Ana Sayfa>admin(Sayfa 142)

Koyun Baba

Edirne – Eski İstanbul caddesi ile Kanlıpınar caddesinin kesişiminde

Koyun Baba‘nın asıl adı, Mehmed’tir. Ahmed Badi Efendi’nin Ağazade Örfi Tarihine atıfta bulunarak verdiği bilgiye göre, Koyun Baba, Semerkandiyye tarikatının kurucusu Şeyh Alaeddin Ali Semerkandi (ö. 862/ 1458)’nin halifelerinden olup, 1010/ 1601 tarihinde vefat etmekle, Kasap Abdülaziz Mahallesi’nde, Kanlıpınar’da, Altunizade Sokağı’nın ikinci numarasında bulunan adına mensup tekkenin haziresine defnedilmiştir. Ayhan Tunca’nın verdiği bilgiye göre, Koyun Baba’nın türbesi bugün Eski İstanbul yolunda, Edirne Lisesi karşısında olup, 2002 yılında Edirne Ticaret Borsası tarafından onarılmıştır.

Vefatına, dönemin şairlerinden Mamazade Hadi Efendi (ö. 1018/ 1609) 1710 tarafından şu tarih söylenmiştir:
Dehr kassabı Koyun Baba’yı kurban eyledi

Koyun Baba’nın mana aleminde Sultan I. Mahmud’dan üç defa tekkesini tamir etmesini rica ettiği de nakledilenler arasındadır. Nitekim tekkenin 1165/ 1751 yılında temelden yıkılması üzerine yanına bir cami ilave olunarak yeniden inşa edilmiştir.

Koyun Baba Tekkesi
Koyun Baba olarak bilinen tekke; Talat Paşa Mahallesi, Altunizade Sokak’ta yer almaktaydı. Tarikatı hakkında, A.Badi, Dağdevirenzade M.Şevket Bey ve R.Melül Meriç Nakşibendi, S.Şimşek ise Semerkandi diye belirtmektedir.

Günümüzde mevcut olmayan tekke alanında bir türbe ve bahçes­inde de bir kuyu yer almaktadır. Koyun Baba Türbesi olarak anılan bu türbe; betonarme yapısıyla sekizgen planlı olup üzeri kiremit çatıyla örtülüdür. Mülkiyeti, Vakıflar Genel Müdürlüğü ‘ne ait olan bu türbe, tapunun 114 pafta, 539 ada ve 4 parsel numarası ile Koyun Baba vakfı adına kayıtlıdır. Tekke, Hacı Hasip oğlu Ahmet tarafından Mehmed Koyun Baba için H.1012/M.1603 tarihinde yaptırılmıştır.

Mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi edinemediğimiz tekke H.1165/M.1751 tarihinde onarılmıştır. H.1165/M.1751 yılında harap olan tekke, II. Mahmud tarafından tamir ettirilerek yanına bir mescit inşa edilmiştir. Şair Örfi tarafından kaleme alınan bu onarım kitabesi giriş kapısı üzerine konmuştur. Günümüzde bulunmayan bu kitabe O.Onur tarafından yeni harflerle okunuşu yayınlanmıştır. Buna göre kitabenin okunuşu;

“Koyun Baba Mehmed kutup dehr-i nakş-bendi
Semerkandi ve Gavs vakt ü esseyid Ali piri
Mürür-i vakitle bu han-kahı oldu virane
Temaşa ile ruhaniyetinden yani tesiri
Cenab-ı hazret Sultan-ı Mahmudu Hana rüyada
Zuhur ette o şeb üç defa kim ba hükm-i takdir
Sipariş eyledi tecdidini pend ve nasihatle
Netice hayre sevk etti o sultan cihangiri
Heman dem vakıa bu han-kahı o Şeh agah
Esasından binaya eyledi himmetle tedbiri
Acep alf nefestir Örfi ya o şıh kamil kim
Değil mi ya keramed ana tarih-i Tekke tamir
Sene H 1165/M 1751″ şeklindedir.

