif Efendi’nin oğlu Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi‘nin
Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi ve oğulları
doğum tarihi bilinmemektedir. Babasının vefatından sonra Sivrihisar İrfaniye Medresesi’nde müderrislik yapar. Yazışmalarda kullandığı mühründe
“es-Seyyid Ahmed Şemseddin Nakşibendi” yazılıdır. Ahmed Şemseddin Efendi, Nakşi-Halidi meşayihinden Seydişehirli Hacı Abdullah Efendi‘den seyr-i sülukunu tamamlayarak hilafet alır. Yerine halife bırakmadan 1331/1912-13 yılında ahirete irtihal eder ve Sivrihisar Kurşunlu (Şeyh Baba Yusuf) Camii’nin haziresinde yer alan Hamdi Baba Türbesi‘ne defnedilir.
Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi’nin kabrinin bulunduğu Hamdi Baba haziresi
Osmanlı arşivlerinde Şeyh Ahmed Şemseddin Efendi ile alakalı belgelerden bazıları şunlardır: “Saadat-ı Sofiye’den olan Sivrihisarlı Osman Afif Efendi’nin mahdumu Ahmed Şemseddin Efendi’ye Hazine’den maaş tahsisi. (Maliye) Vefat eden babası Şeyh Osman Efendi’ye verilen maaşın kesilmesinden dolayı tedrisata devam edemediğinden Ahmed Şemseddin Efendi’nin atiyye talebi. “Sadat-ı Sofiye’den Sivrihisarlı Şeyh Osman Afif Efendi’nin oğlu Ahmed Şemseddin Efendi’ye maaş tahsisi
Şücaeddin Veli – Türbesi; Eskişehir – Seyitgazi İlçesine 6-7 km uzaklıktaki Aslanbeyli köyünde
Sultan Sücaaddin hakkında çok önemli bilgiler veren Velayetname-i Sultan Sücaaddin ‘e göre ; XIV. Yüzyılın ikinci yarısı ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış; Çelebi Mehmed, II. Murad dönemlerini görmüş, Rum abdalları zümresine mensup önemli karizmatik Türkmen dedelerindendir. Ancak bununla birlikte doğum ve ölüm tarihi, ailesi ve yaşamı ile ilgili birçok olgu bugün için açık değildir.
Türbe ve zaviyesi , Eskişehir’e bağlı Seyitgazi ilçesinin , Arslanbeyli köyünde yer alan Sücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş tarihsel bir şahsiyettir. Sücaaddin Veli ile ilgili önemli bilgiler veren kaynakların başında ” Otman Baba Velayetnamesi ” gelir. Velayetname’nin ilgili bölümlerinde, Sücaaddin Veli’nin o dönemlerde balkanlarda etkin olan, Otman Baba ile yakın temas ve diyalogta olduğu, Otman Baba’nın kendisine bağlı derviş gruplarına Sücaaddin Veli’yi ”Pir” olarak tavsiye ettiği bildirilmektedir.
Geçmişten günümüze ulaşan Vakıf senetlerindeSücaaddin Veli, İmam rıza soyundan gelen bir seyyid olarak tanıtılmaktadır.
Velayetname’ye göre , Sücaaddin Veli’nin temasta bulunduğu önemli şahsiyetlerden biri de Hacı bayram Veli’dir. Ankara’dan kalkıp, Eskişehir yoluyla Sultan’a gelir. Sücaaddin Veli kendisini gayet iyi ağırlar . Üç gün üç gece beraber kalarak sohbet ederler. ..
Türbe ve Külliye
Türbenin, biri giriş bölümünde kapı kemeri üzerinde yer alan panoya, diğeri kasnak cephelerine yazılmış iki kitabesi bulunmaktadır. Kapı üzerinde bulunan kitabesinde; ”Evliyanın öncüsü Hazreti Sultan Sücaeddin’ Allah kabrini nurlandırsın ‘ı seven Bali Bey oğlu Kasım Bey, bu binayı Hicri 921/1515 tarihinde ve Sultan Bayezid’in oğlu Sultan Selimin saltanatı zamanında imar eyledi” yazılıdır.
