Ana Sayfa>Özel(Sayfa 22)

Hafız Şirazi

İran – Şiraz .

Aynı zamanda Kur”an-ı Kerîm hafızı olduğu için, Hafız diye anılan Hafız Şemseddin Muhammed Şirazî, Sa”di-yi Şirazi ile birlikte, tarihte İslami-Fars edebiyatının en önde gelen şairlerinden biridir. 725/1325 tarihinde Şiraz”da doğup 792/1390 tarihinde yine Şiraz”da vefat etmiş olup, türbesi oradadır. Medrese eğitimi alıp, çeşitli eserlere şerh de yazan Hafız-ı Şirazî en çok şiirleriyle tanınmıştır. Vefatından sonra sevenleri tarafından 400 civarında gazeli bir araya getirilerek meşhur olan Divan”ı oluşmuştur. Divan”ında daha çok tevhîd , İlâhî aşk vs. Tasavvufî konular işlenmiştir. En çok bu divanı ile tanınmıştır. Şöhreti hemen hemen İslam dünyasının bir çok yerine ulaşmıştır. Şiir ve hikmetteki gücü , tasavvufî kişiliğiyle çok muteber bir konuma ulaşmış, Divanı Osmanlı ve İran medreselerinde büyük revaç bulmuş ve asırlarca okutulmuş, üzerine bir çok şerh yazılmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi

Hayatı boyunca insanlara ilim irfan, hikmet ve güzel ahlakın yüceliğini en güzel bir tarzda yaşayarak anlatan merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), 28 Mart 1912de Kastamonu’da doğdu. Babası İzzet Efendi, annesi Hafize Aişe hanımdır.

1935 1937 yılları arasında İstanbul Yıldız’da muvazzaf askerliği, daha sonra da Beykoz da7 ay ihtiyat askerliğini yaptı. 1957 yılında muallim İbrahim Efendi’nin kızı Melek hanımla evlendi. Nuriye, Aişe,Münibe, Mevlibe ve Mehmet Münip diye isimlendirdiği dört kızı bir oğlu oldu. 1966,1970 ve 1976 yıllarında üç defa hacca gitti.

Soyu neseben Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ulaşan nurani Seyyidler silsilesindendir ki sohbetlerinde Seyyid olmayanın seyyid im demesi nasıl çirkin bir yalansa, seyyid olanında değilim demesi ceddini inkar olacağını şecere şart değil, aile içi bilgilendirme (tevatür nakü) ile bilinmesi o kimsenin seyyidliğine kafidir buyurarak bu kutsi emaneti çocuklarına biz hem anne, hem de baba tarafından seyidiz. Müjdesiyle vermiştir.

Tahsil Hayatı
Bilinen ilk muallimesi Çerkez Hoca Hanımdır. O günkü eğitim koşullarina göre 7 yaşında başladığı Yarabcı Mektebinde ilk tahsilini tamamladı. Sinanbey Cami’inde imamlık, Nasrullah Camiinde Hatiplik yapan daha sonra İstanbul Fatih Camii başimamı ve diyanet işleri başkanlığına ait Mushafları inceleme kurulu başkanlığı görevinde bulunan Kurra Hafız Ömer Aköz hoca efendiden hafızlığını tamamladı ve Kuran talimi aldı.

Yine aynı hocaefendiden “Mukaddeme-i Cezeriyye”, “Tecvid-i Edaiye” ve “İlm-i irtifa” okudu. Hafız Abdurrahman Efendiden Arapça, Fıkıhtan Halebi Hafız Tevfik Efendiden ”Kıraat-ı Sab-a” Reisü’l- Kurra Hoca Kamil Efendiden “Mülteka”, ”Şiriatü’l İslam” ve ”Fıkh-ı Ekber” tahsil etti.

İstanbul’da iken Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendiden “Tefsir-i Alusi” Hoca Hüsrev Efendiden Buhari-i Şerif okudu Abdulhakim Arvasi Hazretleri’nin “Tefsir-i Kebir” den verdiği derslere katıldı.