Türbenin içerisinde, Hacı Ahmed Bin Hasib, Şeyh Mustafa, Rukiye Hatun’ a ait üç mezar bulunmaktadır.

Kaynaklar ;
Osmanlının İkinci Başkenti Edirne’de Tasavvuf Kültürü , Dr. Selami Şimşek , Buhara Yayınları
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Necati Seçkin , Edirne Evliyaları , 1971
Edirne Tekkeleri , N. Çiçek Akçıl , Edirne Valiliği Kültür yayınları

Kıyak Baba

Edirne – Kıyık caddesi üzerindeki Kıyak Baba camii önünde

Edirne’nin fethinde bulunan Horasan erlerindendir.Fetihten sonra Edirne’de dergahında yıllarca İslamiyeti anlatmaya çalışan Kıyak Baba’nın kabri ; Kıyık caddesi üzerideki Kıyak Baba camii önündedir. Asıl adı Şakir’dir.

Edirne’nin kuşatıldığı ve tıpkı Mekke’nin fethinde olduğu gibi, bütün askerlerin ateş yakarak, Edirne’yi ışık seli içinde bıraktığı gecenin sabahı , Şakir Baba , aşka gelip öyle bir sabah ezanı okur ki yer ve gökteki bütün mahlukat dinler. Padişah da bu ezanla kendinden geçenlerdedir. Şakir Baba’yı buldurur ve kendisine, ” baba , çok kıyak (güzel) bir ezan okudu ” der. Bundan sonra Şakir Baba , Kıyak Baba diye anılır.

Kaynaklar; 

Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Necati Seçkin , Edirne Evliyaları , 1971

Kesikbaş Baba

Edirne – Uzun Kaldırım caddesi , Huysuz Baba sokakta Huysuz Baba’nın hemen karşısında.

Üç şerefli cami yanında yer alan Saatli Merdesede yüzelerce molla okuyorken, Medrese hizmetinde çalışan bir kişi sabah namazına yakın, sessizce mollaların yattıkları odaları dolaşır, hamama gidip boy abdesti almaları icab edenleri usulca uyandırırmış. Onun hiç yanılmadan bu işi yapması ona karşı sevgi ve saygıyı çok fazla arttırmış. Bu arada çocuklar, ısrarla ondan bunun sırrını öğrenmek için çok yalvarıyorlar, nihayet hal ehli gördüğü bir kaç öğrenciye durumu açıklıyor.
– ” Ben sabah namazından önce odaları dolaştığımda, gusül abdesti gerekeni, onun melaikesinin omuzu başında bulunmamasından anlıyorum, demiş.”
Rivayetler tabii ki muhtelif, ince elenip sık dokunmadan hükmü karakuşi ile bir sebepten ötürü bu zatın katline ferman çıkar. O da yakın bildiği bir öğrenciye ;

– ” Oğlum, beni Üç şerefeli camii meydanında katledecekler, başım yere düşünce kavra ve oradan hızla uzaklaş, sakın geriye bakma” der.
Gün olur emir yerine getirilir. Çocuk başı kavradığı gibi kaçarken, yüzlerce insanın feryad, figan ile avaz avaz bağrışıp kaçmalrına çocuk daha fazla dayanamayıp , geri dönerek bakar ve bir de ne görsün.

Başsız vücud, onun ardından koşarak gelmiyor mu, İşte o an oraya düşmüş, kerameti tamamlanmış ve oraya defnetmişler.

