Ana Sayfa>Genel(Sayfa 201)

Orhan Gazi

Bursa’da İstiklal savaşı şehidliğinde

Osman Gazi 1324 yılında. Bursa’yı alamadan ölmüştü. Ölmeden önce de, çok uzaklardan görülen Gümüşlü Kubbe’ye gömülmesini vasiyet etmişti. Gümüşlü Kubbe, bugün Tophane’de bulunan, Osman ve Orhan Gazi’nin gömülü olduğu yerdeki Saint Elie Manastır idi. Uzaktan parıldayan kubbeleri nedeniyle bu adıyla anılmıştır.
Bu manastır, 1855 depremi ile öyle yıkıldı ki, onu tekrar eski haline getirmek asla mümkün olamadı. 1863 yılında Sultan Abdulaziz tarafından yeniden yapılmaya başlanınca, manastır iki yapıya ayrıldı. Osman ve Orhan Gazi türbeleri dışındaki yapılar yıkıldı. Ancak Orhan Gazi türbesinin zemin mozaikleri, halen o eski Bizans Manastırına aittir.
Orhan Gazi Türbesi Osman Gazi’nin Türbesi’nin hemen yanında yer alır. Dört köşeli, dört mermer sütun üzerine kumlu olup, türbenin zemininde Bizans Manastırı’nın kalıntısı olan mozaik parçaları bulunur.
Orhan Gazi Türbesi’nin aslinda Osman Gazi Türbesi ile yan yana olduğu, Sultan AbduLaziz zamaninda ikiye bölünerek bugünkü halini aldığı bilinmektedir. Türbenin ortasinda yer atan Orhan Gazi’nin ahşap işlemeli muhteşem kabri, yeşil örtülü ve pırinç parmaklıdır. Türbede; Cem Sultan’ın oğlu Abdullah (1481), kapı tarafında II. Bayezid’in oğlu Korkut (1513), yanında hanımı Nilüter Hatun, oğlu Kasım Çelebi. Yıldırım Sultan’ın oğlu Musa Çelebi, kızı Fatma olmak
üzere toplam 21 kabir yer almaktadır

Sultan Osman Gâzi’nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gâzi’nin vefât ettiği 1281 senesinde Söğüt’de doğdu. Annesinin, Osman Gâzi’nin iki hanımından Mâl Hatun veya Bâlâ Hâtun’dan hangisi olduğu hakkında değişik rivayetler vardır. Ancak ilk Osmanlı kaynaklarının çoğu annesini Mâl Hâtûn olarak gösterirler. Orhan Gâzi küçük yaştan îtibâren tam bir disiplin ve intizam ile istikbâlin beyi olarak yetiştirilmeye gayret edildi. Dedesi Şeyh Edebâli’den ve Dursun Fakih gibi âlimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Babasının arkadaşları yanında silâh tâlimleri ile yetişti. Gâzilerin gazâlarını, meşhur İslâm mücâhidlerinin, evliyâ ve âlimlerin menkıbelerini dinledi. Devrinin silâhlarını maharetle kullanmasını öğrendi. Küçük yaştan îtibâren devletin teşkilâtlanması ve müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhib oldu.

Orhan Gâzi, gençliğinden îtibâren Bizans tekfurlarıyla olan gazâlara katıldı. Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetlerle, babasının ve gâzilerin takdîrini kazandı. 1298’de Bizans tekfurlarının tertiplediği, Osman Gâzi’nin de davet edildiği sû-i kasd plânlı düğüne katıldı. Tedbirli hareket eden Osman Bey, Yarhisar ve Bilecik’i fethederken gelin olarak Bilecik Beyi’nin oğluna verilecek olan Yarhisar Beyi’nin kızı Holofira’yı da esir aldı. Holofira, İslâmiyet’i kabul edip, müslüman oldu ve Nilüfer ismini aldı. Orhan Gâzi, Nilüfer Hâtun’la evlendirildi.

Osman Gâzi, 1299 senesinde istiklâlini îlân ederek, devleti idâri bölgelere ayırdı. Oğlu Orhan Gâzi’yi 1301’de Sultanönü (Karacahisar) bölgesinin beyliğine tâyin etti. Orhan Gâzi, 1302’de Yenişehir ile İznik arasındaki Köprühisar’ın fethinde görevlendirildi. Köprühisar fethinin ertesi senesinde Germiyanlı ülkesinde oturan Candarlı aşiretinin, Osmanlı hududuna tecâvüzlerine mâni oldu. 1315’de Çavdar Bey’i esir alınıp, Çavdarlı beyliğindeki suçlular cezalandırıldı. 1317’de Karatekin, Ebesuyu, Karacebiş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Kestaneci kalelerinin fethine katıldı. Osman Gâzi 1320 senesinden îtibâren yaşının ilerlemesi ve nikris (romatizma) hastalığının şiddetlenmesi üzerine oğlunun idaresini görmek istedi ve Orhan Gâzi’yi ordu komutanı tâyin etti. Orhan Gâzi, 1321’de Mudanya ve Gemlik üzerine düzenlenen seferde, Mudanya’yı feth ederek Bursa’nın denizle irtibatını kesti. 1325’de Bursa’nın güneyindeki Atranos’u fethedince, 1326 senesinde Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek karargâh kurdu. 1315’den beri yakınına yapılan kalelerle adetâ abluka altında olan Bursa kalesini kurtarmaktan ve yardım gelmesinden ümîdini kesen kale kumandanı, Gâzi Mihal Bey vasıtasıyla bâzı şartlar ileri sürerek Bursa’yı teslim etti. Orhan Gâzi 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’ya girdi. Kale komutanı Evrenos, İslâmiyet’i kabul ederek Osmanlı hizmetine girdi. Osman Gâzi, Bursa’nın fethini işitince, memnun olup, Orhan Bey’i Osmanlı hânedânına vâris tâyin etti. Diğer evlâdlarının ve kumandanlarının Orhan Bey’e bîat edip, ona karşı itaatli olmalarını bildirdi. Osman Bey’in Bursa’nın fethinden önce, fetih sırasında veya fetinden sonra öldüğüne dâir kaynaklarda muhtelif rivayetler mevcuttur. Ancak bu kaynakların çoğuna göre Osman Gâzi Bursa’nın fethinden hemen sonra vefât etmiş ve Gümüşlü Künbed’e defnedilmiştir. Osmanlı Devleti’nin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzİ, Alâeddîn Paşa’yı vezir tâyin etti. Osmanlı Devleti’nin merkezi, Yenişehir’den Bursa’ya nakledildi. Askerî ve idâri faaliyetlere ağırlık verildi. Yeni tâyinler yapılıp, Akça Koca’ya, Kandıra; Kara Mürsel’e, İzmit körfezinin güneyi; Abdurrahmân Gâzi’ye ise, yeni fethedilen Aydos ve Samandra’nın idaresi verildi. Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde yeni fetihlerle de vazifeliydiler.

Osmanlıların boğaz sahillerine kadar genişlemesi, Bizans’ı telaşlandırdı. Osmanlı kuvvetlerinin, Sakarya ırmağı img010sahillerinde Karadeniz’e doğru ilerlemesini durdurmak ve uzun süreden beri devam eden İznik kuşatmasını kaldırmak için, Bizans imparatoru üçüncü Andronikos ordu hazırlayıp 1329’da İstanbul’un Anadolu yakasına geçerek Floken’de karargâh kurdu. Orhan Gâzi, İznik kuşatmasına bir mikdâr asker bırakarak, sekiz bin kişilik kuvvetle Bizans imparatoruna karşı harekete geçti. Maltepe (Pelekanon) mevkiinde düşmanla karşılaştı. 1329 Mayıs’ında meydana gelen Osmanlı-Bizans muhârebesi, sabahtan akşama kadar sürdü. Bizans kayseri bir günlük muhârebenin sonunda büyük ümidlerle Rumeli’den Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar karşısında dayanamıyacağını anlayınca, gece karanlığından istifâde ederek muhârebe meydanından, karargâhına doğru çekilmeye başladı. Orhan Gâzi, fırsatı kaçırmadı. Gece muhârebe şartlarını iyi bilen Osmanlı ordusu, Orhan Gâzi’nin emriyle düşmanı takibe geçti. Bizans ordusu, gâzilerin taarruzu karşısında paniğe kapılarak, birbirine girdi. Bizans kayseri yaralı olarak kaçıp canını kurtarabildiyse de, ordusu perişan oldu.

