Karacaahmet Sultan – Üsküdar

İstanbul – Üsküdar – Karacaahmet Kabristanındaki dergahta.

Karacaahmet Sultan’nın hayatı ile alakalı bilgiler net değildir. Daha çok menkıbevi bir kimliğe sahiptir. Enîsî’nin Mir’âtü’l-vefâ adlı eserinde nesebinin baba tarafından Enes b. Malik’e ulaştığı bilgisi mevcuttur. Babası Sufî Abdullah diye meşhur olan Melik Şehâb b. Kara Arslan, annesi ise Safiyye Hâtûn’dur. Eserdeki kayda göre, Karaca Ahmed Sultan Hamza-i Asgar’ın Mardin’deki hâkimiyeti sırasında 14 Zilhicce 545 (3 Nisan 1151) tarihinde burada dünyaya gelmiştir. 96 yıl ömür sürdüğünü belirten bilgiye göre hicri 641, miladi 1244 senesinde vefat etmiş olmaktadır.

Mir’âtü’l-vefâ’da verilen bu bilgilerin bir kısmı başka bazı eserlerdeki bilgilerle örtüşmemektedir. Âşıkpaşazâde ve Âlî Mustafa’ya göre, Orhan Gazi devrinde yaşamış, Acem diyarında hükümdarlık yapan Süleyman el-Horasânî’nin oğludur. Başlangıçta zevk ve safa içinde bir hayat sürerken bir vesileyle dervişliğe yönelmiş, Anadolu’ya gelerek Geyve Akhisarı’nın fethine katılmış, fetihten sonra da buraya yerleşmiştir. Orhan Gazi 1359’da vefat ettiğine göre Karaca Ahmed’in de bu tarihe yakın yıllarda hayatta olması gerekir. Ancak bu durumda Enîsi ile diğer kaynaklar arasında bir asırlık bir fark oluşmaktadır.

Hacı Bektaş Vilâyetnâme’sinde Karaca Ahmed’in Anadolu erenlerinin gözcüsü ve Sivri- hisarlı Şeyh Nûreddin’in müridi olduğu ifade edilmektedir. Vilâyetnâmeye göre Hacı Bektâşı Velî Anadolu’ya geldiğinde Karaca Ahmed Anadolu’da bulunuyordu ve Fatma Bacı’nın uyarısıyla Hacı Bektaş’ın Sulucakarahöyük’te olduğunu yanındakilere bildirmiş ve bazı kerâmetlerini gördükten sonra da yanına giderek kendisine intisap etmiştir.

Saruhanoğulları’na ait bir vakfiyede Karaca Ahmed’in 1371 yılında hayatta olduğu kaydına göre ise onun Hacı Bektaş’la görüşmesi pek mümkün görünmemektedir. Ayrıca Hacı Bektaş’ın 1240’ta Babaîler isyanı sırasında kardeşi Menteş ile birlikte Anadolu’ya geldiği düşünülürse, Karaca Ahmed’in ondan önce Anadolu’ya gelip Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelişini haber verdiğine dair rivayetlere şüpheyle bakmak gerektiği ortaya çıkar.

Orhan Gazi döneminde Bizanslılar’la yapılan Palekanon savaşından sonra Üsküdar’a gelerek bugün kendi adıyla anılan türbe ve mezarlığın bulunduğu bölgeye yerleşen Karaca Ahmed burada kurduğu tekkede çok sayıda mürid yetiştirmiş, tekkesi Osmanlı Bizans sınırında bir tampon bölge görevini üstlenmiştir. Karaca Ahmed’in Üsküdar’daki türbesi, adını verdiği semtte, Nuhkuyusu Caddesi ile Gündoğumu Caddelerinin birleştiği köşededir. Evliya Çelebi’nin tekkenin varlığından bahsetmesi tekkenin 1630’larda faal olduğunu göstermektedir. Türbenin ilk çekirdeği 1539 yılında Gülfem Hatun tarafından yaptırılmıştır. Üstü açık olan türbeyi Sultan III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan 1600’lü yıllarda kapattırmıştır. Sonrasında birkaç kez tamir görmüştür. Bugün Karaca Ahmed’in türbesinin bulun- duğu mezarlık Karacaahmet Mezarlığı olarak bi linmektedir. Ancak bu isim 1698-1699 yıllarında türbenin yapılışından 170 yıl sonrasında kullanılmaya başlanmıştır.