Asker dönüşü daha önce Kastamonu’ya gelmis olan Bediüzzzaman Said Nursi Hazretleri’nden Kelam, İslam Felsefesi ve mantık dersleri aldı. Hizmetteki yakınlığından dolayı Sır Kitabı unvanıyla taltif edildi. Bu ünvan altında mazhar olduğu “İlm-i Ledün” den hikmetleri ise sohbetleriyle insanlara sundu.

Aynı zamanda zahir anlamda kendisine müracaat edenlere Arapça Tefsir ve Hadis dersleri vermenin yanında önceleri hafızlara sonra İmam Hatip lisesi talebelerine Kur’an-ı Kerim talimi okuttu.

Hayata Bakışı

Merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhu) yıllarca ilim, iman, hikmet ve feyz dolu sohbetlerinde Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif okuma, bunların hakikatlerini keşfetme, manası ile ahlaklanıp yaşamanın önemini yaşayarak anlatmıştır.

Kur’an’ın tealluk, tehalluk, tahakkuk mertebelerinin olduğunu belirterek ittibadaki istikameti göstermiştir.
Çağımız ilim asrı olduğundan, ne akıl namına kerameti reddetmiş, ne de keramet namına aklı iptal etmiştir. Bu nedenle kerrer sohbetlerinde farzdan evvel farz ilmidir, ihlas sevgi huşu ve samimiyetten uzak ilminde ölü ceset gibi olacağından hareketle farz içinde farz da ihsastır. Buyurarak ilim ile İhlasın varoluştaki önemini veciz bir ifade ile belirtmiştir.

Sohbetlerinde fiziki kerametten ziyade ilmi keramet göstererek akıldan geçen soruları sormadan anlatmıştır. Bununla beraber sohbetlerinin bir başka özelliği de muhatapların dillerindeki sorudan ziyade kalplerindeki manevi hastalığı giderecek nitelikte olmasıdır.

Sosyal olaylarla ilgili olarak bir yandan “Sadakat-i Vataniye (vatanseverlik), Mefahir-i Milliye (milliyetçilik) ve hamiyet-i Diniye (dindarlık) birdir, bunları ayırmaya çalışıyorlar. Vatan olmazsa millet olmaz, millet olmazsa kim Islamiyeti yaşayacak?” diğer yönüyle de sultan zalim bile olsa beddua edilmez. O zaman terör ve anarşi olur, hukuk olmaz. Buyurarak vatan millet din, devlet, hukuk kavramlarının ayrılmaz bir bütün olduğunu izah ederek tefrika çıkarmak isteyenlere meydan vermemiştir.

İslamiyet ruh Türklük cesettir. Sözleriyle de bin asırlık tarihimizi özetlemiştir. Din ve millet ilişkisinin kuramını belirleyip müspet milliyetçiliğin en güzel tanımını yapmıştır.

Yine yeis (ümitsizlik), fert ve toplumlar için kötü sonuç vereceğinden, bir “Fecr-i Sadık”ın doğacağını müjdelerken öbür yönden “Alim vaktini bilmek” mecburiyetindedir.

Fecr-i Kazipte (yalancı fecir) sabah namazı kılınmaz buyurarak ”din garib başladı ileride yine garib olacak…” hadisindeki GARİB kelimesini vatanından ayrı kalana denir diyen fıkıhçılar gibi tarif etmemizi çünkü bu hadisin varud (söyleniş) sebebinin fıkhi bir hüküm çıkarma olmayıp, bir hakikatin bir doğuşun anlatıldığını İslam başlangıçta nasıl çok kısa zamanda hakikati ile bir güneş gibi diğer dinler arasında parladı ise sonunda da böyle olacağının müjdesi var.

Ehl-i Hakikat, GARİBİ güneşle tarif ediyor. Yani benzersiz, adim-i binazir, biz de böyle düşünelim. Buyurmuştur. Bu hadis yorumunu Fetih Süresindeki; “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hidayet ve hak din île gönderen O’dur..” (Fetih 48/28} Ayetiyle birleştirerek ahir zamanda da yine öyle olacağının müjdesini vermiştir. Ancak pencere kışta iken açılmaz, baharda açılır. Buyurarak müspet düşüncenin, müspet konuşmanın, müspet hareket etmenin önemini de ayrıca belirtmiştir.