Kitabesine göre 921/1515 yılına tarihlenir. Kubbe kasnağında bulunan bir diğer kitabede; “Bendli Muhammed aleyhi bühyen bendadi Muhammed Emin Vakfı Şücaeddin Baba, kul kabulrabbil alemin, 20 Mart 1183/1769” yazılıdır.
Giriş ve türbe mekanları olmak üzere iki ayrı bölümden oluşur. Türbenin doğusunda yer alan giriş mekanı dikdörtgen planlı kubbe örtülüdür. Asıl türbe mekanı sekizgen planlı, kubbe örtülüdür. Giriş mekanının doğu cephe ekseninde, cephe yüzeyinde hafifçe dışa taşkın portal kuruluşu yer alır.
Portal dıştan içe doğru düz, kaval ve eğik kesimli profilli silme grubuyla üç yandan çerçeveye alınmıştır. İki yandan profilli konsollara oturan aynalı basık kemerli portal nişinin derinliği azdır. Portal nişinin içerisinden basık kemerli bir kapıyla giriş mekanına geçilir. Kapının basık kemeri üzerinde dikdörtgen biçimli kitabe panosu yer alır.
Bu bölümün kuzey ve güney cepheleri sağırdır. Mekanın köşe üçgenleriyle geçilen kubbesi dört boşaltma kemeri üzerine oturtulmuştur. İç duvarları sıvanarak badanalanmıştır. Giriş mekanından batı duvar eksenindeki kademeli silmelerle üç yandan çerçeveye alınmış bir kapıyla sekizgen planlı asıl türbeye geçilir. Söz konusu kapı, türbe mekanına dilimli kemerli ve sivri kemerli bir niş içerisine alınmış olarak açılır.
Türbe mekanının sekizgen prizma biçimli gövdesi, her cephe yüzeyinin kalın ve düz bir şeritle dikdörtgen biçimli çerçevelere alınarak çökertilmesi suretiyle vurgulanmıştır. Cephelerle kasnak, kasnakla kubbe arasında dışa taşkın profilli silmeler yer alır. Güney ve kuzeybatı duvar eksenlerinde söve ve lentolu dikdörtgen biçimli, parmaklıklı birer pencere yer alır. On altı cepheli kasnağın kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı cephelerinde yer alan pencereleri sivri kemerlidir. Pencerelerden kuzeybatıdaki sonradan kapatılmıştır.
İçte, kapının iki yanındaki duvarlarla güneydoğu ve batı duvar eksenlerinde dilimli kemerli, dikdörtgen kesitli birer niş bulunur. Türbenin ortasında, doğu batı doğrultusunda yerleştirilmiş 4.86 metre uzunluğunda sanduka yer alır. Sandukanın başı, batı duvarda yer alan dilimli kemerli, dikdörtgen kesitli mihrap nişine yaslanmıştır. Niş içinde ve sandukanın baş kısmında anan mumlardan akan maddelerin toplanmasına yarayan dikdörtgen prizma gövdeli küçük bir havuzcuk oluşturulmuştur.
Kubbe üç sıra mukarnas ve dört sıra prizmatik dilimlerle ekiz yüzlü duvarların üstte, köşelerinin yuvarlatılması suretiyle oluşturulan dıştan on altıgen, içten daire planlı kasnağa oturur. Yapının cepheleri kesme taş, kubbeleri kurşun kaplamalıdır. Türbe ve giriş mekanının iç duvarları sıva ve badanalıdır. Duvarlar pencere altlarına kadar Kütahya işi çinilerle kaplanmıştır. Duvarların üst yüzeyleri sarı, açık ve koyu mavi renkli kalemişi çiçek ve yaprak motiflerinin yanı sıra yazılarla bezenmiştir. Batı duvarda yer alan dilimli kemerli niş içerisine perde motifi, dikdörtgen biçimli çerçevesinin üst köşelerine ise birer vazo resmi işlenmiştir. Mukarnas ve prizmatik dilimlerin konturları ayrıca kırmızı renkli boyayla vurgulanmıştır.
Kaynak ; Sücaaddin veli Kültür ve Turzim Derneği.
Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan
Anadolu Selçukluları döneminde veya sonrasında Eskişehir’de Şeyh Şehabeddin Sühreverdi (k.s.) adına bir zaviye inşa edilmiştir. Bu zaviyenin giderleri için Eskişehir’de bir, Eşen Karaca Köyü’nde de iki çiftlik yer vakfedilir. Bir çiftlik yer arazinin verimine göre değişmektedir. Sultan II. Selim Han dönemine ait ve 983/1575 tarihli defterdeki bu vakıf kaydından Sultanönü livası Eskişehir kazasında üç çiftlik yer kadimden (Selçuklu) Şeyh Şehabüddin Zaviyesi‘nin vakfı iken timara verilmiş, daha sonra bu üç çiftlik yer geri Şeyh Şehabeddin Zaviyesi vakfına devredilmiş ve Seferşah’ın tasarrufuna, daha sonra da Hasan Faki’ye padişah fermaniyle verilmiştir. Üç çiftlik yerin yıllık geliri beş yüz akçedir.
Şeyh Şehabeddın Sühreverdi Zaviyesi’nin yüzyıl öncesine kadar faaliyetlerine devam ettiği belgelerden anlaşılmaktadır. 8 Muharrem 1328/ 20 Ocak 1910 tarihli belge özetinde “Eskişehir’de şeyh Şehabeddin Zaviyesi ve zaviyedarlığının mahlul olduğundan bahisle Meryem Hatuna’ tevcihi için izin talep edildiği zikredilir.
Anadolu Selçukluları döneminde inşa edildiği tahmin edilen Şeyh Şehabeddın Sühreverdi Zaviyesi yapılarından günümüze sa dece türbe ulaşabilmiştir. Odunpazarı Bademlik yolunun sağ tarafında bulunan türbenin kitabesi yoktur. Türbenin içinde kitabesiz iki sanduka bulunmaktadır. Bu sandukaların Şeyh Şehabeddın Sühreverdi (k.s.) ve oğluna ait makam mezarlar veya dergahta görev yapan şeyhlere ait olduğu tahmin edilmektedir. 1984 yılında çevre sakinleri tarafından onarılan türbe, 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.
Eskişehir Merkezde Odunpazan semti, Paşa mahallesi, Yıldırım sokağı 59. pafta 46. ada 6. parsel de yer almaktadır. Doğu batı doğrultusunda uzayan yamuk planlı türbe, içten düz ahşap tavan, dıştan kiremitli çatı ile örtülüdür.
Güney ve batı cepheleri, yapılarla çevrilenmiş olduğundan sağırdır. Güney cephesinin bitişiğinde yer alan yapılar, 2009 yılı onarımlarında yıktırılmış, bu cephenin önü parka dönüştürülerek açılmıştır.
Türbenin kuzey cephe ekseninin biraz doğusunda dikdörtgen biçimli bir kapı, kapının batısında kare biçimli bir pencere bulunmaktadır. Türbeye kuzey cephede yer alan kapıdan girilmektedir. Cephelerin kapı ve pencere biçimleri içte de aynen tekrarlanmıştır. Mekanın bir basamakla çıkılan yükseltilmiş balı yarısında ahşap kaplamalı iki sanduka bulunmaktadır.
Girişe daha yakın bulunan 0.85 m. genişliğinde 3.10 m. uzunluğundaki sandukanın Şeyh Şehabeddin Sühreverdi‘nin oğluna ait olduğu sanılınaktadır. Bu sandukanın güneyinde bulunan 1.27 m genişliğinde 3.06 m. uzunluğundaki sandukanın Şeyh Şehabeddin Sühreverdi ye ait olduğuna inanılmaktadır. Her iki sanduka üzerinde de herhangi bir kitabeye rastlanmamaktadır.
Yapının içi oldukça sade ve gösterişsizdir. Yapının doğu duvarı, kuzey duvarına geniş, güney duvarına dar açıyla bağlanır. Önceden, doğu duvar ekseninde bir pencere ile bu pencerenin güneyinde dikdörtgen biçimli altlı üstlü iki niş yer almakta (bkz. restorasyon öncesi rölöve planı), alt nişte Kuran-ı Kerim ve dini kitaplar, üst nişte seccade ve örtüler bulunmaktaydı.