Orhan Gâzi, Pelekanon zaferini kazanınca, yıllardan beri devam eden İznik muhasarasını şiddetlendirdi. İznik kalesinin kumandanı, Pelekanon muhârebesinin neticesini öğrenince, yardım alamayacağını bildiğinden, Osmanlıların adaletine sığınarak teslim oldu. Kaleyi teslim alan Orhan Gâzi, ahâliden arzu edenlerin, eşyalarıyla birlikte gitmesine müsâade etti. Ayrıca İznik halkının, tebea olarak kalıp, yalnız cizye vermek şartıyla âdet ve an’anelerini muhafaza edebileceklerini îlân etti. Halkın büyük çoğunluğu Osmanlı idaresini tercih etti. Muhârebe ve kuşatmada beyleri ölen kadınlar, Orhan Gâziye müracaat edip, sahipsiz kaldıklarını, müslüman olup, Osmanlılardan istiyenlerle evlenebileceklerini söylediler. Orhan Gâzi, İznik’in yerli kadınlarının arzularını îlân edip isteyenlerin bunlarla evlenebileceklerini ve bunlarla evlenenlerin İznik muhafazasında vazifelendirileceğini açıkladı.

İznik feth olunduktan sonra, devletin geçici merkezi hâline getirildi. Şehir îmâr edilip, İslâmî eserlerle süslendi. Orhan Gâzi, İznik’in en büyük kilisesini câmiye çevirip, burada Cuma namazını kıldı. Manastırını da medreseye çevirtti. Şehirde ayrıca zevcesi Nilüfer Hâtûn tarafından bir imâret, oğlu Süleymân Paşa tarafından da bir medrese inşâ edildi. Böylece İznik kısa zamanda bir Türk şehri hâlini aldı. İznik’in fethinden sonra, Orhan Gâzi, İzmit kuşatmasını şiddetlendirdi. Bizans kayseri deniz yoluyla İzmit’in yardımına geldi. Bunun üzerine Orhan Gâzi, Osmanlı Devleti’nin ilk sulh andlaşmasını Bizans kayseri üçüncü Ahdronikos ile yaptı ve İzmit kuşatmasını kaldırdı. Anadolu’da fetihlere devam eden Orhan Gâzi, 1331’de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını Osmanlı topraklarına kattı. 1333’de Gemlik, 1336’da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubat kasabaları fethedildi. 1337’de ise şiddetli bir şekilde tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak zorunda kaldı. İzmit’in fethi ile Kocaeli yarımadasının tamâmı Osmanlıların eline geçti. Daha sonra Hereke, Yalova ve Armutlu’nun da fethedilmesiyle Osmanlı Devleti’nin hududu boğaz sahiline dayandı. Bizans’ın Anadolu ile irtibatı sâdece Şile ve Boğaziçi’nde kalmıştı. Orhan Gâzi’nin Bizans’ı iyice sıkıştırması, kayser üçüncü Andronikos’u andlaşmaya mecbur etti. 1341’de imzalanan Osmanlı-Bizans andlaşmasına göre, Anadolu’daki Şile ve Üsküdar, Orhan Gâzi’nin akınlarından emin olmak şartı ile Bizans’a, diğer yerler Osmanlı Devleti’ne kaldı.

Diğer taraftan Karesi Beyinin ölümü üzerine, babasının yerine geçen Demirhan’a muhalefet eden kardeşi Dursun Bey, ölüm korkusu yüzünden Orhan Gâziye sığındı. Dursun Bey, biraderinin yerine hükümdar olmak için Orhan Gâzi’den yardım istedi. Şayet yardım edilirse Balıkesir ile beraber diğer bâzı şehirleri Osmanlılara vermeyi vâd etti. Bunun üzerine Orhan Gâzi, Karesi üzerine sefere çıktı. Demirhan Bey, Orhan Gâzi’nin üzerine geldiğini duyunca, Balıkesir’den Bergama’ya kaçtı. Bergama’nın muhasarası sırasında Dursun Bey kaleden atılan okla öldü. Teslim olmaya mecbur kalan Demirhan Bey Bursa’ya getirildi. Balıkesir, Manyas, Edincik, Kapıdağı ve havalisi Osmanlı topraklarına katıldı. Bu sırada Bizans’ta saltanat mücâdelesi kızışmıştı. Taht için mücâdele edenler Orhan Gâzi’nin desteğini sağlamak istedi. Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye vererek, yardımını sağladı. Orhan Gazı, beş bin Osmanlı askerini Trakya’ya geçirip, Kantakuzen’e yardımcı gönderdi. Trakya’ya geçen Osmanlı askeri, bölgede keşif yaparak çevreyi tanıdı. Orhan Gâzi’nin desteği ile Bizans tahtına sâhib olan altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de damadını Üsküdar’a davet ederek görüştü. Orhan Gâzi Üsküdar’da üç gün misafir kaldı. Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca, Osmanlı Devleti’ne ihanet edip, dâmâdı Orhan Gâzi’ye karşı papayla gizli münâsebet içine girdi. Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri Bizans kayseri destekleyince, Orhan Gâzi de Cenevizlilere yardım etti. Orhan Gâzi Bizans imparatorunun papa ile gizli anlaşmasını haber alınca, 1352’de Üsküdar, Kadıköy ve adalarını fethettirdi. Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar, batıdan harekete geçince, Osmanlılara karşı papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâzi’den yardım istedi. Orhan Gâzi, Kayser’den Gelibolu yarımadasındaki kalelerden birinin sözünü alınca, oğlu vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik Osmanlı kuvvetini yardıma gönderdi. Kantakuzen, Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı. Orhan Gâzi’nin oğlu Süleymân Şâh, Anadolu’ya dönerken, Bizans kayserinin Gelibolu yarımadasında Osmanlılara verdiği Çimbe kalesine asker bıraktı. Osmanlıların 1353’de Çimbe kalesine yerleşmeleriyle, Rumeli’deki fetihler için üsse sâhib olmaları, bölgenin kontrolünü sağladı.

Orhan Gazi’nin Vasiyetnamesi 
“Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki hazret-i Süleymân’a kalmamıştır. Unutma ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimizin aleyhisselâm şefaatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyâya âhiret ölçüsüyle bakarsan; ebedî saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin. Oğul! Rumeli fethini tamamla! Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) ya fethet, yahut fethe hazırla! Civardaki Türk beyleriyle mes’ele çıkarmamaya çalış. Ahâli her ne kadar bizi istese de, başlarında bulunan beyler, beyliklerinden geçme tarafdârı gözükmez. Daha bir zaman idare edecekler, lâkin sonunda olmuş meyva gibi avucuna düşeceklerdir. Anadolu’da gaile çıkmazsa, Rumeli işini rahat halledersin. Bu yüzden, Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et. Cennet mekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibaret bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz, Allah’ın izniyle beyliği hanlığa, sultanlığa ikmâl ettik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlıya iki kıt’a üstünde hükmetmek yetmez. Zîrâ İ’lâ-yı kelimetullah azmi, iki kıt’aya sığmıyacak kadar yüce bir azimdir. Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi, Roma’nın vârisi de biziz!

Oğul! Kur’ân-ı kerîmin hükmünden ayrılma! Adaletle hükmet! Gâzileri gözet! Dîne hizmet edenlere hizmeti şeref say! Fakirleri doyur! Zâlimleri cezalandırmakta tereddüt gösterme! Adaletin en kötüsü geç tecellî edenidir. Sonunda hüküm isabetli bile olsa, geciken adalet zulümdür! Oğul, biz yolun sonuna geldik. Sen daha başındasın. Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübarek kılsın.”

Türkiye Selçukluları zamanında önemli vilâyetlerden olan Ankara, daha sonra İlhanlılar devrinde Anadolu umûmi vâliliğinin batı bölgelerinden idi. Sivas’ı kendisine merkez yapmış olan Alâüddîn Eratna zamanında, Ankara, Eratna beyliğinin toprakları içinde idi. Alâüddîn Eratna’nın 1352’de ölümü üzerine, yerine geçen oğulları zamanındaki karışıklıktan istifâde eden Orhan Gâzi, 1354’de oğlu Süleymân Paşa kumandasında sevketmiş olduğu kuvvetlerle şehri zabtettirdi.

Süleymân Paşa aynı sene Biga’da topladığı bir orduyu Güney Marmara kıyısındaki Kemer Limanından gemilerle karşıya naklederek Bolayır’ı ele geçirdi. Gelibolu Yarımadası’nın en dar geçit yerini bu askerlerle tutarak bir taraftan Gelibolu’ya diğer taraftan da Trakya’ya karşı iki uc kuran Süleymân Paşa, muntazam gazâ akınlarına başladı.