Kaynaklar ;
Necati Seçkin , Edirne Evliyaları , 1971

Huysuz Baba

Edirne – Uzun Kaldırım caddesi , Huysuz Baba sokağın hemen başında ( Kesikbaş türbe’nin karşısında)

Ne zaman yaşadığı bilinmeyen Huysuz Baba ; Edirne’de Uzun kaldırım caddesinde sırlanmıştır. Ziyaretçiler Huysuz Baba‘yı vesile ederek çocuklarının yaramazlıktan kurtulmaları için dua etmektedir. Rivayete göre ; yüz on , yüz yirmi okka gelen , uzun boylu, gayet iri cüsseli bir zat imiş. Mevlevi semazenlerinden imiş. O dergahta sema’a başladığı zaman, heybetli cüssesiyle yel gibi dönerken, küçük çocuklarında ” Havale ” denen bayılma rahatsızlığı olan anneler , kundaktaki çocuklarını onun ayakları altına koyarlar, o da çocuklara bir ayağıyla hafifçe basarak aralarında dolaşıp sema edermiş. Allah’ın izniyle çocuklar iyileşirmiş.

Kaynaklar;
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Necati Seçkin , Edirne Evliyaları , 1971

 

Hıdır Baba

Edirne – Hıdırlık tabyalarının bulunduğu yüksekçe bir manzara tepesindedir.

Hıdır Baba’nın Fatih Sultan Mehmed Han’ın kumandanlarından olduğu söylendiği gibi I. Murad’ın Edirne’yi almasından evvel gelen horasan erenlerinden olduğu da söylenmektedir. Osmanlı’nın Edirne’yi almasından sonra Çelebi sultan zamanında yaşayan Şahmelek paşa buraya bir zaviye yaptırmıştır. Sultan İbrahim zamanında Koca Mustafa Paşa tarafından yanlış ibadet yapılıyor diye Edirnelilerin isteği ile harap edilmiş sonra Avcı Mehmed buraya köşk yaptırınca tekke tekrar açılmıştır. Türbe , Söğütlü dereli Sedat Bayram tarafından 2006 yılında şimdiki halini almıştır. ( Allah ondan razı olsun.)

Hıdırlık Tekkesi
Hızır Dede ve Hızır Dede Hünkar Tekkesi adlarıyla da bilinen Hıdırlık Tekkesi; Yıldırım Beyazıt Mahallesi, Hıdır Baba Sokak’ta yer almaktaydı. Bektaşi tarikatına bağlı tekke Şah Melek Bey tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde mevcut olmayan yapı, H.1171/M.1757 tarihinde yıkılmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi ‘nde Edirne’nin fethinden önce de mevcut olan ve Hızır’ın makamı diye korunan tekkeye, sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin izniyle Sefer Şah Dede ve Hızır Dede buraya gelip yerleşmiş, mamur hale getirmişlerdir. Fetihten sonra ise, Gazi Hüdavendigar ilgi göstermiş, nice kilerler, hücreler, ambarlar ve imaretler yaptırmıştır. 831/1427 tarihinde Gazi Mihal Bey’in oğlu Yahya Bey bir tarafa dershanelerle çeşitli çilehaneler ve bahçesi içre çeşitli maksureler yaptırarak adeta cennete çevirmiştir.

Zamanla harap olan tekke H.942/M.1535 yılında yıktırılarak Vezir-i azam İbrahim Paşa tarafından yeniden yaptırılmaya başlanmış, İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır

Evliya Çelebi; havası suyu güzel yeşillik bir mesire yeri olmakla Edirne’nin bütün aydınları, sanatçıları gezmek tozmak için buraya gelmeye başlayınca, şehrin nice bin yaramaz ve haylazının da oraya doluşmaya başladıklarından huzur ve sükun kalmaması üzerine H.1051/M.1641 tarihinde Sultan İbrahim’in veziri Kara Mustafa Paşa’ya Edirneliler dilekçeler göndererek ‘bu tekke-i Bektaşiyan’da nice fisku fücur oluyor men ve defi için emr-i padişahı rica ederiz’ dediklerini ve isteklerinin kabul olunarak Kara Mustafa Paşa tarafından Kapıcıbaşı Kırkayak Sinan Paşa bu iş için görevlendirildiğini, o da aldığı buyruğu yerine getirerek binlerce bakkal, çakkal haşaratları başına toplayıp baltalar ve ferhadi kazmalarla oldukça büyük ve eski bir yapı olan tekkeyi tam bir haftada zorlukla yıkabildiklerini, kurşunlarını yüzlerce arabaya yükleyip Kara Mustafa Paşa’nın İstanbul’ da yaptırdığı türbesini ört­tüklerini, bu acıklı hali gören Bektaşi dervişlerinin on dört bakır kabı kadı’ya teslim edip, sonra hepsi bir araya gelerek ‘Allah, Allah’ diye bağırdıklarını ve bu Asitanenin yıkılmasına sebep olanların cümlesine fena gülbangı çektikten sonra her birinin bir diyara dağıldıklarını, fena gülbangının yedinci günü Sultan İbrahim’in Kara Mustafa Paşa’yı öldürttüğünü ve ondan sonra Edirne ay­anından bu tekkenin yıkılmasına dilekçe verenlerin hepsinin de kısa zamanda öldüğünü kaydetmektedir.

