Kalburcu Şeyhi Ahmet Efendi

Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet

Kütahya – Eskişehir yolu üzerinde. Kütahya ya 20 km mesafede

Kânûnî Sultan Süleymân devri âlim ve velîlerinden. Aslen Kütahya’ya yakın Gırbalcı köyündendir. Halk arasında Kalburcu Şeyhi adıyla meşhûr olmuştur. Mihmandâr ve Çavdarlı adıyla da bilinirdi. kaynaklarda doğum târihi bildirilmemektedir. 1570 (H.978) senesinde vefât etti.

Önce kendi memleketinin âlimlerinden ilim tahsîl etti. Sonra Şeyh Sinân Karamânî’nin hizmetinde bulundu. Abdüllatîf Efendinin sohbetlerinden çok istifâde etti.Mânevî hâllere ve makamlara kavuştu.

Şöyle bir hâdise anlatılır: Henüz talebeyken, arkadaşlarıyla derse gidip gelirlerdi. Bir gün derse gittiklerinde, iki arkadaşıyle berâber her biri, gönüllerinden geçenlerin hâsıl olması için hocalarından duâ istediler. Hocaları bu talebelerini kırmadı. Onlar için duâ etti.Hocalarının duâsı bereketiyle, o talebelerden biri Pâdişâhın ordusunda komutan, biri de ilim ehli âlim bir kimse oldu. Ahmed Dede ise; hazret-i İbrâhim gibi çok mâl ve mülke kavuştu, zengin oldu. Daha sonra İstanbul’a geldi. Burada büyük zâtlardan olan Kütahyalı Merkez Efendinin yanında hizmet etti. Merkez Efendinin yanında İslâmiyetin güzel ahlâkını ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yolunu öğretmek için izin aldı. Yine büyük zâtlardan Kastamonulu Şâban Efendinin de iltifatlarına kavuştu.

İstanbul’dan ayrılıp memleketine geldi. Burada yaptırdığı zâviyesinde ikâmet eder, insanlara dünyâ ve âhiret saâdetinin yollarını öğretirdi.Hocasının duâsı bereketiyle çok mal ve mülke kavuştuğundan, herkese çok fazla ikrâmlarda bulunurdu. Gece-gündüz, gelene geçene yemek yedirir, açları doyururdu. Zâviyesinde sofra hiç eksik olmazdı. Çok kerâmetleri görüldü. Ömrü boyunca hiç kimseden hediye, maaş ve sadaka gibi şeyleri kabûl etmedi. Çiftçilikle geçinirdi. Tarlalarından elde ettiği ürünlerden, misâfirlerine yedirmek ve ihtiyaç sâhiplerine vermek için bir mikdar ayırmak âdetiydi. Hattâ hayvanlar ve kuşlar için bile yiyecek ve buğday ayırırdı.

Tarlaya ektiği buğday ve çavdarlar, normal tohumdan olmasına rağmen, çok güzel ve benzersiz olurdu. Bu sebeple Ahmed Dede’ye halk arasında Çavdar Şeyhi de derlerdi. Tarlalardan elde ettiği buğdayı bir anbara koyar, kapısını kapatırdı. Buğdayı anbarın altındaki oluktan alırlardı. Anbarın tamâmen boşaldığı hiç görülmedi. Bu sâyede hiçbir zaman zahire sıkıntısı çekilmezdi. Ahmed Dede’ye civar köy ve kasabalardan çok misâfirler gelirdi. Misâfirlere, ayrılırken birer çörek verir, onlar da bunu yol azığı yaparlardı. Her zaman; “Bu nîmetlerin hepsi, Ahmed Dede’nin hocası Abdüllatîf Efendinin duâsı bereketi iledir” diye Allahü teâlâya şükrederlerdi.

Sultan İkinci Selîm şehzâdeyken Ahmed Dede’yi ziyâret etmiş ve zâviyesi yakınında bir mescid yaptırmıştır. Kalburcu Şeyhi Ahmed Dede 1570 (H.978) senesinde memleketinde vefât etti.Kabri oradadır.

KAYNAKLAR

1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.203

2) Sicilli Osmanî; c.1, s.201

Pir Ali Aksarayi (k.s.)

Aksaray – Taşpazar mahallesinde . Taşpazar caddesi ile Pir Ali sultan caddesinin kesiştiği yerde.

Bayrami- Melami yolunun en güçlü şahsiyetlerindendir. Anadolu’nun merkezinde aşk, cezbe ve irfan tohumlarını eken Pir Ali , Bünyamin Ayaşi’den sonra Bayrami – Melami yolunun riyasetine geçmiştir. Onun zamanında Melamilik yolu çok yayılmış ve çok insan kendisine intisap etmiştir. Her kesimden insanın hürmetini kazanan , çok güçlü bir şahsiyet ve nafiz bir nazara sahiptir.

Aksarayi, melamet yolu gereği dervişlerine taç ve hırka giydirmez, onların birer sanata sahip olarak halkın içinde çalışmalarını isterdi. Sanata kabiliyeti olmayanları ise ziraatle meşgul olmalarını isterdi. Sülükta aşk ve cezbe yolunu benimseyen Pir Ali hazretleri’nin şer’i hususlarda son derece ihtiyatlı olduğu ve müridlerini onları delalete sürükleyecek kişi ve düşüncelerden uzak durmaları konusunda uyardığı kaydedilmektedir.