Türbenin alçak zeminli doğu yarısının, güney duvarının yaklaşık ortasına, ortalama bir kapı açıklığının genişlik ve yüksekliğinde, san renkli yuvarlak bir kemer resmedilmiştir. Kemerin içine ayrıca, kumaş kıvrımları çizilerek belirtilmiş, pembe renkli iki perde kanadı resmedilmiştir. Kemer resminin iki yanında, duvarın üst kısmında dikine dikdörtgen biçimli birer niş bulunmaktadır.
Yapının kerpiç malzeme ile inşa edilmiş duvarları, içten ve dıştan sıvanarak boyanmıştır. Pencere kasaları ile kapı kanadı ve tavanında ahşap, pencere parmaklıklarında demir kullanılmıştır. Sandukalar ahşapla kaplanmıştır.
Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan
Şeyh Nusrettin Türbesi ; Eskişehir – Kurşunlu Külliyesinin yakınındaki Şeyh Nusreddin Sokağında.
ŞeyhNusrettin hazretleri yaklaşık olarak iki asır önce kabede Beytullah’ın hizmetkarı olarak vazife yapmakta iken medfun olduğu yerdeki evin sahibi olan arkadaşı, Eskişehir’e dönerken kendisine ısrarla memleketinde misafir etmek istediğini söyleyince oda bu samimi dostu kırmayarak onunla beraber misafir olarak buraya gelir.
Burada misafir olarak bulunurken emr-i Hak vaki olup ahirete göçünce mübarek naaşını defnetmek için yerinden kaldırmak istediklerinde bir türlü muvaffak olamaz ve kımıldatamazlar. O zaman kendisinin kutbiyyet makamında olan büyük bir veli olduğunu anlayıp vefaat ettiği bahçedeki misafir odasında defin işlemini öldüğü yerde yaparlar ve misafir odası mübareğin türbesi olur.
Kendisini yıllardır ziyaret edip, vesile edenler muradlarına tez nail olan insanlar zamanla kendisine tezveren dede diye hitap etmeye başlamışlardır. Allah himmetlerini üzerimizde daim eylesin.
Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında . ( haritadaki yer tam olarak kabristandaki yerini gösterir.)
Eskişehir’de yetişen gönül erlerinden biri de Halveti-Şabaniyye meşayihinden Şeyh Mehmed Sadık Halveti (k.s.)’dir. Şeyh Mehmed Sôdık Efendi, hilafeti İsmail Hakkı Aziz’dendir. Sôdık Efendi, muhtemelen Söğütlü Şeyh Osman Efendi (ö. ?) ve Çaltılı İsmail Hakkı Efendi (ö. Söğüt, 1900’den sonra)’den sonra posta geçerek irşad ile meşgul olmuştur. Sadık Aziz, Meclis-i Meşayih tarafından atanan tekkelerin kapatılmasına kadar (1925) devletten maaş alan son şeyhtir. Bu kanundan sonra silsilenin diğer meşayihi gibi Sadık Baba’nın da ululemre itaatle irşad sırasında uyguladığı bazı usulleri askıya aldığı görülmüştür.
Eskişehir Belediye reisi olarak da görev yaptığı bilinen Mehmed Sadık Efendi, aza arasında haşa huzurdan, “Deli Sadık” lakabıyla tanınmıştır. Rivayet ederler ki Mehmed Sadık Aziz, bir gün Belediye encümeni toplantı halindeyken eliyle çeşitli işaretlerde bulunur. Bu sırada dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmakta imiş. Üyeler Sadık Baba’nın yaptığı bu harekete bir anlam veremeyip gülüşmüşler. Sadık Baba’nın meşayıhtan olduğunu herkes biliyor fakat kale almıyorlarmış. Bu sırada kimi:
Bu ne hal Sadık Efendi diye alay etmiş. Sadık Efendi:
– Porsukta sel köprüyü götürdü, bizim delilerden birine de aşk tuttu, gelme dediysek de dinlemedi. Porsuk’u geçemeyince o da kendini “Himmet ya Hazret-i Pir!” diyerek suya atıverdi. Demin onu çay dan çekip kurtardım diye karşılık vermiş. Encümen azası:
– Gene bizimle şaka ediyorsun Sadık Efendi diye gülüşmüşler. Bu sırada derviş Odunpazarındaki dergaha gelir:
– Sultanım burada mı, diye sorar. Valide Sultan, Efendi Hazretleri Belediye’ye toplantıya gitti diye cevap verir. Dervişin üstü sırıl sıklamsada içi yanmıştır. Hiç beklemeden Belediye’ye yönelir. Üstü başı sucuk gibi olduğu halde:
– Sultanım! diye içeri dalar…
El-etek öper. Sarılıp göz yaşı döker. Dervişin aşkı bütün azayı yakmış ve hepsini mahçup etmiştir. Hepsi kalkar Meh med Sadık Aziz’in büyüklüğünü anlayıp kendilerinden özür dilerler.