Karaca Ahmed, Rumeli’deki fetihlere katıldıktan sonra, Üsküdar’daki tekkesine geri dönmüştür. Fakat tam olarak tespit edilemeyen bir tarihte bilinmeyen bir sebepten dolayı Üsküdar’dan ve Osmanlı topraklarından ayrılmıştır. Sonrasında Anadolu’nun pek çok yöresini dolaşarak hem hastaları tedavi etmiş, hem de kurmuş olduğu tekkeler vasıtasıyla Anadolu’nun İslâmlaşma’sına katkıda bulunmuştur. Osmanlı topraklarından geniş bir mürid kitlesiyle birlikte ayrıldıktan sonra ilk olarak Afyon’da bugün kendi adıyla anılan bölgede yerleşmiştir. Bölge beylerinden birinin akıl hastası kızını tedavi etmesi onun şöhretini daha da arttırmış ve burada kendisine geniş araziler vakfedilmiştir. Ancak kendisi bir süre sonra Afyon’dan ayrılıp Saruhanoğulları’nın hüküm sürdüğü Manisa bölgesine yerleşmiştir. Tarihî kayıtlardan, onun Saruhanoğulları topraklarında bu beyliğin son hükümdarı İshak Bey zamanında yaşadığı anlaşılmaktadır. Akhisar muhtemelen Karaca Ahmed’in son durağı olmuş, bundan sonra başka bir yere gitmeyip kurmuş olduğu tekkesinde hem ruh hekimliği yapmış hem de mürid yetiştirmiştir. Saruhanoğulları’nın vakfiyelerinde 1371 yılında Revak Sultan’a yapılan bir vakıf tahsisinde Karaca Ahmed’in şahit olarak adı geçmekte, 1390’da Hoşkadem Mescidi ve Yengi’deki Karaca Ahmed evkafının Karaca Ahmed Tekkesi’ne vakfedilmesine dair belgede ise artık yaşamadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda onun 1371-1390 yılları arasında vefat ettiği söylenebilir.

İstanbul, Afyon, Manisa, Aydın, Sivrihisar, Göynük, Makedonya’da yedi türbesi bulunmaktadır. Karaca Ahmed’in ruh hastalarını tedavi eden bir hekim olduğu inancı, günümüzde de devam etmektedir. Özellikle akıl hastaları üzerinde büyük bir etkisinin olduğu rivayet edilir.

Karacaahmet Sultan Üsküdar’daki makamı, 946 (1539) tarihinde gördüğü bir rüya üzerine, Gülfem Hatun tarafından yaptırılmıştır. Kendisi, Manisa Sarayı’ nda bulunduğu sırada sık sık Horoz Koyu’ne giderek Karacaahmet’in Turbesi’ni ziyaret ediyordu.

Türbe’ye Gündoğumu Caddesine açılan demir bir kapıdan girilir. Kapı üzerinde, dört mısralı şu kitabe vardır:
Ravza-i feyz-i fütuh-› Karacaahmed’dir
Gel erenler oku bir Fatiha kıl istimdad
Eyledi zevcesi Fehmiyye Hanım ruhi-cun
Matbah-ı amire memuru Ziya Bey bünyad (1283 – 1866-67)

Kitabeden de anlaşılacağı üzere türbe, Saray matbahı mmuru Ziya Bey tarafından karısının ruhu için yaptırılmıştır. Kapının sol tarafında Ziya Bey’in aynı tarihte inşa ettirmiş olduğu sebil vardır. Kapıdan uzunca bir avluya girilir. Sağ tarafta, mezarlığa açılan bir kapı ve pencereler bulunmaktadır. Sol tarafta ise, sebil odası ve onun arkasında üç kabir mevcuttur. Çimentodan yapılmış bir sandukanın ayak uçuna üç kabir taşı yerleştirilmiştir ki, en eski tarihli olanın kitabesi şudur:

