Ana Sayfa>Genel(Sayfa 156)

Şeyh Ahi Mahmud Efendi

Bursa – Osmangazi’de Daya Hatun camii haziresinde. Açıkbaş Mahmud Efendi’nin hemen yanında

Açıkbaş Mahmud Efendi‘nin kardeşi Kasım oğlu olan Ahi Mahmud Efendi, Van’da doğmuştur. İlk tahsilini burada tamamladıktan sonra Bursa’ya, amcası Açıkbaş Mahmud Efendi’nin yanına gelmiştir. Tasavvuf eğitimini burada, amcasından alan Ahi Mahmud, onun vefatından sonra dergaha şeyh olmuş ve irşad hizmetlerini devam ettirmiştir.

1679 tarihinde Rebiülevvel aynının 15. cuma gecesi vefat edince amcasının yanına, daye Hatun camii haziresine defnedilmiştir.
Ahi Mahmud Efendi, güzel ahlak sahibi, şakacı, neşeli bir şahıs imiş. Vefatının ardından sevenlerinden birisi şu tarihi söylemiştir ;
Kanı Seyyid Ahi Mahmud manend
Güruh-ı Nakş-bend içre ma’dud
Bir eksikli didi fevtine tarih
Uruc itdi makam-ı ünse Mahmud

Şair Talli ise şu beyiti söylemiştir. ;

İşidüp Tabli-i dil-haste fevtin didi tarihin
Cinanın ola Ahi Mahmuda menzil-ü meva

Ahi Mahmud efendi’nin Kabir taşı
Cenab-ı Hazret Seyyid ahi mahmud efendi kim
Tarik-i Nakşibendinin serfirazı idi hakka
Koyub işbu fenayı eyledi seyr-i beka billah
Rıza-yı Hak idi ihsaniyle rahmet eyleye Mevla
Anın Kalb-i şerifinde yoğ idi hased ü kibr asla
Huda şad eyleye ruh-ı revan-ı pakini her dem
Recamız budurur şam ü seher ol Hazrete hala
İşidüp Tabli dil haste fevtin didi tarihin
Cennat ola Ahi Mahmud’a menzili me’va
Ahi Mahmud Efendi’nin Ayak taşı
Diriğa bu cihanın yok bekası
Döner idama imkaniyle mevcud
Kanı Seyyid Ahi Mahmud Efendi
Güruh-ı Nakşibendi içre mahud
İdüb tac ü kaba terkin hemandem
irişdi Hacegana eyledi sud
Ola ruhuna rahmet-i bi-nahiye
İhata eyleye ğufran-ı ma’bud
Bir eksikli didi fevtine tarih
Uruc itdi makam-ı ünse Mahmud
fi sene 1090

Şeyh Ahi Mahmud Efendi’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi

1. Hz. Seyyid-i Kâinât Muhammed-i Mustafa (sas.)
2. Hz. Ebû Bekir (ra.)
3. Hz. Selmân-ı Fârisî (ra.)
4. Hz. Kasım İbni Muhammed (ks.)
5. Hz. Câfer-i Sâdık (ks.)
6. Hz. Bâyezid-i Bistâmî (ks.)
7. Hz. Ebu’l-Hasen-i Harakânî (ks.)
8. Hz. Ebu Kasım Kürrekani (k.s.)
9. Hz. Ebû Ali-i Fâremedî (ks.)
10. Hz. Yusuf-ı Hemedânî (ks.)
11. Hz. Abdülhâlık-ı Gücdüvânî (ks.)
12. Hz. Ârif-i Rivgerî (ks.)
13. Hz. Mahmud İncir-i Fağnevî (ks.)
14. Hz. Ali-i Râmitenî (ks.)
15. Hz. Muhammed Baba-ı Semmâsî (ks.)
16. Hz. Emir Külâl (ks.)
17. Hz. Şâh-ı Nakşibend Muhammed Bahâüddîn (ks.)
18. Hz. Alâeddîn-i Attar (ks.)
19. Hz. Mevlana Nizameddin Hamuş (ks.)
19. Hz. Mevlana Saadeddin Kaşgari (ks.)
20. Hz. Mevlana Alaeddin Mektepdar (ks.)
21. Hz. Mevlana Sunullah Kuzekunani (ks.)
22. Hz. Derviş Ahi Hüsrevşahi (ks.)
23. Hz. Mevlana İlyas (İlyas Badamyari) (ks.)
24. Hz. Seyyid Muhammed (ks.)
25. Hz. Şeyh Ahmed ( Koç Baba) (ks.)
26. Hz. Şeyh Açıkbaş Mahmud Efendi (ks.)
27. Hz. Şeyh Ahi Mahmud Efendi (ks.)

Nakşibendi Atik dergahı

Bulunduğu Yerde başka bir Nakşibendi zaviyesi olduğu için Atik (eski) adıyla anılmaktadır. Ancak Açıkbaş Mahmud efendi tarafından kurulmuş olan dergah’a , Açıkbaş Mahmud Efendi dergahı da denilmektedir. Dergah, Bursa da Hisar’da, darphane mahallesindedir.
Dergah’da Postnişin olanlar sırasıyla ;
1- Açıkbaş Mahmud Efendi (v. 1666)
2- Şeyh Ahi Mahmud Efendi (v. 1679)
3- Şeyh Mustafa Efendi (v. 1698)
4- Şeyh Abdülkerim Efendi (v. 1725)
5- Şeyh Abdullah Efendi (v. 1746)
6- Şeyh Mehmed Efendi (v. 1762)
7- Şeyh Mehmed Efendi (v. 1778)
8- Şeyh Abdullah Efendi (v. 1802)
9- Şeyh Abdülkerim Efendi (v. 1831)
10-Şeyh Abdülhadi Efendi (v. 1875)
11-Şeyh Eşref Efendi (v. 1878)
12-Şeyh Şerif Efendi (v. 1926)

Kaynaklar
Hasan Basri Öcalan , Bursa’da Tasavvuf Kültürü , Gaye Kitabevi , 2000
Mustafa Kara , Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler , Bursa Kültür A. Ş. yayınlar
Tarihi Bursa Mezar taşları I – Bursa Hazireleri , Hasan Basri Öcalan , Bursa Kültür a.ş. , 2011

Molla Arap

Molla Ayas

Bursa – Yıldırım’daki Molla Arap cami’nin hemen karşısındaki Molla Arap kur’an kursu bahçesinde.