Bir zelzele neticesinde Gelibolu kale duvarlarının ve bu havalideki diğer kalelerin yıkılması üzerine (2 Mart 1354) Osmanlılar bu şehir ve kasabaları ele geçirdiler ve Gelibolu yarımadasının fethini tamamladılar. SüleymânPaşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Tekirdağ’a kadar bütün Marmara kıyılarına hâkim olmaları, Bizans kayserini telaşlandırdı. Osmanlıları bölgeden çıkarma faaliyeti içine giren Kantakuzen Orhan Gâzi’ye haber gönderip on bin altın mukabilinde Çimpe’yi satın alacağını ve Türk kuvvetlerinin Gelibolu’yu terketmelerini ve İzmit’te kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. Orhan Gâzi, imparatorun kendisine verdiği Çimpe’yi para mukabilinde terk edebileceğini kabûl ettiyse de Gelibolu’yu kendisi almış olduğundan dolayı orasını veremiyeceğini ve hastalığı sebebiyle de görüşmiyeceği cevâbını yolladı. Bunun üzerine Kantakuzen, Balkan ve hıristiyan devletlerle ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı. 1355’de Kantakuzen’in tahttan indirilmesi üzerine tahta geçen Yuannis, Osmanlıların Avrupa kıt’asındaki hâkimiyetine karşı koyulamıyacağını bildiğinden, Orhan Gâzi ile iyi geçinmeye çalıştı. Orhan Gâzi’nin Cenevizliler tarafından kaçırıılan oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, kızı ile evlendirmeyi kararlaştırdı. Yuannis, papalık ile de münâsebetlerde bulunarak, Bizans’ı Ortodoks mezhebinden katolikliğe geçirmeyi başarırsa, latin devletlerinden yardım alabileceğini zannetti. Bizans’ın Osmanlı aleyhindeki faaliyetlerine karşılık, Orhan Gâzi de fetih harekâtını arttırdı. Süleymân Paşa, 1356’da Doğu Trakya’ya geçerek, Malkara, Keşan ve Çorlu’yu aldı. Bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini kuvvetlendirmek için, Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsu getirilerek, iskân siyâseti tatbik edildi. Rumeli fütûhatında, Osmanlıların yerli ahâliye iyi muamele edip, din, mezheb ve dil hoşgörüsü ile, can, mal ve ırz emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, sükûn, huzur ve refah getirdi.

Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murâd Bey ile beraber devam eden Süleymân Paşa, 1359 senesinde bir avı takibi sırasında düşerek kırk üç yaşında vefât etmesi üzerine, Rumeli fethine Gâzi Murâd Bey tâyin edildi. Oğlunun vefâtına ziyadesiyle üzülen Orhan Gâzi rahatsızlandı. 1360’da rahatsızlığı artarak vefât etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi.

Şahsiyeti nesillere örnek mâhiyette olan Orhan Gâzi, halîm selîm olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebeasını kendisinden fazla korurdu. Muhârebelerde zâyiât durumuna dikkat ederdi. Zayiata sebeb olacak mevkilerin fethini kuşatmayla kolaylaştırıp, teslimini beklerdi. Çok âdildi. Dîni bütün bir müslüman olup, ülkede İslâm hukukunu tereddütsüz tatbik ettirirdi. Orhan Gâzi’nin İslâm ahlâkına hayran olup, adaletine gıbta eden hıristiyanlar, kendi soyundan ve dîninden hânedânların yerine, Osmanlı idaresini tercih ederlerdi. İyi bir teşkîlâtçı, cesur bir kumandan olduğu gibi, mükemmel bir idareciydi. İlme, âlimlere ve gönül sultânı manevî şahsiyetlere hürmetkardı. Âlimlerin sohbetinde bulunup, onlarla istişare ederdi. İmâr ve iskân siyâsetine önem verip, devrinde fethedilen beldelere Türk-İslâm nüfûsu yerleştirirdi. Osmanlı ülkesinin nüfuzunu arttırıp, devleti müesseseleştirdi.

Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gâzi’nin vefâtı sırasında Osmanlı Devleti şu şehir ve kalelere hâkim bulunuyordu: Bilecik, Bursa, Balıkesir, Bolu ve civarı, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Çanakkale, İstanbul’un bir kaç kalesi hâriç Anadolu yakası, Ankara, Ayas, Beypazarı, Nallıhan, Kızılcahamam, Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık, Marmara adaları, Trakya’da Tekirdağ, Lüleburgaz, İpsala, Keşan.

Orhan Gâzi, sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve yenilerini kurdu. Saltanatının üçüncü yılında hükümdarlık alâmetinden olarak ilk defa Osmanlı akçesini Bursa’da gümüşten kestirdi. Akçenin bir tarafında Kelime-i şehâdet ile Hulefâ-i Râşidîn’in (radıyallahü anhüm) isimleri yâni; “Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali” yazılı idi. Diğer tarafında; Orhan bin Osman, basıldığı yer olan Bursa, basıldığı târihi olan H. 727 târihi ve Osmanlıların mensub olduğu Kayıboyu’nun damgası vardı. Hulefâ-i Râşidîn’in isimlerinin söylenmesi ve yazılması Ehl-i sünnetin yâni Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâbının (radıyallahü anhüm) yolunda gidenlerin şiarı idi. Osmanlıların ilk bastıkları paralara Kelime-i tevhîdle beraber, bu mübarek isimleri yazmaları, onların tâ başlangıçta Selef-i sâlihînin yolu olan Ehl-i sünnet yoluna ne derece bağlı olduklarını açık seçik göstermektedir.

Osmanlı Devleti’nde ilk fütûhatı yapanlar aşiret kuvvetleri olup, hepsi atlı idi. Bu kuvvetler uzun süre muhasara hizmetlerinde bulunamadıkları için muvaffakiyetler gecikiyordu. Orhan Gâzi, bu yüzden Bursa’nın fethinden sonra, askerî teşkilâtta yenilikler yaptt. Türk gençlerinden daimî ve esaslı yaya denilen piyade sınıfına orduda yer verildi. Askerî birliklerden onluk sistem tatbik edildi. Piyade askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı. On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zabitler tâyin edildi. Bin mevcutlu kuvvetlerin başındakilere de binbaşı rütbesinde subaylar tâyin edildi. Müsellem denilen süvari kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabul edildi. İlk plânda biner kişilik birlikler hâlinde kurulan yaya ve müsellem askerlerinin sayıları zamanla arttırıldı. Günlük birer akçe olan ücretleri, iki akçeye çıkartıldı. Ayrıca muhârebe dışında işleyebilecekleri araziler de verildi. Tımar sisteminin tatbîkiyle askerî hizmete tâyin edilenlerin mikdârı, tertîb edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yardımcı olmaları kânun hâline getirildi. Sefere gitmeyenlere Yamak denildi. Yamaklara yardım karşılığı ücret verilirdi.

Osmanlı devlet teşkîlâtı ilk defa Orhan Gâzi zamanında teşkil olundu. İlk devlet teşkilâtında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilâtları örnek alınarak bir hükümet mekanizması kuruldu. Bunun esâsı Beylik merkezindeki dîvândı. Bu dîvâna devlet reisi olan pâdişâh başkanlık ettiği gibi icâbında pâdişâh adına vezir de başkanlık yapabilirdi. Osmanlı Devleti’nin ilk veziri, Orhan Gâzi’nin tayin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâaddîn Paşa idi. Vezirler Paşa ünvânını taşırlardı. Devletin askerî ve idarî bütün işlerinde pâdişâha yardımcı olurlardı. Şehir ve kazalar, kâdı ve subaşıların idâresindeydi. Kâdı, idarî ve adlî; subaşı da, âsâyiş ile askerî işlere bakarlardı. Orhan Gâzi devrinde en yüksek kâdılık makamı Bursa kâdılığı olup, tâyinlere de bakardı.

Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal te’sislerle süslendi. İznik fethedilince, Manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’te yaptırmış olduğu imâretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gâzilere aş dağıttı. Ahâlisinden; müslim ve gayr-i müslim hiç kim senin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti. Bursa’da, câmi, imâret, tabhâne, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı. Hanımı Nilüfer Hâtûn da; İznik’te bir imâret, Nilüfer çayı üzerinde köprü ve çeşme gibi pek çok hayrat inşâ ettirdi. İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesi’nin müderrisliğine zahirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim Dâvûd-i Kayseri tâyin edildi. Dâvûd-i Kayseri, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem adlı eserini, Matla-ı husûs-ü-kilem fî şerh-i Füsûs-ül-hikem adıyla şerh edip, talebelerine okuttu. Bu eser, güzel İslâm ahlakının Osmanlı topraklarında yayılmasında rol oynadı. Orhan Gâzi, gâzilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslâm beldesi olmasında, fetih öncesi hazırlıkların yapılmasında, cihâd esnasında askerin şevke getirilmesinde büyük emekleri geçen âlimler ve dervişlere de hürmet edip, onların barınmaları ve hizmetlerini kolayca îfâ edebilmeleri için, tekke ve zaviyeler yaptırdı. Bu dervişlerden Geyikli Baba ve Derviş Murâd meşhurdur.