Kutbiyyet makamının sahibi olan bu büyük aziz, meşreben harabatidir. Şahidesinde de kaydedildiği üzere “Yıktım ekvan-ı vücudu sen göründün mevcud” diyen Mehmed Sadık Baba her an terk üzere yaşamış, sülukunda şiddetli bir celal terbiyesinden geçtiği için de taliplerine aniden çaktığı imtihanlarıyla şöhret bulmuştur. Onun celalli meşrebini yansıtan bir hatırası do Cemalettin Kunat tarafından şöyle nakledilmiştir:
Eskişehir’e Yunanlılar girip talan ettiğinde uzun müddet karartma uygulanmıştır. Sadık Aziz vakti geldiğinde dervişine emreder:
-Evladım kandilleri uyar! Derviş:
-Destur Efendim efendim, yağımız kalmadı, diye karşılık verir.
Sadık Aziz:
-Git çeşmeden su doldur, kandili uyar!, der. Derviş de “Eyvallah Sultanım!” diyerek kandile çeşmeden su doldurup yakar… Ertesi gün Yunanlılar Eskişehir’den Uşak’a doğru kaçmaya başlamıştır ve yine Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’in esir alınması (2 Eylül 1922) da bundan sonradır. İşte tam bugünlerde Sadık Aziz’in postuna oturacak olan Yamalı Dede halvetten çıkmış tekbirlerle hilafete nail olmuştur…
Eskişehir’in kalbinde sırlanan bu mana sultanı 29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928) senesinde göçmüştür. Türbesi Odunpazarı Mezarlığı’ndadır. Şahide taşında şu ibare yazılıdır: Huve’l-Hay Sıdkile ziyaret kim bu sanduku’l-‘amel Oldı hem-nam beni bir ‘arif-i Hakk’a mahal Çıkdı ba-feyz-i Mehmedfevti tarihi der-best Cay-ı sadık-ı mak’ad-ı sıdk-ı Huday-ı lem yezel 29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928)
Sôdık Aziz’in yerine Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretleri postnişın olmuştur.
Musıkiye de aşinâ olan Mehmed Sâdık Efendi’nin iki nutk-ı şerîfi tesbît edilebilmişdir. Aşağıdaki ilk nutk-i şerîfini kendileri Rast makâmında bir ilâhi olarak bestelemişlerdir…
Meryem-i kalbden doğup sırf-ı vücûda erip
Aşk ile bir savt vurup dem ile devrân oldum
Birdim bin birden idim türlü donlar giyindim
Yüz binde bir göründüm giden duran ben oldum
Nûr durur aslım benim Sâdık’la yâdım benim
Bu harâbât deminde bir genc-i nihân oldum
Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza efendi
Sadık Aziz‘in vefatından sonra postnişin olan Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretlerinin (ö. 2. 12. 1939, Uşak) irşadı faaliyetleriyle Şabaniyye silsilesi Uşak’ta neşv ü nema bulur. Babası’nın yüzünde ben olduğu için “Yamalı” lakabıyla tanınan aile, soyadı kanununda Yamalıoğlu soyismini almıştır. “Yamalı Baba” lakabıyla şöhret bulan Şeyh Ali Rıza Efendi, Eskişehirli Mehmed Sadık Aziz tarafından yetiştirilmiş ümmi bir zattır. Mizacen şok sert olan Sadık Aziz‘le ilgili bir hatırası şöyledir:
Mehmed Sadık Azız, Yamalızade Efendi’yi bir grup dervişle birlikte Odunpazarı’ndaki tekkede Halvete koyar. Bir gün, üç gün, beş gün, yedi gün derken otuz dokuz gün geçer. Malumdur ki Halvetiyye tarikinin usulüne göre halvetçi dervişlerin hal ve zuhuratları ikindi namazından sonra mürşid tarafından alınır, derviş tekrar hücresine çekilir. Sadık Aziz diğer dervişan huzura gelirken bir şey demez, Yamalızade gelirken:
– Gel bakalım eşek herif, anlat bakalım eşek herif diye çok sert davranırmış.