Sultan Süleymân Han İran’a sefer yaptığı sırada Pîr Ali hazretlerine bâzı hasetçiler iftirâ atıp; “Aksaray’da bir kimse Mehdîlik dâvâsında bulunuyor.” demişlerdir. Bunun üzerine Pâdişâh araştırılmasını, durumun öğrenilmesini emretti. Bâzı kimseler aleyhinde idiler. Durumu soruşturmak üzere kurulan mecliste, Pîr Ali hazretleri, aleyhinde bulunanlara bakıp celâlli bir şekilde; “Bizim aleyhimizde bulunan siz misiniz?” diye işâret etti. Aleyhinde bulunanlardan biri orada düşüp öldü. Diğeri de istifrâ etmeye başladı. Ağzından pislik geldi. Mecliste bulunanlar onun heybetinden korkup, bu hususta soruşturmadan vaz geçtiler.

Pâdişâh Aksaray’a uğradığında ziyâret edip; “Sizi bize yanlış anlatmışlar. Hamdolsun sohbetinizle şereflendik.” dedi. Pir Ali hazretleri de ” Devletlü padişahım bu fakire isnad olunan şeyler nedir? ” diye sorar, padişah ; ” Dediklerine göre sen ‘Mehdiyim , cennetin dört ırmağı da bendedir’ diyormuşsun.

Pir Ali hazretleri ” Şevketlü Padişahım, zamanın mehdisi zatınızdır. Cennet ırmaklarından muradım ise, hanemizin önünde akıp giden tatlı su , birkaç sığır ve davarımızdan elde ettiğimiz süt ve kovanlarımızın balıdır” diyerek padişahın huzuruna bali, süt ve su getirip ikram eder. Padişah bunları içtikten sonra latife olarak ” Bunlar pek güzel , lakin dört ırmaktan şarap ırmağı eksik, onun numunesi olarak da bağınız yok mu diye sorunca? ” . Pir Ali hazretleri de ” Şarap ırmağında numunesi aşk-ı yezdan ve cezbe-i Rahmandır. Bu aşk ve cezbeyi ise taliblere sunmaktan çekinmeyiz. ” der. O sırada ayakta duran ve Pir Ali’nin sözlerini can kulağıyla dinleyerek kendisine karşı muhabbet besleyen Pertev Paşa’ya nazar edince paşa ” Allah! ” diyerek cezbelenir , yere düşüp kendinden geçer. Padişah ise teessür ile ağlamaya başlar.

Pâdişâh onun büyük bir velî olduğunu görüp, hürmet etti ve duâsını aldı. Acem seferinden sonra dönüşte yine ziyâretine geldi. Bu ziyâreti sırasında Sultana şöyle nasîhat etmiştir: “Allahü teâlâ senden adâletle iş yapıp yapmadığını soracak. Bu bakımdan adâletle iş gör. Bundan başka yol yoktur. Eğer âdil olursan, bu dünyâ da senindir, âhiret de. Adâletle hareket edersen sultanlık tahtı dâimâ senin olur. Boşuna ömür geçirme, kendine kötülük etme. Zulme uğrayanların hakkını zâlimlerden al. Böyle yapmazsan perişan olursun. Peygamberleri düşün, dîni gözünün önüne getir! Fenâ bir yol tutarsan, Allahü teâlâ seni başaşağı eder de, şaşırıp kalırsın. Nasıl oldu nereden geldi der düşünürsün.

Sen Peygamber aleyhisselâmın yolunu tut. O zaman gecen de gün gibi aydınlık olur. Git adâlet tohumu ek de, her iki âlemde mahcûb olma. Mazlumların nefesi kılıç gibidir. Mülkünü virân ederler. Buna sebeb olma. Allahü teâlâya karşı isyân edenleri Cehennem ateşine atarlar.

Bak düşün bir kere binlerce hükümdâr toprak altında yatıyor. Git din erbâbına yardımcı ol. Çünkü bu dünyâ fânidir. Bu nasîhatlarımı bir inci gibi kulağına küpe yap.”Bu nasîhatları dinleyen Pâdişâh çok ağladı. Pîr Ali Sultan hazretlerine pekçok mülk ve tarla bağışlamak teklifinde bulundu. Fakat o kabûl etmedi. Bunun üzerine oğlunu İstanbul’a yanına göndermesini istedi. Sultanın bu arzusunu kabûl edip; “Şevketli Pâdişâhım! Oğlum İsmâil Hak yoluna kurban olmaktan dönmez. Onu size göndereyim.” dedi.Pâdişâh İstanbul’a döndükten sonra Pîr Ali hazretleri oğlu İsmâil’i ve birkaç mürîdini İstanbul’a gönderdi. Altı ay sonra da Pîr Ali hazretleri vefât etti. ( h. 937 / 1537-38)

Pir Ali hazretleri İsmail Maşuki’den başka ; Pir Ahmed Edirnevi’yi , Helvai Yakup Efendi’yi , yeğeni Şeyh Hasan’ı ve Ahmed Sarban’ı yetiştirip insan-ı Kamil olamarına vesile olmuştur.

Pir Ali hazretlerinin , bugün dahi halk arasında çok saygın bir yeri vardır. Menkıbeye göre türbesinin etrafında densizlik yapan bir düğün alayı taş kesilmiştir. Bugün dahi halk , evlerini inşa ederken türbe tarafına açık pencere bırakmamakta , Pir ali hazretlrine derin bir saygı duymaktadır.

