Ana Sayfa>admin(Sayfa 128)

Pir Ali Aksarayi (k.s.)

Aksaray – Taşpazar mahallesinde . Taşpazar caddesi ile Pir Ali sultan caddesinin kesiştiği yerde.

Bayrami- Melami yolunun en güçlü şahsiyetlerindendir. Anadolu’nun merkezinde aşk, cezbe ve irfan tohumlarını eken Pir Ali , Bünyamin Ayaşi’den sonra Bayrami – Melami yolunun riyasetine geçmiştir. Onun zamanında Melamilik yolu çok yayılmış ve çok insan kendisine intisap etmiştir. Her kesimden insanın hürmetini kazanan , çok güçlü bir şahsiyet ve nafiz bir nazara sahiptir.

Aksarayi, melamet yolu gereği dervişlerine taç ve hırka giydirmez, onların birer sanata sahip olarak halkın içinde çalışmalarını isterdi. Sanata kabiliyeti olmayanları ise ziraatle meşgul olmalarını isterdi. Sülükta aşk ve cezbe yolunu benimseyen Pir Ali hazretleri’nin şer’i hususlarda son derece ihtiyatlı olduğu ve müridlerini onları delalete sürükleyecek kişi ve düşüncelerden uzak durmaları konusunda uyardığı kaydedilmektedir.

Sultan Süleymân Han İran’a sefer yaptığı sırada Pîr Ali hazretlerine bâzı hasetçiler iftirâ atıp; “Aksaray’da bir kimse Mehdîlik dâvâsında bulunuyor.” demişlerdir. Bunun üzerine Pâdişâh araştırılmasını, durumun öğrenilmesini emretti. Bâzı kimseler aleyhinde idiler. Durumu soruşturmak üzere kurulan mecliste, Pîr Ali hazretleri, aleyhinde bulunanlara bakıp celâlli bir şekilde; “Bizim aleyhimizde bulunan siz misiniz?” diye işâret etti. Aleyhinde bulunanlardan biri orada düşüp öldü. Diğeri de istifrâ etmeye başladı. Ağzından pislik geldi. Mecliste bulunanlar onun heybetinden korkup, bu hususta soruşturmadan vaz geçtiler.

Pâdişâh Aksaray’a uğradığında ziyâret edip; “Sizi bize yanlış anlatmışlar. Hamdolsun sohbetinizle şereflendik.” dedi. Pir Ali hazretleri de ” Devletlü padişahım bu fakire isnad olunan şeyler nedir? ” diye sorar, padişah ; ” Dediklerine göre sen ‘Mehdiyim , cennetin dört ırmağı da bendedir’ diyormuşsun.

Pir Ali hazretleri ” Şevketlü Padişahım, zamanın mehdisi zatınızdır. Cennet ırmaklarından muradım ise, hanemizin önünde akıp giden tatlı su , birkaç sığır ve davarımızdan elde ettiğimiz süt ve kovanlarımızın balıdır” diyerek padişahın huzuruna bali, süt ve su getirip ikram eder. Padişah bunları içtikten sonra latife olarak ” Bunlar pek güzel , lakin dört ırmaktan şarap ırmağı eksik, onun numunesi olarak da bağınız yok mu diye sorunca? ” . Pir Ali hazretleri de ” Şarap ırmağında numunesi aşk-ı yezdan ve cezbe-i Rahmandır. Bu aşk ve cezbeyi ise taliblere sunmaktan çekinmeyiz. ” der. O sırada ayakta duran ve Pir Ali’nin sözlerini can kulağıyla dinleyerek kendisine karşı muhabbet besleyen Pertev Paşa’ya nazar edince paşa ” Allah! ” diyerek cezbelenir , yere düşüp kendinden geçer. Padişah ise teessür ile ağlamaya başlar.

Pâdişâh onun büyük bir velî olduğunu görüp, hürmet etti ve duâsını aldı. Acem seferinden sonra dönüşte yine ziyâretine geldi. Bu ziyâreti sırasında Sultana şöyle nasîhat etmiştir: “Allahü teâlâ senden adâletle iş yapıp yapmadığını soracak. Bu bakımdan adâletle iş gör. Bundan başka yol yoktur. Eğer âdil olursan, bu dünyâ da senindir, âhiret de. Adâletle hareket edersen sultanlık tahtı dâimâ senin olur. Boşuna ömür geçirme, kendine kötülük etme. Zulme uğrayanların hakkını zâlimlerden al. Böyle yapmazsan perişan olursun. Peygamberleri düşün, dîni gözünün önüne getir! Fenâ bir yol tutarsan, Allahü teâlâ seni başaşağı eder de, şaşırıp kalırsın. Nasıl oldu nereden geldi der düşünürsün.

Sen Peygamber aleyhisselâmın yolunu tut. O zaman gecen de gün gibi aydınlık olur. Git adâlet tohumu ek de, her iki âlemde mahcûb olma. Mazlumların nefesi kılıç gibidir. Mülkünü virân ederler. Buna sebeb olma. Allahü teâlâya karşı isyân edenleri Cehennem ateşine atarlar.