Asıl adı Muhittin Mehmet olmasına rağmen, Mehmet Molla ve Arap Molla lakabıyla meşhur olmuştur. Kendisine Arap Vazi de denirdi. Arap diyarından geldiği düşünülerek kendisine bu lakap takılmıştır. Molla Arap hazretlerinin dede Hamza, Ailesi ile Türkistan’dan Antakya’ya göç etmiş ve muhtemelen Molla Arap 1460 yıllarda burada dünyaya gelmiştir.

Çocukluğunda Antakya’da , babası Ömer Efendi ile amcalarından ders alan Molla Arap, daha sonra Hasankeyf , Diyarbakır ve Tebriz’de tahsilini devam ettirdi. Tebriz dönüşünde Halep’de verdiği vaaz, ders ve fetvaları ile ünü her tarafa yayıldı. Ardında Kudüs ve Mekke’de bir müddet tahsil gördü, bu arada Hac görevini yerine getirdi. Daha sonra Kahire’ye geçerek devrin meşhur bilgini Celaleddin es- Suyuti’den ders aldı. Burada yazdığı en- Nihaye adlı eserini okuyan , vaaz ve sohbetlerine katılan Memlük Sultanı Kağıtbay’ın takdirini kazandı.Sultan’ın ölümüne kadar Mısır’da kaldı. Molla Arap, 1497 yılında Mısır’dan ve Bursa’ya yerleşti.

Etkili vaazları ile Bursalıların sevgi ve beğenisini kazandı. Ardından İstanbul’a giderek vaazlarına orada da devam etti. II. Beyazıd’ın takdirini aldı. Beyazıd, Mora seferine giderken Molla Arap’ı da beraberinde götürdü. Modon Kalesi’nin fethinde kaleye ilk giren gaziler arasında Molla Arap bulunuyordu.

İstanbul’a dönüşünde bir müddet vaazlarına devam eden Molla Arap, ailesi ile birlikte tekrar Halep’e gitti ve orada hadis ve tefsir dersleri okuttu. Vaazlarını sürdürdü. Şah İsmail aleyhtarlığı, onun Osmanlı ülkesine dönmesine sebep oldu. Yavuz Sultan selim2in Şark seferine ikna etti ve Yavuz Sultan Selim ile İran seferine katıldı. Daha sonra Rumeli’ye geçen Molla Arap Üsküp’te bir mescit, Saraybosna’da bir camii ve medrese yaptırdı, 10 yıl boyunca burada tefsir okuttu.

1526 yılında Kanuni Sultan Süleyman’la birlikte Macaristan seferine katıldı. Sefer dönüşünde Bursa’ya yerleşti 9 kubbeli olarak Molla Arap camii2nin inşasını başlattı fakat tamamlayamadan 18 ağustos 1531 de vefat etti. Caminin haziresine defnedildi. O hazireden günümüze yalnızca Molla Arap mezarı kaldı. Mahalle de ” Mollaarap Mahallesi” adını aldı. Molla Arap, seyahate meraklı biri idi. Herkese kendini sevdirir , vaktini ders ve nasihatle geçirirdi. Sevimli bir simaya, tatlı bir ifadeye sahipti. Tefsir, hadis gibi dini ilimler yanında kimya ilminde de engin bir bilgiye sahipti. Kimya ile ilgili kitabı da vardır. Geçimini ticaretle sağlardı. Bir çok öğrenci yetiştirdi ve hayır müesseseleri kurdu.

Hacı İvaz Paşa

İvaz Paşa 1

Bursa – İvazpaşa caddesindeki İvazpaşa sokak’da.

Tokat’ın Kazova (Kazabad) nahiyesinde doğdu. Ahi Bayezid b. ivaz Hüseyin’in oğ­lu olup künyesi İmadüddin’dir. Çelebi Mehmed’in Amasya sancak beyliği zamanın­da ona intisap etti ve timarlı sİpahilerin­den oldu. 1402’de Ankara Savaşı’na katıl­dı. Timur tarafından esir alınan Yıldırım Bayezid’in ölümünden sonra şehzadeleri arasında başlayan taht mücadelelerinde Çelebi Mehmed’i destekledi. Bir ara Kazabad subaşılığı yaptı ( 141 1-1412 ) Çelebi Mehmed’in Rumeli’de kardeşi Musa ile mücadelesi sırasında Bursa subaşısı, bazı kaynaklara göre ise muhafızı oldu. Bu esnada Bursa Kalesi’ni kuşatan, hatta bir rivayete göre Yıldırım Bayezid’in mezarını açtırıp cesedini yaktıran fakat Çelebi Mehmed’in Şehzade Musa meselesini hallettiğini duyunca şeh­ri ateşe vererek kaçan Karamanoğlu Mehmed Bey’e karşı Bursa Kalesi’ni savundu (1414) .Müdafaadaki başarısından dolayı önce Bursa valiliğine getirildi, ardından da vezirlik rütbesiyle taltif edilerek merkeze alındı.