Pir Ali hazretlerinin türbesi ; Aksaray’ın Paşacık mahallesinde , duvarları ve kubbesi taştandır. Türbenin içerisinde üçü sandukalı , dördü toprak örtülü yedi yatır vardır. Rivayete göre bu sandukalardan bir oğluna diğeri de hanımına ait. Ortadaki büyük sanduka Pir Ali hazretlerine aittir. Türbenin kapısı sürekli kapalıdır.

Kaynaklar ;
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu evliyaları

Bünyamin Ayaşi (k.s.)

Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir

Asıl adı Mustafa’dır. ” Sultan İbn-i yamin el Ayaşi” lakabıyla da anılır ve Ayaşlı olduğu içinde Bünyamin Ayaşi ismiyle şöhret bulmuştur. Seyyid nesebli ve babasının adı Yamin’dir. Ayaş kazasında doğmuş ve burada vefat etmiştir. Doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili kesin bir bilgi yoktur.

Bazı kaynaklarda ve Ankara Salnamesinde Hacı Bayram Veli hazretlerinin halifesi olduğu kabul edilse de Dede Ömer Sikkini hazretlerinin halifesi olduğu genel kabul görür. ( Özelikle Melami kaynaklarında) Hayatının ilk dönemiyle ilgili yeterli bilgi yoktur. Hüseyin Vassaf efendi ; Sefine-i Evliyasında Bünyamin Ayaşi hazretlerinin şeyhinden sonra 26 sene makam-ı hilafette bulunduğunu belirtir.

Melami Büyüklerinden Sarı Abdullah Efendi ” Semaratü’l – Fuad” ında Bünyamin Ayaşi hakkında şöyle bir menkıbe nakleder ; Bünyamin Ayaşi hazretleri irşad vazifesini yürütürken bazı kıskançlık ve iftiralar sebebi ile Kütahya Kalesine hapsedilir. Zamanın padişahı Kanuni Sultan Süleyman ise Rodos Kalesi’ni yedi ay muhasara etmesine rağmen adanın fethini gerçekleştiremez. Padişah bu başarısızlığın sebebini mahiyetindekilere sorar. Bünyamin Ayaşi’nin dostlarından ve Kanuni’nin çuhadarı olan bir kişi ” Sultanım Hacı Bayram Veli tarikatından Bünyamin Ayaşi bunca zamandır Kütahya Kalesinde mahpustur. Kuvvetli kanaatım budur ki Rodos’un İslam askerlerine şimdiye kadar mukavemet ederek fethedilmemesinin sebebi Bünyamin Ayaşi’nin mazlumen hapsolunmasıdır” der. Bu teklifi uygun gören Kanuni, hazretin serbest bırakılmasını ferman buyurur ve Bünyamin Ayaşi’nin hapisten çıktığı gün Rodos kalesi feth olunur.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin ; Aziz Ruşen Efendi , Sivaslı Osman Efendi ve Bolulu Süleyman Efendi adlı üç halifesi olmakla birlikte melami silsilesi Bünyamin Ayaşi’nin halifesi olarak Pir Ali Aksarayi hazretleriyle devam eder.

Şeyh Bünyamin Ayaşi hazretlerinin vefat tarihi ihtilaflıdır. Mahmud Kefevi 1512 yılını , Müstakimzade 1510 yılını verir. Atai ve İ. hakkı Uzunçarşılı’da Dede Ömer Sikkini’nin halifesi olduğunu belirterek 1520 tarihini verirler.

Bünyamin Ayaşi hazretlerinin türbesi , Ayaş ilçe merkezindeki Bünyamin Ayaşi ilköğretim okulunun hemen yanında bulunan Bünyamin Ayaşi camiindedir.

kaynak ;
Abdülkerim Erdoğan , Ankara Erenleri II , Ankara B. Şehir Belediye yayınları , 2013
Sarı Abdullah Efendi , Semeratu’l – Fuad
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları
Abdurrezzak Tek , Melamet Risaleleri , Emin Yayınları , 2007
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012

Osman Kemali Efendi (k.s.)

İstanbul – Edirnekapı ‘da Mısır Tarlası kabristanında. (Kabristan’daki yerini harita da görebilirsiniz.)

Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Güllüköy’de dünyaya geldi. Asıl adı Osman’dır. Doğum tarihi nüfus tezkeresinde 1881 olarak kaydedilmekteyse de bizzat kendisinin kaleme aldığı hal tercümesinden bu tarihin 1862 olması gerektiği anlaşılmaktadır.

Bir buçuk yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı sonucunda gözlerini kaybeden Kemall Efendi, altı yaşına geldiğinde bir süre köyün hocasından hafızlık dersi aldıysa da bir ilerleme sağlayamadı. Bunun üzerine Erzurum’a götürüldü. Burada bir medresede şanssızlık eseri hafız yetiştir­me usulünü bilmeyen bir hocaya teslim edilince yine bir netice alınamadı. Kendi ifadesine göre hocanın bilgisizliği yüzünden dört yıl kaybettikten sonra oradan alınarak Erzurum ulemasından Yeşil imam diye anılan Cafer Ağa Camii imam ve hatibi Seyyid Mustafa Efendi’ye teslim edildi . Onun yanında bir yıl içinde Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği gibi kıraat ilminde de icazet aldı. Bu sırada on sekiz yaşında olan Kemal Efendi Taşkesenli Şeyh Ahmed Efendi’den dini ilimleri tahsile başladı. Bir yandan da Hatız-ı Şirazi ve Fuzuli’nin divanları ile Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sini ezberledi. Ayrıca medrese derslerine devam ederek icazet almaya hak kazandı.