Evliya Çelebi, bu olaydan sonra tekkenin boş ve terk edilmiş olarak kaldığını, IV. Mehmed’in Edirne’ye gelip, bu gönül açıcı ferah yerden hoşlanması üzerine aynı yıl bir cami ile saray yaptırarak buranın canlandığını bildirmektedir.

Günümüzde yukarda bahsedilen yerde Hıdır Babaya ait bir mezar bulunmaktadır. Üzeri çatıyla örtülü mezar yeri ahşap kafes  malzemeyle dikdörtgen bir form içinde yer almaktadır. Yeşil renkli sanduka çimentodandır. Edirne halkı tarafından yatır özelliği verilen mezar, adak yeri olarak kullanılmaktadır.

Kaynak ; Edirne Tekkeleri , N. Çiçek Akçıl , Edirne Valiliği Kültür yayınları

Fahreddin Acemi (k.s.)

Edirne’de – Darülhadis Cami bahçesinde , Kabri cami mihrabı önünde bulunmaktadır. Demiryolu yapılırken mezar taşları müzeye kaldırılmıştır.

Osmanlı devrinin ikinci Şeyhülislamıdır. İran’da doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. İran’da Seyyid Şerif Cürcani’den dersler almış, Osmanlıya gelince Molla Fenari‘nin oğlu Mehmed Şah Efendi’nin hizmetine girmiş , Bursa’da Sultan medresesine yardımcı hoca olmuş ve diğer medreselere de müderris olarak atanmıştır.Sultan II. Murad zamanında Edirne müftülüğüne getirildi.

Kanaatkar, doğru, namuslu bir kişiydi . Padişahın ödeneğini arttırmak istemesini kabul etmemiş ve ” Beytü’l-mal helaldir fakat hacet ve kifayetten fazlası helal değildir.” diyerek reddetmiştir. Hadis ilminde muktedir ve geniş bir bilgiye sahipti.II. murad ve Fatih sultan Han zamanında otuz yıl boyunca Şeyhülislamlık yapmıştır. Fatih Sultan Han zamanında gelişen Hurufilik akımına karşı çetin bir mücadele vermiş ve onların susturulmasını sağlamıştır.