Karacaahmed Sultan ki, kutbü’l-arifin idi
Niyaz ile gelub her subh u şam eşiğine yüz sür
Keramet ehlidir evladı hem sahib-i nazardır
Ziyaret ile tazim et huzurunda ayağın dur
Berat gicesi öldü Şeyh Mehemmed didiler tarih
Bu köhne tekkeden el çekdi hem göçdü Mehemmed
Dede
…………….
…………….
Sene 1050 (1640-41)

Etrafı demir parmaklıkla çevrili olan bu yerdeki ikinci kabir taşı üzerinde şunlar yazılıdır:

Derviş Halil’in ciğerkuşesi
Merhum ve mağfur Selim Dede
Ruhi-çün el-Fatiha
1156 (1743)

Üçüncü kabrin kitabesi de şudur:

Merhum ve mağfur
Tekye-nişin Şeyh Halil
Ruhi-çün Fatiha
1173 (1759)

Son iki taş baba oğula ait olup baba, oğlu Selim Dede’den 16-17 sene sonra olmuştur. Her ikisinin üzerinde tarikat sikkeleri vardır.

Cümle kapısının karşısındaki kapıdan türbeye girilir. Burada orta yerde, etrafı bir parmaklıkla çevrilmiş olan büyük bir sanduka vardır. Üzerinde bir tarikat sikkesi, iri tesbihler ve baş tarafında muhtelif boy pirinç şamdanlar ve 24 mısralı bir levha bulunmaktadır. Duvardaki camekanda ise Karacaahmet Sultan’ın hırkası, tesbihleri ve takkesi muhafaza edilmektedir. Çatısı içten kubbelidir.

Türbe, şimdiki şeklini 1866 tarihinde almıştır. Ondan evvelki durumunu kitabeden az cok anlamaktayız. 1595 tarihine kadar uzerinde sadece bir makam taşının bulunduğu sanılan kabrin etrafı bir duvarla cevrilmiş ve bir de kapı açılmıştır. Çatısı bulunmayan bu açık türbenin kapısı, Nuhkuyusu Caddesi’ne bakıyordu. Çünkü, türbenin sağ tarafındaki mezarlık, 1273 (1856) tarihinde, Mehmet Rüşdü Paşa’nın annesi Fatma Zehra Hanım’ın buraya gömülmesi ile bir kabristan haline gelmiştir. Türbe son olarak Avni Paşa’nın oğlu Ahmed Fuat Bey tarafından tamir ettirilmiştir.

[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Üsküdar Meşhurları ansiklopedisi , Üsküdar Belediyesi
Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Üsküdar Belediyesi , 2. cilt , sayfa 577-581
[/toggle]

Seyyid Nizam – İstanbul

İstanbul – Zeytinburnunda Seyyid Nizam camiinde

” Bir Veliyy-i Ali Şandır Hazreti Seyyid Nizam
Namına İnşa Olundu Mabed-i Revnak-Nüma
Söyledim İtmamına Tarih-i Hicri Bittamam
Cami-i Seyyid Nizam’a Gel Gönül Eyle Dua ”

İstanbul alimlerinden olup asıl adı Nizameddîn Ahmed Eba Nesîm’dir. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) torunu Hz. Hüseyin evladından olup seyyiddir. Babasi Şehabeddin Efendi, Hz. Hüseyin’in Abdullah A’rec kolundan olan torunlarındandır. Peygamberimizin yirmi yedinci torunudur. Halk arasinda ‘Seyyid Nizam’ ismiyle bilinir.

Bağdat’ta doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1550 (H.957) senesinde istanbul’da vefat etti. Kabri İstanbul Zeytinburnu’nda, Silivrikapı’da Seyyid Nizam Camii içindedir.

Aslen Bağdatlı olan Seyyid Nizam Efendi, Kasım Zülfikar Mazenderanî’nin ilim meclislerinde ve hizmetinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Yavuz Sultan Selim devrinde İstanbul’a geldi. Silivrikapı dışındaki dergaha şeyh oldu. Burada talebe yetiştirdi. İnsanlara İslam’ın emir ve yasaklarını anlatıp onların dünyada ve ahirette kurtuluşa ermeleri için gayret etti. Pekçok kimse onun sohbetlerinde bulunup feyz aldı.

BİR DAHA GİZLİ İŞ YAPARIM DİYE ZANNETME

Seyyid Nizam hazretlerinin talebelerinden birisi şöyle anlattı: —” Hocamdan gizli olarak bir iş yapmaya teşebbüs ettim. Bu yaptığımdan hocamın haberi olmaz diye düşündüm. Bir gecenin yarısında hocam yattığım odaya geldi. Beni uykudan uyandırarak: —” Yürü gidelim. Dergahta tevhîd edelim” buyurdu. Kalkıp abdest aldım, dergaha girdim. Baktım ki hocam uyuyor, nalınları rafta duruyor, sofiler etrafında toplanmışlar, kandiller yanıyor, melekler etrafında dönüyorlar. Hayret içinde kaldım. Bana bir korku geldi. Kendi odama döndüm. Sabaha kadar Kelime-i Tevhîd okudum. Beni uykumdan uyandırıp tevhide çağıran hocam, kendi odasında uyuyordu. Sabah namazından sonra hocam beni çağırdı ve sitemli bir tavırla: —”

Dervişi Bildin mi ve haline vakıf oldun mu? Meşayıh-ı kiramın (Büyük şeyhlerin) bilinen vücudundan başka bir cism-i latif-i nuranîlerinin (beş duyu ile idrak edilemeyen nurdan bedenlerinin) dahi var olduğuna inandın mı? Bir daha gizli iş yaparım diye zannetme!” buyurdu. Ben utandım. Yaptığıma pişman oldum. Yaptığım her işe istiğfar ettim ve böylece tasavvuf yolunda ilerleyip irşad makamına ulaştım”.

BETTULLAH DA GÖKYÜZÜNDE YÜRÜYORDU

Seyyid Nizam Efendi ile beraber hacca giden bir zat şöyle naklediyor: —” Seyyid Nizam hazretleri ile hacca gitmek üzere yola çıktık. Beytullaha ulaşmamıza on günlük yol varken bana: —” Oğlum aç gözünü temaşa kıl. Hak Teala Beytullah’ı bize istikbale (karşılamaya) göndermiş. Meğer hacılar içinde ne makbul kullar varmış” buyurdu. Gökyüzüne baktım. Olanları gördüm. Biz yer üzerinde yürürken Beytullah da gökyüzünde yürüyordu. Medîne-i Münewere’de Resulullah efendimizin Ravza-i mütahharasına vardık. Konaklamak için çadırlarımızı kurduk.

Seyyid Nizam hazretleri abdest alıp kabr-i saadete giderken ben de gizlice arkasına düştüm. Hazreti şeyh, Hücre-i Saadet’in kapısına yapışıp inleyerek feryad ediyor ve: —” Ey Ceddim! Huzurunuza girmek ve bizzat kabr-i saadete yüzümü sürmek istiyorum” diyordu. O sırada kabr-i seadetten: —” Bana gel ey oğlum” diye bir hitap geldi. Hücre-i Saadet’in kapısının kilidi açıldı. Kabr-i Saadet’ten etrafa nur saçıldı. Bütün bu hadiseleri görünce aklım başımdan gitti, bayılıp düşmüşüm. Daha sonra Seyyid Nizam hazretlerinin ne yaptığını göremeden orada kalmışım. Bir müddet sonra şeyh dışarı çıkmış, beni perişan bir halde bulmuş ve uyandırdı. Bana: Niçin böyle yaptın. Haberim olmadan niçin arkamdan geldin ,diyerek azarladı ve sakın gördüğün bu hali  kimseye soyleme” buyurdu. Kendisi hayatta iken bu sırrı kimseye açmadım”.