Bak düşün bir kere binlerce hükümdâr toprak altında yatıyor. Git din erbâbına yardımcı ol. Çünkü bu dünyâ fânidir. Bu nasîhatlarımı bir inci gibi kulağına küpe yap.”Bu nasîhatları dinleyen Pâdişâh çok ağladı. Pîr Ali Sultan hazretlerine pekçok mülk ve tarla bağışlamak teklifinde bulundu. Fakat o kabûl etmedi. Bunun üzerine oğlunu İstanbul’a yanına göndermesini istedi. Sultanın bu arzusunu kabûl edip; “Şevketli Pâdişâhım! Oğlum İsmâil Hak yoluna kurban olmaktan dönmez. Onu size göndereyim.” dedi.Pâdişâh İstanbul’a döndükten sonra Pîr Ali hazretleri oğlu İsmâil’i ve birkaç mürîdini İstanbul’a gönderdi. Altı ay sonra da Pîr Ali hazretleri vefât etti. ( h. 937 / 1537-38)

Pir Ali hazretleri İsmail Maşuki’den başka ; Pir Ahmed Edirnevi’yi , Helvai Yakup Efendi’yi , yeğeni Şeyh Hasan’ı ve Ahmed Sarban’ı yetiştirip insan-ı Kamil olamarına vesile olmuştur.

Pir Ali hazretlerinin , bugün dahi halk arasında çok saygın bir yeri vardır. Menkıbeye göre türbesinin etrafında densizlik yapan bir düğün alayı taş kesilmiştir. Bugün dahi halk , evlerini inşa ederken türbe tarafına açık pencere bırakmamakta , Pir ali hazretlrine derin bir saygı duymaktadır.

Pir Ali hazretlerinin türbesi ; Aksaray’ın Paşacık mahallesinde , duvarları ve kubbesi taştandır. Türbenin içerisinde üçü sandukalı , dördü toprak örtülü yedi yatır vardır. Rivayete göre bu sandukalardan bir oğluna diğeri de hanımına ait. Ortadaki büyük sanduka Pir Ali hazretlerine aittir. Türbenin kapısı sürekli kapalıdır.

Kaynaklar ;
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu evliyaları

Bünyamin Ayaşi (k.s.)

Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir

Asıl adı Mustafa’dır. ” Sultan İbn-i yamin el Ayaşi” lakabıyla da anılır ve Ayaşlı olduğu içinde Bünyamin Ayaşi ismiyle şöhret bulmuştur. Seyyid nesebli ve babasının adı Yamin’dir. Ayaş kazasında doğmuş ve burada vefat etmiştir. Doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili kesin bir bilgi yoktur.

Bazı kaynaklarda ve Ankara Salnamesinde Hacı Bayram Veli hazretlerinin halifesi olduğu kabul edilse de Dede Ömer Sikkini hazretlerinin halifesi olduğu genel kabul görür. ( Özelikle Melami kaynaklarında) Hayatının ilk dönemiyle ilgili yeterli bilgi yoktur. Hüseyin Vassaf efendi ; Sefine-i Evliyasında Bünyamin Ayaşi hazretlerinin şeyhinden sonra 26 sene makam-ı hilafette bulunduğunu belirtir.

Melami Büyüklerinden Sarı Abdullah Efendi ” Semaratü’l – Fuad” ında Bünyamin Ayaşi hakkında şöyle bir menkıbe nakleder ; Bünyamin Ayaşi hazretleri irşad vazifesini yürütürken bazı kıskançlık ve iftiralar sebebi ile Kütahya Kalesine hapsedilir. Zamanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman ise Rodos Kalesi’ni yedi ay muhasara etmesine rağmen adanın fethini gerçekleştiremez. Padişah bu başarısızlığın sebebini mahiyetindekilere sorar. Bünyamin Ayaşi’nin dostlarından ve Kanuni’nin çuhadarı olan bir kişi ” Sultanım Hacı Bayram Veli tarikatından Bünyamin Ayaşi bunca zamandır Kütahya Kalesinde mahpustur. Kuvvetli kanaatım budur ki Rodos’un İslam askerlerine şimdiye kadar mukavemet ederek fethedilmemesinin sebebi Bünyamin Ayaşi’nin mazlumen hapsolunmasıdır” der. Bu teklifi uygun gören Kanuni, hazretin serbest bırakılmasını ferman buyurur ve Bünyamin Ayaşi’nin hapisten çıktığı gün Rodos kalesi feth olunur.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin ; Aziz Ruşen Efendi , Sivaslı Osman Efendi ve Bolulu Süleyman Efendi adlı üç halifesi olmakla birlikte melami silsilesi Bünyamin Ayaşi’nin halifesi olarak Pir Ali Aksarayi hazretleriyle devam eder.

Şeyh Bünyamin Ayaşi hazretlerinin vefat tarihi ihtilaflıdır. Mahmud Kefevi 1512 yılını , Müstakimzade 1510 yılını verir. Atai ve İ. hakkı Uzunçarşılı’da Dede Ömer Sikkini’nin halifesi olduğunu belirterek 1520 tarihini verirler.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin türbesi , Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir.

kaynak ;
Abdülkerim Erdoğan , Ankara Erenleri II , Ankara B. Şehir Belediye yayınları , 2013
Sarı Abdullah Efendi , Semeratu’l – Fuad
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012

Osman Kemali Efendi (k.s.)

İstanbul – Edirnekapı ‘da Mısır Tarlası kabristanında. (Kabristan’daki yerini harita da görebilirsiniz.)

Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Güllüköy’de dünyaya geldi. Asıl adı Osman’dır. Doğum tarihi nüfus tezkeresinde 1881 olarak kaydedilmekteyse de bizzat kendisinin kaleme aldığı hal tercümesinden bu tarihin 1862 olması gerektiği anlaşılmaktadır.