Fâtih Sultan Mehmed Hanın veziri Mahmûd Paşa, evinde bir dâvet tertîb etti. Dâvete, hurûfî yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu. Sohbet ilerleyince, Mahmûd Paşa, kendilerini çok sevdiğini ve her dertlerini çekinmeden kendisine açabilecekleri ni söyledi. Vezirin bu aşırı sevgi ve muhabbetinden dolayı onu kendisinden zanneden bu kimseler, fırkalarının iç yüzünü anlatmaya başladılar. “Her testi içine konulanı sızdırır” sözü gereğince sapıklıklarını ve küfürlerini açıkladılar. Hattâ:”Allahü teâlâ (hâşâ) Fadlullah’a (Hurûfîlik bozuk yolunun kurucusu olup, 1393 senesinde Tîmûr Hanın oğlu Mirân Şah tarafından öldürülmüştü.) hulûl etmiştir.” dediler. Bunu duyan Fahreddîn Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak, bu sapıkların üzerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, sultânın sarayına sığındılar. Fahreddîn Acemî de peşlerinden koştu. Sarayda bunları yakaladı. Hâdiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed, edebinden Şeyhülislâma karşı ses çıkarmadı. Fahrüddîn Acemî, bu işi burada halletmek istiyordu. Hemen câmiye gitti, halkı câmiye çağırdı. Çok kalabalık toplandı.Fahreddîn Acemî hazretleri minbere çıkıp, bu hurûfî denilen kimselerin sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Kötü yolda olduklarını ve hemen idâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, idâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezâları infâz edildi. Çünkü bu sapıklar, fırkalarının kurucusu Fadlullah’ın yeryüzünde Allah’ın temsilcisi, hattâ insan sûretindeki şekli olduğunu söylüyor ve başkalarını da kandırmaya çalışıyorlardı. Bütün hurûfîler tesbit edildi. Hepsi yakalanıp idâm edilerek, Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi.

Edirne’de Üç şerefeli cami yanında bir medrese yaptırmıştır. 1460 yılında Edirne’de vefat etmiş ve Darul hadis camii’nin mihrabı önünde sırlanmıştır. demiryolu yapılırken kabir taşları müzeye kaldırılmıştır.

Kaynaklar ; 

Abdulkadir Altunsu , Osmanlı Şeyhülislamları , 1972
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları

Ali Bin Emrullah (k.s.)

Edirne’de , Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan küçük kabristan’da .

Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. Tefsîr, hadîs, fıkıh âlimidir. Dedesi Abdülkâdir Hâmidî, sakalına kına kullanmakla meşhûr olduğu için Kınalı-zâde denmiştir. Abdülkâdir Hâmidî, Fâtih Sultan Muhammed Hân’ın hocalarındandır. Ali bin Emrullah, 916 (m. 1516) senesinde Isparta’da doğdu. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli şehirlerinde kadı ve kadıasker olarak vazîfe yaptı. 979 (m. 1571) senesinde Edirne’de vefât etti.

Kınalı-zâde Ali Efendi, ilk tahsiline akrabası olan Kadri Efendi’den ders alarak başladı. Sonra İstanbul’a giderek, Mahmûd Paşa Medresesi’nde Müderris Sinân’dan, Atîk Ali Paşa’da Merhaba Efendi’den, sonra da Sahn-ı semân Medresesi’nden Kul Sâlih Efendi’den ders aldı. Kur’ân-ı kerîmi ve pekçok hadîs-i şerîf ezberledi. Yazı (hat) san’atında usta olup, te’sîrli bir hitâbete ve üstün bir hafızaya sahipti. Tahsilini mükemmel bir şekilde tamamladıktan sonra, Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi tarafından Edirne’de Hüsâmiye Medresesi’ne ta’yin edildi. Daha sonra Bursa’da Hamza-bey Medresesi’nde, Kütahya’da Rüs-tempaşa Medresesi’nde, İstanbul’da çeşitli medreselerde ve Süleymâniye Medresesi’nde müderrislik yaptı. Bu vazîfelerinden sonra da; Şam, Kâhire Bursa kadılığı, 978 (m. 1570)’de İstanbul kadılığı, 979 (m. 1571)’da Anadolu kadıaskerliği yaptı. Arabca ve Farsçada; edebiyat, tefsîr ve hadîs ilminde emsalsizdi Tefsîr metinlerini anlamakta güçlük çekenler, müşkillerini halletmek için ona müracaat ederlerdi. Şam’da ve Mısır’da görevli bulunduğu sırada, görüştüğü Arab âlimleri dahi bu zâtın Arabcada derin, bilgi sahibi olduğunu görmüşler ve istifâde etmek için ona müracaat edip, ilminin yüksekliğini medhetmişlerdir. Arabca, Farsça dillerinde ve Osmanlıca Türkçesi’nde derin bilgisi olup, bu dillerde şiirler yazmış ve şiirleri bir divanda toplanmıştır. Oğlu Hasen Çelebi, “Tezkiretr-üş-Şuarâ” adlı eserinde, babası hakkında şöyle bir hâdiseyi nakleden “Birgün dostları ile dinlenmek üzere bir bahçeye gittiler. Orada arkadaşlarından biri “Bahâristan” kitabını gösterip; “Ali Efendi, bu kitabı okudunuz mu?” diye sordu. O da; “Hepsi ezberimde” deyince; “Öyleyse oku bakalım” dediler. Kitaptaki şiir ve hikâyeleri sonuna kadar okuyunca, arkadaşları buna şaşıp, hayran kaldılar.”