Vefatı

Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), hayatının her safhasında hatta her anında, sakalından-tırnağına, yemesinden içmesine, sevincinden, kızmasına, sözlerinden sözlerini yaşamasına kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) sünnetine ittibada (uymada) öylesine dikkat etti ki, bunun mükafatı olarak, bin bir sır ve hikmetleri içeren Cenab-ı Hakk’m Habibi’ni (Sallallahu Aleyhi ve sellem) dünyada iken ilahi huzuru davet mucizesi Miraç gecesine rastlayan 4 mart 1989’da vefat ederek ilahi huzura kavuşması, Kuranı Kerimin mucize bir tarzda verdiği, ahir zamanda süneti ve sünnete ittibayı hafife alacak bir takım insanlara karşı ;
“(Resulüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki, Allah ta sizi şevsin…” (Ali îmran 3/31)
Ayetinin surrına nail olurken öbür yandan mezarının bile annesinin ayakucunda oluşuyla cennet , anaların ayaklarının altındadır. Hadis-i Şerifinde ittibanın güzel bir örneği olmuştur.

Vasiyeti üzerine kabir taşına yazılan;
HÜVE-L-HAYYÜ’L-BAKÎ,
Burada yatan ADEM
Bir zaman HUBBİ idi
Bir zaman CUBBİ idi
Bir zaman SUKÜTİ idi
Şimdi de TURABİ oldu

Şeyh Yakupzade Hafız Mustafa Efendi

Uşak şehir merkezindeki Şehitler Kabristanında. Kabristanının üst kapısından girdiğimizde 50 metre aşağı yürüyoruz . Sol tarafta 20 metre ileride.

Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek

Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı­ dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ah­met, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da des­teğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sı­rasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçün­cü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.

Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı du­yulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.

Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayı­şıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eği­timidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün­ de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbi­yesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgili­dir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!

Yakup Aziz, büyük bir alim ve natık­tır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiş­tir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvali­miz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakma­mıştır. Menakıbı maalesef derlenme­miştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, mey­danı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi ve­rirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des­ tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de: -Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi. Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabili­yette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbet­te binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi… Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini ya­şadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı za­manda..

Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade haz­retleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.

Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yete­nekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgi­lenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir­ başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli­ mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.

Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini sa­vaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlen­mediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ih­vanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz seda­sız bu alemden göçmüştür.

Gevher Şehnaz Türbesi

Kazakistan – Çimkent – Türkistan’da şehirin hemen dışında ( Otrar’a giderken)

Gevher Şehnaz Hatun , Hoca Ahmed Yesevi hazretlerinin ablasıdır. Yesevi hazretleri dünyaya geldikten birkaç sene sonra annesi vefat eder. Çocukluk döneminde evladının terbiyesi ve irşadıyla babası Şeyh İbrahim Ata meşgul olur. Yesevi hazretleri altı yaşında iken Şeyh İbrahim Ata de ahirete irtihal eder.

İbrahim Ata hazretleri vefat etmeden evvel oğlunu ablası Gevher Şehnaz Hatun’a emanet eder. Vefat etmeden birkaç gün öncede kızına şu nasihatta bulunur ;
Kızcağızım… Gönlümüze gelen o hoşluktur ki Allah’ın bize bu dünyada bağışladığı ömrün son günlerindeyiz. Kardeşin Ahmed’e sahip çıkasın, onu yalnız bırakmayasın… Bilesin ki Allah ona velayet makamından büyük bir ikram verecek. Ümidim odur ki Ahmed kendi zamanının en büyük velilerinden olacak. Dergahımda bağlı duran bir sofra bulunur. Ahmed o sofrayı açtığında, anlaki Ahmed’in meydana çıkma günü gelmiştir. Bu sözlerim sana vasiyetim ve nasihatimdir.

Kıymetli babalarının vefatından bir müddet sonra Gevher Şehnaz Hatun, henüz altı yaşındaki kardeşi Hace Ahmed’i alarak, dedeleri ve Şeyh İbrahim Ata’nın halifesi olan Şeyh Musa’nın dergahını kurduğu, yakınlarının ve akrabalarının bulunduğu; bugünkü adı Turkistan olan Yesi şehrine hicret eder. Gevher Şehnaz Hatun, akraba ve yakınlarının desteğiyle Yesi’nin alimlerinden biri olan Hoca Ata ile evlenir. Hoca Ata ileriki yıllarda kayınbiraderi olan Hace Ahmed Yesevi’nin irşad makamına nail olmasıyla ona intisap edecek ve Yeseviyye yolu içerisinde halifelik makamina kadar yükselecektir. Gevher Şehnaz Hatun da Yesevi yolunda Hanımların tarikat meseleleriyle ilgilenecektir. Allah ikisininde sırrını takdir eylesin.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak
Pir-i Türkistan Hace Ahmed Yesevi , Mümin Munis , Mostar yayınları
[/toggle]

Karaşaş Ana

Kazakistan – Çimkent – Sayram’da şehir merkezinde

Hoca Ahmed Yesevi’nin annesi Ayşe Hanım için inşa edilen türbe (11.-12yy) halk arasında Karaşaş Ana olarak bilinir. Karaşaş Ana , Ahmet Yesevi hazretleri 1-2 yaşlarında iken vefat etmiştir. Türbe-i şerifi ; yan yana iki cephesinin taçkapı anlayışıyla yükseltilmesiyle, diğer yapılardan farklılaşır. Türbe örten yüksek kubbe, alttaki sekizgen , üstteki silindirik formlu iki kasnakla yükseltilmiştir.

Yaman Dede – Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu

istanbul – üsküdar – küçük selimiye camii karşısında.

Şair, aşık. Yaman dede‘nin kim olduğunu herkes bilmez. O ismi gibi yaman bir insan. Milyonda bir nadir bulunan bir dede!… Onun için birkaç kelime ile kendisinden bahsetmek istiyorum. Hayatında ibretler var!

“Yaman Dede” ve ”Yanar Dede” lakablarıyla anılan şairimizin asıl adı “Diyamandi” dir. Kayseri Rumlarından iplik tüccarı Yuvan’ ın oğludur. Anasının adı ise Afurani’dir. Diyamandi, 1887’de Talas’da doğdu. Henüz on aylık bir çocuk iken ailesi Kayseri’den Kastamonu’ya göç etmişti.

İlk tahsilini Rum Ortodoks mektebinde yapan Diyamandi, 1901’de Kastamonu Lisesine girdi. Yedi senelik liseyi birincilikle bitirdi. Lisede okuduğu yıllarda, duruş, davranış ve hareketlerinden dolayı, Diyamandi, “Yamandi Molla” diye anılıyordu.

Yamandi Molla’nın yaratılışında var olan İslamiyet, onu Kastamonu Lisesinde dürtmeye başlamıştı. Bu sebeple liseyi bitirince iki yıl da medreseye devam etmişti. 1909’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlayan Yamandi Molla, 1913’te Hukuk’u bitirdi. Avukatlık yapmaya başladı. Bir taraftan da, Galatı Mesnevihanesi’nde bulunan Ahmed Celaleddin ve Ahmet Remzi dedelerden Mesnevi dersleri okudu.

Ahmed Remzi Dede, Yamandi Molla’nın içinde parlayan İslamiyet’ine bakarak ona “Yaman Dede” adını verdi ve ona hep bu isimle hitab ederdi.

20 sene kadar avukatlık yapan Yaman Dede, daha sonraları avukatlığı bırakarak öğretmenliğe başladı. İlk öğretmenliği 1931’de Üsküdar Rum Karma İlkokulu’nda Türkçe Kültür dersleri ile başlar. 1942’li yıllara kadar, çeşitli Rum ortaokul ve liselerinde Türkçe-Edebiyat dersleri okutmuştur.