Bir buçuk yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı sonucunda gözlerini kaybeden Kemall Efendi, altı yaşına geldiğinde bir süre köyün hocasından hafızlık dersi aldıysa da bir ilerleme sağlayamadı. Bunun üzerine Erzurum’a götürüldü. Burada bir medresede şanssızlık eseri hafız yetiştir­me usulünü bilmeyen bir hocaya teslim edilince yine bir netice alınamadı. Kendi ifadesine göre hocanın bilgisizliği yüzünden dört yıl kaybettikten sonra oradan alınarak Erzurum ulemasından Yeşil imam diye anılan Cafer Ağa Camii imam ve hatibi Seyyid Mustafa Efendi’ye teslim edildi . Onun yanında bir yıl içinde Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği gibi kıraat ilminde de icazet aldı. Bu sırada on sekiz yaşında olan Kemal Efendi Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendi’den dini ilimleri tahsile başladı. Bir yandan da Hatız-ı Şirazi ve Fuzuli’nin divanları ile Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sini ezberledi. Ayrıca medrese derslerine devam ederek icazet almaya hak kazandı.

Kemali Efendi yüzünü göremediği bir sevgiliye aşık olduğu bu dönemde derdine derman ararken Kolağası Ali Rıza adlı arif bir zatla tanışarak sohbetlerine devam etmeye başladı. Bu sohbetler sıra­sında mecazi aşkı ilahi aşka dönüştü. İlahi aşkın cezbesiyle Erzurum’dan ayrılarak on bir yıl süren seyahate çıktı. Bu sırada yirmi sekiz yaşında olan Kemali Efendi yaya olarak Diyarbakır’a gitti. Oradan Musul ve Bağdat’a geçti. Necef ve Kerbela’yı ziyaret etti. Buralarda mersiye ve kasideler okuyarak Hz. Peygamber’in soyuna ve onları sevenlere reva görülen zulüm ve haksızlıkları dile getirdi, Ehl-i beyt muhabbetini terennüm etti. Ardından yoluna devam ederek Trablusşam’a geldi. Şehrin müftüsü ile tanışıp onunla dost oldu ve bir yıla yakın bir süre burada kaldı. Daha sonra İskenderun, Antakya ve Halep’e geçti. Gittiği yerlerde Ehl-i beyt sevgisini ateşli bir dille telkin eden mersiye ve gazeller söylediğinden Alevi olarak tanındı. Halep Mevlevihanesi’nde bir süre kalıp Konya’ya geldi. Ehl-i beyt muhibbi olan Mevlana Dergahı postnişini Abdülvahid Çelebi tarafından dergahta uzunca bir süre misafir edildi. Abdülvahid Çelebi’nin oğlu Abdülhalim Çelebi ile de dostluk kuran Kemali Efendi’ye onun vasıtasıyla mesnevihanlık icazeti verilerek mevlevi sikkesi giydirildi.

1901’de İstanbul’a giden Kemali Efendi, bir süre Rami’de bostan bekçiliği ve Beyazıt Camii avlusunda arzuhalcilik yaptı. Bu sırada, kendisini Erzurum’dan tanı­yan Fatih müderrislerinden Hacı Nazmi Efendi’nin ısrarı üzerine Fatih Camii’nde Mesnevi okutmaya başladı. Ayrıca Hacı Nazmi ve Manastırlı İsmail Hakkı’nın derslerini takip ederek onlardan da icazet aldı. Fatih Camii’nde Mesnevi okuttuğu bu dönemde aynı camide vaaz veren Said Nursi tarafından Rafizilik ve zındık­lıkla itham edildi. 1903 yılında üç aylarda dini hizmetlerde bulunmak üzere Selanik’e gönderildi. Burada ittihad ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden doktor Şükrü Kamil , Mehmed Sadık, Talat ve Manyasizade Refik beylerle tanıştı. İstanbul’a döndüğünde Şehzadebaşı’nda Kanuni Sultan Süleyman’ın amaların barın­ması için vakfettiği imarete yerleşti. İma­rette yaşayan amaların durumlarının çok kötü olduğunu farkederek vakfiye şart­larına uyulmasını sağlamak amacıyla bir selamlık resminde Sultan Abdülhamid’e dilekçe verdi. Ertesi hafta saraya davet edilen Kemali Efendi, padişahın huzuruna çıktığında ona amaların içinde bulunduğu zor şartları ve vakfiyede kendilerine tanınan imkanları anlattı. Görüşme­den memnun kalan padişah vakfın ihyasını ve Kemali Efendi’nin imaretin yöneticiliğine tayinini istedi. İmaretin Meşru­tiyet’ten sonra Kemali Efendi’nin kendi- sini Şam’da ceza reisi iken tanıdığı Şeyhü­lislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi ve Selanik’te tanıştığı Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın üye olarak bulunduğu hükümet tarafından lağvedilmesine karar verilmiş , ancak bu ikisi kararın çok hürmet ettikleri Kemali Efendi’nin İstanbul’da bulun- duğu sırada uygulanmasının doğru olmayacağını belirtince Kemali Efendi bir vesile ile Erzurum’a gönderilmiş ve imaret bu sırada lağvedilmiştir.