Kınalı-zâde Ali Efendi, fen ve hikmet ilminde de iyi yetişmişti. Ayrıca felsefeyi de incelemiş, fakat felsefecilerin bozuk fikirlerine kapılmamıştır. Ahlâk ilmi üzerine çalışmış, bu husûsta yazılan eserleri inceleyip, İslâm ahlâkını esaslı bir şekilde yazmıştır. Kıymetli eserler yazan ve ilmi çalışmalar yapan Ali Efendi, 979 (m. 1571) yılında, Ramazan ayının altına günü Edirne’de vefât etti. Cenâze namazında, başta âlimler olmak üzere, büyük bir cemâat hazır bulundu. Cenâze namazı Câmi-i Atîk’de kılındıktan sonra, Edirne-İstanbul yolu üzerindeki “Vaki Nâzır” adı ile meşhûr kabristanda defnedildi. Eserleri: 1- Ahlâk-ı A’lâî, 2- Tecrid haşiyesi, 3-Mevâkıf haşiyesi, 4- Dürer ve Gurer’e yaptığı haşiye, 5. Kalemiyye Risalesi, 6- Sayfiyye Risalesi, 7-Tefsîre ve vakfa dâir risaleleri, 8-Arabca, Farsça, Türkçe şiirlerini içine alan “Divân”ı, 9-Tabakât-ı Hânefiyye (İmâm-ı a’zam hazretlerinden İbn-i Kemâl Paşa’ya kadar.)

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 34

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 164

3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 34

4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 984

5) İslâm Ahlâkı sh. 6-51

Abdülhayy Efendi ( Öztoprak)

İstanbul – Beşiktaş’da Çırağan sarayının karşısında yer alan Yahya efendi dergahında.

Yahya Efendi dergahının son şeyhidir. Babası Fikri efendi , dedesi Şerif Ali Efendi , annesi ise Zeynep hanımdır. 1884 de İstanbul’da dünyaya gelmiştir.

Abdülhayy Efendinin dedesi Şerîf Ali Efendi Mekke’den kalkarak İstanbul’a geldi. Bir müddet Aksaray’daki Oğlanlar Tekkesinin şeyhliğini yaptı. Sonradan Tosya’ya giderek Kâdirî tekkesi şeyhi İsmâil Rûmî hazretlerinin torunlarından biriyle evlendi. Tekrar Mekke’ye giderek orada yerleşti. Mekke’de Fikri adında bir oğlu oldu. Fikri Efendi Mekke’den Mısır’a giderek oraya yerleşti. Askerlik mesleğine girip albaylığa kadar yükseldi. Gördüğü bir rüyâ üzerine Mısır’dan İstanbul’a gelip Kaygusuz Baba dergâhına intisâb etti. Sultanahmed’deki bu dergâha uzun müddet kırba ile su taşıdığı için kendisine “Kırbacı Baba” ismi takıldı. Bütün bu hizmetlerine rağmen dergâhın şeyhi, kendisini talebeliğe kabûl etmedi. Fakat bir gün şeyhin, bir köpeğe attığı artıklarını, köpekle birlikte yemeye teşebbüs etti. Bunun üzerine şeyh kendisini talebeliğe kabûl etti. Kaygusuz Babanın vefatından sonra da dergaha postnişin oldu.