Hacı ivaz Paşa’nın önemli bir hizmeti de Çelebi Sultan Mehmed’in ölümü üzerine, Amasya’da bulunan büyük oğlu Murad’ın (ll. Murad) Edirne’ye gelinceye kadar geçen kırk günlük sürede bu padişahın ölümünün gizlenmesi sırasında oldu. Nitekim padişahın ağzından bir rivayete göre Karamanoğlu Mehmed, diğer bir rivayete göre ise İzmiroğlu Cüneyd üzerine sefer yapılacağını, bunun için ordunun Biga’da toplanması gerektiğini bildiren bir ferman yazdırmak suretiyle karışıklığı önledi.

ll. Murad’ın hükümdarlığı zamanında da vezir olarak devlet merkezinde bulunan ivaz Paşa, özellikle “Düzmece” lakabıyla anılan Şehzade Mustafa kuvvetlerini bölmek için önemli hizmetler gördü. Sultan Murad ile amcası Şehzade Mustafa kuvvetlerinin Ulubat nehrinin iki yakasında karşı karşıya geldiği esnada buradaki köprüyü yıktırıp emrindeki askerlerle Gölbaşı mevkiini tutmak suretiyle bu kuvvetlerin Bursa’ya girmesini önledi. Fakat ivaz Paşa’nın bu sıradaki faaliyetleri daha ziyade siyasi ağırlıklı oldu. Nitekim Şehzade Mustafa’ya yazdığı bir mektupta ona olan sadakatinden bahsederek Rumeli beylerinin ve İzmiroğlu Cüneyd Bey’in kendisini terketmek üzere olduklarını bildirmek suretiyle onu tereddüde düşürürken Cüneyd Bey’e yazdığı diğer bir mektupta da soyu belirsiz birine vezir olmasının kendisine yakışmadığını, ondan ayrıldığı takdirde Aydın civarında hakim olduğu eski yerlerin tekrar kendisine verilece-ğini vaad etti; bu arada eski beyliğinin ye- nilendiğine dair birde berat gönderdi. Bu mektuplar bir yandan Şehzade Mustafa’yı telaşa düşürürken bir yandan da Cü-neyd Bey’in ondan ayrılarak adamlarıyla birlikte Aydın iline kaçmasına sebep oldu. Diğer taraftan eski akıncı beylerinden olan ve bir süreden beri Tokat’ta mahpus bulunan Mihaloğlu Meh- med Bey’in serbest bırakılarak bir gece Şehzade Mustafa ordusundaki Evrenos, Gümlü ve Turahanoğulları gibi akıncı beylerine Mustafa’nın düzmece olduğunu söylemesi,bu akıncı beylerinin toplu- ca ll. Murad tarafına geçmesine ve Mustafa’nın kaçmasına yol açtı. O sırada II. Murad tarafına geçen, fakat ihanetleri yüzünden ikinci vezir Çandarlı İbrahim Paşa tarafından öldürtülmek istenen Rumeli beylerinin ve maiyetindeki akıncıların affedilmesini de ivaz Paşa sağladı.

Veziriazam Bayezid Paşa’nın Düzmece Mustafa tarafından öldürülmesinden sonra Çandarlı İbrahim ‘in veziriazamlığa getirilmesi üzerine (1421) İvaz Paşa da ikinci vezir oldu. Ancak nüfuz rekabeti sebebiyle Çandarlı ile arası açıldı. Devrin ünlü alimi Molla Fenari de Çandarlı tarafını tutuyordu Bir suikasta uğramaktan korkan Hacı ivaz Paşa kaftanının altında sürekli zırh bulundurmaya başladı. Divan toplantılarına bile zırhlı olarak gelmesi muhalifleri tarafından ordu ile gizli ilişkiler içinde bulunduğu, padişaha suikast yapacağı ve tahtı gasbedeceği şeklinde dedikodulara yol açtı. Bunun üzerine II. Murad İvaz Paşa’yı önce vezirlikten azletti, daha sonra da gözlerine mil çektirerek Edirne’den uzaklaştırdı (1424). Bursa’da mecburi ikamete tabi tutulan Hacı İvaz Paşa, bir veba salgını sırasında kardeşleri Hacı Şerefeddin Çırak ve Hacı Hayreddin Hızır ile birlikte 9 Zilkade 831 (20 Ağustos 1428) tarihinde vefat etti. Mezarı Bursa’da Pınarbaşı Kabristanı’nın Kuzgunluk tarafındadır.

Değerli bir devlet adamı olan Hacı İvaz Paşa aynı zamanda büyük bir mimardı. Diğer ülkelerden sanat ehlini Osmanlı ülkesine davet ederek özellikle çiniciliğin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Aşıkpaşazade “Al-i Osman kapısında paşalarda çinilerle şölen onundur” demektedir. İvaz Paşa’nınmimar olarak Çelebi Sultab Mehmed adına imzasını attığı eserler arasında Bursa’daki Yeşilcami Külliyesi ile Dimetoka ‘daki camisinden başka Ulubat nehri üzerinde yeniden yaptırılan köprü ve Edirne’de Acemi Oğlanları Kışlası olarak kullanılan saray zikredilebilir. İvaz Paşa ayrıca Tuna nehrinden Edirne’ye su nakletmeyi planIayarak bunun için Deliklikaya mevkiinde kuyular açtırmışsa da bu çabası bir sonuç vermemiştir.

Hacı ivaz Paşa’nın Kazzaziye (imactiye) adıyla bilinen Bursa’daki medresesi XVI. yüzyıl boyunca 40 akçelik medreselerden olmuş, daha sonra 50’Iiye yükselmiştir. Bursa-inegöl arasında ham ve çeşmesi, inegöl’de mektebi, Dere kızık köyünde de camisi olan İvaz Paşa’nın ayrıca Tokat’ta da camisi, medresesi ve mahallesi; Kosava’da mescidi, medresesi, zaviyesi ve hamamı bulunmaktadır. Bu medrese XVI. yüzyılda Sahn-ı Sernan derecesinde idi. Hacı İvaz Paşa’nın bunlardan başka muh- temelen Edirne’de camisi, mahallesi ve sarayı vardı. İvaz Paşa inşa ettirdiği eserleri için dört vak- fiye tertip ettirmiştir. Bunlardan ilk üçü Tokat’taki tesislerine. 1 Cemaziyelewel 830 (28 Şubat 1427) tarihli dördüncü vakfıyesi ise Bursa ve civarındaki tesislerine aittir. Ayrıca her yıl Mekke ve Medi- ne fakirlerine dağıtılmak üzere para da tahsis etmişti .

