Abdulehad Nuri Sivasi Hazretleri Halveti şeyhlerindendir. Fazl ü irfan ile tanınmış bir velidir. Sivas’ta doğdu, İlk tahsilini orada yaptığı sırada hocası, mürşidi ve dayısı Şeyh Abdülmecid Sivasî ile İstanbul’a geldi, tahsilini burada ikmal etti. Zahiri ve ledün ilimlerinden icazet aldıktan sonra Midilli’ye giderek bir müddet orada irşad ile meşgul oldu. 1624’de tekrar İstanbul’a döndü, Mehmed Ağa dergahına şeyh tayin edildi. Fazl ü irfanı dillere destan oldu. Fatih, Beyazıd, Ayasofya camileri vaizliğine tayin edildi. İrşad, vaaz ve eser te’lifi ile meşgul iken 1651 senesinde 48 yaşında Hak’kın rahmetine kavuştu. Kabri Eyüp Nişanca caddesindeki Sivasi Dergahında Abdülmecid Sivasi hazretlerinin kabrinin yanındadır
Eserleri: Riyazü’l-Ezkar, İnkazu’l-TaIibîn, Mır’atü’l-Vücüd, Mirtatü’ş-Şühüd, gibi 28 tanedir.
Bir gazelinde:
Enfüs ü afakı rü’yetle kemale arif ol
Marifettir çünkü mahlukatı peydadan garaz.
Nuri ya! Hiç gayri matlub kalmadı aşıklara
Hak cemalidir hemîn cennat-ı ukbadan garaz.
buyurur.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
İstanbul Evliyaları ve Fetih şehidleri ; Şevket Gürel
[/toggle]
Halveti şeyhlerinin önde gelenlerinden olan Abdülmecid Sivasi Hazretleri, keşif ve kerameti zahir evliyadandır. Künyeleri «Ebu’l Hayr», lakabları ise ”Mecduddi” olup ”Sivasi Efendi” adıyla tanmmışlardır. Babaları Şeyh Muharrem Efendidir. Mahlası ”Şeyhi”dir.
1563 yılında Zile’de doğmuş, küçük yaşta Kur’an okumaya başlayarak yedi yaşında iken hafızlığını tamamlamıştır. Arabçayı babasından tahsil etti. Sonra amcası Şemseddin Sivasî’den fıkıh, hadîs, tefsir gibi yüksek ilimleri öğrendi. Otuz yaşına kadar bu ilimlerle uğraştıktan sonra tevhid ilmi ile de meşgul olmaya başlamış ve tasavvuf ilimlerde de parmakla gösterilmiştir. Şemseddin Sivasi Hazretlerinin icazetiyle Arabî, Farisî, Türkî güzel eserler yazmıştır. Bir kelimeyi tedkik ve tahkik eylediği zaman lügat erbabı parmak ısırırlardı. Bütün eserlerinin elliye ulaştığı rivayet olunur.
Şeyh Receb Efendi: «Amcazadem Abdülmecid Efendi, zat, sıfat, ilim, fazl, hal, zevk, keşf, keramet, şeriat, tarikat, marifet ve hakikat itibariyle hepimizin üstündedir» demiştir.
Zahiri ilimlerde mükemmel, batıni ilimlerde de yükseldikten sonra şeyhinin izniyle Merzifon’a giderek bir süre dervişlerin terbiyesiyle ve 1597 yılında Şemseddin Sivasi’nin vefatı üzerine Sivas’a gelerek şeyhinin dergahında irşad vazifesine başlamıştır.
III. Sultan Mehmed Han’ın daveti üzerine İstanbul’a giderek Ayasofya Cami-i şerifinde halkı aydınlatmak için vaaz ve nasihatlarda bulunmuş, hadîs, tefsir okutmuştur. Bir müddet Şehzade Camiin de vaaz verdikten sonra Sultanahmed Camii’nin yapımının tamamlanması üzerine 1617 yılında adı geçen caminin cuma vaizliğine tayin olunmuştur. Aynı zamanda Sultanahmed Camii’nin temel şeyhi olmuştur.