İSTANBUL’DA BENİM EVLADIMDAN NİZAM’I BUL

Seyyid Nizam hazretlerinin zamanında yaşamış ve hacca gitmiş olan bir kimse şöyle anlattı: —” Medîne-i Münevvere de Resulullah efendimizin mübarek Ravza-i mütahharasına karşı durup ağlayarak uyudum. Rüyamda Resulullah’ı gördüm. Bana buyurdular ki: —” İstanbul’da benim evladımdan Nizam vardır. Onu bul. Daima ziyaret et. Böylece beni görmüş ve cemalime ermiş olursun”. Ben hac dönüşü İstanbul’a gelip Seyyid Nizam hazretlerini buldum, sık sık ziyaret ettim ve mübarek sohbetlerinden istifade ettim”.

BİZ CEVABIMIZI VERDİK, SEN KENDİ CEVABINI HAZIRLA

Merkez Efendi hazretleri onun defni sırasında şahid olduğu bir hadiseyi şöyle nakletti: —” Seyid Nizam hazretlerini kabre indirdiler. Ben telkin verdim o anda hazret-i Seyyid’in bir sadasını işittim, buyurdu ki: ” Biz cevabımızı verdik. Var sen kendi cevabını hazırla

SEYYİD NİZAM HAZRETLERİNİN ŞAHSİYETİ VE VEFATI

Seyyid Nizam hazretleri uzun boylu, yassı yanaklı, ela gözlü, açık kaşlı, yuvarlak (değirmi) yüzlü, lisanı çok düzgün olup, Hazret-i Ali efendimiz gibi heybetli idi. Hatta onun için: —” Emîrül-müminîn Hazreti Ali’ye benzer” diye söylenirdi. Güzel ahlak sahibi olup pek cömertti. Seyyid Nizam hazretlerinin Seyyid Seyfullah Efendi isminde alim ve velî bir oğlu vardı.

Seyyid Nizam hazretleri altmış üç yaşına geldiğinde Muharrem ayının bir Cuma gecesinde rahatsızlandı. 1550 (H. 957) senesinde İstanbul’da vefat etti. Kabri İstanbulda, Silivrikapı’da Seyyid Nizam Camii içindedir. Seyyid Nizam hazretlerinin vefatı sırasında Kanunî Sultan Süleyman Han, Osmanlı padişahıydı. Vefatı sırasında sağ tarafına bakıp: —” Ceddim Resulullah aleyhisselam geldi. Bu dünyadan gidelim, Cennet’e uçalım” buyuruyor” dedi. Ruhunu teslim etmeden önce burnundan kan geldi. Ellerini kana bulaştırarak güzel yüzlerine sürdü ve:  Allahü Teala’ya hamd ve şükürler olsun ki bugün dedem Hazreti Hüseyin’in kana bulaşmış oldukları gibi ben de öylece gidiyorum” buyurdu. “Ya Allah ve Şehadet getirerek” ruh un u teslim etti. Cenaze namazında on bin kişiyi aşkın cemaat bulundu. Namazını büyük velî Merkez Efendi hazretleri, Fatih Camii’nde kıldırdı. Silivrikapı’da yaptırdığı şimdi cami olan dergahın içine defnedildi.

Kaynaklar ; Bütün Menkıbeleriyle istanbul ve Anadolu Evliyaları , Mehmed emin Yılmaztürk , İpek Yayıncılık 

Şeyh Konyalı Mehmet Muhyiddin Efendi

İstanbul – Üsküdar – Çiçekci camii haziresinde

Şeyh Muhyiddin Efendi’nin 1020 (1611) tarihinden evvel yaptırmış olduğu tekkesinin Salı Sokağına acılan cümle kapısının sağ tarafında idi. 1930 tarihlerinde harap olan ahşap türbede onbir ahşap sanduka vardı. Bunlardan bilinen üç tanesi şu zevata aittir:

– 1020 (1611) tarihinde vefat eden Halveti tarikatinin büyüklerinden Bezcizade Şeyh Mehmed Muhyiddin Efendi.
– 1095 (1684) tarihinde vefat eden, Bayramiye’den Hazreti Pir Himmet Efendi.
– 1122 (1710)’da vefat eden Himmetzade Şeyh Abdullah Efendi.