Hacı İvaz Paşa’nın Bari, Bekir, Mehmed, Mahmud ve Ahi Çelebi adlarında beş oğlu oldu. Bazı kaynaklarda Vesiletü’n-necdt müelliti Süleyman Çelebi de İvaz Paşa’nın oğulları arasında zikredilmekteyse de bunun sağlam bir mesnedi yoktur. Oğullarından Ahi Çelebi’nin (ö. 1437) Atai mahlasıyla şiirler yazdığı, Anadolu’da Türkçe gazellerle atasözü söyleme adetini onun başlattığı kaynaklarda zikredilmektedir .

Kaynaklar

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Hüsameddin Bursevi (k.s.)

Hüsameddin Bursevi 4

Bursa – Yıldırım’daki Hüsameddin Tekke camiinde.

Hüsameddin Bursevi, Hacı Halil efendi’nin oğludur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Medrese ilmini tamaladıktan sonra Ahizade Abdülhalim Efendi’ye intisap ederek bazı medreselerde müderrislik yaptı. Daha sonra tasavvuf yoluna meyletti, Semerkandi şeyhlerinden balıkesirli Alaeddin Efendi’nin oğluMehmed Çelebi Efendi’den tasavvuf terbiyesini tamamlayıp icazetname aldı ve irşadla görevlendirildi. Uludağ eteklerinde Temenna ismi ile meşhur Temenyerinde bir zaviye bina ederek , uzun yıllar ilim erbabına hizmette bulundu. Zaviye’nin önünde olan mescidi camiye çevirdi. Sonra zamanlarda uzlete çekilip ibadet ve taatle meşgul iken 1632 senesinde vefat etti. Şimdi ki Hüsameddin Tekke camiinin arkasındaki türbe-i şerifinde defnedildi.

Türbede şeyhin büyük bir sandukası ve sağında üç ve ayak ucunda beş olmak üzere 9 sanduka vardır. Hepsi kitabesizdir. Şeyhin vefatında Sultan Ahmed zaviyeyi yeniden inşa ettirdi ve yanındaki mescidi değiştirerek camiye çevirdi. Oğlu Abdürrahim Efendi kendisinden sonra şeyh oldu. Diğer oğlu Mustafa efendi , müderris ve 1625 de Halep Mollası olmuş 1626 da yılı sonlarında vefat emiştir. Karısı Hacı Hüdaverdi kızı, Raziye Hatun’dur. Damadı Muhyiddin efendi yerine şeyh olup oda 1673 de vefat etmiş ve Hüsameddin Efendi’nin yanına defnedilmiştir. Caminin batı tarafında şeyhin sekizinci halifesi Ali Buhari gömülüdür. Hüsameddin efendi’nin şeyhi Alaeddinzade Mehmed Efendi tekkeye vakıflar yapmış yüz seneye yakın ömür sürmüş ve 1569 vefat ederek oraya gömülmüştür.

Bursevi hazretleri eski tabirle velud olan sufi yazarlardandır. Tasavvuf başta olmak üzere değişik dallarda eserler vermiştir. en büyük eeri Mühimmatü’l Mü’minin‘dir. Eserlerinde en dikkat çekici husus menakıb kitaplarının çokluğudur. Altı tane menakıb kitabı vardır . Bunlardan biri Semerkandi Piri Ali Semerkandi hazretlerine diğer Ebu İshak Kazeruni’ye diğerleri ise Abdal Murad, baba Sultan, Emir Sultan ve Üftade hazretleri ile ilgilidir. Eserlerinin hiç biri ne yazık ki basılmamıştır.

Hüsameddin Bursevi hazretlerinin Eserleri
1- Menakıb-ı Hazreti Üftade
2- Divan-ı İlahiyat
3- Şerh-i Hadis-i Erbain
4- Menakıb-ı Şeyh Ali Semerkandi
5- Mir’atü’l Kainat
6- Dürerü’l Ehadis
7- Müntehabatü Tervihü’l Ervah
8- Müntehabatü Nüzhati’t Tasavvuf
9- Menakıb-ı Baba Sultan
10-Adaletname
11-Fezailü’s Süluk
12-Miftahü’l Muallakat
13-Zübdetü’l Menakıb ve Güzidetü’l Metalib
14-Fezailül Cihad
15-Mühimmatü’l Mü’minin fi Umuri’d Dünya ve Din
16-Menakıb-ı Adbal Murad
17-Menakıb-ı Şeyh Ebu İshak
18-Esrarül Arifin ve Seyrüt talibin
19-Mecmua Fin Nevadir.
20-Menakıb-ı emir Sultan ve Hulefaihi
[/toggle]

Hüsameddin Bursevi hazretlerinin Silsilesi ;
Müridi Muhammed B. Hızır’a verdiği icazetnameden tarikat silsilesini tespit etmek mümkündür.
1- Hz. Peygamber (s.a.v.)
2- Hz. Ali (r.a.)
3- Hz. Hasan Basri (k.v.)
4- Hz. Habib Acemi (k.s.)
5- Hz. Davud Tai (k.s.)
6- Hz. Maruf Kerhi (k.s.)
7- Hz. Seri Sakati (k.s.)
8- Hz. Cüneyd Bağdadi (k.s.)
9- Hz. Ebu Ali Ruzbari (k.s.)
10-Hz. said b. Selam Mağribi (k.s.)
11-Hz. Ebu Kasım Gürgani (k.s.)
12-Hz. Ebu Bekr Nessac (k.s.)
13-Hz. Ahmed Gazali (k.s.)
14-Hz. Abdulkahir Suhreverdi (k.s.)
15-Hz. Ammar b. Yasir (k.s.)
16-Hz. Ahmed b. Ömer (k.s.)
17-Hz. Şerefüddin Müeyyed (k.s.)
18-Hz. Ahmed b. Mahmud (k.s.)
19-Hz. Seyyid Fahreddin (k.s.)
20-Hz. Seyyid Yahya (k.s.)
21-Hz. Seyyid Ali Semerkandi (k.s.)
22-Hz. Seyyid Zeynül Abidin (k.s.)
23-Hz. Seyyid Bedrüddin Efendi (k.s.)
24-Hz. İsa Çelebi Efendi (k.s.)
25-Hz. Hayrüddin Efendi (k.s.)
26-Hz. Alaüddin Efendi (k.s.)
27-Hz. Mehmed Çelebi Efendi (k.s.)
28-Hz. Hüsameddin Bursevi (k.s.)