Sultan Ahmed, Aziz Mahmud Hüdaî Hazretlerine bir hediye göndermiş, o yüce zat bu hediyeyi kabul buyurmamış, aynı hediyeyi Abdülmecid Sivasî Hazretlerine göndermiş.’ o kabul” etmiştir. “Şeyh Sivası Hazretlerine sormuş: «Sana gönderdiğim hediyeyi Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerine gönderdim kabul etmediler»’ deyince Sivasî şu cevabı sermiş: «Padişahım Aziz Mahmud Hüdaî bir Anka’dır, iaşe tenezzül etmez.»
Sultan Ahmed Aziz Mahmud Hüdaî ile karşılaşınca: «Senin kabul etmediğin hediyemi Abdülmecid Sivasî kabul etti» demiş. Aziz Mahmud Hazretleri de: «Padişahım o bir denizdir. Denize düşen bir damla çirkef denizi kirletmez» diye çok nazik bir edeb dersi vermişlerdir. Güzellik elbise ile değil, hakikî güzellik ilim ve edebdir.
Hazret-i Şeyh 1639 yılında 72 yaşında olduğu halde vefat ederek Eyüp, Nişanca Mahallesinde Sultan Murad tarafından kendisine verilmiş olan dergaha defnedilmiştir. Ölümüne, Nuri Efendi tarafından şu beyit tarih düşürülmüştür:
Gam etmiş aklı çak, tarihini dedi bu hak,
Bin kırk dokuzda aldı pak, Sivasi uçmakda mekan.
Ömrünün büyük bir kısmını büyük şehirlerde vaaz ve nasihatla geçiren Abdulmecid Sivasi Hazretlerinden kaynaklar, faziletli ve bilgili bir kişi olarak söz etmektedirler. Halveti tarikatının önde gelenlerinden olan bu yüce veli değerli bir çok halife yetiştirmiştir. Devrinde gördüğü haksızlıklara kalemiyle, vaazlarıyla cevap vermis, doğru söylemekten hiç bir zaman çekinmemiştir.
Abdülmecid Sivasî Hazretleri:”Kendinden büyüğüne hizmet, küçüğüne şefkat, düşmanına hilm ve af, dostuna nasihat, fakire ihsan , cahiller mescidinde sükut, alimler yanında edebe riayet akıllı olan için kafi nasihattr. İhsan, ikram kötü dili keser, ikbal sarholuğu, şarab sarhoşluğundan fenadır. Gece gündüz gibi iki yüzlü olma” buyurmuşlardır.
Abdülmecid Sivasi Hazretlerinin 20 kadar eseri bulunmaktadır. Bunlardan ”Mevlid-i Nebî, Menakıb-ı Çihar-ı yar-ı Güzin, Menakıb-ı İmam-ı A’zam… başlıcalarındandır.
[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
İstanbul Evliyaları ve Fetih şehidleri ; Şevket Gürel
[/toggle]
İbrahim Ümmi Sinan‘ın doğum yeri çeşitli kaynaklarda Prizren, Bursa ve Karaman olarak geçmektedir. İstanbul merkezli bir tarikat olan Sinaniliğin Rumeli’nde yaygın olması, şeyhin Prizren doğumlu olma ihtimalini güçlendirmektedir .
Ümmi Sinan‘ın anne babası ya da doğum tarihi hakkında bir bilgi yoktur. Ancak 16. yüzyılın ortalarında İstanbul’a geldiği ve Sinani tarikatını kurduğu bilinmektedir. İbrahim Ümmi Sinan, Halvetiliğin Ahmedi kolunun kurucusu Ahmed Şemseddin Marmaravi’nin halifesi İzzeddin Karamani’den hilafet almıştır. Şeyh, 1551 yılında Topkapı’da kurduğu ve Cumhuriyet döneminde ortadan kalkan tekkede dervişlerine eğitim vermeye başlamıştır.