Kemali Efendi yüzünü göremediği bir sevgiliye aşık olduğu bu dönemde derdine derman ararken Kolağası Ali Rıza adlı arif bir zatla tanışarak sohbetlerine devam etmeye başladı. Bu sohbetler sıra­sında mecazi aşkı ilahi aşka dönüştü. İlahi aşkın cezbesiyle Erzurum’dan ayrılarak on bir yıl süren seyahate çıktı. Bu sırada yirmi sekiz yaşında olan Kemali Efendi yaya olarak Diyarbakır’a gitti. Oradan Musul ve Bağdat’a geçti. Necef ve Kerbela’yı ziyaret etti. Buralarda mersiye ve kasideler okuyarak Hz. Peygamber’in soyuna ve onları sevenlere reva görülen zulüm ve haksızlıkları dile getirdi, Ehl-i beyt muhabbetini terennüm etti. Ardından yoluna devam ederek Trablusşam’a geldi. Şehrin müftüsü ile tanışıp onunla dost oldu ve bir yıla yakın bir süre burada kaldı. Daha sonra İskenderun, Antakya ve Halep’e geçti. Gittiği yerlerde Ehl-i beyt sevgisini ateşli bir dille telkin eden mersiye ve gazeller söylediğinden Alevi olarak tanındı. Halep Mevlevihanesi’nde bir süre kalıp Konya’ya geldi. Ehl-i beyt muhibbi olan Mevlana Dergahı postnişini Abdülvahid Çelebi tarafından dergahta uzunca bir süre misafir edildi. Abdülvahid Çelebi’nin oğlu Abdülhalim Çelebi ile de dostluk kuran Kemali Efendi’ye onun vasıtasıyla mesnevihanlık icazeti verilerek mevlevi sikkesi giydirildi.

1901’de İstanbul’a giden Kemali Efendi, bir süre Rami’de bostan bekçiliği ve Beyazıt Camii avlusunda arzuhalcilik yaptı. Bu sırada, kendisini Erzurum’dan tanı­yan Fatih müderrislerinden Hacı Nazmi Efendi’nin ısrarı üzerine Fatih Camii’nde Mesnevi okutmaya başladı. Ayrıca Hacı Nazmi ve Manastırlı İsmail Hakkı’nın derslerini takip ederek onlardan da icazet aldı. Fatih Camii’nde Mesnevi okuttuğu bu dönemde aynı camide vaaz veren Said Nursi tarafından Rafizilik ve zındık­lıkla itham edildi. 1903 yılında üç aylarda dini hizmetlerde bulunmak üzere Selanik’e gönderildi. Burada ittihad ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden doktor Şükrü Kamil , Mehmed Sadık, Talat ve Manyasizade Refik beylerle tanıştı. İstanbul’a döndüğünde Şehzadebaşı’nda Kanuni Sultan Süleyman’ın amaların barın­ması için vakfettiği imarete yerleşti. İma­rette yaşayan amaların durumlarının çok kötü olduğunu farkederek vakfiye şart­larına uyulmasını sağlamak amacıyla bir selamlık resminde Sultan Abdülhamid’e dilekçe verdi. Ertesi hafta saraya davet edilen Kemali Efendi, padişahın huzuruna çıktığında ona amaların içinde bulunduğu zor şartları ve vakfiyede kendilerine tanınan imkanları anlattı. Görüşme­den memnun kalan padişah vakfın ihyasını ve Kemali Efendi’nin imaretin yöneticiliğine tayinini istedi. İmaretin Meşru­tiyet’ten sonra Kemali Efendi’nin kendi- sini Şam’da ceza reisi iken tanıdığı Şeyhü­lislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi ve Selanik’te tanıştığı Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın üye olarak bulunduğu hükümet tarafından lağvedilmesine karar verilmiş , ancak bu ikisi kararın çok hürmet ettikleri Kemali Efendi’nin İstanbul’da bulun- duğu sırada uygulanmasının doğru olmayacağını belirtince Kemali Efendi bir vesile ile Erzurum’a gönderilmiş ve imaret bu sırada lağvedilmiştir.

Kemali Efendi imaretteki görevini sürdürürken bir yandan da Üsküdar’da bir oda kiralayarak Mecelle okutmaya baş­ladı (1904). Bu dönemde dostlarından Gülzar-ı Hakikat müellifi Fazlullah Rahimi Efendi ile birlikte bir iş için Eyüp’e gittiklerinde Rahimi Efendi, mürşidi Seyyid Abdülkadir-i Belhi’yi Eyüp Nişancasın­’daki Şeyh Murad Dergahı’nda ziyaret etti. Kemali Efendi dergahın avlusunda arkadaşını beklerken kendi ifadesine göre on dokuz yıl önce gördüğü bir rüyayı aynı heyecan ve tazeliğiyle yeniden yaşamaya başladı. Bu sırada karşısına çıkan rüyasın­ da gördüğü kişi , yani Melami-Hamzavi Kutbu Seyyid Abdülkadir-i Belhi idi. O zamana kadar hiçbir şeyhe intisabı bulun- mayan Kemali Efendi cezbeye kapılarak hemen orada Abdülkadir-i Belhi’ye intisap etti. Aynı gün girdiği dergahtan iki yıl sonra dışarı çıkmasına izin verildi. Mürşi­dinin vefatına kadar on sekiz yıl kendisine hizmet edip feyiz aldı. Bu arada Fatih’in Sofular semtindeki bir tekkenin şeyhliği Meclis-i Meşayih tarafından kendisine teklif edildiyse de mürşidine hizmeti tekke şeyhliğine tercih ederek bu teklifi kabul etmedi. Mürşidinin ölümünden sonra hayatını Şeyh Murad Dergahı civarında­ ki evinde geçiren Kemali Efendi 8 Ocak 1954’te vefat etti. 10 Ocak günü Eyüp Camii’nde kılınan cenaze namazının ardın­dan Edirnekapı Mısır Tarlası kabristanına defnedildi. Kabir taşına kendisine ait,
“Cismim ruha döndü elhamdülillah
Her şey fena bulur bakidir Allah
Haktır Muhammed’dir hem Resulullah
Ben al-i abanın kıtmiri idim” mısraları yazılmıştır.

Ziyaretine gelenleri güler yüzle karşıla­yıp hatırlarını soran Kemali Efendi istidat ve idraklerinin derecesine göre onlarla sohbet etmiş, yüksek kabiliyetli olanlara tasvvufun en ince ve zor konularını doyurucu ifadelerle anlatarak gönüllerini Hakk’a yöneltmiştir. Sohbetlerinde özellikle Ehi-i beyt sevgisini aşılamaya gayret eden Kemali Efendi gönlüne doğan varidatı manzum ve mensur olarak yazdır­mış, Kemali Divanından Aşk Sızıntı­ları ve İrfan Sızıntıları adlı iki eseri bu şekilde meydana gelmiştir.

Kemali Efendi, Hamza Bali’den sonra Hamzaviyye adını alan Bayrami Melamiliği’ne mensuptur. Tarikat silsilesi Seyyid Abdülkadir-i Belhi , Seyyid Bekir Reşad Efendi ve diğer Hamzavl kutupları vasıta­sıyla devam ederek Hamza Bali’ye, oradan da Hacı Bayram-ı Veli’ye; Nakşiben­di  silsilesi Seyyid Abdülkadir-i Belhi’nin babası Süleyman-ı Belhi vasıtasıyla Bahaeddin Nakşibend’e; diğer bir Melami silsilesi de Rumeli Nakşibendi Melamiliğinin piri sayılan Muhammed Nurü’l- Arabi’ye ulaşır. Nurü’l-Arabi 1871’de istanbul’a geldiğinde Abdülkadir-i Belhi’yi birkaç defa ziyaret ederek dergahta misafir kalmıştı. Başhalifesi ve damadı Ab- dülkerim Fedai’den hilafet almakla birlikte Muhammed Nurü’l-Arabi’ye de hizmet etmiş olan Hacı Abdürrauf Efendi 1919’da İstanbul’a gelince Abdülkadir-i Belhi’yi ziyaret etmiş, bu ziyaret sırasın­ da Abdülkadir-i Belhi’nin izniyle Kemali Efendi’ye hilafet vermiştir. Böylece Seyyid Abdülkadir-i Belhi’nin temsil ettiği Bayrami Hamzavi Melamlliği ile Seyyid Muhammed Nurü’I-Arabi’nin temsil ettiği Nakşibendi Melamiliği Kemali Efendi’de birleşmiş ve kendisi melamet ehli tarafından zamanın kamili olarak kabul edilmiştir.

Osman Kemali Efendi’nin Eserleri
1-Kemal  Divanından Aşk Sı­zıntıları. Şiir söylemeye yirmi yaşında başladığını ifade eden Kemali Efendi’nin şiirleri ilk olarak 1947 yılında derlenerek yayımlanmış. eser bu tarihten sonra söylediği şiirlerin ilavesiyle iki defa daha basılmıştır. Kitap münacat na’t,gazel kaside, mersiye ve divan edebiyatının diğer nazım şekilleriyle yazılmış şiirlerle hece vezninin kullanıldığı çoğu tasvvufi muhtevalı şiirlerden oluşmaktadır. FuzuIi ve Bağdatlı Ruhi’yi onların seviyesinde tahmis edecek kadar yüksek bir şiir gücüne sahip olduğu görülen Kemali Efendi’nin bazı şiirleri bulunduğu tasvvufi makamın ifadeleri oldu- ğundan bunların anlaşılması oldukça güçtür. Eserde nasihatname türündeki altmış sekiz beyitlik “Enisü’l-fukara” isimli manzume ile “Na’t-ı imam-ı Ali Aleyhisselam” ve “Mersiye-i imam-ı Hüseyin Aleyhisselam” adlı manzumeler özellikle dikkat çekmektedir. Bu mersiye ve hece vezniyle yazılmış devriye niteliğindeki manzumeler türünün son ve en güzel örnekIeridir.
2-İrfan Sızıntıları Kemal Efendi’nin itikad ve ibadete dair bazı konuları tasvvufi açıdan şerheden risaleleriyle, bir kısım ayetlerin tasvvufi tefsirlerini ve seyrü sülukle ilgili bilgileri ihtiva eden risalelerinin derlenmesiyle meydana gelmiştir.

Kaynak ;Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , 25. cilt , sayfa 234-236

Bursalı Seyyid Haşim Efendi (k.s.)

İstanbul – Edirne kapı Mısır tarlası kabristanında.  Abdurrahman Sami Niyazi Efendi’nin yakınındadır.(google.map haritasındaki nokta kabristandakini yerini göstermektedir.)

Melami kutuplarından olan Seyyid Haşim Efendi (ö 1678) ; Sütçü Beşir Ağa’nın müridleriyle beraber acı bir şekilde şehit edilmesinden sonra irşad görevine geçmiştir. Yaşanan trajik olaylardan dolayı kendisini gizlemeye son derece ihtimam göstermiştir. Kendi döneminde Melamilerin bir araya gelip sohbet etmesine dahi müsade etmemiştir. Kendisi de tarikat hakkında bir tek kelime dahi söylemmiş , taraftarlarına da söyletmemiştir. Bu nazik dönemden dolayı bir çok ihvanı Haşim Efendi’nin feyzinden mahrum kalmıştır.

Seyyid Haşim Efendi , irşad görevini gizli kalmak şartıyla Şeyhülislam Paşmakçızade Seyyid Ali Efendi’ye vermiş , Seyyid Ali Efendi de bu vasiyete uyarak gizliliğe önem vermiştir.

Lalizade Abdulbaki Efendi ; Sergüzeşt’inde Haşim Efendi ile ilgili şu bilgileri verir; ” Beşir Ağa’dan sonra kutupluğa geçip on beş sene aşk sakisi oldu. Lakin ” Evliyam kubbamın altındadır, onları benden başka kimse bilmez” hadisi kudsisi gereğince ilahi aşık olanlardan başkalarında muhabbet nuru çıkmadı, tarikata girmeye tereddüt edip şüpheli durdular. Seyyid Ali Efendi hazretlerinden başka kimsenin kalbine bakmaya izin vermezdi. Meczub Gedayi Ali Efendi de, himmetle kalbine bakmaya izinliymiş. Yaşlı dört beş kişi seçip kalbine bakarak vahdet meyhanesinde sarhoş ettiğini babamdan işittim. Seyyid Ali Efendi’den başka kimseyi huzuruna kabul etmediler, aşıkların, ahbap ve müridlerin toplanmasına izin vermediler.

Lalizade Abdulbaki Efendi, babası Mehmed Efendi’den naklen Haşim Efendi’nin vefatını bize şöyle anlatıyor ;” 1678 yılı kadir gecesiydi . Ben Haşim Efendi’ye misafirdim. İftar edip, teravih namazı kılındıktan sonra bir müddet Haşim efendi ile sohbet ettik. Sabah yaklaşırken haşim efendi yatmaya gitti. Biraz sonra hanımı telaşla çıkageldi .” Aman Mehmet Efendi yetiş, Haşim Efendi vefat ediyor ” dedi. koşup vardığımda hemen yasin okumaya başlamıştım ki, Haşim efendi Allah deyip ruhunu teslim eyledi. ben ise makamınızı kime terkettiniz, bizleri kime bıraktınız diye ağlamaya başladığım bir sırada ” Seyyid Ali’ye varın” diye hitabet etiğini duydum.”

Kaynaklar ;
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Lalizade Abdulbaki Efendi , Aşka ve aşıklara Dair / Melami Büyükleri, Furkan Yayınları

Bıçakcı Ömer Dede (k.s.)

Bolu – Göynük Merkez’de Akşemseddin hazretlerinin 300 metre ilerisinde yer alan Çeşme camiinin yanında.

Melamet yolunun önderi , aşk ve cezbe ehlinin rehberi Ömer Dede , Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin halifesidir.

Hayatı hakkındaki bilgiler oldukça sınır­lıdır. Abdurrahman el-Askeri’nin Mir’atü’l-ışıkında Göynük’te doğduğu ifade edilmektedir. Bıçakçılık mesleğini benimsediğinden “Sikkini” (bıçakçı) unvanıyla tanın­ırdı. Melami geleneğinde ise bu konuda farklı bir inanış mevcuttur. Buna göre ”Hacı Bayram-ı Veli’nin, kaç müridi bulunduğunu ll. Murad’a bildirmek üzere müridierini kurban etmek için topladığına ve bu toplantı esnasında sadece bir erkekle bir kadının Hacı Bayram’a tam teslimiyetle bıçağın altına boynunu uzattığına dair menkıbede sözü edilen şahsın ömer Dede olduğu belirtilir.” Ömer Dede’nin ilk tasavvuf terbiyesini Bursa’da iken Samuncu Baba’dan aldığı Manevi terbiyesini ise Hacı bayram-ı Veli hazretlerin de tamamladığı rivayet olunur.

Lalizade Abdulbaki Efendi’nin ”Menakıbi- Melamiye Bayramiye ” isimli eserinde Bıçakcı Ömer Dede’nin Hacı Baryam Veli hazretlerinden halifeliği alması şöyle anlatılır. ” Hacı Bayram-ı Veli’nin ölümü yaklaşınca kimi halife tayin edeceğini öğrenmek is-teyen müridileri şeyhin etrafında toplanır. Bu sırada Emir Sikkini oda kapısının yanın­ da ayakta durmaktadır. Hacı Bayram-ı Veli bir ara gözlerini açıp, “Emir, su getir!” diye seslenir. Müridilerin hemen hepsi seyyid olduğu için biri giderek suyu getirir. Ancak Hacı Bayram-ı Veli getirilen suyu içmeyip önündeki meyve tabağına döker ve tekrar su getirilmesini ister. Bu defa diğer bir mürid su getirir. Fakat Hacı Bayram-ı Veli üçüncü defa su ister. Akşem­seddin kapının yanındaki Emir Sikkini’ye su getirmesini söyler. Emir Sikkini suyu getirince Hacı Bayram-i Veli bu defa suyun bir kısmını içer ve geri kalanını Emir Sikkini’ye vererek, “İç ki emniyyet-i kübraya nail olasın” der; Emir Sikkini de bardakta kalan suyu içer.

Hacı Bayram Veli hazretlerinin vefatından sonra ise Göynük’e yerleşmiştir. Akşemseddin hazretleri de önce Beypazarı’nda sonra da Göynük’e yerleşerek irşad faaliyetinin sürdürür. Yine Akşemseddin hazretleri ile Dede Ömer Sıkki hazretleri arasında şöyle bir menkıbe den bahsedilir ; ”Hacı Bayram’ın vefatından sonra bütün müridier Akşemsed­din’e tabi olup onun sohbet meclisine katılırlar. Akşemseddin ve müridlieri kuşluk ve akşam vakitlerinde zikir ve sohbet meclisi düzenler. Emir Sikklni dışında herkes bu toplantılara katılıp şeyhin elini öperken Emir Sikkini meclisin bir kenarında oturur ve zikir halkasına girmez. Bu durumdan hoşlanmayan Akşemseddin onun yanına giderek, “Bu toplantılara senin de katılman gerekir, yoksa senden şeyhin tacını alırız” der. Emir Sikkini, “Öyleyse yarın cuma günü namazdan sonra bizim eve gelin, size hırkayı ve tacı teslim ederiz” der. Ertesi gün Emir Sikkini evinin avlusunda büyük bir ateş yaktırır. Namazdan sonra Akşemseddin müridleriyle birlikte onun evine gelir. Emir sırtında hırka, başında taç olduğu halde ateşe girer. Bir müddet sonra ateşten çıkınca hırka ve taçın yandığı, fakat kendisine bir şey olmaığı görülür. Bu dönemden itibaren kendisi ve müridileri taç ve hırkayı terkederler.”

Bu hadiseden sonra Akşemseddin hazretleri , Bıçakçı Ömer dede’nin yoluna karışmamış ; Ömer Dede, Bayrami – Melami yolunu kurarak bu irşad vazifesini vefatına kadar sürdürmüştür. 1475 de Göynük de vefat eden Ömer dede , Bayrami – Melami yolunu ise kabri Ankara – Ayaş da bulunan Bünyamin Ayaşi’ye bırakmıştır.

Kaynaklar ;
Baki Yaşar Altınok , Hacı Bayram veli ve Bayramilik Melamilik , Ahi yayınları
Mehmed Hakan Alşan , Anadolu Erenleri Melamet Hırkası , Kurtuba Yayınları , 2012
Ali Bolat , Melametilik , İnsan yayınları , 2011
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Şeyh İsmail Maşuki (k.s.)

İstanbul – Bebek’te Kayalar mescidinde.

Bayrami – Melami Yolunun Kutuplarından Pir Ali Aksarayi hazretlerinin oğludur. ” Oğlan Şeyh ya da Çelebi” isimleriyle bilinir. 1508 yılında doğmuştur .

Sultan Süleymân Han İran’a sefer yaptığı sırada Pîr Ali hazretlerine bâzı hasetçiler iftirâ atıp; “Aksaray’da bir kimse Mehdîlik dâvâsında bulunuyor.” demişlerdir. Bunun üzerine Pâdişâh araştırılmasını, durumun öğrenilmesini emretti. Bâzı kimseler aleyhinde idiler. Durumu soruşturmak üzere kurulan mecliste, Pîr Ali hazretleri, aleyhinde bulunanlara bakıp celâlli bir şekilde; “Bizim aleyhimizde bulunan siz misiniz?” diye işâret etti. Aleyhinde bulunanlardan biri orada düşüp öldü. Diğeri de istifrâ etmeye başladı. Ağzından pislik geldi. Mecliste bulunanlar onun heybetinden korkup, bu hususta soruşturmadan vaz geçtiler.

Pâdişâh Aksaray’a uğradığında ziyâret edip; “Sizi bize yanlış anlatmışlar. Hamdolsun sohbetinizle şereflendik.” dedi. Pâdişâh onun büyük bir velî olduğunu görüp, hürmet etti ve duâsını aldı. Acem seferinden sonra dönüşte yine ziyâretine geldi.

Bu ziyâreti sırasında Sultana  nasîhatler ve dualar etmiştir. Nasîhatları dinleyen Pâdişâh çok ağladı. Pîr Ali Sultan hazretlerine pekçok mülk ve tarla bağışlamak teklifinde bulundu. Fakat o kabûl etmedi. Bunun üzerine oğlunu İstanbul’a yanına göndermesini istedi. Sultanın bu arzusunu kabûl edip; “Şevketli Pâdişâhım! Oğlum İsmâil Hak yoluna kurban olmaktan dönmez. Onu size göndereyim.” dedi.Pâdişâh İstanbul’a döndükten sonra Pîr Ali hazretleri oğlu İsmâil’i ve birkaç mürîdini İstanbul’a gönderdi. Altı ay sonra da Pîr Ali hazretleri vefât etti

İsmail Maşuki, İstanbul’a geldikten sonra Edirne’ye gitmiş, bir süre orada oturmuş çok teveccüh görmüş ancak tekrar İstanbul’a gelerek Ayasofya ve Beyazıt camilerinde vaaz vermeye başlamış, tevhidin derinliklerini açıkca ilan ve izhar etmiş ,temeli vahdet-i vücud’a dayanan sohbetlerle halkı cezbelendirmiştir. Pek genç ve yakışıklı olması sebebiyle ” Oğlan Şeyh” lakabıyla meşhur oldu. Henüz on sekiz yaşında olan bu cezbesi galip şeyh, yaptığı vaazlarla İstanbul ve Edirne de bir çok müridler edinmişti. Bilhassa Askeriye de sipahiler arasındaki müridleri pek çoktu. İstanbul da bir yıl içinde zengin, fakir ve mevki sahibi kimselerden bir çok müridi oldu.

Fakat zamanla sözleri çarpıtılarak hakkında dedikodular türemiş , müridlerinin çokluğu ve askerler arasında yayılması devlette bir grubu endişelendirmeye başlamıştı. Hatta Padişah ona şu haberi gönderir ; ” Size suikast yapılma ihtimali vardır. Aksaraya dönmek daha iyidir .” der. bazı dostlarıda aynı şeyi tavsiye ederler : Fakat Şeyh Maşuki onlara şu cevabı verir ; ” Benim için son, önceden takdir edilmiştir. Alnıma ne yazılmışsa o olur. Ben günün birinde kanımın döküleceğini zaten biliyorum . Bunun müjdesi çoktan verilmiştir.”

Nihayet yapılan ihbarlar sonucu İsmail Maşuki müridleriye birlikte zendeka ve ilhad suçundan mahkeme önüne çıkmıştır. Mahkeme heyeti ; Şeyhülislam Çivicizade oğlu Muhyiddin Mehmed efendi,Sahn Müderrislerinden Ebusuud Efendi ile İstanbul Kadısı Şeyhi Çelebi ve diğer ileri gelen ulemadan oluşmuştu. Mahkemenin Oğlan Şeyh’in yargılaması konusunda çok hassas hareket ettiği , sorgulamanın tek celsede bitirilmeyip uzun uzun tartışıldığı , tam sekiz şahidin muhtelif defalar ifadelerinin alındığı , Özelikle Ebusuud Efendi’nin ; İsmail Maşuki’yi idamdan kurtarmak için elinden gelen gayreti sarf etmiş, dava süresini normalden fazlaca uzatarak bu genç adamı kurtarmak için her yolu denemiş, bir kaç toplantı boyunca bir çıkış yolu aramış ( Daha sonra Şeyhülislam olan Ebussuud efendi , Yine bir Melami Şeyhi olan Gazanfer Dede’yi böyle bir davadan kurtarmıştır.) . Ancak şahitlerin ifadelerindeki açıklık karşısında Şeyhülislam’ın ve İstanbul kadısı Çelebi Şeyhi efendi’nin tutumları buna imkan vermediği gibi oda sonunda ikna olmuştur.
Şeyhülislamın fetvasıyla on iki müridiyle birlikte Sultan Ahmed’de At meydananın da idam edildi; başı ve vücudu ayrı ayrı Ahır kapı’dan denize atıldı.

Çok sevilen bir şeyhti ve arkasından oluklar dolusu gözyaşı dökülmüştür. Vefatından yıllarca sonra bile onların şehit olunmalarına çok acınmış ve dedikodular bir hayli zaman sürmüştür. Hatta bu iş o kadar ileri gitmiştir ki ; ” Genç Şeyhin zulmen katledildi diyenlerin de katledileceklerine ” dair fetva çıkmıştır. Çok kısa bir ömür sürmesine karşın gerek Melami tarihinde gerekse de Tasavvuf tarihinde çok özel bir yere sahiptir.

Hikaye olunur ki; müridlerinden birinin rüyasında şeyh görünür ve ” Rumeli hisarında Kayalar kabristanın da cesedimi bekle; önce bedenim sonra başım gelecektir oraya defnedersin” der. O mürid de hayretle rüyanın gereğini yapar. Gerçekten de dalgalar önce şeyhin bedenini, ertesi günde başını sahile getirir. Mürid, Şeyhinin naaşını bugünkü İstanbul – Bebek’teki Kayalar mescidinin yanına defneder.

Kaynaklar ;
Sarı Abdullah Efendi , Semeratu’l – Fuad
Tarık Velioğlu , Osmanlı’nın Manevi Sultanları , Ufuk Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı , Melamilik Ve Melamiler , Milenium Yayınları , 2011
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları
Ahmet Yaşar Ocak , Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler , Tarih Vakfı Yayınları ,2014
Hüseyin Vassaf , Sefine-i Evliya , Kitabevi yayınları , 2013