Orhan Gâzi öldüğü zaman; Murâd, İbrâhim ve Halîl ismindeki üç oğlu hayatta idi. Süleymân Paşa ve Kasım isimlerindeki oğulları kendisinden önce vefât etmişlerdi. Süleymân Paşa ile Murâd Bey, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hâtun’dan; Halîl Bey ve Kâsım Bey, Bizans kayseri Kantakuzen’in kızı Teodora’dan; İbrâhim Bey ile Fatma Sultan, Rum prensesi olan Aspurça’dan doğmuştur.

Kaynaklar;
1) Osmanlı Târihi (İ.H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 117

2) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-2, sh. 91
3) Âşık Paşazade Târihi; sh. 42
4) Meşâhir-i İslâmiyye; cild-1, sh. 72
5) Tam İlmihâl Seâdeti Ebediye; sh. 1056
6) Rıhlet-i İbn-i Battûta; Beyrut-1960, sh. 308
7) Rehber Anaihhpedisi; cild-13, sh. 262
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 364
9) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna) cild-2, sh. 265
10) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ. Hâmi Danişmend); cild-1, sh. 15
11) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 68
12) Kitâb-ı Cihân-nümâ (Neşri); sh. 158-15913) Tâc-üt-tevârih; cild-1, sh. 43

Osman Gazi

Bursa – Tophane’de İstiklal savaşı şehidliğinde

Osman Gazi 1324 yılında. Bursa’yı alamadan ölmüştü. Ölmeden önce de, çok uzaklardan görülen Gümüşlü Kubbe’ye gömülmesini vasiyet etmişti. Gümüşlü Kubbe, bugün Tophane’de bulunan, Osman ve Orhan Gazi’nin gömülü olduğu yerdeki Saint Elie Manastır idi. Uzaktan parıldayan kubbeleri nedeniyle bu adıyla anılmıştır.
Bu manastır, 1855 depremi ile öyle yıkıldı ki, onu tekrar eski haline getirmek asla mümkün olamadı. 1863 yılında Sultan Abdulaziz tarafından yeniden yapılmaya başlanınca, manastır iki yapıya ayrıldı. Osman ve Orhan Gazi türbeleri dışındaki yapılar yıkıldı. Ancak Orhan Gazi türbesinin zemin mozaikleri, halen o eski Bizans Manastırına aittir.
Osman Gazi türbesinin ortasında; sedef kakmalı süslerle bezenmiş muhteşem kabir, parmaklıklarla çevrili sanduka, sırma işlemeli yazılı örtü ile lahit. Osmanlı’nın ilk Sultanı Osman Gazi Han’a aittir. Giriş kapısına en yakın olan kabir, büyük oğlu Alaüddin Bey’e (1331) aittir.Murad Hüdavendigar’ın oğlu Savcı Bey (1385) kardeşi İbrahim ve Orhan gazi’nin hanımı Asporça Hatun’un kabirlerinin de yer aldığı türbe için de ayrıca 17 kabir daha bulunmaktadır. Türbe içerisinde varolduğu bilinen davul ve diğer eşyalar ise günümüze ulaşamamıştır.

Osmanlı pâdişâhlarının birincisi. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzi’nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’te doğdu. İslâm terbiyesi ile yetiştirildi. İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. Babasının silâh arkadaşları ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinleyip, yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazâlara katılıp, zaferler kazanarak, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi.

Bizans’ın hakimiyetindeki batı Anadolu cihâd diyarı olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pek çok kumandan, mücâhid derviş ve herbiri gönül sultânı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi, Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebâlî’nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebâlî hazretlerinin dergâhında misafir olduğu bir gün acâib bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebâlî’nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir ağacın bitip, âlemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebâlî ona; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himayesinde olacak, kızım Mâl Hâtûn da sana eş olacak” deyip rüyasını” tâbir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebâlî’nin kızı Mâl Hâtûn ile evlendi. Bu izdivaçtan Orhan Gâzi doğdu. Orhan Gâzi’nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gâzi de vefât etti (1281). Bâzı kaynaklarda Edebâlî’nin kızının adı Bâlâ Hâtûn olarak geçmekte ve Mâl Hâtun’un Ömer Bey’in kızı olduğu yazılmaktadır. Ertuğrul Gâzi, cesareti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve güzel ahlâkı ile, kardeşleri arasında en üstünü olan Osman Gâzi’yi kendisinden sonra kayıboyu beyliğine aday göstermişti. Osman Gâzi, babasının vefâtından sonra, bey seçilip, idareyi ele aldı.

Osman Gâzi, bey olduğu zaman Türkiye Selçuklu Devleti’nin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arazisine hâkim idiler. Osman Bey Kayıların başına geçince, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik tekfuru ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyaları Bilecik tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler vermek geleneği vardı. Emânetin teslîmi ve alınması, silâhsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşiretin yaylağa çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl tekfuru yollarını keserek onlara zarar veriyor, bu yüzden de sık sık çarpışmalar oluyordu. Osman Bey’in nüfuzunun hızla arttığını gören İnegöl tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi. İnegöl tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik tekfuru tarafından Osman Gâzi’ye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Ermenibeli’nde (Pazarköy) kuvvet topladığı tesbit edilince, Osman Gâzi, Kayı aşireti ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahmân Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp, Turgut Alp ile istişare etti. Bu istişarenin sonunda İnegöl’ün fethine karar verildi. 1284’de Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzi’nin yeğeni Bay Hoca şehîd düştü. Osmanlı târihinin ilk muhârebesi olarak kabul edilen Pazarköy çarpışmasında Osman Bey pek muvaffak olamadı. Bir süre sonra Kolca kalesi feth edildi. Bunu hazmedemiyen İnegöl tekfuru ile Karacahisar tekfuru birleşti. 1288 yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar mağlûb oldu. Bu muhârebede Osman Gâzi’nin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batu) şehîd oldu.

Osman Gazi’nin Vasiyetnamesi 
Âkıbet-i kâr budur herkese, bâd-ı fena pir ve civana ese Azmi-bekâ eylersem ben bu dem, devlet-i ikbal ile ol muhterem! Çünkü, senin gibi halef koymuşum, rihlet edersem bu cihândan ne gam, Lîk vasiyyet ederim gûş kıl! Gayri gam-ı denî ferâmûş kıl. Dilerim ey sâhib-i ikbâl-câh! İtmeyesin cânib-i zulme nigâh! Adl ile bu âlemi âbâd kıl! Resm-i cihâd ile beni şâd kıl! Râh-ı cihâd içre edip fütûhat, memleket-i Rûm’da kıl adl-ü dâd! Eyle riâyet ulemâya temâm. Tâ ki bula, emr-i şerî’at nizâm! Her nerede işidesin ehl-i ilm, göster ona rağbet-ü ikbâl ü hilm! Asker ve mal ile gurur eyleme! Şer’i şerif ehlini dûr eyleme! Şer’dir mâyeşi şâhi ve bes! Şera muhalif işe etme heves! Matlabımız dîn-i Hudâdır bizim! Mesleğimiz râh-ı Hudâdır bizim. Yoksa kuru mihnet ve gavga değil, şâh-ı cihân olmaya dâva değil! Nusret-i din oldu çû maksad bana, maksadıma kasd yaraşır sana. Âleme in’âmını âm ide gör. Memleket emrini temâm ide gör! Hıfz-ı re’âyâ çalış rûzü şeb! Tâ ki karîn ola sana lutf-i Rab!

Vasiyetnamenin özü şöyledir:

“Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini şerî’at ulemâsından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itaat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adaletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya ri’âyet eyle ki, şerî’at işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, şerî’at ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik dâvası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!”

Osman Gâzi’nin Ekizce muvaffakiyeti, Türkiye Selçuklu sultânı ikinci Gıyâseddîn Mes’ûd Şâh tarafından mükâfatlandırıldı. Bir fermanla, beylik alâmetleri olarak; tabl, alem, tuğ göndererek, İnönü ve Eskişehir’i de Osman Gâzi’ye verdi. Mîrî vergiden muaf tutuldu. Selçuklu Sultânı’nın hediyeleri alınıp fermanı okunduktan sonra, Osman Gâzi akınlarına daha da hız verdi. İznik’e akın tertiplendi ise de, kale alınamadı. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular. Bunlara karşı sefer düzenleyen Osman Gâzi, Karacahisar’ı aldıktan sonra, Kuzey Sakarya vadisine yöneldi. Mudurnu taraflarında aşiret reisi olan Samsa Çavuş’un yardımı ile Taraklı ve Göynük civarını ele geçirdi.