1568 yılında Hakk’a yürüyen Ümmi Sinan, halifesi Nasuh Dede’nin Eyüp’te kurduğu dergahta sırlanmıştır. Ümmi Sinan’ın kurduğu ve Halvetiliğin bir kolu olan Sinanilik, bir İstanbul tarikatıdır. Başlangıçta İstanbul ‘da beş tekkesi olan tarikat zaman içinde bunların ikisinin yönetimini başka tarikatlara bırakmıştır. Bu tekkelerden en önemlisi, günümüze kadar gelen Eyüp’teki aynı zamanda Pir makamı olan Ümmi Sinan Tekkesi’dir. Ümmi Sinan’ın Topkapı-Şehremini arasında inşa ettirdiği tekkeden geriye yalnızca haziresi ve kitabesi kalmıştır.
Ümmi Sinan’ın halifesi Nasuh Dede’nin kurduğu Eyüp’teki dergah ise başlangıçta mütevazı bir yapı iken, II. Mahmud tarafından yenilenmiş, bir hünkar dairesi ve hünkar mahfili eklenmiştir.
Anadolu’da bilinmeyen Sinanilik İsranbul’daki tek kelerinin yanı sıra Kosova’da Raif Vırmiça’nın tespit ettiği kadarıyla dört tekkede temsil edilmektedir. Bunlar Şeyh Kutup Musa Efendi Tekkesi (Prizren), Şeyh Malkoç Efendi Tekkesi (Prizren), Şeyh Şaban Efendi Tekkesi (Prizren) ve artık bulun mayan Mitroviça Sinani Tekkesi‘dir.
Bir başka İsranbul tarikatı olan Uşşakiliğin piri Hasan Hüsameddin Uşşaki’nin üç tarikattan hilafeti vardır. Bunlar Kübrevilik, Nurbahşilik ve Halvetiliktir. Hasan Hüsameddin Uşşaki’nin Halvetilik hilafeti, Sinanilikten gelmektedir. Ancak kaynaklar kendisinin Ümmi Sinan’dan hilafet aldığını yazsa da yaşadığı tarihe göre bu hilafeti Ümmi Sinan’ın halifesi Nasuh Dede’den almış olması gerekmektedir.
Ümmi Sinan, İstanbul folkloru açısından da önemlidir. Her yıl Ramazan ayında İstanbullu kadınlar arasında Şehremini semtinde “Oruç Baba” adıyla bilinen bir türbenin yanında Ramazan ayının ilk orucunu açma adeti vardır. Böylece kadınlar dileklerinin yerine geleceğine inanırlar. Oysa Oruç Baba, Ümmi Sinan’dır ve yaygın halk inanışın aksine bu türbede yatmamaktadır. Ümmi Sinan, Hakk’a yürüdüğünde ilk olarak bu türbe hazırlanmış, ancak Nasuh Dede, son anda Ümmi Sinan’ın Eyüp’teki dergahta sırlanması kararını almıştır
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
Osmanlı şeyhülislamı ve tarihçisi. Asıl adı Şemseddin Ahmed’dir. Babasının adı Süleyman, dedesinin adı ise Kemal Paşa‘dır. Şehzade Bayezid’e (II. Beyezid) lalalık yapan büyük babası Kemal Paşa’ya nispetle “Kemal Paşazade” veya “İbn-i Kemal” diye anılır. 15 Mayıs 1469’da dünyaya geldi. Doğum yeri olarak bazı kaynaklar Tokat’ı, bazıları da Edirne’yi kaydederler. İstanbul’un fethinde bulunan babası Süleyman, 1474’te Amasya, 1478’de de Tokat sancak beyliklerine tayin edilmiştir. Kemalpaşazade‘nin annesi, İran’dan gelip Tokat’a yerleşen Fatih Sultan Mehmed dönemi kazaskerlerinden Küpelioğlu Muhyiddin Efendi’nin kızıdır.
Küçük yaşta Kur’an-, Kerim’i ezberledikten sonra Amasya alimlerinden Arap dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça öğrenimi gören Şemseddin Ahmed, askerlikle temayüz etmiş bir ailenin mensubu olarak, aile geleneğine uyarak askeriyeye intisap etmiştir. Altı bölük sipahisi olarak II. Bayezid’in seferlerine katıldı.
Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın maiyetinde iştirak ettiği bir sefer esnasında, Sadrazam’ın huzurunda bir toplantı yapılır. Filibe’de yapılan bu toplantıya, Filibe’de müderris olarak bulunan Molla Lütfi de katılır. Müderris, orada bulunan paşalara ve beylere hiç aldırmadan en üst tarafa geçip oturur. Bu durum İbn-i Kemal’i çok etkiler. Alimlerin devlet adamlarından daha çok itibar gördüğüne kani olur. Ve: “Ne kadar uğraşsa da askerlikte böyle bir itibar kazanamayacağını, fakat çalışarak Molla Lütfi gibi olabileceğini”düşünür. Hemen askerlikten ayrılıp ilmiye sınıfına geçmeye karar verir. Sefer bitip Edirne’ye döndükten hemen sonra kararını hayata geçirir. O sırada Edirne Darülhadis’ine tayin edilen Molla Lütfi’nin derslerine başlar. Sur’atle ilerler. Edirne’nin en meşhur müderrislerinden ders görerek tahsilini tamamlar.
Bulunduğu Görevler
İlk olarak Edirne’deki Taşlık Medresesi’ne müderris olarak tayin edilir. Bu arada kendisine 33.00 akça ihsan edilip Türkçe bir Osmanlı Tarihi yazmakla görevlendirilir. Arkasından sırasıyla Üsküp İshak Paşa Medresesi (1505), bir yıl sonra Edirne’deki Halebiye ve Üç Şerefeli medreseleri, İstanbul’daki Sahn-ı Seman Medresesi müderrisliklerinde bulunur. Bunlardan sonra da o tarihlerde Osmanlı Devleti’nin en büyük medreselerinden olan Edirne’deki Sultan Bayezid Medresesi müderrisliğine 1511’de tayin edilir.
Şiiler hakkında yazdığı risalesinde, Şiiler’le yapılacak savaşın cihad sayılacağını belirtmesiyle şöhreti artan Kemalpaşazade Yavuz Sultan Selim’in nezdinde büyük itibar kazanmıştır. Bu yüzden Yavuz kendisini 1515’te Edirne Kadılığı’na, 1516’da da Anadolu Kazaskerliği’ne getirmiştir.
İbn-i Kemal, Kazasker olarak Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katılmıştır. Sefer dönüşünde, İbn-i Kemal‘in atının ayağından sıçrayan çamur padişahın kaftanına isabet eder ve kaftanı kirletir. Bunun üzerine Yavuz: “Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamurların medar-zinet ve bais-i mefharet” olacağını söyleyerek, çamurlu kaftanının, ölümünden sonra sandukası üzerine örtülmesini vasiyet eder (1517).
Kemalpaşazade’nin en önemli özelliklerinden biri de Ehl-i Sünnet itikadı, inancını savunuculuğudur. Bu durumunu Kanuni (1520-1566) devrinde de sürdürür. Kanuni devrinde de büyük itibar görmüştür. Kanuni devrindeki ilk görevi 100 akçeli Edirne Darü’l-hadis’i müderrisliğidir. (1520). Bu görevde iken Kanuni’nin seferlerine de iştirak etmişti. 1522’de Edirne Sultan Bayezid Medresesi, 1524’te İstanbul Fatih Medresesi müderrisliklerine tayin edilmiş ve görevini sürdürmüştür.
Şeyhulislamlığı
Devrin büyük alimlerinden, şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi‘nin vefatı üzerine, Mayıs 1526’da İbn-i Kemal şeyhülislamlığa getirilmiştir. Vefat tarihi olan 16 Nisan 1534 gününe kadar bu makamda kalmıştır. Böylece askeriyeden ayrılıp ilmiye sınıfına geçmesinin mükafatını görmüş oldu. İlmiye sınıfının en yüksek makamı olan şeyhülislamlığa yükselerek hayatını tamamladı .
İlmi şahsiyetinde gösterdiği üstün liyakatten dolayı kendisi “Müftiyu’s-sakaleyn” (insanların ve cinlerin müftüsü) diye anıla gelmiştir. O’nun vefatı üzerine: “Kemal ile birlikte ilimler öldü gitti:’ diye tarih düşülmesi, onun ilmi kişiliğinin bir ifadesidir.