Bursevi, Mühimmat adlı eserinde; kendsinin emir Sultan ile Ahmed Rifai’ye ulaşan iki ayrı silsilesini daha verir.

Emir Sultan’a Bağlanan Silsile
İvaz Efendi
Hasan Efendi
Ali Çelebi Dede
Lütfullah Dede
Emir Sultan
Ahmed Rifai’ye bağlanan Silsile
Ali Mısri – Seyyid Muhammed Çelebi – Seyyid Süleyman
Seyyid Süleyman – Seyyid Yahya – Seyyid Yusuf
Seyyid Ali – Ebu’s Sita – Seyyid Zeyneddin
Seyyid Osman – İbrahim Azeb – Abdurrahim – Ahmed Rıfai

Temenye Dergahı
Bursa Şer’iyye Sicilllerindeki belgelerden anlaşıldığına göre Temenye dergahı ; Sultan Ahmed (1603-1617) tarafından Hüsameddin Bursevi hazretleri adına yaptırılmış ve Bursa’da çeşitli mahallerden 49 neferin cizyeleri dergaha gelir olarak bağlanmıştır. 1623 ‘de dersaadet’e bizzat başvuran Hüsameddin Efendi , Anadolu cizyesinden yıllık toplam 7200 akçenin dergah için toplanması konusunda berat çıkartmıştır.
Hüsameddin Bursevi tarafından düzenlenen vakfiyeden anlaşıldığına göre dergah; tevhidhane , üst katta bir oda , bir kütüphane, bir sofa, bir mutfak, bir banyo, bazı odalar , alt katta bir fırın , bazı binalar, ahır ve bahçeden ibarettir. Kütüphaneye bazı kitaplar vakfedilmiş ve bunun için de ayrıca bir vakfiye düzenlenmiştir.
Temenyeri’ndeki Hüsameddin Bursevi dergahı günümüze kadar ulaşan nadir dergahlardandır. Kurucu Şeyhten sonra hizmet veren Postnişinler şunlardır ;
Muhyiddin Efendi (1673) ( Hüsameddin Bursevi hazretlerinin damadıdır ve 40 yıl dergahın şeyhliğini yapmıştır. şeyhinin yanına defnedilmiştir.)
Abdürrahim Efendi ( Şeyh Muhyiddin Efendi’nin oğludur ve dergahın haziresine defnedilmiştir.)
Muhammed Efendi
Ömer Efendi
Abdülkadir Efendi
Abdülaziz Efendi (1764)
Mustafa Efendi (1806)
İbrahim efendi (1817)
Mehmed İzzeddin Efendi (1841)
İzzeddin Efendi (1904)
Ahmed Bahaeddin Efendi (1914)

 

Kaynaklar

Tarihi Bursa Mezar taşları I – Bursa Hazireleri , Hasan Basri Öcalan , Bursa Kültür a.ş. , 2011
Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2
Mehmed Şemseddin , Bursa dergahları ( Yadigar-ı Şemsi) , Uludağ Yayınları
Mustafa Kara , Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler , Bursa Kültür A. Ş. yayınları
Gazzizade Seyyid Abdüllatif Efendi , Hulasatül Vefeyat , Bursa Kültür a.ş. yayınları
Hasan Basri Öcalan , Bursa’da Tasavvuf Kültürü , Gaye Kitabevi , 2000

Eskici Mehmed Dede

Eskici Mehmed Dede 1

Bursa – Osmangazi’de 1. nazım sokak’da.

Anadolu velîlerinden. On altıncı yüzyılın sonunda ve on yedinci yüzyılın başında yaşamıştır.Eskici Mehmed dede kabir taşı Pamuklu bez ticâretiyle meşgûl olduğu için Eskici Mehmed Dede diye meşhûr oldu. Aslen Amasyalı olup, 1619 (H.1028) senesinde Bursa’da vefât etti. Kabri, Abdülmü’min Efendi Câmii bahçesindedir.

İlk tahsîlini memleketi olan Amasya’da gördükten sonra, Bursa’ya gelen Mehmed Efendi, ilk zamanlar pamuklu dokuma ticâretiyle meşgûl oldu. Kıdvetü’l-ârifîn Abdülmü’min Efendinin sohbetlerinde bulunmaya başladı. Ona talebe olup ondan ilim ve feyz aldı. Abdülmü’min Efendinin torunu ile evlendi. Onun yaptırdığı câminin civârında yerleşti. Velî zâtların sohbetlerinde bulundu ve tasavvuf yolunda ilerledi. Bir ara pamuklu dokuma ticâretini bırakıp, insanlardan uzaklaşarak uzlete kendi köşesine çekildi. İbâdet ve Allahü teâlânın ismini zikirle meşgûl oldu. Mânevî derecelere kavuştu. Daha sonra; “Çalışan, Allahü teâlânın sevgilisidir.” sözü gereğince, âilesinin nafakasını temin etmek için pamuklu dokuma ticâretine tekrar başladı. Bursa Bezzazcıları arasında önemli bir yeri olmasına rağmen hiçbir zaman dünyâ malına gönül vermedi. Kazandıklarını, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için ihtiyaç sâhiplerine sadaka verirdi.

Ömrünün sonlarına doğru pamuklu dokuma ticâretini tamâmen bırakıp, nefsinin istediklerini yapmamak, istemediklerini yapmak sûretiyleAllahü teâlânın rızâsını kazanmaya çalıştı.Hoş sohbeti ve güzel ahlâkıyla insanların gönüllerini almaya gayret etti. Birçok halleri ve kerâmetleri görüldü.

Zamânın Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin kâdılığı ve dünyânın debdebesini bırakıp Üftâde hazretlerine talebe olmasına Eskici Mehmed Dede vesîle olmuştur.