Fikri Efendi bir müddet bu tekkede kaldıktan sonra Zeyrek yokuşu başındaki yanmış olan Ümmü Gülsüm Câmiini tâmir ettirdi. Mısır kuyumcularından birinin Zeynep Hanım adındaki kızıyla evlendi. Bu evlilikten Abdülhay Efendi dünyâya geldi. Üç aylıkken babası vefât eden Abdülhay Efendi, yetim kaldı. Annesi oğlunu alıp Ümmü Gülsüm Câmiinin meşrûtasına yerleşti.

Yetim kalan Abdülhay efendi , annesinin titiz nezaretinde 11 yaşında hafız oldu. Zamanın usulune göre ciddi bir medrese tahsili gördü. 18 yaşına geldiğinde Ümmügülsüm camiine imam oldu. 21 yaşında kendisi gibi münevver ve şair bir hanım olan Naciye Hanım ile evlenir. Fatih ders hocalarından Rıza Efendi’den İslami ilimelere dair icazet aldı. Nakşibendi tarikatı’nın Rabbani kolu dersini İntisap ettiği Şeyhi Hacı Nuri efendi’den alır. Şeyh Hacı Nuri Efendi’nin vefatından sonra da Gümüşhanevi Şeyhi İsmail Necati hazretlerinden icazetname alır.

Bir ara Çiçekçi Câmi İmâm-Hatipliğini yaptı. Yahyâ Efendi dergâhının şeyhliğini yürüttü. Bir taraftan da Baytar mektebinde ayniyat muhâsipliği yaptı. Daha sonra buradan emekli oldu. Soyadı Kânunundan sonra Öztoprak soyadını aldı. Zaman zaman sevenleriyle sohbet edip onları irşâda çalıştı. Mütevazi, ilim sahibi , yumuşak huylu, cömert, misafirperver , haramlardan sakınma hususunda son derece titizdi. Sofrasında bir fakir almadan oturmazdı. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilirdi.

Abdülhayy Efendi ,ömrünün son yıllarında, vücudunda arız olan çeşitli hastalıklarla (özelikle ağır bir fıtık rahatsızlığı) uğraştı, bilhassa 1961 de rahatsızlıkları fazlalaştı. Şeyh Efendi camiye gelse namaz kıldıramaz hale gelmişti. Daha sonraları dergaha bitişik olan evinden çıkamamış ve bir müddet sonra yatağa düşmüş ve 16 Temmuz 1961 pazar günü 19:30 çivarında sağa dönük halde yüzlerini süüsleyen derin bir ” Huuuu ” sesiyle Hakk’a kavuşurlar.
Allah şefaatlerine nail eylesin..

Kaynak ;

Türkiye Gazetesi , İstanbul Evliyaları
Yahya Kutluoğlu , Yolumuzu Aydınlatanlar , İstanbul Kültür a.ş. , 2014
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları

Hasırpuş Dede – (Hatırhoş Dede)

Bursa Cumhuriyet Caddesi yakınında, Abdâl Caddesi, Tahıl Caddesi ve Gül Sokağı’nın kavşağındaki Abdal Mehmet Camisinin karşısındaki Abdal mehmet türbesinin hemen arkasında

Hasırpuş dede ermişlerden bir zat idi , dünya menfaatlerine itibar etmeyip fakr u fena yolunu seçmiştir. Omuzunda eski yıpranmış hasıra benzer hırka taşımakla halk arasında ” Hasırpuş” namıyla meşhur olmuştur. Gülizar-ı İrfan’da ; Abdal Mehmet türbesi yakınında bu dünyanın gösterişinden debdebesinde uzak kıt kanaat geçinirken mağmur belde cennete yol bulduğunda Deveciler mezarlığının batı tarafında Abdal Mehmed türbesinin kuzeyindeki Gül sokaktaki türbesine defnedilmiştir.