Türbe kapısı üzerinde, güzel bir hat ile yazılmış, iki başı yarım daire şeklinde ve üç sıra halinde hazırlanmış u mermer kitabe bulunuyordu:

Kutb-ı alem Bezcizade rıhlet itdi dünyadan
Kıldı ca mülk-i bekada rahmet-ullahi aleyh
Hakk Teala dilerim seyrini takdis eyliye
Diyelim subh u mesada rahmet-ullahi aleyh
Kaldı asarı cevami’de avize tevhidle
Penc-vakt farzı edada rahmet-ullahi aleyh
Hiç kesi yok namını yad idub itmeye du’a
Cümle yad u aşinada rahmet-ullahi aleyh
Zikr u tevhid olduğu yerde el acub taliban
Yad idub dirler du’ada rahmet-ullahi aleyh
Ol fena-fillah azizin Safi tarihin didi
Fani-i Hu Bezcizade rahmet-ullahi aleyh

Bu kitabe, türbe ve içindekilerin Çicekci Camii avlusuna nakli sırasında, avlu kapısının sağ tarafındaki ikinci pencere ile üçüncü pencere arasındaki duvara yerleştirilmiş ve önüne de
türbede medfun olanların kemikleri, mermer pehleleri altına gömülmüştür.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermin Haskan , Üsküdar Belediyesi Yayınları [/toggle]

Nakkaş Baba

İstanbul – Kuzguncuk – Nakkaş Baba Mezarlığı

Türbe, Nakkaş Baba Mezarlığının caddeye açılan üç kapısından, Beylerbeyi tarafındaki merdivenli kapıdan girildiğinde, merdivenler bitmeden sol tarafta bir servinin gölgesindedir. Bu açık türbenin etrafını alçak bir duvar çevirmiştir. İnce, silindir şeklindeki baş ve ayak şahidelerinde yazı yoktur. Baş taşı üzerine altı parçalı bir sikke yerleştirilmiştir ki, bu tip serpuş başka hiç bir yerde mevcut değildir.

Duvar uzerindeki demir korkuluğa:
Yavuz Sultan Selim ricalinden Nakkaş Baba ” diye bir levha asılmıştır. Bu tarihte yol genişletilmiş ve merdivenler yapıldığı gibi mezarlık duvarı da geri alınmıştır.

Üstünde Fatih Sultan Mehmet’in altınlı ve etrafı yazılı tuğrası olan Safer 880 (Haziran 1475) tarihli Arapça bir vakfiyeden oğrendiğimize göre, Baba Nakkaş, Fatih devri (1446- 1481) sanatkarlarından bir zat olup “üstad-ı muazzam, Hazreti padişahın yakınlarından” idi. ismi, “Mehemmed ibni Şeyh Bayezidu’ş şehir bi-Baba Nakkaş” yani Baba Nakkaş diye anılan ve Şeyh Bayezid’in oğlu olan Mehmed’dir. Yine aynı vakfiyeye gore Fatih, ‘Kutlubey’ denen ve Çatalca yakınlarında bulunan bir köyü arpalık olarak 870 (1465-66) tarihinde bu zata vermiştir. Bundan on sene sonra Baba Nakkaş bu köye bir cami yaptırarak burasını vakfetmiş ve köy bundan sonra onun adı ile anılmaya başlanmıştır. Bu köy bugün de mevcut olup Büyük Çekmece Gölü ile Terkos Gölü arasında ve Hadımköy’ün kuzey batısındadır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermin Haskan , Üsküdar Belediyesi Yayınları, 2.cilt sayfa 58 [/toggle]

Himmet Efendi

İstanbul – Üsküdar – Çiçekci camii haziresinde

Sefine-i Evliya yazarı, Huseyin Vassaf Bey, Şeyh Himmet Efendi için şu bilgiyi vermiştir: “HimmetEfendi, Bolu’da, 1018 (1609) tarihinde Dökmeciler Mahallesi’nde doğdu. İstanbul’a gelerek tahsilini tamamladı ve Zeyrekzade Yunus Efendi’den icazet aldı. Daha sonra Halveti büyüklerinden Hüseyin Hüsameddin Efendi’den feyz aldı. Tarikat silsilesi Yiğitbaşı Ahmed Efendi’ye kadar uzanır.