Bursa kâdısı Aziz Mahmûd Hüdâyî bir gece rüyâsındaCehennem’i gördü. Cehennem’in şiddetli ateşinde tanıdığı bâzı kimseler de vardı. Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve üzüntü içinde bulunduğu günlerde bir hanım bir dâvâ getirdi. Dâvâcı kadın, kocasından ayrılmak istediğini bildirdi. Kadının ayrılmak istediği kocası Muhammed Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimseydi. Bu fakir kimse her sene hacca gitmek ister fakat gidecek parası olmadığı için de bir türlü arzûsuna kavuşamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Evdeki hanımı yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü.

Yine bir sene hac mevsiminde parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir, bir gün üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı ve hanımına; “Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talakla boşadım.” dedi. Günler geçti. Hac için hazırlananlar yola çıktı. Kurban bayramı yaklaştı. Fakir kimseyi bir düşünce aldı. Hem hacca gidememenin üzüntüsü, hem de hanımının üç talakla boş olacağı için çâresizlik içinde kıvranmaya başladı. Bir yerlerden borç para bulup, hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı ve çâresiz kaldığı bu günlerde büyük velî Muhammed Üftâde hazretlerine gidip durumunu arzetti. Üftâde hazretleri onu dinledikten sonra; “Bizim Eskici Mehmed Dede’ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur.” buyurdu.

Fakir sevinerek Üftâde hazretlerinin huzûrundan ayrılıp Mehmed Dede’nin dükkanına koştu. Mehmed Dede’ye, hocasının selâmını söyleyip, derdini anlattı. Mehmed Dede; “Ey Fakir! Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma!” dedi. Fakir gözlerini açtığında, kendini Mehmed Dede ile birlikte Mekke-i mükerremede buldu. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, kerâmet olarak fakiri bir anda Hicâz’a götürdü. O gün arefe idi. Hacılar Arafat’a çıkmışlar, vakfeye duruyorlardı. Fakir de Eskici Mehmed Dede ile birlikte ihrâm giyip Arafat’a çıkarak vakfeye durdular. Ertesi günü Kâbe-i muazzamayı tavâf ettiler. Hac ibâdetini tamamlayıp, ziyâret edilecek yerleri ziyâret ettikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar Eskici Mehmed Dede’yi ve fakiri görünce sevindiler. Fakir bâzı hediyeler alıp, bir kısmını da getirmeleri için emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Yine Eskici Mehmed Dedenin kerâmetiyle Mekke-i mükerremeden Bursa’ya geldiler. Fakir, getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve; “Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun.” dedi. Fakir, “Hanım ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke’den aldım.” dediyse de kadın; “Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye verip, senden ayrılacağım.” dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye giderek durumu anlattı ve; “Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Çünkü nikahsız olarak yaşamayı dînimiz yasaklamaktadır. Bu sebeple haram işlemek istemiyorum.” dedi.

Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî, kadının kocasını çağırtarak ifâdesini dinledi. Fakir; hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamayı tavâf edip, ziyâret yerlerini gezdiğini, Bursalı hacılarla görüştüğünü, hattâ getirmeleri için bâzı eşyâlarını onlara emânet bıraktığını söyledi. Bu sebeple talak yâni boşanmanın vâki olmadığını söyledi ve Eskici Mehmed Dede’yi şâhit gösterdi. Eskici Mehmed Dede birlikte hacca gidip geldiklerini söyledi ve; “Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu halde bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gittiği kabûl edilir de bir velînin bir anda Kâbe-i muazzamaya gitmesi niçin kabûl edilmez.” dedi. Kâdı Aziz Mahmûd Hüdâyî anlatılanları hayretle dinledikten sonra, mahkemeyi hacıların geleceği zamâna tehir etti. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar döndü. Mahkeme gününde şâhid olarak fakirin hac vazîfesini yaptığını hattâ verdiği emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhitlerin verdiği ifâdeler üzerine dâvâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece boşanma olmadı.

Bu hâdisenin günlerce etkisinden kurtulamayan Aziz Mahmûd Hüdâyî, EskiciMehmed Dede’ye gitti ve; “Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için geldim.” dedi. Eskici Memed Dede ona; “Sizin nasîbiniz bizde değil. Şeyh Muhammed Üftâde hazretlerindedir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı bildirin.”dedi. Kâdı Mahmûd Hüdâyî, Üftâde hazretlerine gidip ona talebe oldu. Üftâde hazretlerinin isteği üzerine sırmalı kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer sattı. Kâdılığı bırakıp, Muhammed Üftâde hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde olgunlaştı. Bursalıların kınamalarına rağmen bu yola devâm etti. Dünyânın debdebesini bırakıp gönül sultanlığına yükseldi. Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu yola kavuşmasına vesîle olan Eskici Mehmed Dede’dir.

Eskici Mehmed Dede’nin halleri ve kerâmetleri insanlar arasında dilden dile anlatılır oldu. Devletin merkezi olan İstanbul’daki vezirlerle öteki devlet adamları, askerler ve ulemâ onun yüksek hallerini ve menkıbelerini dinleyip, onu görmedikleri halde, sevenlerinden oldular. Duâsını almak için pek kıymetli hediyeler, ihsânlar ve kitaplar gönderdiler. Fakat o, dünyâya ve dünyâdakilere gönül vermediği için kendine gönderilen hediyeleri ihtiyaç sâhiplerine ihsân etti. İbâdet ve tâat ederek Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmaları için çalıştı. Günleri ve geceleri böyle geçerken, 1619 (H.1028) senesinde Bursa’da vefât etti. Abdülmü’min Efendi Câmii hazîresinde defnedildi. Vefâtına Hâşimî Efendi;

Gitdi Eskici Dede köhne cihândan virdi cân (1028) mısraını târih düşürmüştür. Kabri, Eskici Mehmed Efendi aşevinin hemen yanındadır. Sevenleri kabrini ziyâret edip, rûhuna Fâtiha okumaktadırlar.