Dönemlerinde yaşadığı (II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanuni) üç padişahın sevgi ve saygısını kazanan Kemalpaşazade hadis, tefsir, fıkıh, İlm-i kelam gibi dini ilimler başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe, dil ve tıp alanlarında da eserler vermiş çok yönlü bir alimdir. Birçok ilme olan vukufu ve bu alanlarda verdiği eserlerle 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ilim ve kültürünün en büyük temsilcilerinden biri olarak görülmektedir. Çok değerli alimler yetiştirmiştir. Kendisinden önceki alimleri unutturmuştur.
Osmanlı alimleri arasında ilmi kudretinden dolayı kendisi “el-muallimü’l-evvel” olarak kabul edilmiştir. İlmiye mesleğine intisap ettikten sonra müderrislik, kadılık, kazaskerlik ve şeyhülislamlık makamlarını elde etmiş ve kısa sürede devamlı bir yükseliş göstermiştir. İlmi ihtisası, muhakeme ve münazara kudreti, şer’i meseleleri çözme ve fetva verme konularındaki kabiliyetinden dolayı ayrı bir şöhreti vardı .
Muhyiddin İbnü’l-Arabi hakkında verdiği meşhur olumlu fetvası, Yavuz Sultan Selim üzerinde etkili olmuş, padişah Mısır dönüşünde dört ay kadar kaldığı Şam’da Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin kabrini tespit ettirerek üzerinde bir türbe, yanında bir cami ve bir de imaret yaptırmıştır.
Muhyiddin ibnü’I-Arabi hazretleri 1165-1240 yılları arasında yaşamış büyük bir alim, mütefekkir ve mutasavvıftır. Ortaya attığı “Vahdet-i vücud” nazariyesi, İslam aleminde yüzyıllar boyunca çeşitli tartışmalara yol açmış ve kendisine değişik ithamlar yöneltilmiştir. İbn-i Kemal vermiş olduğu meşhur fetvasıyle onu ithamlardan kurtarmıştır. Bu meşhur fetvada İbn-i Kemal şöyle der:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…Hamd, kulunu ihlaslı alimlerden ve nebi lerle resullerin varislerinden eyleyen Allah’a mahsustur. Salat, doğru yoldan sapanları ve saptıranları islah için gönderilmiş olan Muhammed (s.a.v.)’e O’nun aline, sapasağlam apaçık şeriatı tatbik etmek hususunda ciddiyet gösteren ashabınadır.
Ey insanlar! Biliniz ki, en büyük şeyh, kendisine tabi olunan en kerim kişi, ariflerin kutbu ve tevhid ehlinin imamı olan, Endülüslü Muhammed b. Ali el-Arabi, kamil bir müctehid ve faziletli bir mürşidtir. Onun, insanı hayrette bırakan menkıbeleri, harikulade haller, fazıllar ve alimler katında makbul birçok talebesi vardır. Kim onu inkar ederse, şüphesiz hata etmiştir. Ve o kişi, bu inkarında ısrar ederse dalalete düşmüştür. Sultana, o kişiyi terbiye etmek ve bu inancından döndürmek vacib olur. Çünkü sultan, iyilikle emretmek ve kötülükten nehyetmekle emredilmiştir.
Onun eserlerinde bazı meseleler vardır ki, keşif ve batın ehli olmayan zahir ehlinin idrak edemeyeceği gizliliktedir. Kim anlatılmak istenen manayı kavrayamazsa, Allah Teala’nın şu emrine göre, ona, bu konuda sükut etmek düşer: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Zira kulak, göz, kalb ve bütün hepsi ondan sorumlu olurlar” (İsra, 36 ). Allah doğru yola eriştirendir. Dönüş ve varış O’nadır. Bu sayfaya yazı yazan, şeriata uygun karar vermiştir. Bunu Ahmed b. Süleyman b. Kemal yazmıştır. Her şeyin sahibi yüce Allah onu affetsin:’
Kemalpaşazade birçok medreselerde görev alıp İslam hukuku alanında ders vermesi yanında kadı, kazasker ve şeyhülislam olarak uzun süre yasama ve yargı alanlarında da faaliyet göstermiş, İslam hukukunun usul ve füruuna dair çeşitli eserler kaleme almıştır. Osmanlı kanunnamelerinin hazırlanmasında etkin olmuş isimlerdendir. Yazdığı müstakil risaleler ve verdiği fetvalarla Osmanlı toplumunda birçok uygulamanın yerleşmesine öncülük etmiştir.