Teşkilâtlanmaya ağırlık veren Osman Gâzi’nin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı. Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâzi’yi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, hîle ile öldürmek istediler. Bilecik tekfuru da Osman Gâziye karşı ittifak içine girdi. Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik tekfurunun düğününe Osman Gâzi’yi davet edip, öldürmeyi plânladılar. Bu sû-i kasd tertîbi, Osman Gâzi’ye dostu Harmankaya beyi Köse Mihal tarafından haber verildi. Osman Gâzi, bu durum karşısında bâzı tedbirler aldı. Düğün hediyesi olarak Bilecik tekfuruna bir sürü kuzu gönderdi. Düğün sonrası yaylağa çıkacağını bildirerek eskiden olduğu gibi değerli eşyalarının kadınlar vasıtasıyla kaleye alınmasını ve düğünün açık bir yerde yapılmasını istedi. Bilecik tekfuru, Osman Gâzi’nin bu tekliflerini kabul ederek, düğün yeri olarak Çakırpınar kabul edildi. Osman Gâzi, aşîretin eşyası yerine, atlara silâh yükletip, kırk kadar Gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi. Kadın kılığında kaleye giren yiğitler, sâdece nöbetçilerin kaldığı kaleyi kolayca ele geçirdiler. Bu durumu öğrenen tekfurlar ile meydana gelen çarpışmada, Osman Gâzi düğüne katılanların çoğunu öldürdü ve bir kısmını esir aldı. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı. Ertesi gün Yarhisar kalesini kuşatıp, ele geçirdi. Osman Gâzi’nin kumandanlarından Turgut Alp ve Gâziler de İnegöl’ü feth ettiler.

Osman Gâzi, Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler. İlhanlı hükümdarı Gâzân Han, Türkiye Selçuklu sultânı Alâeddîn Şâh’ı İran’a götürdü. Bütün Türkiye Selçuklu Devleti’nin toprakları, İlhanlıların eline geçti. Moğol zulmünden hicret eden bir çok Türkiye Selçuklu emîri ve maiyyeti, Osman Gâzi’nin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Osman Gâzi 1281 yılından beri arazisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçleniyordu.

Türkiye Selçuklu Sultanlığı’nın fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanarak, Türk beyleri istiklâllerini îlân ediyordu. Nitekim Osman Gâzi de 1299’da istiklâlini îlân ederek devlet teşkilâtının müesseselerini kurmaya başladı. Her kaleye subaşı, dizdar ve kâdı tâyin etti. Köyler tımar olarak sipahilere dağıtıldı. Osman Gâzi adına Karacahisar’dâ Cuma hutbesi, Eskişehir’de de bayram hutbesi okundu. Hocası ve kayınpederi Edebâlî’nin talebelerinden Dursun Fakih’i, Karacahisar’a kâdı ve hatîb tâyin etti. Fetva ve hüküm işlerini ona bıraktı. 1301’de Yurdhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzi, Yenişehir’i merkez yaptı. Yeni merkezde; idarî, iktisâdı ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, hanlar, çarşı ve hamamlar yaptırdı. Bilecik’i de kayınpederi Edebâlî’ye verdi. Hanımını ve annesini de Bilecik’te bıraktı. Oğlu Alâeddîn Paşa’yı yanına alarak, Orhan Bey’e Sultanönü (Karahisar), Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, Hasan Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idaresini verdi.

Böylece dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen kayı aşîreti, 1299’da Osman Gâzi’nin adına izafeten, Osmanlı hânedânı ve devletini kurdu. Osman Gâzi, İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü, teşkîlât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştirdi. Teşkilât ve müessesesini kurarken İslâm dîninin farzlarından olan cihâd emrini hiç ihmâl etmedi. Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı Devleti’nin meydana getirdiği tehlikeyi, huduttaki tekfurlarla hâlledemiyeceğini anlayan Bizans kayseri ikinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleri ile Osman Gâzi, İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar kalesi mevkiinde karşılaştı. 1301 Temmuz’unda yapılan muhârebeyi Osman Gâzi kazandı. Bu zaferden bir sene sonra Koyunhisar kafesi fethedildi. 1303’de Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık kalesi feth edilip, İznik şehrinin kuzeyindeki Katırlı dağı eteğine kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasında yüz asker bırakılarak, İznik ablukaya alındı. 1306’da Bursa tekfurunun idaresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer düzenlendi. Osman Gâzi, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlub etti. Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti. Aynı sene Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî andlaşma imzaladılar. Andlaşmaya göre; mültecî Kite tekfuru Osmanlılara iade edilecek, Osman Gâzi’nin neslinden hiç kimse de Ulubat köprüsünü geçmeyecekti. Andlaşmayı Osmanlılar hiç bozmadı. Âl-i Osman neslinden hiç kimse o köprüden geçmedi. Hep kayıkla geçtiler. Osman Gâzi’nin, topraklarını devamlı genişletmesi, Bizanslıları telâşa düşürdü. Kayser, İlhanlılar ile akrabalık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istedi ve kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gâzân Han’a nişanladı. Onun ölümüyle de, Olcayto Han’a nişanlayıp, Osmanlı hakimiyetindeki arazilerin geri alınmasını ümid etti. Osman Gâzi, Bizans kayserinin ittifak arayışı sırasında da gazâlarını sürdürdü. 1307’de İznik’i kuşatıp, Yalova’ya akın düzenleyerek denize ulaştt. 1308’de Marmara denizindeki İmralı adası fethedilip, deniz üssüne sâhib olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı. İznik civarındaki Koçhisar fethedildi.

Osman Gâzi’nin Bizans hududunda te’sis ettiği âdil idare, tekfurların zulmünden, sergilerin ağırlığından bıkan hıristiyan ahâliden başka, Rum kumandanların da takdîrini kazandı. Rumlar, Osman Gâzi’nin idaresine geçmeye başladılar. Nitekim 1313’de Harmankaya tekfuru Köse Mihâl, Osman Gâzi’nin maiyyetine girip, müslüman oldu. Köse Mihâl, Gâzi adını alarak, muhârebelere katıldı ve pek çok hizmeti geçti,

Marmara sahilinden Karadeniz istikâmetine akınlara devam eden Osmanlılar, 1313’de Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke (Osmaneli), Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini feth ettiler. Bursa, Osmanlı arazisi ortasında kalınca, şehir ablukaya alınıp Kaplıca ve Uludağ istikâmetinde iki kale yapıldı. Kaplıca istikametindekinin kumandanlığına Osman Gâzi’nin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine de Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi.

Bizans’a karşı devam eden seferler sırasında, Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı aşîreti’nin Osmanlı’ya düşmanca hareketleri, Osman Gâzi’nin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan muhârebede, Çavdaroğlu esir edilip, aşiretin saldırganları cezalandırıldı. 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikametindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldı. Akça Koca, Sakarya nehrinin batısında İznik kalesine kadar olan mevkiyi fethetti. Buralara adına izafeten Kocaeli denildi.

Osman Gâzi’nin gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken idâri ve siyâsî faaliyetleri, onu altmış yaşından îtîbâren iyice yormaya başladı. Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti. Gazâ akınlarında yetişip, yiğitliği, cesareti, bilgisi ve İslâm dînine sadâkati ile düşmanlarını korkutan, müslümanların takdirini kazanan oğlunun idare tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde, siyâsî hâdiselerde Orhan Gâzi’yi vazifelendirdi. Osman Gâzi, oğlu Orhan’ı 1321’de Mudanya, Kara Timurtaş Bey’i de Gemlik seferine gönderdi. Mudanya’nın fethi ile Bursa’nın ablukası daha da kuvvetlendirildi. On sekiz ay devam ile Osmanlı akınında Bizans topraklarından pek çok ganimet alındı. Bizans iktisadî buhrana uğratıldı. Akınlara devam edilerek 1323’de Akyazı, Ayanköy, 1324’de Karamürsel, 1325’de Orhaneli denilen Atranos fethedildi. Ayrıca Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisar’ı ele geçirildi. Fethedilen bölgelerin tamâmı imâr olunarak, sahipsiz evler Gâzilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlara İslâm dîninin gayr-i müslimler ile alâkalı hukuku tatbik edilerek, vergilendirildi.

Uzun kuşatma ve abluka neticesinde Bursa, 1326’da teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Osman Gâzi’nin hastalığı, Bursa’nın fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî’nin ve arkasından hanımının vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Bey’e yaptığı vasiyetnamesi, Osman Gâzi’nin İslâmiyet’e olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu ne kadar çok düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça göstermektedir. Osmanlı sultanları, bu vasiyetnameye candan sarılıp, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası yaptılar. Osman Gâzİ, 1326 senesi Ağustos ayında Söğüt’de vefât etti. Vasiyeti üzerine Bursa’daki Gümüşlü Küntbet’e defnedildi. Osman Gâzi’nin Bursa fethinden kısa bir müddet önce vefât ettiği de rivayet edilmiştir. Osman Gâzi’nin, Orhan Bey’den başka; Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adlarında oğulları ve Fâtımâ Hâtûn adında bir kızı vardı, ölümünden sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti.