Kemali Efendi imaretteki görevini sürdürürken bir yandan da Üsküdar’da bir oda kiralayarak Mecelle okutmaya baş­ladı (1904). Bu dönemde dostlarından Gülzar-ı Hakikat müellifi Fazlullah Rahimi Efendi ile birlikte bir iş için Eyüp’e gittiklerinde Rahimi Efendi, mürşidi Seyyid Abdülkadir-i Belhi’yi Eyüp Nişancasın­’daki Şeyh Murad Dergahı’nda ziyaret etti. Kemali Efendi dergahın avlusunda arkadaşını beklerken kendi ifadesine göre on dokuz yıl önce gördüğü bir rüyayı aynı heyecan ve tazeliğiyle yeniden yaşamaya başladı. Bu sırada karşısına çıkan rüyasın­ da gördüğü kişi , yani Melami-Hamzavi Kutbu Seyyid Abdülkadir-i Belhi idi. O zamana kadar hiçbir şeyhe intisabı bulun- mayan Kemali Efendi cezbeye kapılarak hemen orada Abdülkadir-i Belhi’ye intisap etti. Aynı gün girdiği dergahtan iki yıl sonra dışarı çıkmasına izin verildi. Mürşi­dinin vefatına kadar on sekiz yıl kendisine hizmet edip feyiz aldı. Bu arada Fatih’in Sofular semtindeki bir tekkenin şeyhliği Meclis-i Meşayih tarafından kendisine teklif edildiyse de mürşidine hizmeti tekke şeyhliğine tercih ederek bu teklifi kabul etmedi. Mürşidinin ölümünden sonra hayatını Şeyh Murad Dergahı civarında­ ki evinde geçiren Kemali Efendi 8 Ocak 1954’te vefat etti. 10 Ocak günü Eyüp Camii’nde kılınan cenaze namazının ardın­dan Edirnekapı Mısır Tarlası kabristanına defnedildi. Kabir taşına kendisine ait,
“Cismim ruha döndü elhamdülillah
Her şey fena bulur bakidir Allah
Haktır Muhammed’dir hem Resulullah
Ben al-i abanın kıtmiri idim” mısraları yazılmıştır.

Ziyaretine gelenleri güler yüzle karşıla­yıp hatırlarını soran Kemali Efendi istidat ve idraklerinin derecesine göre onlarla sohbet etmiş, yüksek kabiliyetli olanlara tasvvufun en ince ve zor konularını doyurucu ifadelerle anlatarak gönüllerini Hakk’a yöneltmiştir. Sohbetlerinde özellikle Ehi-i beyt sevgisini aşılamaya gayret eden Kemali Efendi gönlüne doğan varidatı manzum ve mensur olarak yazdır­mış, Kemali Divanından Aşk Sızıntı­ları ve İrfan Sızıntıları adlı iki eseri bu şekilde meydana gelmiştir.

Kemali Efendi, Hamza Bali’den sonra Hamzaviyye adını alan Bayrami Melamiliği’ne mensuptur. Tarikat silsilesi Seyyid Abdülkadir-i Belhi , Seyyid Bekir Reşad Efendi ve diğer Hamzavl kutupları vasıta­sıyla devam ederek Hamza Bali’ye, oradan da Hacı Bayram-ı Veli’ye; Nakşiben­di  silsilesi Seyyid Abdülkadir-i Belhi’nin babası Süleyman-ı Belhi vasıtasıyla Bahaeddin Nakşibend’e; diğer bir Melami silsilesi de Rumeli Nakşibendi Melamiliğinin piri sayılan Muhammed Nurü’l- Arabi’ye ulaşır. Nurü’l-Arabi 1871’de istanbul’a geldiğinde Abdülkadir-i Belhi’yi birkaç defa ziyaret ederek dergahta misafir kalmıştı. Başhalifesi ve damadı Ab- dülkerim Fedai’den hilafet almakla birlikte Muhammed Nurü’l-Arabi’ye de hizmet etmiş olan Hacı Abdürrauf Efendi 1919’da İstanbul’a gelince Abdülkadir-i Belhi’yi ziyaret etmiş, bu ziyaret sırasın­ da Abdülkadir-i Belhi’nin izniyle Kemali Efendi’ye hilafet vermiştir. Böylece Seyyid Abdülkadir-i Belhi’nin temsil ettiği Bayrami Hamzavi Melamlliği ile Seyyid Muhammed Nurü’I-Arabi’nin temsil ettiği Nakşibendi Melamiliği Kemali Efendi’de birleşmiş ve kendisi melamet ehli tarafından zamanın kamili olarak kabul edilmiştir.

Osman Kemali Efendi’nin Eserleri
1-Kemal  Divanından Aşk Sı­zıntıları. Şiir söylemeye yirmi yaşında başladığını ifade eden Kemali Efendi’nin şiirleri ilk olarak 1947 yılında derlenerek yayımlanmış. eser bu tarihten sonra söylediği şiirlerin ilavesiyle iki defa daha basılmıştır. Kitap münacat na’t,gazel kaside, mersiye ve divan edebiyatının diğer nazım şekilleriyle yazılmış şiirlerle hece vezninin kullanıldığı çoğu tasvvufi muhtevalı şiirlerden oluşmaktadır. FuzuIi ve Bağdatlı Ruhi’yi onların seviyesinde tahmis edecek kadar yüksek bir şiir gücüne sahip olduğu görülen Kemali Efendi’nin bazı şiirleri bulunduğu tasvvufi makamın ifadeleri oldu- ğundan bunların anlaşılması oldukça güçtür. Eserde nasihatname türündeki altmış sekiz beyitlik “Enisü’l-fukara” isimli manzume ile “Na’t-ı imam-ı Ali Aleyhisselam” ve “Mersiye-i imam-ı Hüseyin Aleyhisselam” adlı manzumeler özellikle dikkat çekmektedir. Bu mersiye ve hece vezniyle yazılmış devriye niteliğindeki manzumeler türünün son ve en güzel örnekIeridir.
2-İrfan Sızıntıları Kemal Efendi’nin itikad ve ibadete dair bazı konuları tasvvufi açıdan şerheden risaleleriyle, bir kısım ayetlerin tasvvufi tefsirlerini ve seyrü sülukle ilgili bilgileri ihtiva eden risalelerinin derlenmesiyle meydana gelmiştir.

Kaynak ;Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , 25. cilt , sayfa 234-236

Hacı Osman Efendi

İstanbul – Edirnekapı’da Mısır Tarlası kabristanın hemen arkasında yer alan Necati Bey kabristanında.Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi’nin hemen yanında.

Hacı Osman Efendi; Sütçü Beşir Ağa’nın damadıdır. Kayın pederinin şehit edilmesi münasebetiyle halini gizlemiştir. Bu nedenle hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Abdulbaki Gölpınarlı Melamilik ve Melamiler isim eserinde Hacı Osman Efendi ‘den şöyle bahseder ; ”La’lî zâde, Hacı Osman ağayı “Meczubi ilâhî” diye tavsîf ediyorsa da zannederiz ki bu cezbe, İsmâili Ma’şûkî ve Hamza Bâlî’nin cezbesi gibi olacak.. Yalnız cezbe kelimesinin ma’nasındaki iltibas, ağayı kayın pederinin âkibetinden kurtaracağı için âdetâ bil’iltizâm kullanılmış bir kelime. Başka suretle olsaydı, koca bir Şeyhülislâm, bu zata bu derecede merbut (bağlı) olamazdı.
Kabir taşında ise şunlar yazılıdır ;
Huve’l Hallâk’ul Bâkî Hâzâ Kutbul Arifîn
Ve Zübdet’ül Vâslîn İlâ’llahi Teâlâ Merhûm
Ve Mebrûr Eddâric İlâ A’lâ’l Medâric-i Rabbihî
Gafûr Eş-Şeyh El-Hâcı Osman Ağa

Kaynaklar;
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011

Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi (k.s.)

İstanbul – Edirnekapı’da Mısır Tarlası kabristanın hemen arkasında yer alan Necati Bey kabristanında.

Eski Üsküdar kadılarından Paşmakçızade Mehmed Efendi’nin oğludur.1638 de İstanbul da doğmuştur. Seyyid Ali Efendi ; uzun yıllar medreselerde ilim tahsil etmiş ve en büyük fetva makamı olan Şeyhülislamlığa kadar yükselmiştir. Seyyid Haşim Efendiye intisap ederek Melami yoluna girmiş ve onun yegane müridi olmuştur. Vefatından sonra da Melami kutupluğuna geçen Seyyid Ali Efendi ; Haşim Efendi’nin prensiblerine sıkı sıkıya bağlı kalarak gizliliğe çok önem vermiştir. Lalizade Abdulbaki Efendi‘nin naklettiğine göre ; şeyhin kendisiyle tarikata dair meseleleri konuşabilen ihvanı dört, beş kişiyi geçmemiştir.

Şeyhülislam makamında bulunan Seyyid Ali Efendi ; Bayrami – Melamileri devlet içiresinde korumuş ve himmet etmiştir. Hazretin kutupluğu zamanında Seyyid Muhammed Buhari de kendisine intisab etmiş ve böylece Horasan ekolünden gelen Nakşibendilik ile Melametilik yeniden buluşmuş ve Müceddid – Melami adlandırılan bu ekol Seyyid Abdulkadir Belhi ile zirve yağmıştır.

Tasavvufi ve Melamilikle ilgili eserleriyle tanıdığımız Lalizade Abdulbaki Efendi de yine Seyyid Ali Efendi zamanında Melamiliğe intsab etmiştir.

1716 yılı Muharremin 4. günü vefat eden Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi , vasiyeti üzerine Sütçü Beşir Ağa’nın damadı Melami büyüğü Hacı Osman Ağa nın yanına defnedilmiştir.

Kaynaklar ;
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdulkadir Altunsu , Osmanlı Şeyhülislamları , 1972
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012

Bursalı Seyyid Haşim Efendi (k.s.)

İstanbul – Edirne kapı Mısır tarlası kabristanında.  Abdurrahman Sami Niyazi Efendi’nin yakınındadır.(google.map haritasındaki nokta kabristandakini yerini göstermektedir.)

Melami kutuplarından olan Seyyid Haşim Efendi (ö 1678) ; Sütçü Beşir Ağa’nın müridleriyle beraber acı bir şekilde şehit edilmesinden sonra irşad görevine geçmiştir. Yaşanan trajik olaylardan dolayı kendisini gizlemeye son derece ihtimam göstermiştir. Kendi döneminde Melamilerin bir araya gelip sohbet etmesine dahi müsade etmemiştir. Kendisi de tarikat hakkında bir tek kelime dahi söylemmiş , taraftarlarına da söyletmemiştir. Bu nazik dönemden dolayı bir çok ihvanı Haşim Efendi’nin feyzinden mahrum kalmıştır.

Seyyid Haşim Efendi , irşad görevini gizli kalmak şartıyla Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi’ye vermiş , Seyyid Ali Efendi de bu vasiyete uyarak gizliliğe önem vermiştir.