Müslüman Olduğunu Açıklaması
Yaradılışında, özünde var olan ve uzun yıllar gizli gizli yaşadığı Müslümanlığını 1942’lerde resmen açıkladıktan sonra Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu adını almıştı. 1902 yıllarında Kastamonu Lisesinde başlayan hidayet nuru, onu bir Müslüman hayatı içerisinde, uzun yıllar sessiz, kapalı bir volkan gibi kaynatıp durmuştu. Müslümanlığını açıklayınca Yaman Dede, ailesi, dost-ahbap, Kilise ve çevresi tarafından dışlandı. Sokakta yalnız kaldı. Müslümanlar, İstanbul’un mütedeyyin ve münevver kişileri ona sahip çıktı. Kendisine ev aldılar, everdiler ve onore ettiler.

Görev Yaptığı Yerler
Ondan sonra da, Türk okullarında Türkçe-Edebiyat ve Farsça dersleri öğretmenliği ölümüne kadar devam etmişti. Çamlıca Kız Lisesi’nde din dersleri ve Türkçe, İstanbul imam-Hatip okulu’nda Türkçe, Farsça, İstanbul Yüksek İslam Ensititüsü’nde edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapan Yaman dede, İstanbul imam-Hatip Lisesi’nde de, Yüksek lslam Enstitüsü’nde de bize Farsça derslerine gelmişti. Yanıp kavrulmuş, volkanlar gibi kaynayan aşık bir insandı. Resulüllah· (s.a.v.) dediği zaman gözlerinden yaşlar boşanırdı. Aşıktı Resulüllah’a …

Hukukçuluğu, öğretmenliği, ilmi, irfanı ve aşık oluşu yanında bir de iyi bir şairliği vardı. Avukatlığı bıraktığı, Müslümanlığını resmen açıkladığı ve kendisini tamamen eğitime adadığı zamanlar gayet güzel manzumeler, na’tlar ve gazeller yazmıştır.

Vefatı

Yaman Dede, 3 Mayıs 1962 Perşembe günü saat 02.15’te Çamlıca’daki evinde Hakk’a yürümüştür. Merhum Yaman Dede, Karacaahmet Mezarlığında, Küçük Selimeye, Çiçekçi Camii’nin karşısında medfundur. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Amin. Şefaatlerini dileriz.

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları

Zembilli Ali Efendi

Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde toplam 24 sene şeyhülislamlık yapan büyük İslam Alimi Zembilli Ali Efendi‘nin asıl adı Ala­addin Ali bin Mehmed bin Cemaleddin’dir. Mevlana Sini Ali Cemali lakabıyla da tanınmaktadır. Doğum tarihi kesin olarak bilinememektedir, Aksaraylı yahut Karamanlı olduğuna dair farklı görüşler vardır.

Tahsil hayatına memleketinde başlayan ve daha sonra İstanbul’a gelen Ali Efendi, Molla Hüsrev’in öğ­rencisi olmuştur. İlim tahsiline Bursa’da, Hüsamzade Mevlana Muslihüddin’in yanında devam etmiş ve ondan icazetini alarak müderrisliğe başlamıştır.

Fatih Sultan Mehmed döneminde Edirne’deki çe­şitli medreselerde talebe okutmuştur. Sadrazamla arasını açan bir olay nedeniyle müderrislik görevinden istifa ederek tasav­vufla ilgilenmeye başlamıştır. II. Bayezid’in padişah olmasıyla saraya davet edilen Ali Efendi, bu isteği geri çevirerek müder­rislik görevinde devam etmeyi tercih etmiştir. Bursa, İznik ve Amasya Medreselerinde bir müddet ilmi faaliyetlerini sürdür­müş, Amasya kadılığı yaptığı sırada görevinden ayrılarak hacca gitmiştir. Bu yolculuk vesilesiyle Mısır’da bir yıl kalarak zama­nının şöhretli ilimleriyle görüşmüş ve ilim meclislerine iştirak etmiştir. Hacda bulunduğu 1497 yılında, II. Bayezid tarafından şeyhülislamlığa atanmıştır.