Değişik konularda pek çok eser vermiş olan Kemalpaşazade nesir yanında nazmı da başarıyla kullanmıştır. Divanının dışındaki hemen her eserinin gerekil gördüğü kısımlarında Arapça, Farsça ve Türkçe manzumelere yer vermiştir. O şiiri, hikmetli söz olarak görür ve bir fayda sağlamasını ister. Dili sade, ifade yapısı sağlamdır. Atasözlerini ve deyimleri sıkça kullanır, cinas sanatını başarılı bir şekilde uygulamıştır. Divan şairlerinin aksine hiçbir şiirinde mahlas kullanmamıştır. Sadelik ve akıcılık özelliklerini muhafaza eden sanatkarane nesri, kendi döneminden itibaren takdir edilmiştir. Divanının yazmalarından başka yayımlanmış matbu bir nüshası da vardır.
Kemalpaşazade zeki, müttakı, kinsiz, garazsız, meseleleri ferasetle değerlendiren, münazara ve münakaşadan hoşlanan, hoş sohbet ve nüktedan bir ali m. Gösterişten uzak, halkın daha iyi anlayabileceği bir üslupla eserler vermiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, tarih, dil ve tıp gibi pek çok alanda eser vererek yalnızca devrinin değil bütün bir Osmanlı medeniyetinin en seçkin alimleri arasında yer almıştır.
VefatıŞeyhülislam Kemalpaşazade, 16 Nisan 1534’te İstanbul’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı dışındaki Mahmud Çelebi Zaviyesi haziresindedir. Onun ölümü üzerine: “Kemal ile birlikte ilimler öldü gitti:’ diye tarih düşülmesi, onun ilmi değerini ifade etmektedir.
Büyük hizmetlerde imzası bulunan ve 66 yıllık ömrü boyunca mütevazı ve sade bir hayat sergileyen Kemalpaşazade, vasiyetnamesinde cenazesinin dervişane bir şekilde kaldırılmasını ve kabri üzerine türbe yapılmayıp sadece bir taş dikilmesini istemesi de onun sade bir dini yaşayışı tercih ettiğini göstermektedir. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Allah şefaatlerine nail buyursun! Amin, amin, amin.
Eserleri
Velud bir müellif olan Kemalpaşazade birçok alanda Türkçe, Arapça ve Farsça eserler yazmıştır. Eserlerinin sayısı konusunda kesin bir rakam vermek zordur. Kaynaklarda 179, 209, 214 ve 226 olarak değişik rakamlar verilmektedir.
1. Tevarih-i Ali Osman: Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Kanuni devrindeki Mohaç seferi sonu olan 1527’ye kadar on padişah devrini işleyen on ciltlik büyük bir eserdir. Devrin siyasi olayları ağırlıklı olarak işlenmiştir. Eserde teşkilat ve kültür tarihine ait önemli kayıtlar vardır. Osmanlı Devleti’nin hızla ilerlemesinin, gelişmesinin sebepleri üzerinde de durulmuştur. Mısır seferi, Mohaç seferi, İstanbul’un fethi ayrı ayrı bölümlerde ifade edilmiştir.
2. Divan: Münacat, na’tlar, iki kaside, mesnevi tarzında manzumeler, 400’den fazla gazel ve çok sayıda mukatta’ ile müfredden meydana gelen önemli bir eser.
3. Yusuf ile Züleyha: 7777 beyitten oluşan bir mesnevi.
4. Kaside-i Bürde Tercümesi: Meşhur Busiri hazretlerinin aynı adı taşıyan kasid esin in çevirisidir.