Osman Gâzi, sâlih bir müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlûb edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dört yüz çadırla, dünyânın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi, kurduğu hânedânla üç kıt’a yedi iklim, her çeşit ırk, din, dil, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı bünyesinde, Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve İslâm âlimlerince öğütlenen manevî hizmetlerin mirasçısı ve idarecilik vasfının on dördüncü asırdan yirminci asra kadar nesilden nesile intikâlcisidir. Osmanlı Devleti, dînî mes’elelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince kaza merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar vasıtasıyla gördü. Osman Gâzi zamanında askerî teşkîlât aşiret kuvvetlerine dayanıyordu.

Kaynaklar;
1) Tâc-üt-tevârih;
2) Âşıkpaşazâde Târihi
3) Neşrî Târihi
4) Ed-devlet-ül-Osmâniyye (Seyyid Ahmed bin Zeynî Dahlân, İstanbul-1986); cild-2, sh. 110
5) Münşeât-ı selâtin (Feridun Bey); cild-1, sh. 64
6) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3127
7) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ. H. Danişmend); cild-1, sh. 2
8) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 40
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1056
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 375
11) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-2, sh. 251
12) Osmanlı Devleti Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 103
13) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-2, sh. 28
14) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 262

Şeyh Ali Semerkandi (k.s.)

Çamlıdere Ankara’dan 105 km uzaklıkta ve Ankara’ya göre İstanbul istikametindedir. İstanbul İstikametine doğru Kızılcahamam’ı, anayolu takip ederek 10 km geçince, Çamlıdere yol güzergahında bulunan Yanıkköy’e 18 km uzaklıkta yer almaktadır.

Şeyh Ali Semerkandi hz. ‘i Hicri 720 Miladi 1300 senesinde İsfahan’da doğdu. Hz. Ömer(r.a.)’in dördüncü batından zuhur eden nesline mensup torunudur. Peygamber Efendimizle de akrabalığı vardır. Babası Muhterem Yahya Efendidir.

Küçük yaşlarda ömrünün tamamını Allah Teala hz’nin yolunda geçirmek için varlığını bu mübarek yola adadı. Kendini tam yetiştirdi, pişti, kemale erdi ve veliler listesine girdi; manevi yönden indi ilahi’de yüksek mertebelere ulaştı, takdir topladı ve görevler aldı. Mana ikliminin sultanlarından oldu.40 yıl İsfehan da çilehanedinde inzivada kalmış, Mekke’ye(14 sene imam hatiplik), Medine’ye(7 yıl ravza da türbdarlık ) teşrif etti, Peygamber Efendimiz’in manen iltifatına mazhar oldu, onun manevi evladı olma şerefine erdi. Çin Hindi’ne gitti, sonra ülkesine döndü, babası, annesi ve kardeşleri ile görüştü. “Bahru’l-Ulum”* adındaki tefsir kitabını yazdı. Her çeşit ilme vakıftı, her yerde ve İslam dünyasında tanınıp ün yaptı. İrşad için üzerine vazife yüklendi. Rum diyarı bulunan Anadolu’ya hicret etti. Konya ve Karaman’a geldi. Benzeri kentlere uğradı. Karaman beyi dahil devlet erkanına nasihat edip ders verdi. Pek çok ülkelere , kentlere sefer etti. Hatta karyelerde bulundu. Alanya’ya ve Alanya’ya yakın yerlere gitti. Oralardan Örenşar’a geldi. Dünya ile ilgili makam ve ve meta’da gözünün olmadığı her fırsatta hissettirdi. Örenşar’dan Kızılcahamam’a bağlı Çatak karyesine geldi. Anadolu’da mütevazi ve sade yaşayışı ile ( halkın derdi ile hemdert) keramet ehlinden mübarek bir zat olarak bilindi. Gelip geçmiş bazı zevat gibi İslam’a ve insanlara yaptığı hizmetlerinin aşkı içinde dönüp dolaşırken müsait bir zaman ve zeminle karşılaşıp evlenemedi.

Çamlıdere’ye geldi ve ömrünün son bölümünü geçirmek üzere buraya yerleşti. Çamlıdere’nin insanlarına iltifat etti, bunlarla beraber gönül gönüle yaşamak istedi. Çamlıdere’nin pak neslini manevi evladı olarak ilan etti. Başta “”Şifalı Mübarek Çekirge Suyunu” başka bir deyişle “Sığırcık suyunu”, “ İbret dersi veren Saçayağını” “Keramet emmarelerini” Ve benzeri hatıralarını bırakıp Hicri 862, Miladi 1442 senesinde 142 yaşında iken Çamlıdere’de irtihal etti.

Bazı yerlerde bu zatın namını ve öyküsünü taşıyan türbelerde yatan zevat, bu zatın namı ile yaşamış olan halifeleri veya gelip geçmiş emsali (isim benzeri) bir başka mübarek zattır. Yahut sefer ettiği zamanlarda ikamet eylediği makamatı türbeler temsili ile yad edilmektedir.
Şeyh Ali Semerkandi hz’i Çamlıdere kazasının kabristanındaki türbesinde; mütevellileri , halifeleri , müridanı ve gönüldaşları ile beraber metfundur. Türbesinde kendisi ile beraber 11 kişi yatmaktadır. 3’ü solda , 7’si türbesinin sağ tarafında yatmaktadır. Bunlar üçler , yediler olarak vasıflandırılır.

Kabri’nin Çamlıdere de olduğunun delilleri
Bir zamanlar Karaman(larende) halkının ilgilileri bu konuyu takip edenler Konya’da mahkeme olmuş ve mahkeme heyeti Şeyh Ali Semerkandi hz’nin Çamlıdere de yattığına dair karar vermiştir. Osmanlı devlet hazinesinden ; çamlıdere’ye 45 bin kuruş yardım gönderirlirmiş tekke için Bunun 30 bin’i çamlıdere ye harcanır 15 bin’i mersin’e gönderilir miş. Mersin – Gülnar’da yatan Şeyh Ali Semerkandi hz’i . çamlıdere de yatan Ali Semerkandi hz’nin halifesidir.

Yol tarifi : Çamlıdere Ankara’dan 105 km uzaklıkta ve Ankara’ya göre İstanbul istikametindedir. İstanbul İstikametine doğru Kızılcahamam’ı, anayolu takip ederek 10 km geçince, Çamlıdere yol güzergahında bulunan Yanıkköy’e 18 km uzaklıkta yer almaktadır.

*Şeyh Ali Semerkandi hz’nin Bahrü’l- ulum adında gayri matbu bir tefsiri vardır. Hatta zatına has menakıbı varmış. Belirli zevat tarafından görünüp okunmuş. Ancak 1926 yılında büyük bir yangın çıkıp Birkaç ev hariç Çamlıdere’yi yer ile bir etti. Bu yangın Şeyh Ali Semerkandi hz’nin tefsiri ve diğer bir çok kayıtlarında ateşler içinde kül olup gitmiştir.

Kaynak ; Çamlıdere’de medfun Kibar-ı Evliya’dan Şeyh Ali Semerkandi hayatı ve menkıbeleri , Hüseyin Aşık , İlim yayınları.

Hz. Nebi Harut (a.s.)

Nebi Harut’un kabri Eğil’in 4 km dışında bulunan Haciyan Mahallesinde Nebi Zülkifl(a.s.)’ın eski kabrinin yanında bulunmakta olup baraj yapımından sonra Dicle Barajı Havzasında kalmıştır.

1316/1898, 1321/1903 ve 1323/1905 tarihli Diyarbakır Salnamelerinde Nebi Harut(a.s.)’ın Peygamber olduğu ve kabrinin de Diyarbakır’da bulunduğu bilgisi yer almaktadır. Bunun dışında Nebi Harut’un hayatı ve Peygamberliği hakkında herhangi bir bilgi yoktur.
Nebi Harut’un kabri Eğil’in 4 km dışında bulunan Haciyan Mahallesinde Nebi Zülkifl(a.s.)’ın eski kabrinin yanında bulunmakta olup baraj yapımından sonra Dicle Barajı Havzasında kalmıştır.

Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır’da Peygamber makam ve kabirleri, Ali Melek

Sort

Sultan Suç’a

Diyarbakır – Mardin kapısında , Kervansaray oteli ile Hz. Ömer camiinin karşısından

Salnameler göre Sahabe-i kiramdan Sultan Şücaeddin Hazretleri, Diyarbakır’da Mardin kapıda yer alan Hz.Ömer Cami-i Şerifi civarında yer alan türbede medfundur. Türbe-i Şerifi mamurdur ve buraya iki değirmen vakfedilmiştir. Söz konusu türbenin 1869 yılında yıllık geliri 2400 kuruştur. Türbenin mimarı belli değildir. Türbe kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır. Kare planlı olup, üzeri piramidal bir çatı ile örtülmüştür. Türbe içeriden kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş mukarnaslı tromplarla sağlanmıştır. Türbenin dış yüzünde değişik zamanlarda yapılan onarım izleri görülmektedir. Yapı siyah-beyaz yontma taş örgülü, kara planlı, konik biçimli üst örgüye sahiptir.”

Metin Sözen:” Kesme ve moloz taşlardan yapılmış olan Sultan Şüca Türbesi, yüksek bir kare gövde üzerine pramidal çatıyla örtülüdür. Bugün pramidal çatı, oluklu kiremitlerle kaplıdır. Bu görünüşü, ilk şekli konusunda pek bir fikir vermemektedir. Ayrıca dış yüzeylerdeki onarım izleri de yapının bazı ufak değişiklikler geçirdiğini göstermektedir. Orijinal yapının kesme taşlardan özenle yapılmış olduğu, türbenin içine girilince daha belli olmaktadır.” Diyerek, gözlemlerini aktarır: “Dışarıya pencere açıklığı bulunmayan türbenin içi, tamamen kesme taşlardan yapılmıştır. Bu durum kubbede de kendini göstermektedir. Bu şekil bazı Diyarbakır türbelerinde sık tekrarlanan bir durumdur. Kubbeye (geçiş tromplarla sağlanmış bu trompların bazıları mukarnaslarla bezenmiştir. Düz duvar yüzeylerine, iki yerde niş yerleştirilmiştir. Bunlardan kuzey – batı köşesindeki, yere kadar inmektedir. Türbenin iç görünüşü, yapının özenle ele alındığını göstermektedir. Bu durum, belki dışarıda da tekrarlanmıştı. Fakat geçirdiği onarımlar, bu izleri silmiş bulunmaktadır. Ayrıca türbenin içinde bu gün sanduka izine rastlanmayışı ilginçtir..”

Sultan Sucaaddin Vakfının günlük gelirinin 23 akçe olduğu,1518 Tarihli Evkaf Tahrir Defteri’nde yer almaktadır. Medrese’nin muhtemelen yol genişletme çalışmaları esnasında yıktırılması söz konusudur. Çeşmenin de yerinden alınarak, bu günkü yere nakledildiği bilinmektedir.

Kare planlı kümbetin iç kenarı 4,07 dış kenarı 5,85 m dir. İçini kubbe dışını basık bir kare piramit örter. Üst örtü alaturka kiremit kaplıdır. Silmeleri, değiştirilmiştir. Bugün türbeye doğu yüzünden girilir. Aynı yönde bulunan 0,65×0,79 m lik üst penceresindeki ahşap parmaklık bir eklentidir. Kümbetin içi daha zengin görünüştedir. Döşeme hizasından kubbe kilit taşına kadar, bir sıra beyaz taş kullanılmıştır. İçteki toprak döşemesinden 2,75 m yukarıda, dört köşeye ve dört ana duvara oturan, iki merkezli sekiz adet kemerin özengileri başlar. Bu kemerlerin oluşturduğu sekizgen iç kasnak ile kare plandan kubbeye geçilir. Kubbe eteği sırası, beyaz taştan olup kasnağın sekiz köşesinde pahlanarak daireye dönüşmüştür. Sekizgen kasnağı oluşturan ana duvardaki dört kemer 0,10 m lik çıkıntı yapar. Kemer taşlarında da iki renkli dizi uygulanmıştır. Gaüneydoğu ve Kuzeybatı köşelere konan kemerlerin içini, renk dizisine uyarak 1⁄4 kubbe dilimi doldurur. Güneybatı ve kuzeydoğu köşesindeki kemerlerin içinde ise beyaz taşa işlenmiş beş sıra mukarnaslı dolgular kullanılmıştır. Karşılıklı köşelere gelen bu mukarnaslar, birbirinin eşidir. Her kemer dizisinin bingileri ayrıdır.

Kaynak : Diyarbakır Türbeleri – Prof Dr Yusuf Kenan Haspolat

Sort

Hz. Saad Bin Ebu Vakkas (r.a.) – Makam

Diyarbakır – Sur içinde. Elzağı caddesinden gazi caddesine girerken hemen solda kale kapısının önünde.

 

 

Sur İlçesi’nde, Ulu Beden Burcu’nun arkasında, çevresi demir parmaklıkla çevrilmiş iki kabir bulunmaktadır. Mezar taşlarından birinde sonradan yazıldığı anlaşılan Türkçe “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” yazısı bulunmaktadır. Diğer kabirde ise Arakçîn Baba diye de bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencanî medfûndur

“Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” şeklinde belirlenen kabirde Diyarbakır’ın fethine katılan bir sahâbenin medfûn olduğuna inanılmaktadır. Bu “sahâbe”nin ise ünlü sahâbe Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) olmadığı bilinmektedir. Çünkü Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın Diyarbakır’ın fethine katıldığına dair bilgi bulunmadığı gibi künyesi de Ebu’l-Muhsin değil, Ebû İshak’tır.

Ayrıca Hz. Sa’d (r.a.)’ın kabrinin Medine’de Bakî Mezarlığı’nda bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Diyarbakır’da “Sahat veya Sa’d” isimli bir sahabinin medfûn olduğuna dair de bilgi bulunmamaktadır.

Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu mezarın, “Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir sahabîye ait olduğu düşünülebilir. Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e ithaf ettiği Hülasa- i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde, çarşı içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade etmektedir.

Kaynak ; Diyarbakır Türbeleri , Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat

Sort

Şeyh Sadık Ali – Sarı Saltuk

Diyarbakır – Sur içinde. Urfa kapının tam karşısında. Sarı saltuk mesicidnin içinde. Melik Ahmet paşa caddesinin hemen başında.

Urfa Kapı’da bulunan Gülşeniler Tekkesinde metfundur. Türbede Sarı Saltukla birlikte Gülşen-i Alizade ve Hacı Salih Hafız Efendi de yatmaktadır. Rivayetlere göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. Gazalara da katılmıştır. İnanışa göre Diyarbakır da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve türbenin olduğu yere gömülmüştür.

Sarı Saltukla ilgili çeşitli menakıblar ve rivayetler mevcuddur. Şüphesiz bu konudaki en önemli kaynak Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk- name adlı eserdir. Ebulhayr-ı Rumi adındaki bir yazar Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi adım adım dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır. Saltuk-name’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır, babasının adı Seyyid Hasan dır.

16 . yy da inşa edilen türbe hem içten hem de dıştan sekizgen planlıdır. Türbenin dışı siyah ve beyaz renkte taş kullanılarak örülmüş ve kabartma yazılar kullanılarak hareketlendirilmiştir. İç mekanı da dış mekanı gibi taş süslemelerle vurgulanmıştır. Yazı sanatının en güzel örnekleri mak’ili ve sülüs hatlı yazıların yoğun olarak kullanıldığı görülmeye değer bir türbedir. Mak’ili yazılı panoların birinde ”saadet-bat” , diğerine ‘rabbil-ibad” yazıları bulunmaktadır.

Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır camii hazirelerindeki Ulular ve Paşalar , Yrd.doç.Dr. Ahmet Akgüç

Sort

Hz. Süleyman İbn Halid (r.a.)

Diyarbakır – sur içinde . Kale içinde Hazreti Süleyman camiindedir.

Diyarbakır’ın en önemli manevi mekanlarında biri olan Hz. Süleyman camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1115-1160 yıllarında yapılmıştır. Nasıriye camii , Hz. Süleyman Camii ve Kale camii olmak üzere üç isimle anılır. Caminin bitişiğinde Diyarbakır’ın fethinde şehit olmuş Süleyman ibni halid dahil , 27 sahabe bu bölgede , 13 sahabe ise surların farklı yerlerinde şehit olmuş burada meşhedleri bulunmaktadır. Diyarbakır’ın fethi Hz. Ömer zamanında Caminin bulunduğu bölgeden başlamıştır.

Türbeye açılan güneydeki pencerenin üzerinde 1631-1633 yıllarında yazılan kitabede Halid bin Velid’in oğlu ile 24 Sahabe’nin kubbenin altında metfun olduğu belirtilmektedir. Kitabenin metni şöyledir;

” Halid oğlu fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmidört sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında metfundur sahabe cümlesi
Bu müşerref yerde mesken kıldırlar vekt-i medid
Murtaza Paşa Silahdara Huda ihsan edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib ü ziynette der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola said ”

Kuzey- Güney doğrultusunda dikdörtgen plan şemasında inşa edilen cami oldukça sadedir. Bazalt taş tamamen yapıya hakimdir. Cami, sahabeler türbesi, Namazgah, kare minaresi ve çeşme dizisinden oluşan bir yapı topluludur. Yapının minaresi de kare formlu minare olması bakımından dikkat çekicidir.

Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından fethinden günümüze kadar önemini kaybetmeyen ve halkın maneviyat aleminde değerini fazlasıyla koruyan bu sahabe türbeleri, Diyarbakır’ın manevi sembolü olup, yılda 100,000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Kaynak; Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır’da Sahabe Nesli , Prof. Dr. Muhammed Çelik

Sort

Hz. Süleyman İbn Halid(r.a.) ve 27 Sahabe

Diyarbakır – sur içinde . Kale içinde Hazreti Süleyman camiindedir.

Diyarbakır’ın en önemli manevi mekanlarında biri olan Hz. Süleyman camii, Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1115-1160 yıllarında yapılmıştır. Nasıriye camii , Hz. Süleyman Camii ve Kale camii olmak üzere üç isimle anılır. Caminin bitişiğinde Diyarbakır’ın fethinde şehit olmuş Süleyman ibni halid dahil , 27 sahabe bu bölgede , 13 sahabe ise surların farklı yerlerinde şehit olmuş burada meşhedleri bulunmaktadır. Diyarbakır’ın fethi Hz. Ömer zamanında Caminin bulunduğu bölgeden başlamıştır.

Türbeye açılan güneydeki pencerenin üzerinde 1631-1633 yıllarında yazılan kitabede Halid bin Velid’in oğlu ile 24 Sahabe’nin kubbenin altında metfun olduğu belirtilmektedir. Kitabenin metni şöyledir;
” Halid oğlu fatih-i Amid Süleyman Hazreti
Kim yiğirmidört sahabeyle olup bunda şehit
Kubbenin altında metfundur sahabe cümlesi
Bu müşerref yerde mesken kıldırlar vekt-i medid
Murtaza Paşa Silahdara Huda ihsan edüp
Bir müzehhep perde astı üstüne anın cedid
Kıldı ihya zib ü ziynette der ü divarını
Kim okursa fatiha ruz-i ceza ola said ”

Kuzey- Güney doğrultusunda dikdörtgen plan şemasında inşa edilen cami oldukça sadedir. Bazalt taş tamamen yapıya hakimdir. Cami, sahabeler türbesi, Namazgah, kare minaresi ve çeşme dizisinden oluşan bir yapı topluludur. Yapının minaresi de kare formlu minare olması bakımından dikkat çekicidir.

Diyarbakır’ın müslümanlar tarafından fethinden günümüze kadar önemini kaybetmeyen ve halkın maneviyat aleminde değerini fazlasıyla koruyan bu sahabe türbeleri, Diyarbakır’ın manevi sembolü olup, yılda 100,000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Diyarbakır ve Sahabe
Diyarbakır’da Fetih sırasında şehit olan 40 sahabe ve eceliyle ölenlerle birlikte 500 sahabenin kabrini olduğu rivayet edilir. Diyarbakır’da tarihte 4 mezarlık vardı. Bu mezarlardan Urfa kapı ve Dağ kapı mezarlarının yakın zamanda kalktığını görüyoruz. Geriye Yenikapı ve Mardinkapı mezarlıkları kalmaktadır. Yaşlılardan öğrendiğimize göre iptal edilen mezarlardaki kemikler Mardin kapı mezarlığına nakledilmiştir. Bu durumda Şam’daki sahabe mezarlığı gibi Mardin kapı’nın da sahabe mezarlığı olma ihtimali yüksektir. Diyarbakır’da 500 sahabenin yaşadığına dair tarihi bir vesika da Diyarbakır müftülüğündedir. Mevlana Halid-i Bağdadi Diyarbakır’a geldiğinde sahabe türbesini ziyaret için camiiye girmiştir. Sahabeler bodrum katta yatmaktadır. Ancak camiye girer girmez Mevlana Halid hemen camiden çıkmıştır. Niçin dışarıya çıkıp dışarıda namaz kıldığını soranlara ” orada o kadar çok şehid bir arada idi ki, onları incitmektense dışarıda kılmayı tercih ettim”. Demiştir. Mevlana Halid-i Bağdadi kendi yazmış olduğu Farsça eserinde ayakların basamayacağı kadar yani yüzlerce şehid sahabeden bahseder. Kendi ifadesiyle ; ” Bu topraklarda o kadar çok sahabe var ki ben bu topraklara basmaya haya ediyorum” der.

Diyarbakır’ın Sahabeler Tarafından Fethi
Anadolu’nun İslamlaşmasında Diyarbakır bölgesinin Müslümanlar tarafından fethinin önemi büyüktür. Amid çok erken dönemlerde, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in vefatından yaklaşık 7 yıl sonra(h.639) İslamla tanışmıştır. Diyarbakır’ın fethine katılan bir çok sahabe burada şehit olmuş ayrıca fetihten sonra da ailelerini getiren bir çok sahabe buraya gelmiştir. Fetih esnasında 40 şehidin yanı sıra fetihten sonrada eceliyle vefat eden rivayete göre 500 sahabenin kabri vardır. Hz. Ömer(r.a.) Halifeliği sırasında Bizans İmparatoru Heraklius(610-641) bulunuyordu. İslam orduları Yermük Savaşıyla Heraklius’u yenerek Suriye’yi fethetti. Hz. Ömer Kuzey Mezopotamya bölgesinin fetih işini İyas Bin Ganm’a verdi . İyas 8000 kişilik bir orduyla harekete geçti, orduda 1000 kadar da Sahabe vardı. Kuşatma 5 ay kadar sürdü. İslam Ordusu şimdiki Üniversite Camii’nin bulunduğu alana karargah kurdular. İyaz bin Ganm Mardin kapı’yı, Said bin Zeyd Urfa kapı’yı , Muaz Bin Cebel Dağ kapı’yı ve Halid bin Velid de Yeni Kapıyı kuşattı. Fakat kalın sur duvarlarının sağlamlığı fethi geciktirdi. Halid bin Velid her gün surda bir gedik bulabilirmiyiz diye keşifler yapıyordu. Human adında bir kölesi vardı. Bu köle her gün arpa unundan yapılma birkaç ekmeği iftar için Halid Bin Velid’in çadırına bırakıyordu. 2-3 gün ekmek bulmayan Halid bin Velid Human’ı çadırına çağırarak ” azık mı tükendi nedir 2-3 gündür ekmek yok diye” sorar. Human da her gün ekmeği bıraktığını söyler ve çadırı gözetlemeye başlar. Akşam ekmeği koyduktan sonra çadırı gözetler ve bir köpeğin gelerek ekmeği aldığını görür. Köpeği takip eder ve köpeğin kale duvarı dibindeki bir sel çukuru yolundan içeri girdiğini tespit eder. Bunu hemen koşup efendisine bildirir. Halid bin Velid’de gidip bakmış ve çok sevinmiştir. Buradan şehre girebileceklerini söyler. Bunun üzerine Halid Bin Velid ; mahiyetindekilere benimle beraber içeri girecek 100 kişi isterim dedi. Çıkan 100 kişiyle beraber doğruca Iyaz bin Ganm’in yanına gidip keyfiyet bildirdiler. O’da ordusuna kale içinden tekbir sedaları işitir işitmez harekete geçmelerini teklif etti. Halid b. Velid gece yarısı yüz kişiyi alıp su yoluna gitti. İlkin Halid b. Velid , ikinci Amr b. Avsah, üçüncü Huzeyfe b. Sabit , dördüncü Amr b. beşir ve diğerleri içeri girdiler. Doğruca şehrin orta yerine vardılar ve orada yüksek sesle tekbir getirmeye başladılar. Uykuda olanlar uyandı. Uyanık olanlar titremeye başladılar. Halid b. Velid icap eden yerleri tutturdu ve on cengaver göndererek surun kapısını açtırdı. Bizans Hükümdarı Melike Meryem , İslam askerlerinin şehre girdiğini öğrenince kıymetli eşyalarını ve mahiyetini alıp kendi sarayında bulunan gizli yolla Ermen kapısından taşraya çıkıp Bilad-ı Rum’a gitti. Böylece Amed 639 yılında feth edildi. Halkın silahları toplatıldı. Kendilerine iyi muamele edildi. Halk İslam dinini kabul etmesi için zorlanmadı. Buna rağmen Halk kendi isteğiyle müslüman oldu. İlk iş olarak Şehrin ortasındaki Mar- Tamu( Sain – Toma) Kilisesinin bir kısmı, sonradan tamamı camiye cevrildi (bugünkü Ulu camii).

Kaynak ;

Eğil ve Turizm Peygamberler Kanti Eğil ; Prof. Dr. Yusuf Kemal Haspolat Kaynak ; Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız

Diyarbakır Kutsal Yerler Atlası ; T.C. Diyarbakır Valiliği , editör Doç.Dr. İrfan Yıldız
Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır’da Sahabe Nesli , Prof. Dr. Muhammed Çelik Kaynak;

Nebiler,I. Uluslar arası Sahabiler , Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu 25-27 mayıs 2009 , diyabakır valiliği ve dicle üniversitesi , Diyarbakır ilçelerinde Muhtemel sahabe Mezarları, Dr. Murat Özaydın

Sort