Eskici Mehmed Efendi Haziresi ;
Hazire’de Eskici Mehmed Efendi ile üç kişiye ait kabir taşları vardır. ;

 Eskici Mehmed Efendinin Kabir Taşı
Hüve’l Baki
Hazret-i Üftade Müridlerinden                                 
Hüdayi Mahmud Efendi’yi irşad
eden Eskici merhum Mehmed Dede
ruhiyçün fatiha sene 988
1- Seyyid Mehmed Emin Efendi – Eskici Mehmed Efendi dede türbedarı
2- Seyyid Zeynelabidin Bey
3- Abdi Bin Recep

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

BİZE PİLAV GÖNDER

Tüccardan Akkaşzâde Seyyid Abdurrahmân Efendi anlatır: “Bir zaman ticâret için bir mikdâr pirinç satın alıp, Bursa’da Yeni Han’daki bir anbara koydum. Bir müddet sonra gidip kontrol ettim. Fakat ne göreyim pirincin tamamı böceklenmiş. Pirinci bu halde görür görmez çok üzüldüm. Handan üzgün bir halde çıkarken Eskici Mehmed Dede’yi kapı önünde oturur gördüm. Eskici Mehmed Dede bana yönelerek; “Emir Molla bizden tarafa bak. Bize pilav gönder.” dedi. Ben ona; “Çuval gönder ne kadar pirinç istersen göndereyim.” dedim. Biraz sonra gönderdiği çuvalı alıp pirinç koymak üzere anbara girdiğimde, gördüm ki, pirinçte böcekten eser kalmamıştı. Bu hâli görünce içim açıldı. Gam ve üzüntüm gitti. Çuvalı doldurup Eskici Mehmed Dede’ye gönderdim. Bu hâlin Eskici Mehmed Dede’nin kerâmeti olduğuna şâhid oldum.”

Pir-i Sani Mustafa Çerkeşi (k.s.)

Çankırı – Çerkeş’de Pir-i Sani camii yanındaki türbesinde

Çankırı’nın Çerkeş ilçesinde doğdu. Kaynaklarda doğum tarihi ve hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Çerkeşi’nin müridi olan Akif Paşa’nın bir manzumesinden hareketle şeyhin doğum ve ölüm tarihleri belirlenmiştir . Akif Paşa bu manzumesinde şeyhinin yetmiş üç yaşında öldüğünü söyler ve tarih olarak, “Hu deyip firdevs-i vasla erdi pirim Mustafa” mısraını kaydeder. Bu mısradan şeyhin 1229’da vefat ettiği ve yetmiş üç yıl yaşadığına göre 1156’da (1743) doğduğu anlaşılmaktadır.

Pir-i Sani Hazretleri dünyaya gelince, Vehbi Sultan diye bilinen ve Nakşibendiyye mürşitlerinden olan dedesinin kucağına verilmiş. Vehbi Sultan, torununu koklayıp, okşadıktan sonra ve kulağını ağzına yaklaştırarak dinledikten sonra : “Bu çocuk, halveti, halveti diyor. İnşaallah, Halvetiyye şeyhlerinin büyüklerinden olacaktır.” buyurmuş. Bu zatın sözleri, Şeyh Hazretlerinin Halvetiyye Tarikatının Şa’baniyye kolu ikinci piri ve müceddidi olmasıyla gerçekleşmiştir.

Çerkeşi Mustafa Efendi , Safranbolu’ya bağlı büyükçe bir köy olan Zora da yetişen Halveti-Şabani şeyhlerinden Şeyh Mehmed Efendi’ye intisap etmiş ve ondan hilafet almıştır. Çerkeşli Mustafa Efendinin tariki Halveti’ye intisabı ile ilgili bir menkıbesi de şöyle anlatılmaktadır ; Çerkeşli Pir-i Sani Mustafa Efendi müritlik yıllarında önceleri bir mürşide intisab ettikten, ikinci esmaya kadar da manevi seyrini ilerlettikten sonra şeyhi ona, “senin kabiliyetin fazladır Sen Zora’lı Mehmet efendiye gitmelisin” diye bir telkin ve tavsiyede bulunur. Mürşidinden bu tavsiyeyi alan Çerkeşli Mustafa Efendi de soğuk ve ağır kış şartlarına bakmadan, büyük veli zora’lı Mehmet efendiye gitmek üzere aynı gün derhal yola çıkar. Kar, tipi ve fırtınalı bir kış gününde yolda ilerlerken, arazı çok engebeli olan Comcalı mevkiinde tipi fırtınasına tutularak yolunu kaybeder ve büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalır. Bu esnada Zora’da evinde bulunmakta olan Şeyh Mehmet Zoravi Hazretleri de hanımına, “Bizim deli yolunu kaybetti bir çorba pişir de götürelim.” der. Gayet vakur ve ağırbaşlı bir kadın olan şeyh hazretlerinin hanımı da ona, “Efendi bu kış ve kıyamette oraya çorba nasıl gider” deyince hazreti şeyh de ona, “Öyle ise çorbayı pişir de gelsin de burada yesin” der. Bu esnada Comcalı mevkiinde tipiye tutularak yolunu kaybeden ve bu yüzden de orada çaresiz bir halde bulunan bilahare müridi, halifesi ve kaimi makamı irşadisi olacak Mustafa Çerkeş-i Efendi’yi mahsur kaldığı halden elini uzatması ile çekerek evine getiren hazreti şeyh Zoravi Hazretleri, Hakk’ın kendisine ikram ettiği bir kerametle evine huzuruna gelmesine vesile olduğu Çerkeşli Mustafa Efendi’nin kendisine beyatını, müritliğe ve tarikatına girişini kabul ederek bu keyfiyetle de intisabını gerçekleştirmiştir. Bu keyfiyet üzere Halfeti yoluna intisabından sonra uzun müddet mürşidine hizmette kalan Çerkeşli Mustafa Efendi (ks) , olağanüstü cehed, gayret ve mihnetlerle manevi tekbilini ikmal ederek mürşidince halifetle, irşadla vazifelendirilerek mana erenleri arasındaki yerini almıştır. Halveti yolunda Şaban-ı Veli Hazretlerinden sonra velayette engin bir mertemeye erişen Mustafa Çerkeşi Hazretleri, Halveti yolunda “Pir-i sani” manevi mertebesine ulaşmıştır. Kendisinden pek çok manevi haller ve kerametler zuhura gelen Çerkeşi Hazretleri, Mehmet Zoravi Hazretlerinin en kamil Halifesidir. Çerkeş’e gelerek ilimini sürdürürken. Devrin padişahı tarafından yönetilen sorulara cevap olarak yazdığı “Risale fi tahkiki’t tasavvuf” adlı meşhur eserinden Çerkeşi Mustafa Efendi’nin şöhretinin İstanbul’da saraya kadar ulaştığı anlaşılmaktadır. Nitekim bazı kaynaklarda bu risalenin II. Mahmud’un emriyle yazıldığı kaydedilmiştir.İstanbul’da o kadar ulema ve meşayih varken II. Mahmud’un bu soruları Çerkeşi Mustafa Efendi’ye sorması onun ilim ve irfanının seviyesini, şöhretinin yaygınlığını göstermesi açı­sından son derece önemlidir.