Ali Efendi İstanbul’a döndüğünde, şeyhülislamlık vazifesiyle müderrisliği bir arada yürütmüştür. Kendisinden sonra gelen şeyhülislamlar da bu durumu bir gelenek haline getirerek Bayezid Medresesi’nde eş zamanlı müderrislik yap­mışlardır.

Dinin hükümlerine ölesiye bağlılığı, iktidarlar kar­ şısında eğilip bükülmeden tavizsiz duruşu ve şaşmaz adalet terazisiyle padişahların hayranlığını kazanan Ali Afendi, şey­hülislamlık görevini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde de sürdürmüştür. Devletin askeri ve siyasi meselelerinde de inisiyatif üstlenmiş, Mısır Seferi’nin fetvasını vermiş, Rodos Seferi’nde hazır bulunarak padişaha ve orduya manevi destek sağlamıştır. 1526 yılında İstanbul’da vefat eden Ali Efendi, Zeyrek’de yaptırdığı sıbyan mektebinin bahçesine defnedilmiştir.

Ali Efendi’nin “Zembilli” lakabını alması, fetva iste­yenlerin sorularını yazdıkları kağıtları koyabilmeleri için evi­nin penceresinden devamlı olarak zembil adı verilen bir sepeti aşağıya sarkıtması dolayısıyladır. İstanbullular alimin sorulara verdiği cevapları yine bu zembilin içinden alırlardı.

1998 yılına kadar gelebilmeyi başaran Zeyrekteki ­evi, maalesef duyarsızlık neticesinde yıkılmıştır.

Eserleri. Ali Cemâlî Efendi’nin ilmî gelişmeleri takip ederek kendisini sürekli yenilediği ileri sürülür ve kitaba da çok meraklı olup çeşitli yerlerden eserler getirttiği belirtilir. Başlıca eserleri şunlardır:

1. Muhtârât mine’l-Fetâvâ (Fetâvâ-yı Ali Efendi). Hanefî fıkhına dair bu telif eserin İstanbul kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 138; Esad Efendi, nr. 644; Fâtih, nr. 2387, 2388, 2389; Lâleli, nr. 1154).

2. Muhtasarü’l-Hidâye. Fıkha dair bir eserdir.

3. Risâle fî hakkı’d-devrân (Risâletü’d-deverân). Eserde sûfî raksının zikir maksadıyla yapılması durumunda haram olmadığı belirtilir ve eserin biri mensur, diğeri manzum iki nüshasının bulunduğu kaydedilir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3093/2) Risâle fî cevâzi devrâni’ṣ-ṣûfiyye adıyla kayıtlı nüsha Arapça ve mensurdur.

Âdâbü’l-evsiyâ adlı ahlâka dair eser Ali Efendi’ye nisbet edilirse de bu eserin oğlu Fudayl Çelebi tarafından kaleme alındığı tesbit edilmiştir

 

Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .

Seyyid Mehmet Efendi

Fatih Sultan Mehmed Hazretlerinin ulemalarından Seyyid Muhterem Efendi. Sonradan konulmuş kitabesinde İsmi Mehmed Efendi diye yazılıdır. Halk Mehmed Dede türbesi diye hürmet ediyor. Komşuları türbesini yaptırmışlar, etrafı yeşil demir kafesle çevrilmis, güzel bir selvi ağacı yetiştirilmiştir. Kitabesinde şunlar yazılıdır:

Hu

Ve kefa billahi şehiyden muhammedün resülüllah.
Ebu’l-Fetih Sultan Mehmed Han
Hazretlerinin ulema-i zamanından Esseyid
Mehmed Efendinin ruhu için El-Fatiha
Hicrî Sene: 857.

Kabirleri: Karagümrük meydamnda köşede yeşil ağaçın altında etrafı demir şebeke ile çevrilidir.

Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988