Lalizade Abdulbaki Efendi ; Sergüzeşt’inde Haşim Efendi ile ilgili şu bilgileri verir; ” Beşir Ağa’dan sonra kutupluğa geçip on beş sene aşk sakisi oldu. Lakin ” Evliyam kubbamın altındadır, onları benden başka kimse bilmez” hadisi kudsisi gereğince ilahi aşık olanlardan başkalarında muhabbet nuru çıkmadı, tarikata girmeye tereddüt edip şüpheli durdular. Seyyid Ali Efendi hazretlerinden başka kimsenin kalbine bakmaya izin vermezdi. Meczub Gedayi Ali Efendi de, himmetle kalbine bakmaya izinliymiş. Yaşlı dört beş kişi seçip kalbine bakarak vahdet meyhanesinde sarhoş ettiğini babamdan işittim. Seyyid Ali Efendi’den başka kimseyi huzuruna kabul etmediler, aşıkların, ahbap ve müridlerin toplanmasına izin vermediler.

Lalizade Abdulbaki Efendi, babası Mehmed Efendi’den naklen Haşim Efendi’nin vefatını bize şöyle anlatıyor ;” 1678 yılı kadir gecesiydi . Ben Haşim Efendi’ye misafirdim. İftar edip, teravih namazı kılındıktan sonra bir müddet Haşim efendi ile sohbet ettik. Sabah yaklaşırken haşim efendi yatmaya gitti. Biraz sonra hanımı telaşla çıkageldi .” Aman Mehmet Efendi yetiş, Haşim Efendi vefat ediyor ” dedi. koşup vardığımda hemen yasin okumaya başlamıştım ki, Haşim efendi Allah deyip ruhunu teslim eyledi. ben ise makamınızı kime terkettiniz, bizleri kime bıraktınız diye ağlamaya başladığım bir sırada ” Seyyid Ali’ye varın” diye hitabet etiğini duydum.”

Kaynaklar ;
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları

Abdurrahman Sami Niyazi (k.s.)

İstanbul – Edirnekapı’da Mısır Tarlası Kabristanında ( Kabristan içerisindeki yerini google.map haritasında görebilirsiniz.)

Anadolu’da yetişen mutasavvıflardan. Manisa’nın Saruhanlı kazâsında 5 Mart 1878 (H.1296)’de doğdu. Babası Haremeyn vâlilerinden Âsım Efendidir.
İlk tahsîline doğduğu yer olan Saruhan’da başladı. Sonra İstanbul’a giderek, tahsîline devâm etti. Bu arada bâzı velîlerin yanına gidip onların sohbetlerinde bulundu ve tasavvuf yolunda insanlara doğru yolu göstermek için icâzet, izin aldı.

Bir Ramazân gecesi rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Resûlullah efendimiz yanında bulunan zâtı göstererek; “Yâ Sâmi! Bu senin mürşidin, hocandır. Sen vapura bin ve denize açıl. Vapur hangi iskelede durursa orada in. Hocanı orada bulacaksın.” buyurdu. Uykusundan uyandıktan sonra sabah namazını edâ etti. Bulunduğu yerden iskeleye gidip bir bilet aldı. Gemi hareket edip, Çanakkale’ye yaklaştığı sırada kaptan; “Gemide bir ârıza var, tâmiri birkaç gün sürer, arzu eden inebilir.” deyince, Sâmi Efendi gemiden indi. İskelede nûr yüzlü bir zât; “Sâmi Efendi, hoş geldin.” diyerek onu karşıladı. Sâmi Efendi şaşırarak; “Bu zât benim ismimi nereden biliyor?” diye aklından geçirdi. O zat; “Geçen gece rüyânda Peygamber efendimiz sana ne emir buyurdular?” dedi. SâmiEfendi hemen o zâtın elini öperek, ona bağlandı. Bu zât Ahmed Şücâ’eddîn Uşşâkî idi. Aynı zamanda Câmilerde vâz veren Sâmi Efendi, kısa zamanda yetişerek, hocasından Uşşâkî tarîkatında icâzetnâme, diploma aldı ve hocası tarafından insanları yetiştirmek üzere İstanbul’a gönderildi.

Sâmi Efendi, İstanbul’a geldikten sonra Kasımpaşa’daki Yahyâ Efendi dergâhına şeyh tâyin edildi. Bir gün bir talebesiyle vâz vermek için Fâtih Câmiine gitti. Namazdan sonra vâz vermeye başladı. Bu sırada küçük bir çocuk gelerek; “Sâmi Efendi, biraz gelir misin, seninle görüşelim.” dedi. Sâmi Efendi de kalkıp, o çocuk ile câminin bir kenarında bir müddet konuştuktan sonra tekrar kürsüde vâzına devâm etti. O sırada talebesi; “Hocam âlim bir zât olmasına rağmen, ufacık bir çocuğa tâbi oldu.” diye düşündü. Sâmi Efendi, ona dönerek; “Oğlum, o görüp de çocuk zannettiğin Hızır aleyhisselâm idi. Aramızda bâzı özel konuşmalar oldu.” buyurdu.

Abdurrahmân Sâmi Efendi, bir gün evinde yumurta gibi bâzı şeyleri önüne almış, onlarla meşgûl idi. Hanımı kendi kendine; “Efendi vaktini bu gibi şeylerle meşgûl ediyor!” diye düşündü. Ertesi gün bir grup talebe ziyâret için geldiler. Hanımı onlara çay demliyordu. Bir ara ayağı takılınca, kaynar su ayağına döküldü. Hanımı can acısı ile “Allah” diye bağırdı. Sesi duyan Abdurrahmân Efendi, hemen hanımının yanına giderek, bir gün önce hazırladığı merhemi hanımının ayağının yanan yerine sürdü ve; “Hanım, dün benim bu merhem ile meşgûl olduğumu görünce; “Efendi vaktini bu gibi lüzumsuz şeylerle geçiriyor!” diye düşünmüştün. Gördün ya bu merhemi biz ne için hazırlamışız.” dedi.