Himmet Efendi şeyhinden aldığı izin üzerine memleketine gitti. Fakat aldığı tarikat neşesinden daha ilerisine varmak derdine düşüp Bolu’da meşahir-i meşayih-i Bayramiye’den Bolulu Ahmed Efendi’ye mulaki olduklarında manevi sevk ile ona dahi inabet (bir şeyhe bağlanma) edip hayli uzun zaman Ahmed Efendi’nin hizmetinde bulunmuş ve Bayramiye usulu üzerine tekmil-i meratib-i suluk ederek ondan da hilafet almıştır.

Hadaik-i tarikte (tarikat bahcesi) esrarını cem ile dolu olduğu ve başında Bayrami tacı bulunduğu halde İstanbul’a geldi. Tesadufen ilk Şeyhi Hüseyin Husam Efendi ile buluştular. Başka şeyhe intisab etmiş ve kalbi rencide olmasın diye Himmet Efendi yanındaki abdest havlusunun içine tacını koyup dört ucunu bir araya getirip tacını örtmüştür. Halbuki Husam Efendi hakikate vakıf bir Şeyh-i zişan olduğundan Himmet Efendi’de tecelli eden envar-ı marifet-i Rabbaniyi görüp:
“Oğlum Himmet, Bayramiye tarikinde bu da senin ictihadın olsun,” demiştir. Himmeti kolunda taç üzerinde dört kısım bundan kalmıştır. Bu suretle Himmet Kolu tesis edilmiş oldu. Bu kol, Şabaniye ile Bayramiye’nin birleştirilmesinden meydana gelmişse de daha çok Bayramiye unsuru ağır basar. Son devir Himmetilerinin bazılar› ise Melamiliğe meyletmişlerdir. Düz beyaz keçeden tac giyerlerdi. Bu pek fazla yaygın değildir.

Himmet Efendi’nin evi İstanbul’da Fındıkzade civarında olduğundan burası muhabbet ehlinin bir toplantı yeri olmuş idi. Kendisini her gören meftun oluyordu. Edib, haluk ve guzel konuşan bir zat idi. Bu sırada kendisine kürsi Şeyhliği tevcih olunmuştur. Hatta Kasımpaşa Camii vaizliğinde bulunmuştur. Bu görevi, 1080 (1669) tarihinde oğlu Şeyh Abdullah Efendi’ye devr etmiş fakat 1090 (1679) senesinde halkın isteği üzerine tekrar vaiz olmuştur. Oğluna da Fatih’te Halil Paşa Camii vaizliği tevcih olundu. Bu sırada Hüseyin Hüsameddin Efendi vefat etti.

Üsküdar’da Divitciler’de kain tekkenin Şeyhi olan Hüseyin HüsameddinEfendi’nin Şeyhi Bezcizade Muhyiddin Efendi idi. Bezcizade’nin vefatında Husam Efendi ve bu zatın da 1090/1679 tarihindeki vefatı uzerine Himmet Efendi Şeyh oldu. Himmet Efendi, oğlu Abdullah Efendi’yi İstanbul’daki tekkesine oturtarak kendisi Üskudar’a nakl-i hane edip bu tekkenin meşihatine revnak-efza (guzelliğini arttırma) olmuştur. Burada gerek Halveti ve gerek Bayrami tariklerinin ayinini icraya başlaykıp irşad-ı talibin ile meşgul olmuştur.”

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Yüzyıllar Boyunca Üsküdar , Mehmet Nermin Haskan , Üsküdar Belediyesi Yayınları [/toggle]