Yamalızade nükteyi anlayamaz:
– Yahu ben eşek olsam burada işim ne? Aziz’im bana neden böyle diyor diye gücenir, kendi kendine:
– Şu halvet bir tamamlansın, Pir huzuruna gidip azizi şikayet edeceğim, diye söylenirmiş. Bu hal üzere halveti kırmadan devam etmiş. Otuz dokuzuncu gün huzura tekrar geldiğinde Sadık Aziz:
Yine aynı sert hitapla karşıladıktan sonra:
– Yaa oğlum,senin pir dediğin adam benim işime ne karışır? diye zirveden, biraz da şatahat kabilinden sözler söylemiş.
Yamalızade zuhuratını anlattıktan sonra destur deyip tekrar hücreye döndüğünde bir de bakmış ki seccade üzerine oturmuş zikr-i daimi halinde Hu Hu Hu diye zikrediyor… İçi dışarıda, dışı içeride…
Meseleyi anlamış tabii. Etesi sabah saadethaneye getirildiğinde Sadık Baba kendisine:
– Gel Ali Rıza Efendi oğlum, gel! diye taltif etmiş, alnından öperek “aradığını buldun Hakk’a hamd ü sena kıldın!” diyerek kendisine tekbirlerle velayet ve hilafet sırrını vermiş.
Yamalı Baba irşadını Uşak’ın merkezinde bulunan saadethanesinde yapmıştır. Az ve öz derviş kabul etmiş halkı başına toplamamıştır. Kendisinden sonra posta geçen Yakupzade de aynı tavra sahip olup seçici davranmıştır. Yamalızade de, onun müntesibi olan başta dönemin büyük alimlerinden Uşaklı Yusuf Ziya Bey, Yakupzade Hafız Mustafa Özyürek, Kütahyalı Elifzade Nuri Efendi gibi zevatın da saygın kişiler olduğu görülecektir. Nitekim Yamalı Baba, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı ve çok güvendiği için de Kuva-yı Milliye’nin bölgedeki mali işlerinin başına getirdiği büyük alim Yusuf Ziya Bey’in de şeyhidir.
Dervişlerine tasavvufun tekke, takke ve merasim işi olmadığını ısrarla telkin eden Yamalızade, “şeriat hakikatten doğmuştur, ilm-i ledün önde gider!” yahut “Sanii gör, günde yüz bin san’at gösterir/ Kendini göstermek içindir o san’atdan garaz” diyerek bilginin kaynağının Hak ve hakikat olduğuna işaret etmiş ve onları sevgi ve bilgi yoluyla Hakk’a davet etmiştir. Tekaya’nın seddinden sonra günlük kıyafet olarak yol tacını ve merasimlerde irşad tacı-ı şerifini, hırkayı ve diğer irşad çihazlarını çıkarıp modern kisveye bürünen ve bunun ulu’l-emr kabul ederek uygulayan ilk mürşid bu zattır.1939 senesin de vuslat eden Yamalızade Hazretleri, radyonun yavaş yavaş alınıp satıldığı ve yaygınlık kazandığı dönemlerde memleketi Uşak’ta radyo satın alan ve dinleyen ilk kişidir. Bu sebeple kendisine “Radyolu Şeyh” de denmiştir.
Başına gelen ve haksız yere yargılanıp da son duruşmada berat eden Elifzade Nuri Efendi’ye adliyeye giderken söylediği muhteşem kelam, onun tasavvuftaki tasarrufunun delilidir: “Dünyada alemin de bin bir hakimim mana aleminde ben bir hakimim!”
Yamalı Baba‘nın kabri Uşak’ta nakl-i kubur yoluyla eski mezarlıktan Şehitler Mezarlığı’na getirilmiştir. Şahide kitabesi kendinden sonraki postnişin Yakupzade Hazretleri tarafından yazılmış olup şöyledir: Hazine-i esrar-ı Huda Dürr-i ekber-i Hazret-i Meula İmamü’l-uşşak ve’l-urefa Bende-i Şaban-ı Veli eş-Şeyh Ali Rıza
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Yamalı Baba’nın yerine 1939 senesinde Yakupzade Hazretleri (d. 1887-ö. 30 Mart 1973) posta geçmiştir. Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ahmet, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da desteğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sırasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçüncü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.
Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı duyulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.
Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayışıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eğitimidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbiyesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgilidir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!
Yakup Aziz, büyük bir alim ve natıktır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiştir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvalimiz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakmamıştır. Menakıbı maalesef derlenmemiştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, meydanı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi verirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de:
-Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi.
Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabiliyette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbette binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi…
Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini yaşadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı zamanda..
Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade hazretleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.
Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yetenekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgilenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.
Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini savaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlenmediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ihvanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz sedasız bu alemden göçmüştür.
.
Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında. Kabristanın girişinde.
Şeyh Edebali‘nin Eskişehir’de geçen yaşamının hatırasını yad-ı cemil maksadıyla Odunpazarı Kabristanı içinde bir makam türbe yapılmıştır. Türbenin Sultan II. Abdülhamid döneminde onarım gördüğü tahmin edilir. Avluya özgün mimarisinin bozulduğunu tahmin ettiğimiz tac kapıdan girilir. Avlunun sağında köşede türbedar odası olduğunu tahmin ettiğimiz bir tek odalı bir yapı vardır. Türbenin çevresinde merdivenle çıkılan hazire bulunmaktadır. Bu hazirede çok sayıda kitabeli ve sanat değeri olan şahideli mezarlar görülür.
14. yy tarihlenen türbe, bugün tamamıyla yenilenmiştir. Ancak, günümüzdeki haline ne zaman kavuştuğu bilinmemektedir.
Eskişehir Merkezde, Odunpazarı mezarlığının batısında yer alan tek katlı, dikdörtgen planlı türbe, içten kubbe, dıştan kırma çatı ile örtülüdür. Doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı yapının orta bölümü, üst kotta dört yönden atılan birer kemerle kareye çevrilerek pandantif geçişli kubbe ile örtülmüştür. Kubbe örtülü orta bölüm, yapının kuzey ve güney cephelerinin orta kesimlerinin yükseltilmesine bu da cephelerin ortada yüksek, iki yanda daha alçak kotta bitirilmesine neden olmuştur. Türbenin tüm cepheleri üst kotta, aşağıdan yukarı doğru genişleyen kalın bir silme kuşağı ile son bulmaktadır.
Türbeye, doğu cephe ekseninin kuzeyinde bulunan basık kemerli bir kapıyla girilmektedir. Kapının iki yanında, silinmiş olmakla birlikte, okunabilen birkaç kelimeden üzerlerinde ayet yazılı olduğu anlaşılan, dikdörtgen biçimli birer kitabe panosu yer almaktadır. Güney cephe ekseninin batısı ile batı cephe ekseninde basık kemerli, parmaklıklı birer pencere bulunmaktadır. Kuzey cephe sağırdır.
Kubbe, güney ve kuzey yönlerde duvarlardan hafifçe içeriye taşan birer basık boşaltma kemerlerine, doğu ve batı yönlerde duvarlara paralel atılmış birer geniş basık kemere oturmaktadır. ‘cphelerin basık kemer biçimli pencereleri içeriye dikdörtgen biçiminde yansımaktadır. Türbenin güney duvar ekseninin doğusunda yarım yuvarlak kesitli sade bir mihrap nişi bulunmaktadır. Batı duvara dayanan kemerin önünde, dikdörtgen biçimli bir kum havuzu bulunınaktadır.
Türbenin, kapı ekseninin güneyine, ortaya, doğu-batı doğrultusundaki yerleştirilmiş sandukasının kaidesi dikdörtgen prizma, üst kısmı üçgen prizma biçimlidir.
Yapının tüm duvarları, moloz taş ile düzensiz örgü tekniğinde örülmüş ve sıvanmıştır. Pencere kasalarında ahşap, kapı kanatları ve pencere parmaklıklarında metal, çatı örtüsünde kiremit kullanılmıştır. Kemerlerin üst kısımlarında ve kubbe eteğinde son zamanlarda yapılmış kalemişi süslemeler bulunmaktadır.
Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan