Ana Sayfa>Silsile(Sayfa 25)

Memiş Efendi – Muhammed Kudsi Bozkıri (k.s.)

Memiş Efendi hazretlerinin türbesi ;  Konya – Seydişehir’de çavuş köyünde

”Bir Türk geldi ve bizde ne varsa aldı gitti.”  Mevlana Halid-i Bağdadi

Memiş Efendi
Memiş Efendi

Hacı Memiş Efendi yalnız Konya’nın değil, bütün Anadolu’nun ilminden ve feyzinden istifade ettiği büyük bir Alim ve ünlü bir Veli’dir. Hacı Memiş (Muhammed Kudsi) Efendi 1784 yilinda Konya ili, Bozkır ilçesi, Ali Çerçi köyünde dünyaya geldi.
Babasinin adı Mustafa Efendi, annesinin adı Halime Hanım’dır. Soyu Peygamberimiz Hz.Muhammed (sav)’e dayanır. Çocukluğu Bozkır’ın Karacahisar köyünde geçti. Kendi akrabalanndan aynı zamanda Ebu Said Hadimi Hazretleri’nin de talebesi olan İbrahim Efendi’nin terbiyesi altında yetişti. Daha sonra Karacahisar’da İbrahim Efendi’nin oğlu Müderris Yeğen Muhammed Efendi’den de ders alarak ilmini genişletti.
Alanya, Hadim, Kayseri ve İstanbul’da tahsiline devam ederek eşi bulunmaz bir alim oldu. Meviana Halidi Bağdadi Hazretleri’nin halifesi olan Ödemişli Şeyh Hasan Kudsi Efendi’den Nakşî Halidi Tarikatı İcazeti aldı. . . . Şam’da bulunan Mevlana Halidi Bağdadi Hazretlennı görme arzusu kendisinde dayanılmaz bir hal alınca Şam’a gitti Kırk gün Mevlana Halidi Bağdadi Hazretleri’nin yanında bulunarak O’ndan da İcazet aldı. Mevlana Halidi Bağdadi hazretleri , Hacı Memiş Efendi ile ilgili şöyle buyurmuştur ” Bir Türk geldi ve bizde ne varsa aldı gitti.”
Bir müddet Kudüs’te kaldı. Oradan Mekke-i Mükerreme’ye giderek Hacı oldu. Sonra, dönerek medresesini kurdu. Öğrenci yetiştirmeye başladı.
Daha sonra, Bozkır Hocaköy (Üçpınar)’e yerleşti. Hocaköy(Uçpınar)’de yine medresesini kurarak öğrenci yetiştirmeye devam etti. Orada 17 yıl kaldı. Hocaköy (Üçpınar)’de kendisini çekemeyenlerin çoğalması üzerine Seydişehir’e göç etti. Seydişehir’de talebesi Hacı Abdullah Efendi’nin yaninda 5 ay kaldıktan sonra aynıilçenin Çavuş köyüne gitti. Çavuş’ta da medresesini kurarak talebe okutmaya devam etti.
İlim ve tasavvufu birlikte yürüten Memiş Efendi (rh.a) Miladi 28 “Ekim’1852 / Hicri 14 Muharrem 1269 yilinda Perşembe günü 71 yasinda iken Çavuş köyünde Hakk’ın Rahmetine kavuşmuştur. Talebelerinden ve Halifelerinden Hacı AbdullahEfendi, Hacı Memiş Efendi’yi yıkayıp kefenlemiş, Hocakoy’den gelenlerin hazır olduğu kalabalık bıi cemaatle cenaze namzını kıldırmıştır. Çavuş köyündeki medresenin yanındaki yere defnolunmuştur.
Hacı Memiş Efendi’nin külahla örtülü olan türbesi, Hacı Abdullah Efendi’nin öncülüğünde 1866 yılında yaptırılmıştır.
Hacı Memiş Efendi vefat ettiği zaman geride: bir post, bir hasır, bir çarık ve birde asa’dan başka bir şey bırakmamıştır.
Hayatta iken; “Vücudunu çürüten er olmaz” buyururlardı. Vefatından 13 yıl sonra türbesi inşa edilirken kabri açıldığı zaman kefeni ve vücutları, hayatta olduğu gibi hiç bozulmadığı görülmüştür.
Hacı Memiş Efendi’nin türbesi Konya-Seydişehiryolu üzerinde, Konya”dan itibaren 70. km’deki Çavuş Kasabası’ndadır.
Hacı Memiş Efendi ,Baki aleme göç ettikleri zaman 4 hanımından 7 oğlu ve 4 kızı bulunmakta idi. Torunlarından Zeynel Abidin Efenedi , Rıfat Efenedi ve Ziya Efendi 1909’da Konya’da Islahı Medaris’i açtılar. Onların yetiştirdikleri talebeler
Memleketimize pek çok hizmetlerde bulundular. Bunlardan bazıları: Fahri Kulu, Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu, Saatçi Osman Efendi, İbrahim Hakkı Konyalı ve Abdullah Tannkulu (rahmetullahi aleyhim ecmain).
Ayrıca, sayılan elliye yaklaşan Halifeleri ile de Nakşibendî Tarikatının Halidiye kolunun Anadolu’da yayılmasına vesile olmuştur.

Halifelerinde Bazıları ;
1- Şeyh Muhammed Bahaeddin Efendi (v. 1906) ; Hacı Memeiş efendi ‘nin en büyük oğlu , Konya’da irşad faaliyetini yürütmüş ve Hacı Fettah Kabristanına sırlanmıştır.
2- Şeyh Hacı Abdullah Efendi (v. 1903) ; Seydişehir’de irşad etmiştir. Kabri şerifi Seyyid Harun Veli hazretlerinin hemen karşısındadır.
3- Topbaşzade Hacı Ahmed Kudsi Efendi (v.1889) ; Kadınhan’ın da irşad etmiş , kabri şerifi Mevlana Türbesi bahçesindedir.
4- Muhammed Zahreddin Efendi (v. 1859) ; Bozkır – avdan köyü
5- Şeyh Hacı Feyzullah Efendi (v.1876) – İstanbul

Hacı Memiş Efendi ‘nin Şemaili ve Ahlakı
Hacı Memiş Efendi ; orta boylu, esmere yakın tenli olup alın ve kaşlarının arası açık idi. Kaştan ince ve uzun, gözleri orta ve siyah idi. Burnunun ucu yüksek, ağzı büyük ve genişti. Sakalı gür ve büyükçeydi. Vefat ettiği zaman beyazı siyahından daha çoktu. Kemikleri iri ve kuvvetli idi. Alnında velilik nuru parlamakta olup heybetli bir görünüşe sahipti. Kendisini aniden gören kimse korku ile dolardı. Hacı Memiş Efendi gayet vakur ve sekinet sahibiydi. Asla kahkaha ile gülmezdi. Ara sıra tebessüm ederdi.Çok sıcak kanlı idi. Kendisi ile sohbet eden kimse ondan asla ayrılmak istemezdi.Dili tatlı, yüzü gayet sevimliydi.
Daima hakikatlerden bahseder, marifetleri açıklardı. Hiçbir zaman gereksiz konuşmaz, daima hayırla nasihat buyururlardı. Sözlerini işiten kimseye asla usanma gelmezdi. Keramet eseri olarak, kim dünya sıkıntı ve darlıkları yönünden şikayetçi oiarak onun yanına gelse, hemen ferahlığa kavuşur, büyük bir rahatlık hissederdi. Eğer kendisinde dünya sevgisi varsa, hemen yok olur, geçim sıkıntısı ve dertlerinden kurtulurdu. Netice olarak İlahi dergaha yönelen melek yüzlü bir kimse oluverirlerdi.
Gariplere, yetimlere, yoksullara çok yardlm ederdi. Cömertlikte ve eli bollukta zamanın bir tanesiydi. Dünyaya ve içindekilere iltifat gostermezdi. Sayılmayacak derecede evinde misafirleri olurdu. İmkanları kıt bir köyde oturmasına rağmen hepsini yediri, içirirdi. Herkesi dünya sevgisinden meneder, Allah’ın sevgisine yöneltirdi. ” Rızık için üzülüp ızdırap çeken kimse insan defteri dışındadır.”
buyururdu.

Hacı Memiş Efendi’nin Kızları ve Oğulları ;
Oğulları ;
1- Muhammed Bahaeddin Efendi
Hacı Memiş Efendi’nin 2. hanımı Gümüş Kadın’dan en büyük oğludur. 1834’de Bozkır Karacahisar’da doğmuştur. Hasan Kudsi Efendi’nin kızı Emine Hanımla evlenmiştir. 1862’de Konya Bekir Sami Paşa Medresesi’ne Müderris oldu
44 yıl bu medresede eğitim öğretim faaliyetleri yaninda Nakşı Halidi Tarikatı üzerine Babasinin Halifesi olarak irşat görevini yürüttü. Orayı bir ilim merkezi haline getirdi 1906’da Konyatda vefat etmiştir. Şeyh ve müderris idi. türbesi Konya , Hacı Fettah Mezarlığı’ndadır. Zeynelabidin Efendi (1869-1940) ve Muhammed Rifat Efendi (1871-1920) ve Ahmet Ziya Efendi (1875-1923) isimlerinde üç çocuğu vardır.
2- Mustafa Asım Efendi ( Koca Müftü)
Bozkır Müftüsü idi. M.1906’da Hocaköy’de etmiştir. Orada metfundur.Annesi Gümüş Kadın’dır.
3- Ubeydullah Efendi
M.1881’de Hocaköy ‘de vefat etmiştir. Kabri Kurşunlu Camii bahçesindedir.Annesi Gümuş kadındır.
4- Halid Efendi
(1841 – 1909) Karaman’da vefat etmiştir. Kabri Karaman Ketane Camii bahçesindedir.Annesi Emiş Kadın’dır.
5- Zeynelabidin Efendi
18 yasinda Bozkır Karacahisar köyünde vefat etmiştir. Kabri oradadır. Kur’an-ı Kerim Hafızı idi. Annesi Emiş Kadın’dır.
6- Sıddık Efendi
(1851 – 1921)Bozkır Hocaköy ‘de vefat etmiştir. Orada metfundur.Annesi Emiş Kadın’dır.
7- Hasan Kudsi Efendi
(1847 – 1921) Konya’da vefat etmiştir, Kabri Hacı Fettah Mezarlığındadır. Annesi Emine Hanım’dır.

Kız Çoçukları
1- Havva Hanım
Annesi Havva Hanım’dır. Bozkır Karacahisar’da doğmuştur. Softa Hoca Mehmet Efendi ile evlenmiştir. Kabri Bozkır Hocaköy’dedir.
2- Fatma Hanım
Annesi Gümüş Kadın’dır. Bozkır Kadısı Abdullah Efendi ile evlenmiştir.M.1863’de Hocaköy ‘de vefat etmiştir. Kabri oradadır.
3- Ayşe Hanım
Annesi Gümüş Kadın’dır. Avdan’lı Şeyh Muhammed Zahreddin Efendi ile evlenmiştir. Kabri Bozkır Avdan köyündedir.
4- Hatice Kübra Hanım
Annesi Emiş Kadın’dır. Hocaköy’lü Mehmet Efendi ile evlenmiştir. M.1926yılındaBozkır Hocaköy ‘de vefat etmiştir. Kabri Hocaköy’dedir.

HACI MEMİŞ EFENDİ’DEN MENKÎBELER
1- Hacı Memiş Efendi , her zaman Allah’ın emirlerinİ ve yasaklannı insanlara bildirmeye çalışırdı. Dini uğrunda canını feda etmekten çekinmezdi. Islamın emirlerine uymada çok titizlik gösterir. “Bir kişinin şeriatta ne kadar eksikliği varsa bir o kadar da tarikatta noksanı olur!” derdi. Tarikatla şeriatı bir bilirdi. Herhangi bir konuda, “Şeriatte böyle amma hakikatte veya tarikatte bu böyle değil” diyenlere çok
kızar ve; “Bunlar Şeytana uyarak temiz şeriatı işlemez hale getirirler ve böylece sapıklardan olurlar” buyururdu. Memiş Efendi’nin temsil ettiği ilim ve tasavvuf hareketi Ebu Said el Hadimi’nin ilmi geleneğine ve Mevlana Halidî Bağdadî’nin
tasavvuf anlayışına dayanır.

2- Hacı Memiş Efendi , İslam’ın yaşanması için çalışır ve didinirdi. Şeriatle hakikati bir bildiği için. “Şeriat hakikatin ta kendisidir. Bazıları kabuk ve iç ile bir benzetme yapmışlarsa da biz buna razı değiliz. Çünkü kabuk ile iç arasinda nevi bakımdan ayrılık vardır” buyururdu.

3- Hacı Memiş Efendi ‘nin aim bir müridi vardı.25 sene fakirlik çektiğinden dolayı, ücretli olarak köylere Ramazan imamlığına (cerr)’e giderdi. Ona:”Cerre çıkma!
Yaninda olanla kanaat et! Allahü’Zülcelal’e tevekkül ol’ Eğer geçmiş senenin gelirlerinden az olursa, eksiğini ben tamamlayacağım”. Buyurdu. O alim murid cerre çıkmakdan vazgeçerek eldeki ile kanaat etti. O zat sonradan ; ”Senelerce sefillik çektim. Geçim darlığım vardı. Bir mal sahibi de olamadım. Şimdi ise , Allah’a hamdolsun hem sefaletten kurtuldum, hem de mal sahibi olarak zengin oldum” diyerek devamlı şükrederdi.

4- Hacı Memiş Efendi (rh.a) Keramet göstermekten çok çekinirdi. Eğer keramet bir müridin kurtuluşuna sebeb olacaksa çaresiz olarak açığa vururlardı. Nitekim alimlerden çok yavaş kabiliyete sahip bir müride, bir gün üç saatlik bir uzak’lıktaki bir köyde bir kalb daralması geldi. İçinden şöyle geçiyordu: “Alemde şeyh endişesini neden çekeyim, Tarikat için neden bir sürü zahmete katlanayım? Bu meslekten bir şey anlayamadım. Bundan sonra ben de diğer insanlar gibi kendi işlerimle meşgul olacağım” diyerek tasavvufu inkara yöneldi. Bu düşüncelerini hiç bir kimseye açmadan Hacı Memiş Efendi’nin huzuruna gelince, Hacı Memiş Efendi ona: “Kimin şeyhi yoksa onun şeyhi şeytandır!.. değil mi? Hak yoldan çıkmaya hangi akıllı cesaret edebilir?” buyurarak o müridinin yanlış düşüncesin! gönlünden çıkardı.

5- Hacı Memiş Efendi ‘nin öğrencilerinden biri, rüyasında kendisini Yazıcızade Muhammed Efendi’nin ‘Muhammediyye’ adlı kitabını cild ve kağıdı ile beraber yediğini gördü.Uyandıktan sonra: “İnşaallah bundan sonra Hacı Bayram Veli ve Yazıcızade Muhammed Efendi hazretlerini ziyaret edip oraya intisap edeyim. Bizim feyzimiz oralardan görünüyor”diye rüyayı yorumladı.Namaz vakti yaklaşınca namaz kılmak için camiye çıkınca Hacı Memiş Efendi o zata yöneldi ve aniden: “Bir kimse önündeki hazır olan bayramı bırakıp da niçin başka yere Bayram aramağa gitsin? Bazan kişiye şeyhinden olan feyzi diğer bir şeyhtenmîş gibi görünür. Bu Allah’ın bir hikmetidir. Sen amellerinde samimi ol! diyerek ogrencisine güzel bir ders verdi.

6- Hacı Memiş Efendi’nin blr müridi tasavvufi eğitimini tamamlamadan memleketine gitmek istedi. Hacı Memiş Efendi ona, “Gitme! Eğitiminı tamamla! dedi. Buna rağmen o kişi memleketine gitti. Sonra çok ağır bir hastalığa tutuldu.Hasta ve ümidsiz bir halde yatarken, bir gece rüyasında Hacı Memiş Efendi’nin yanında olduğunu gördü. Hacı Memiş Efendi elinde bir kazma ile karnındaki hastalığa sebeb olan şeyin üzerine birkaç defa vurup oradan bir şey çıkardı. Öğrencisi uyandığında hiçbir hastalığının kalmadığını görünce Allah’a hamd ederek tekrar hocasının yanına döndü.

7- Hacı Memiş Efendi yetenekli öğrencilerine ilgi alaka gösterirdi. Böyle bir öğrencisine; “Sen denizin ötesine bile gitsen benim elimden kurtulamazsın” buyurdu. Bir süre sonra, o öğrenci ilim tahsili için Mısır’a gitti. Bir gün dersini anlamadığı için üzüntülü olarak uyuyakaldı. Gece rüyasında dersi tamamiyle öğrenmişti. Senelerden sonra Hacı Memiş Efendi’yi ziyarete geldiğinde Hacı Memiş Efendi ona tebessüm ederek; “Sana ben denizin ötesinde bile olsan elimden kurtulamazsın demedim mi?” diye buyurdu. Bu sözlerinden sonra o mürid o
geceleyin öğrenmiş olduğu dersin Hazretin öğrettiğine dair kerametlerini hissettiğini sonradan anlatmıştır.

8- Hacı Memiş Efendi’nin türbesine bitişik olan camı, zaman içinde harap olup, ihtiyacı karşılamayınca yıkıarak yerine biraz daha geniş olarak yeniden yapılmıştı. Cami inşaatl devam ederken Beyşehirli bir kimse gelip kapı ve pencereleri
kendisinin yaptıracağını bildirmiş. Beklemedikleri bu yardım karşısında: “Rüyanda babanı mı gördün?” diye takıldıkları o kişi şunları söylemiş:
” Ben 6 yaşıma kadar felçli idim ve yürüyemiyordum. Annemle babam beni alarak Hacı Memiş Efendi’nin türbesi gelip, sandukanın yanına yatırdılar. Kendileri de namaza durunca sandukadan bir el uzanarak beni ayağa kaldırdı “Ben de
yürüyerek aşağıya inmeye başlayınca, namazlannı bozarak arkamdan yetişen annemle babama durumu anlattım. Bu yüzden merhuma minnet borcum vardı, onu ödemek istedim” dedi.

9- Şeyh Mustafa Efendi, Hacı Memiş Efendi ‘nin halifelerindendi. Hacı Memiş Efendi ‘nin vefatından sonra kabirlerini tamir hususunda çok gayret sarf eder. Tamir esnasinda kabir, ayak tarafından açılır. Mustafa Efendi elini açılan yerden kabre sokunca mübarek ayaklarının vefatı uzun seneler geçmesine rağmen hala sıcak, soğumamış olduğunu görür. Kabirde yatan Efendimiz Hazretleri; “Daha sıcak değil mi?” diye buyurmuşlar. Bu sözleri işiten halife hazretleri bağırarak düşüp bayılmıştır. Bu halde bir müddet yatmışlardır.

10- Bir adam Hacı Memiş Efendi için; Ben bir yemek hazırladım. Eğer kamil (haluk, gerçek) bir veli, evliya ise bu hazırladığım ve meşru olmayan” yemeği yemez dedi ve Hacı Memiş Efendiyi evine yemeğe davet etti. Hacı Memiş Efendi müritlerinden birini alarak davete icabet etti. Eve vardılar yemeği yemek için,sofraya oturarlar;
Mürit oruçlu olduğu için başka bir odaya gitti. Ev sahlibi Memiş Efendiye; ”Efendim müridinizde sofraya çağırsanız” dedi. Hacı Memiş Efendi adamın niyetini anladığından; ” O bir şahindir. Değme leşe kanmaz!” buyurdu. Adam bu sözden bir şey anlamadı. Bu sefer müridin yanına gidip, ” Hacı Efendi seni sofraya bekliyor” dedi.
Mürid’de; “Efendimiz Hacı Memiş Efendi koskoca bir okyanustur. Herhangi bir leş onu asla bulandıramaz” dedi. Bu sözlerden sonra yaptığı işten utanan adam yaptıklarından dolayı tövbe istiğfar edip Hacı Memiş Efendinin samimi talebelerinden oldu.

11- Devlet tarafından Konya yöresine gönderilen ve büyük alimlerden olan bir müfettiş Bozkır’a gelir. Burada Halidiye tarikatına ve Hacı MemişEfendiye intisap edenlere zulüm ve işkence edermiş. Bu müfettiş sonunda Hacı Memiş Efendi’yle de karşılaşmış. Hacı Memiş Efendi’ye; ” Allah, Kur’anı Kerim (Zümer suresi 54. Ayetinde) “Rabbinize inabe edin(bağla-nın)”buyuruluyor. Inabe şeyh olmaz, Hakka olur ”der.
Hacı Memiş Efendi; Sen alim birisin, ayette geçen “Rabbinize” (ila rabbiküm) kelimesinde geçen “ila” niçin? Konulmuştur diye sorar.
Müfettiş; “ila” kelimesi Arap dili kurallarina göre bir şeyi sonlandırmak için kullanılır deyince Hacı Memiş Efendi: “Efendi Allah hakkında bir son olur mu? Başlangıcı yok ki sonu olsun. Hakkın varlığına başlangıç ve son düşünmek caiz değildir. Böyle bir şey asla mümkün de değildir. Fakat Allah yolunda fani olan ve Hakka ulaşan Şeyhe bağlanmak Hakka bağlanmaktır” buyurur. Bu cevaptan sonra alim olan bu müfettiş yanlış düşüncelerden vazgeçer ve Hacı Memiş Efendinin iyi bir öğrencisi olur.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
www.memisefendi.net
[/toggle]

Alaeddin Halveti ( Yayıntaş )

Alaeddin Halveti ; İzmir – Çiğli de İlçe kabristanında Alâaddin Yayıntaş, Derbend dergâhı da denen, Makedonya’nın Üsküp şehrine bağlı Köprülü (Veles)’deki bu tekkede 7 ocak 1921’de doğdu. Yedi yaşında ilkokula başladı, ortaokul ve liseyi bitirdi. Babası Şeyh Ahmed, mânevî eğitimine önem verdi. Gittiği yerlere genç …

Şeyh Mahmut Sadık Dede

Şeyh Mahmut Sadık Dede ; İzmir – Tire’de İlçe merkezine 5 km mesafedeki Kaplan köyünün batı yakasında dere kenarında

Bugün türbe tamamen yıkılmış olup sadece temel kalıntıları görülmektedir. Türbe, belgelerde çatılı olarak verilmektedir. Türbe alanı içinde, Girit fatihi vezir kaptan-ı derya Kaplan Ahmet Paşa ile Üsküdar Mevlevi şeyhi Mahmut Sadık Dede’nin mezarları bulunmaktadır. Yola yakın bölümdeki mezarda Kaplan Ahmet Paşa yatmaktadır.

Mezar taşında ; ” Hü Dost kutbül arifin sultan el kilici eşşeyhü Kaplan Baba ruhu için el fatiha”, ifadeleri kullanılmıştır. Kitabede tarih yoktur. Ancak, Kaplan Ahmet Paşa’nın 17.yüzyılın ikinci yarısında vefat ettiği bilinmektedir. Evliya Çelebi, Girit’in fethine gidilirken kadırgaya onun bindirdiğini yazmaktadır.

KAPLAN AHMET PAŞA sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın eniştesi olup Tire’ye sürüldükten sonra Arpacılar (Kaplan) köyünde oturmaya zorlanır. Bu ünlü daha sonra, hem köye adını verecek hem de Tire’ye inen su yolları ve çeşmeleriyle gözde bir ad olacaktır. Özellikle Tire’nin Ertuğrul, Dumlupınar, Ketenci, Turan ve Cumhuriyet Mahallelerinin su şebekeleri önemli ölçüde Kaplan Ahmet Paşa tarafından sağlanmıştır. Ve bu su hizmetlerinin yerine getirilebilmesi için de önemli vakıflar bırakmıştır. Yaşamını daha sonra kendi adı verilecek olan Arpacılar’da sürdürmüş ve burada ölmüştür.

Diğer kitabe Mahmut Sadık Dede’ye aittir ve kitabede tarih vardır.
Kitabesinde :
“Sabıkan Galata Mevlevihanesinde şeyh olan Yeğen Ali Paşazade eş-Şeyh Numan Bey’in halifesi merhum ve Mağfur eş-Şeyh Muhammed Sadık Dede. 1207” yazılıdır.
Sadık Dede Üsküdar Mevlevihanesinde kendisine verilen görev gereği Mevlevihanenin vakfiyesinde bulunan Mahmutlar Çiftliğinin bulunduğu esnada vefat eder ve Kaplan Dede namıyla anılan kabrin yanına defnedilir.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Şeyh Mustafa Efendi (k.s.)

İzmir – Konak ‘da Şeyh camii yanındaki türbesinde

İzmir’de yetişen Celveti büyüklerinden. Tahsili ve ailesi ile ilgili fazla bir bilgi yoktur. Aziz Mahmud Hüdai hazretlerinden hilafet almış ve İzmir’e gelmiştir. Izmir’de Tilkilik-Dönertaş’da Yazıcı Mahallesi 961 numaralı sokakta bulunan Şeyh Mustafa Camii onun tarafından yaptırılmıştır. İlk zamanlarda Tezveren Dede Camii dedenilen bu caminin yanında türbesi bulunmaktadır. Cami 1645 yılında külliye olarak yapılmış, medrese, tekke faaliyeti de görmüştür.

Cami 1939’larda askeriye namina depo olarak kullanılmış, nübet tutan askerler yatırın gece dolaştığını bunu ayak seslerinden ve boşalan ibriklerden anladıklarını söylemişlerdir. Bir ara türbeyi yıkmak isteyen kimsenin eli ayağı felç olmuştur. Çocuğu olmayan ve dileği bulunanlar sıkça ziyaret etmektedir.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Şeyh Mehmed Ruhi Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin ilk halifesi olup, Ruhi mahlası ile bilinir. Divanın bir çok yerinde Aşık Ruhi-Kâmil Ruhi hitabları ile iltifatlarda bulunulmaktadır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Manisa’nın Kula kazasında 1905 yılında dünyaya gelir. Halim isminde çok sahavetli ve merhametli bir zatın oğludur. Halim Efendi’nin fakirlere ve düşkün kimselere karşılıksız yardımda bulunduğunu Seyyid Kazım Kızılkanat Efendi nakleder. Babası ve annesi müttaki ve salih insanlardandır. Mehmet Ruhi Akhan, üzerine farz olduğu andan itibaren namazlarını hiç kazaya bırakmamış ve camide cemaate devam etmiştir. Mehmed Ruhi’nin mesleği deri işlemeciliği ve ayakkabıcılık olmuştur. Nihayetinde Allah-ı Zül­celâl’e ve Resulullah’a ünsiyet etmek için bir mürşidi kamil arar.

Bekir Sıdkı Visali Hazretleri ile tanışıp, Hazret’ten Tariki virdini alır ve ona mürid olur. Mürşidine sıdk ile bağlanır ve tasavvuf yolunda yükselir. Menemen’de iken Abdurrahman Sami Niyazi Hazretleri ile tanışmış ve onun da hayır dualarını almıştır.

Mehmet Ruhi Akhan Hazretleri, üstadı Bekir Sıdkı Visali Hazretleri’nin 1962 yılında vefat etmesiyle, 1962-1977 yıllarında Uşşaki postuna oturarak irşatla meşgul olur. “Marifet Sırları” adlı bir divanı vardır.

1977 yılında, Umre ziyaretinden dönerken, Ürdün’ün Amman Şehri yakınlarında vuku bulan trafik kazasında, damadı Hacı Halit beyle birlikte şehiden Alemi Darı Beka’ya İntikal eder. Kabri şerifleri şeyhi Visali Hazretleri gibi, İzmir-Zeytindağ Kokluca Mezarlığında Hocazade Camii karşısındadır. Visali Divanı, kendi divanı ile birlikte bir arada tab edilir. Mehmet Ruhi Akhan Hazretlerinin bilinen iki halifesi vardır. Sıddık Naci Eren ve Hacı Ahmet Arslan.

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Bekir Sıtkı Visali Efendi (k.s.)

İzmir – Bornova Kokluca Kabristanında

1880 senesinde Manisa’nın Kula ilçesinde dünyaya gelen Bekir Sıtkı  Efendi’nin babası Mollazâde Hacı Mehmed Efendidir. İlk tahsiline Kula’da Boşnak Hoca namıyla bilinen alimden tamamlar. İlim öğrenmek için babasının rızâsı ile İstanbul’a gider. Fâtih Câmii Medresesinde uzun yıllar ilim öğrendikten sonra diploma alır. Bu arada tasavvuf yolunu, Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi’den öğrenir. Bir Ramazan-ı Şerif gününde İzmir Hisar Camiinde vaaz etmekte olan Abdurrahman Sami Saruhanî Hazretlerine mülaki olur ve intisap eder. Uşşaki sülûkunu tamamlayarak hilafet alır.

Hocası Sâmi Niyâzî Uşşâkî Efendi, talebelerine sık sık, “Akşam ne rüyâ gördün?“, diye sormaktadır. Bir gün Bekr Sıdkı Efendiye de bu soruyu sorunca, “Efendim rüyâmda bir meydanlıkta at koşusu vardı. Her at üzerinde bir kişi vardı. Ben ise birbiri üzerine binmiş dört atın enüstündekine binmiştim. Atlar koşuya başladıktan sonra, benim bindiğim atlar en öne geçti ve hedefe en önce vardım. Orada bizlere bakan kalabalık, Bekr Efendi kazandı, diye bana iltifat ettiler.”, diye anlatır. Sâmi Niyâzî Uşşâkî de, “Oğlum Bekr! Sen dört ilme kavuşacaksın. Birinci at şerîat, ikinci at tarîkat, üçüncü at hakîkat, dördüncü at ise mârifet ilmine işârettir.” buyurur.

Bekr Sıdkı Visâli, ilim tahsîlini tamamladıktan sonra Kula’ya döner. Bir müddet halı ticâretiyle meşgul olur. Fahrî olarak, câmilerde vaaz verir. Bir süre sonra İzmir’e yerleşerek tâliplerine ilim öğretir. İnsanlara doğru yolu anlatmakla ömrünü geçiren Bekr Visâli Efendi, 1962 senesinde İzmir’de vefât eder. İhvanları ile Berat gecesini ihya ettikten bir gün sonra Alemî Beka’ya intikal etmişlerdir. Kabirleri İzmir Salihli yolu üzerinde Zeytindağ Kokluca mezarlığındadır.

Bekir Sıtkı Visali Hazretlerinin bilinen üç halifesi vardır. Hacı Mehmet Ruhi Akhan, Esseyyid Hacı Kazım Kızılkanat, Hacı Hüseyin Rıdvan Özaydın. Visali mahlasını kullanan Bekr Sıdkı Efendi’nin şiirlerinin toplandığı Hakîkat ve Mârifet Sırları isimli bir dîvânı vardır.

Visâli kemter kulunu
Tevfik eyle menzili

Kaynak
Abdulhalim Durma , İzmir Evliyaları ,
http://www.erolsasmaz.com
Not ; Fotoğrafları kullanmamıza izin veren Erol Şaşmaz Bey’den Allah razı olsun

Şeyh Muhammed Esad Erbili (k.s.)

İzmir – Menemen’de Safa camii içerisinde

Son devrin Meşhur Nakşi- halidi Şeyhlerinden ve Cumhuriyet dönemi din mazlumlarından . gerçek bir şehit.

Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Esad Erbili (1847-1931)’nin Musul’un Erbil kasabasında doğar. Dedesi, Hâlid el-Bağdâdî’nin Erbil’de inşa ettirdiği tekkeye şeyh olarak tayin ettiği halifesi Hidâyetullah Efendi, babası daha sonra aynı tekkede şeyhlik görevinde bulunan Muhammed Said Efendi’dir.

Medrese tahsilini doğduğu bölgede tamamlayan Esad Efendi yirmi üç yaşında Hâlidî şeyhi Tâhâ el-Harirî’ye intisap eder. Beş yıl sonra sülûkünü tamamlayarak hilâfet alır (1875). Aynı yıl hac farizasını yerine getirir. Dönüşünde şeyhinin vefat ettiğini öğrenince İstanbul’a gitmeye karar verir. İstanbul’da Cağaloğlu’nda Beşir Ağa Dergâhı’nda bir süre misafir olarak kalır. Daha sonra Çarşıkapı’daki Molla Pîrî Camii’nin müezzin odasına yerleşir. Fâtih Camii’nde Hafız divanını okutur. Bu sırada Beyazıt Camii imaretinin meydanı gören bir odasına taşınır. II. Abdülhamid’in damadı Hâlid Paşa kendisini saraya davet ederek sohbetlerinden istifade eder. Bu arada Meclis-i Meşâyih üyeliğine tayin edilir.

İlim ve irşad faaliyetlerini sürdürdüğü bu yıllarda kendisine bir tekke şeyhliği verilmesini ister. O sırada şeyhlik makamı boş bulunan Şehremini’nin Odabaşı semtindeki Kelâmî Dergâhı’nın şeyhliğine talip olur. Ancak bu dergâhın şeyhliği Kâdirî meşâyihine ait olduğundan ve kendisinin Kâdirî icazetnamesi bulunmadığından bu isteği uygun görülmez. Bunun üzerine Esad Efendi Kâdirî şeyhi Abdülhamîd er- Rifkânî’den Kâdirî icazetnamesi alarak bunu ibraz edince adı geçen dergâhın şeyhliğine tayin edilir (1883).

Bu dergâhta Kâdirî ve Hâlidî âdâb ve erkânı üzere irşad faaliyetinde bulunur. Bir süre Fatih ilçesinde Halıcılar’daki Feyzullah Efendi Dergâhı’na da devam eder. Kelâmî Dergâhı şeyhi olduktan sonra daha geniş bir çevreye hitap etme imkânı bulan Esad Efendi, II. Abdülhamid tarafından bilinmeyen bir sebeple memleketi Erbil’e sürgüne gönderilir (1900). Burada müntesiplerinden zengin bir hanımın kendisi için inşa ettirdiği tekkede irşad hizmetini sürdürür ve mensuplarıyla mektuplaşarak onların ilgilerini canlı tutmaya çalışır. II.Meşrutiyet’ten (1908) sonra İstanbul’a döndü ve Kelâmî Dergâhı’nı genişleterek yeniden inşa etti. Meşrutiyetle birlikte tekke mensuplarının da cemiyet kurma faaliyetlerine giriştikleri sırada Cem’iyyet-i Süfiyye’nin kuruluş çalışmaları bu dergâhta yürütüldü.

Şeyhülislâm Musa Kazım Efendi cemiyetin reisi, Esad Efendi de ikinci reisi olur. Esad Efendi cemiyetin açılış töreninde yaptığı konuşmada devrin genel havasının tesiriyle Meşrutiyet idaresini ve taraftarlarını öven, Abdülhamid dönemini eleştiren ifadeler kullanır. Tasavvuf ve Beyânü’l-hak mecmualarında tasavvufî konularda yazılar yazan Esad Efendi 1914’te yeniden Meclis-i Meşâyih âzalığına getirilir, meclis reisi Elif Efendi’nin istifası üzerine kısa bir süre sonra da reis olur. Sultan Mehmed Reşad tarafından surre emini olarak hacca gönderilir. Ertesi yıl Meclis-i Meşâyih’teki görevinden istifa eder. Üsküdar Çiçekçi’deki Selimiye Dergâhı’nın meşihatını da üzerine alarak oğlu Mehmed Ali Efendi’yi vekâleten bu dergâhın şeyhliğine tayin ettirdi.

Esad Efendi, Kelâmî Dergâhı’ndaki görevinin yanı sıra zaman zaman Selimiye Dergâhına da giderek irşad faaliyetini tekkelerin kapatıldığı 1925 yılına kadar sürdürür. Bu tarihten kısa bir süre önce Kelâmî Dergâhı’nda iki hafta misafir olarak kalan Danimarkalı psikolog Cari Vett’in hâtıraları, Esad Efendi’nin çevresini ve tekke ortamını yansıtması bakımından önemlidir. Tekkeler kapatıldıktan sonra inzivaya çekildiği Erenköy Kazasker’deki evinde sürekli polis gözetimi altında tutulur. Menemen olayı ile (Aralık 1930) ilgisi olduğu iddia edilerek oğlu Mehmed Ali Efendi ile birlikte Menemen’e götürülüp idam talebiyle yargılanır. Hakkında verilen idam cezası yaşlılığı sebebiyle müebbet hapse çevrilir. Oğlu Mehmed Ali Efendi ise idam edilir. Esad Efendi Menemen’de askerî hastahanede tedavi görürken 3-4 Mart 1931 gecesi vefat eder. Onun zehirletilerek öldürüldüğü şeklinde bir kanaat de vardır.Yemeklerine zehir katılarak rahatsızlığı iyice artırılmış ve damardan yapılan bir iğne ile 84 yaşında hayatına son verilmiş, yani idam edilmiştir. Bir gece yarısı 1950’lerde hafriyat çalışmasıyla düzeltilen mezarlığa gömülürler. Cenazesi ailesine verilmeyerek resmî makamlar tarafından Menemen’de defnedilir.

Sami Efendi tarafından kabir yerleri tesbit edilerek 1956 yılında bulundukları, Kubilay Şehitliği ve Anıtının bulunduğu alana pek de uzak olmayan bu yere, bir cami yaptırılır. Kazımpaşa Mh. 2. Hıdırlık Sk.’taki camide Esat Efendi’nin merkad-i şerifleri kapalı bir bölme içinde, oğlu Ali Efendi ise dışında yatmaktadırlar.

Mahkeme zabıtları açıklanmadığından Esad Efendi ile oğlu hakkında verilen idam cezasının hangi delillere dayandırıldığı, olayla ilgilerinin olup olmadığı anlaşılamamıştır. İstanbul, Anadolu ve Balkanlar’da binlerce mensubu bulunan ve çok sayıda kişiye hilâfet veren Esad Efendi’nin silsilesi yaygın olarak halifelerinden Mahmut Sami Ramazanoğlu (ö. 1984) tarafından sürdürülür.

Eserleri şunlardır.
1- Kenzü’l-irfan. İbadet ve ahlâka dair 1001 hadisin metin, tercüme ve şerhinden ibarettir.
2- Mektûbât. Erbil’de sürgünde iken dostlarına ve müntesiplerine gönderdiği mektupları ihtiva eden eserin ilk basımında 147, ikinci basımında 154 mektup yer almaktadır.
3. Risâle-i Es’a-dîyye. Tasavvuf ve tarikatın mahiyetini ve seyrü sülük âdabını anlatan otuz sayfalık bir risaledir. Müellif müridlerinin arzusu üzerine risalenin sonuna kendi hal tercümesini de eklemiştir.
4. Tevhid Risalesi Tercümesi. Evhadüddîn-i Balyânî’ye ai trisalenin tercümesidir. Yanlışlıkla Muhyiddin İbnü’l- Arabî’ye nisbet edilen eser Ali Kadri tarafından yayımlanmıştır.
5. Fatiha-i Şerife Tercümesi. Sekiz sayfadan ibaret olup ayrıca Risale-i Es’adiyye ile birlikte basılmıştır.
6-Divan. Aruz veznini oldukça başarılı bir şekilde kullanan Esad Efendi’nin Farsça ve Türkçe şiirlerinin yer aldığı eserde Arapça ve Kürtçe birer şiir de vardır.

Sakıb Dede

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Anadolu’da yetişen büyük velîlerden. İsmi Mustafa’dır. Endülüs’ten İzmir’e göç eden bir âilenin çocuğu olarak doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası ticâretle uğraşırdı. Sâkıb Dede doğmadan önce, annesi Halime Hâtun rüyâsında mübârek bir zât gördü. O zât; “Allahü teâlâ sana üç beş gün içinde bir oğul verecektir. Gözünü aç onun kıymetini bil. O bizim yüksek oğlumuz olacaktır. Sana da dünyâ ve âhirette faydası çok olacaktır.” dedi. Annesinin bu rüyâsından birkaç gün sonra Sâkıb Dede doğdu.

Sâkıb Dede yürümeye başladığı sırada babası ticâret için Mısır’a gitmişti. Aradan birkaç sene geçtiği halde kendisinden hiç haber alınamadı. Bu yüzden geçim sıkıntısı çekiyorlardı. Annesinin, bir gün akşam yemeği hazırlamaya çalışırken, ağladığını ve mahzûn olduğunu gören Sâkıb Dede, yemek yemeyip üzgün olarak bir köşede oturdu. Bu sırada kapı çalındı ve bir zât pekçok erzak ve çeşit çeşit hediyelerle birlikte mektup getirdi. Mektupta babası yakın zamanda döneceğini bildiriyordu.

Yedi sekiz yaşlarına geldiğinde hocaya gitmeye başladı. Çalışkanlığı ve zekîliği ile kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi ve başlangıç ilimlerini öğrendi. Daha sonra tahsîline devâm etmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Câmii Medreselerinde meşhûr âlimlerden ders aldı. Sonra Köprülüzâde Mustafa Efendinin derslerine devâm etti. Bu arada hocası ile birlikte küffâr üzerine yapılan bir sefere katıldı. Çehrin Kalesi muhâsara edildi. Muhâsaranın başlamasından üç ay geçmesine rağmen bir netîce alınamadı. Zaman zaman asker arasında, Sultan Süleymân’ın Kânunnâmesinde; “Yeniçerilerin üç aydan fazla muhâsara üzerinde kalmayacağının” yazılı olduğu konuşulmaya başlandı. Bu sırada bir ikindi vakti sefer kumandanının çadırına bir derviş geldi. Komutan ona çok hürmet etti. Sohbetin sonunda derviş; “Bu gece mânâ âleminde Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretlerinin bütün halîfeleri talebeleri ile gelip kalenin hizâsında murâkabe hâli üzere oturduklarını gördüm. İnşâallahü teâlâ yarın ikindi vakti kalenin alınma ihtimâli vardır.” dedi ve askerin kaleye gireceği yeri gösterip, oradan ayrıldı. Komutan bu haber üzerine rahatladı. Bu hâdiseyi gören Sâkıb Dede’de bambaşka haller oldu. Sevdiği ve güvendiği Fevzi Efendiye durumunu arz edip, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin ahvâlini anlatmasını istedi. O da bildiği kadar anlattı. O güne kadar tasavvuf ehlinin sohbetlerine katılmamış olan Sâkıb Dede’de tasavvufa karşı bir sevgi ve meyl hâsıl oldu. Gece rüyâsında şunları gördü: Çehrin Kalesinin semâsında bir kubbe vardı. Burada evliyâ zâtlar gömülüydü. O kubbeden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî çıkıp, koltuğunda bulunan kopcayı Sâkıb Dede’ye eliyle işâret etti. Sâkıb Dede; “Peki efendim.” deyip süratle yanına vardı. Elini öpüp, emirlerini, ne buyuracaklarını beklediği sırada o zât; “Ey genç! Ben seni kabûl ettim.” dedikten sonra mevlevî elbisesi giydirdi ve; “Senin dünyevî bir işin yok.” buyurdu. Ertesi gün rüyâsını Fevzi Efendiye anlattı. O da rüyâsını tâbir etti ve bundan sonra mevlevî olduğunu söyledi.

Sâkıb Dede’yi sefer dönüşünde Farsça öğrenmek husûsunda büyük bir merak sardı. Bunun için Bursa’ya gitti. Kısa zamanda Farsçayı öğrendi. Üstelik bu dili Bursa’nın ileri gelenlerine öğretmeye başladı. Daha sonra Uşak üzerinden Manisa, Isparta havâlilerinde hem ders vererek hem de vâz u nasîhatlerde bulunarak Konya’ya gitti. Konya’da câmilerde vâz u nasîhatta bulundu. Yaşının çok genç olmasına rağmen güzel vâzları ile Konyalıların dikkatini çekti.

Daha sonra Elmalılı Halil Efendinin sohbetlerine devâm etti. Tasavvufa dâir kıymetli eserler okudu. Halil Efendiden icâzet aldıktan sonra İstanbul’a döndü. Fâtih Câmiinde dersiâm olup, altı ay kadar ders verdi. Bu arada rahatsızlandı. Kaplıca tedâvisi görmek için Bolu’ya gitti. Bolu’da kaldığı müddet zarfında halka vâz u nasîhatta bulundu. İşlerini bitirince tekrar İstanbul’a döndü. Tasavvuf yolunda kendisini terbiye edecek bir zât arıyordu. Kendisine Edirne Mevlevî Dergâhında ders veren Siyâhî Dede’yi tavsiye ettiler. Edirne’ye gidip bir müddet onun terbiyesi altında bulundu. Ondan tasavvufta icâzet aldı. Sonra oradan ayrılıp Galata Dergâhında Şeyh Gavsî Dede’nin hizmetinde bulundu. Mevlevî tarîkatının âdâbını öğrendikten sonra, matematik öğrenmek için Mısır’a gitti.

Sâkıb Dede Mısır seyâhati sırasında uğradığı mevlevî dergâhlarındaki, gelip geçmiş zâtların hayatlarını toplayıp meşhûr Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyye isimli eserini yazdı. Geri dönüşünde Kütahya Mevlevîhânesi şeyhliğine tâyin edildi. Uzun süre burada hizmet ettikten sonra 1735 (H. 1148) senesinde vefât etti ve dergâhın bahçesine defnedildi.

Sâkıb Dede, her kimden gelirse gelsin ezâ ve cefâlara karşı şikâyette bulunmaz, onlarla güzel ve tatlı bir şekilde konuşarak, dost olmayanları da dost yapardı. Başına gelen her türlü sıkıntıları şükr ile karşılardı. Aleyhinde olanların bir kısmı onun bu halleri karşısında tövbe edip, ona talebe oldu. Diğerleri ise bir musîbete dûçâr oldular. Bir Cumâ günü İbrâhim Efendi isimli bir zât Aksu’ya giderken, yolu Sâkıb Dede’nin dergâhının yanından geçti. Dergâha girip; “Bana bir fırsat verseler bütün dedelerin ayaklarını kırardım.” dedi. Ayrılıp giderken, dergâha yakın bir yerde düştü ve ayağı kırıldı. Ömrünün sonuna kadar bu derdi çekti.

Sâkıb Dede’nin ayrıca şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. Samîmi ve bir çoşku hâlinin terennümü niteliği taşıyan şiirlerinde lirik bir hava hâkimdir.

KAYNAKLAR
1) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.179

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye Zeyli (Fındıklı İsmet Efendi); s.406

3) Tezkire (Safâyi, Süleymâniye Kütüphânesi Esad Efendi Kısmı, No:2549); s.51a

4) Âdâb-ı Zurefâ (Millet Kütüphânesi Ali Emîri Târih 762); s.53b

5) Hatimet-ül-Eş’ar; s.38

6) Tufeyli Menâkıb-ı Kibâr-ı Mevlevî fî Menâkıb-ı Şeyh Sâkıb Mânevî, Üniversite Kütüphânesi, T.Y. 2509

Celaleddin Ergun Çelebi

Kütahya Mevlevihanesi

Kütahya – Merkez’de Dönenler camii içerisinde

Mevleviliğin yayılmasını sağlayan ilk şeyhlerden. Hayatı hakkındaki bilgiler kendisinden çok sonra yazılan Sefine-i nefise-i Mevleviyan adlı esere dayanır. Kütahya’da doğdu. Babasi Burhaneddin llyas, dedesi Germiyanoğlu Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa ,Sultan Veledin kızıyla evlendiği için Celaleddin Ergun’a da Çelebi unvanı verildi. Ulu Arif Çelebi, Emir Alim Çelebi, Emir Vacid Çelebi’den feyiz aldı. Bir ara Bursa’ya giderek Geyikli Baba’nın da sohbetlerine katıldı. Konya’da hilafet aldıktan sonra, Kütahya’ya gelerek Imadüddin Mezar tarafindan yaptirilan Kütahya Mevlevihanesinin ilk postnişini, şeyhi oldu. Uzun seneler halka Mevlevi yolunu anlattı. 1373 (H. 775)’de burada vefat etti. Türbesi dergahın haziresindedir. Yerine oğlu Burhaneddin İlyas Çelebi geçti.Erguniyye Dergahı da denilen Kütahya Mevlevihanesi o tarihte Konya ve Afyon Mevlevihanesinden sonra üçüncü büyük Mevlevihane oldu.

Gençname, İşaret-ül beşare, adlı eserler ona nisbet edilmiş ise de kesinlik kazanmamıştır. Hem zahir ilimlerde alim hem tasavvufta mahir ve edebiyatta da zirve idi.

Kalburcu Şeyhi Ahmet Efendi

Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet

Kütahya – Eskişehir yolu üzerinde. Kütahya ya 20 km mesafede

Kânûnî Sultan Süleymân devri âlim ve velîlerinden. Aslen Kütahya’ya yakın Gırbalcı köyündendir. Halk arasında Kalburcu Şeyhi adıyla meşhûr olmuştur. Mihmandâr ve Çavdarlı adıyla da bilinirdi. kaynaklarda doğum târihi bildirilmemektedir. 1570 (H.978) senesinde vefât etti.

Önce kendi memleketinin âlimlerinden ilim tahsîl etti. Sonra Şeyh Sinân Karamânî’nin hizmetinde bulundu. Abdüllatîf Efendinin sohbetlerinden çok istifâde etti.Mânevî hâllere ve makamlara kavuştu.

Şöyle bir hâdise anlatılır: Henüz talebeyken, arkadaşlarıyla derse gidip gelirlerdi. Bir gün derse gittiklerinde, iki arkadaşıyle berâber her biri, gönüllerinden geçenlerin hâsıl olması için hocalarından duâ istediler. Hocaları bu talebelerini kırmadı. Onlar için duâ etti.Hocalarının duâsı bereketiyle, o talebelerden biri Pâdişâhın ordusunda komutan, biri de ilim ehli âlim bir kimse oldu. Ahmed Dede ise; hazret-i İbrâhim gibi çok mâl ve mülke kavuştu, zengin oldu. Daha sonra İstanbul’a geldi. Burada büyük zâtlardan olan Kütahyalı Merkez Efendinin yanında hizmet etti. Merkez Efendinin yanında İslâmiyetin güzel ahlâkını ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yolunu öğretmek için izin aldı. Yine büyük zâtlardan Kastamonulu Şâban Efendinin de iltifatlarına kavuştu.

İstanbul’dan ayrılıp memleketine geldi. Burada yaptırdığı zâviyesinde ikâmet eder, insanlara dünyâ ve âhiret saâdetinin yollarını öğretirdi.Hocasının duâsı bereketiyle çok mal ve mülke kavuştuğundan, herkese çok fazla ikrâmlarda bulunurdu. Gece-gündüz, gelene geçene yemek yedirir, açları doyururdu. Zâviyesinde sofra hiç eksik olmazdı. Çok kerâmetleri görüldü. Ömrü boyunca hiç kimseden hediye, maaş ve sadaka gibi şeyleri kabûl etmedi. Çiftçilikle geçinirdi. Tarlalarından elde ettiği ürünlerden, misâfirlerine yedirmek ve ihtiyaç sâhiplerine vermek için bir mikdar ayırmak âdetiydi. Hattâ hayvanlar ve kuşlar için bile yiyecek ve buğday ayırırdı.

Tarlaya ektiği buğday ve çavdarlar, normal tohumdan olmasına rağmen, çok güzel ve benzersiz olurdu. Bu sebeple Ahmed Dede’ye halk arasında Çavdar Şeyhi de derlerdi. Tarlalardan elde ettiği buğdayı bir anbara koyar, kapısını kapatırdı. Buğdayı anbarın altındaki oluktan alırlardı. Anbarın tamâmen boşaldığı hiç görülmedi. Bu sâyede hiçbir zaman zahire sıkıntısı çekilmezdi. Ahmed Dede’ye civar köy ve kasabalardan çok misâfirler gelirdi. Misâfirlere, ayrılırken birer çörek verir, onlar da bunu yol azığı yaparlardı. Her zaman; “Bu nîmetlerin hepsi, Ahmed Dede’nin hocası Abdüllatîf Efendinin duâsı bereketi iledir” diye Allahü teâlâya şükrederlerdi.

Sultan İkinci Selîm şehzâdeyken Ahmed Dede’yi ziyâret etmiş ve zâviyesi yakınında bir mescid yaptırmıştır. Kalburcu Şeyhi Ahmed Dede 1570 (H.978) senesinde memleketinde vefât etti.Kabri oradadır.

KAYNAKLAR

1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.203

2) Sicilli Osmanî; c.1, s.201