Abdurrahmân Sâmi Efendi 1935 (H. 1354) senesinde 57 yaşında iken İstanbul’da vefât etti.

Sâmi Efendi tasavvuf yoluna dâir çeşitli eserler yazmıştır. Bâzıları şunlardır: 1) Mi’yâr-ı Evliyâ, 2) Binâ-yı İslâm, 3) Esrâr-ı Esmâ-ül-hüsnâ, 4) Mir’ât-ı Eyyâm, 5) Tuhfet-ül-Uşşâkiye, 6)Mevlîd-i Şerîf, 7) Hediyet-ül-Âşikîn.

KAYNAKLAR

1) En Yakın Yol (Sıddık Nâci Eren); s.142

Bıçakcı Ömer Dede (k.s.)

Bolu – Göynük Merkez’de Akşemseddin hazretlerinin 300 metre ilerisinde yer alan Çeşme camiinin yanında.

Melamet yolunun önderi , aşk ve cezbe ehlinin rehberi Ömer Dede , Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin halifesidir.

Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça sınır­lıdır. Abdurrahman el-Askeri’nin Mir’atü’l-ışıkında Göynük’te doğduğu ifade edilmektedir. Bıçakçılık mesleğini benimsediğinden “Sikkini” (bıçakçı) unvanıyla tanın­ırdı. Melami geleneğinde ise bu konuda farklı bir inanış mevcuttur. Buna göre ”Hacı Bayram-ı Veli’nin, kaç müridi bulunduğunu ll. Murad’a bildirmek üzere müridierini kurban etmek için topladığına ve bu toplantı esnasında sadece bir erkekle bir kadının Hacı Bayram’a tam teslimiyetle bıçağın altına boynunu uzattığına dair menkıbede sözü edilen şahsın ömer Dede olduğu belirtilir.” Ömer Dede’nin ilk tasavvuf terbiyesini Bursa’da iken Samuncu Baba’dan aldığı Manevi terbiyesini ise Hacı bayram-ı Veli hazretlerin de tamamladığı rivayet olunur.

Lalizade Abdulbaki Efendi’nin ”Menakıbi- Melamiye Bayramiye ” isimli eserinde Bıçakcı Ömer Dede’nin Hacı Baryam Veli hazretlerinden halifeliği alması şöyle anlatılır. ” Hacı Bayram-ı Veli’nin ölümü yaklaşınca kimi halife tayin edeceğini öğrenmek is-teyen müridileri şeyhin etrafında toplanır. Bu sırada Emir Sikkini oda kapısının yanın­ da ayakta durmaktadır. Hacı Bayram-ı Veli bir ara gözlerini açıp, “Emir, su getir!” diye seslenir. Müridilerin hemen hepsi seyyid olduğu için biri giderek suyu getirir. Ancak Hacı Bayram-ı Veli getirilen suyu içmeyip önündeki meyve tabağına döker ve tekrar su getirilmesini ister. Bu defa diğer bir mürid su getirir. Fakat Hacı Bayram-ı Veli üçüncü defa su ister. Akşem­seddin kapının yanındaki Emir Sikkini’ye su getirmesini söyler. Emir Sikkini suyu getirince Hacı Bayram-i Veli bu defa suyun bir kısmını içer ve geri kalanını Emir Sikkini’ye vererek, “İç ki emniyyet-i kübraya nail olasın” der; Emir Sikkini de bardakta kalan suyu içer.

Hacı Bayram Veli hazretlerinin vefatından sonra ise Göynük’e yerleşmiştir. Akşemseddin hazretleri de önce Beypazarı’nda sonra da Göynük’e yerleşerek irşad faaliyetinin sürdürür. Yine Akşemseddin hazretleri ile Dede Ömer Sıkki hazretleri arasında şöyle bir menkıbe den bahsedilir ; ”Hacı Bayram’ın vefatından sonra bütün müridier Akşemsed­din’e tabi olup onun sohbet meclisine katılırlar. Akşemseddin ve müridlieri kuşluk ve akşam vakitlerinde zikir ve sohbet meclisi düzenler. Emir Sikklni dışında herkes bu toplantılara katılıp şeyhin elini öperken Emir Sikkini meclisin bir kenarında oturur ve zikir halkasına girmez. Bu durumdan hoşlanmayan Akşemseddin onun yanına giderek, “Bu toplantılara senin de katılman gerekir, yoksa senden şeyhin tacını alırız” der. Emir Sikkini, “Öyleyse yarın cuma günü namazdan sonra bizim eve gelin, size hırkayı ve tacı teslim ederiz” der. Ertesi gün Emir Sikkini evinin avlusunda büyük bir ateş yaktırır. Namazdan sonra Akşemseddin müridleriyle birlikte onun evine gelir. Emir sırtında hırka, başında taç olduğu halde ateşe girer. Bir müddet sonra ateşten çıkınca hırka ve taçın yandığı, fakat kendisine bir şey olmaığı görülür. Bu dönemden itibaren kendisi ve müridileri taç ve hırkayı terkederler.”

Bu hadiseden sonra Akşemseddin hazretleri , Bıçakçı Ömer dede’nin yoluna karışmamış ; Ömer Dede, Bayrami – Melami yolunu kurarak bu irşad vazifesini vefatına kadar sürdürmüştür. 1475 de Göynük de vefat eden Ömer dede , Bayrami – Melami yolunu ise kabri Ankara – Ayaş da bulunan Bünyamin Ayaşi’ye bırakmıştır.

Kaynaklar ;
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Ali Bolat , Melametilik , İnsan yayınları , 2011
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah

Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah

Samsun -Havza’nın 19 kilometre Kuzeydoğusuna düşen Dere Köyü merkez cami yanında bulunmaktadır

TARİHÇE: Halk arasında ” Zeyneddin bin Veli ” şeklinde anılan türbe, batısındaki aynı adlı camiyle birlikte, camiyebitişik inşa edilmiştir. Türbe ve camiye ait bir inşa kitabesi bulunmamaktadır. Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi adlı kitabına göre cami ve türbe, Selçuklu Emirlerinden’ Emir el- Hac Veliyyüddin bin Berekât Şah tarafından H. 647 /M. 1249-50’de yaptırılmış ve vakıfları düzenlenmiştir. Türbenin banisi olarak gösterilen Selçuklu Emiri Veliyyüddin’inismine ise kaynaklarda rastlanmamaktadır. Cami ve türbenin tarihini aydınlatacak başka bir belgeye de ulaşılamamaktadır. Mevcut yapım plânı, duvar kalınlığı, işçiliği ve mimari elemanları bu tarihe uygun düştüğündentürbenin yapımı için kitapta verilen H. 647 / M. 1249-50 tarih söylenebilir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; içten sekizgen, dıştan ise camiyle bitişmesi ve kuzeyinde bir giriş mekânı yer almasıitibariyle, güneydoğu köşesi pahlı, dikine dikdörtgen şeklindedir. İçten sekiz köşeli, piramidal külah örtülü yapı,dıştan camiyle birlikte kırma çatıyla örtülüdür. Sıvalı sekizgen külah, pek muntazam değildir. Çatı, 1940 yılında kuzeye eklenen caminin çatısının devamı olarak yapılmıştır. Kuzey cephedeki kapıyla girilen türbenin, sekizgenkenarları, birbirine yakın ölçülerde, ancak aynı değildir. Kıble duvarında alt seviyedeki mazgal pencere, yapınınaltındaki cenazelik katına işaret etmektedir. Sekizgen yapının kuzeyinde yeni cami, batısında eski cami bulunmaktadır. Türbenin kuzeyi, doğu yönde yeni bir kapıyla girilen, enine dikdörtgen şeklinde olup, bir tür girişolarak belirmektedir. Ancak bugün etrafını kapatan duvarlarla kendiliğinden oluşan bu kesimde, orijinalde ne tür birdüzen olduğu anlaşılamamaktadır.Yapının zamanla aldığı görünüm, türbe olduğu kanaatini vermekten uzaktır. Türbeye; tek kanatlı, iki panoyaayrılarak oymalarla bezenmiş ahşap bir kapıyla girilir. Eğilerek girilecek kadar alçak tutulan kapının eşiği, hafifyüksekçedir. Birbirinin simetriği dikdörtgen panolarda, ortada tüm panoyu kaplayan eşkenar dörtgen çerçeveiçerisinde, “S” kıvrımlarıyla birlikte, stilize, bitkisel bir kompozisyon görülür. Barok karakterli iri kıvrımların ortasında,papatya benzeri stilize bir çiçek motifi yer alır. Panonun köşelerinde oluşan üçgen alanlarda, daireden dağılan ışıkdemetlerini hatırlatan, bir kompozisyon vardır. Ahşap yüzeyin oyulmasıyla kabartılan kompozisyonun üslubu,türbenin ilk inşasından çok sonralara; geç devir Batılılaşma dönemine işaret etmektedir. Sadece kıble yöndekipencereden ışık alan yapının içi, bir hayli karanlıktır. Pencerenin yetersizliğiyle birlikte, duvarlar ve külahın kısa tutulması, yapının içinde basık bir etki uyandırmıştır. Türbede sanat değeri taşımayan iki sanduka bulunur. Ortadakibiraz daha büyük, kıble taraftaki küçük olan sandukalar, kabaca yapılmış olup, küçük olanın bir çocuğa ait olmasıbeklenir. Zamanla elden geçirilen, halen beyaz alçıyla kaplı sandukaların, kimlere ait olduğu konusunda bir belgeolmamakla birlikte, bani ve bir yakınına ait olabilecekleri akla gelmektedir. Duvarlarda içte dört köşede, 1.70 m.yükseklikte taş kandillikler göze çarpar.
RİVAYET: Rivayet olunur ki, kısa bir süre öncesine kadar türbe duvarındaki delikten bakıldığında Emir el-HacVeliyüddün Bin Berekat Şah’ın ayaklarının çürümemiş bir şekilde olduğu bakanlarca görülmekteydi. Ancak türbeiçindeki sehpanın çökmesi nedeni ile artık görülmemekte. Yine rivayet olunur ki define aramak için türbeye girenkişiler define aramaya fırsat bulamadan başlarına gelen çeşitli belalar nedeniyle perişan olmaktadır. Yöre halkıtarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan “Dereköy Evliyası” veya ” Zeyneddin bin Veli ” olarak tanınantürbe ziyaret yeridir. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın(c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Genellikle erkek çocuk isteyen ve ruhsal bozukluğu bulunanhastalar türbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummakta adaklar adamaktadır.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)