Risale Fi Tahkiki’t t-tasavvuf Risalesinden
Çerkeşî Mustafa Efendi bu risâlede tasavvuf tarihi açısından dikkate değer önemli tespitlerde bulunur. Ona göre tarikat mensuplarının ulaşmaya çalıştıkları tasavvuf yolu fiil,sıfat ve zât tecellileri(tecelli-i ef’âl, tecelli-i sıfât,tecelli-i zât ) olarak tanımlanan üç halden ibarettir.Bu üç tecelliye mazhar olanlar zâhiren üç bâtıl fıkra mensuplarına (Cebriye,Hulûliyye, İttihâdiyye) benzerler.Fiil tecellileri sahipleri Cebriye,sıfat ve zât tecellileri sahipleri ise Hulûliyye ve ittihâdiyye mensuplarına benzetilebilirler.Ancak bu üç halin kendilerinde tecelli ettiği sûfilerin cebir,hulûl ve ittihad fikirleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Sûfileri bu bâtıl fırka mensuplarından ayırt etmenin temel ölçüsü şeriat-ı Muhammediyye’dir. Şeriattan ayrılmamak şartıyla yukarıdaki üç hâl ve makamın kendisi üzerindeki tecellilerinden bahseden sûfinin sözleri ilâhi sır ve hikmetlerden ibarettir;ondan zuhur eden olağanüstü hâller ise kerâmettir.Ancak kerâmet göstermek Allah,peygamber ve mürşid katında makbul değildir;çünkü edebe aykırıdır.Şeriata aykırı en ufak bir harekette bulunan sûfi sapıktır;sözleri ilhâd, İfsat,ondan zuhur eden hâller sihir ve istidrâc dır.

Risâlenin daha sonraki satırları,şeyhten Melâmiler’le ilgili görüşünün de sorulduğu kanaatini vermektedir.Çerkeşi Mustafa Efendi,halkın ve anlayışsız zâhir ulemâsının hakikatini kavramaktan âciz oldukları, zâhiren şeriata aykırı sözler söyleyen ve bazı davranışlarda bulunan Melâmi büyüklerinin dikkatle incelendiğinde şeriata ters düşen hiçbir hallerinin olmadığını söyler.Ona göre hallerini gizlemeyi sevdiklerinden şeriatın zâhirine aykırı gibi görünen söz ve davranışlarla kendilerini halkın ilgi odağı olmaktan çıkarmayı tercih eden Melâmiler kâmil insanlardır; fakat emâle erdirici değildirler. Kendileri “râşid” olup “mürşid”olamazlar. Onlardan dua istemek ve irşad talep etmek doğru değildir. Çünkü tâlibi şüpheye sevkedebilirler. Halbuki irşad tâlibi şüpheye düşürmek değil, aksine şüphelerini gidermektir. İrşad, Allah’ın kulunu kendine cezbedip kemâle eriştirdikten sonra tekrar beşeriyet makamına döndürmesidir. Mürşid,kâfiri küfürden imana,halkı mâsiyetten ibadete,havassı ise mâsivâdan ilâhi vuslata davet etmekle Allah’ın görevlendirdiği ve bu konuda kendisine halifelik verdiği kişidir.Peygamberler de birer mürşiddir.Eğer mürşid peygamber ise göreve “nübüvvet-i ta’rifiyye”adı verilir.Peygamberler getirdikleri şeriatın hükümlerini ümmetleri üzerinde uygulamakla yükümlü oldukları gibi mürşidlerde zikir, evrâd, halvet gibi tarikatlarının gereklerini müridlerine uygulamakla görevlidirler.Dinin koruyucusu olan ulemâdan nefret edip sûfilik iddiasinda bulunmanın,tarikat ve şeriatı birbirinden farklı şeyler gibi göstermenin, ulemâ ile meşâyihin üzerinde birleştikleri taat, riyâzet, mücâhede gibi hususları terk etmenin sapıklık olduğunu söyleyen Çerkeşi Mustafa Efendi’ye göre ulemâ bu gibi sahte sûfilerle gerçek sûfileri ayırt etme gayretini göstermeden aleyhlerinde birçok risâle kaleme almış, sûfiler de onlara cevap vermişlerdir. Çerkeşi’nin bu konudaki son sözü şudur: Ulemâ ile meşâyih arasındaki ihtilâf lafzîdir, aralarında mânada ve özde ihtilâf yoktur. Onun bu uzlaştırıcı tavrı ulemâ üzerinde tesirini göstermiştir. Nitekim Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey ve Şeyhülislâm Mehmed Sâdedin Efendi, devrin tanınmış âlimlerinden Mehmed Zihni Efendi,kelâmcı Abdüllatif Harpûti onun tarikatına intisap etmişdir. İslâm toplumunda tarih boyunca önemli bir problem teşkil eden şeriat-tasavvuf ilişkisi konusunu inceleyip açık ve net bir şekilde ortaya koyan bu risâle birkaç defa basılmıştır. Ayrıca bir levhaya sülüs hatla yazılarak türbesinin bulunduğu camiye asılmıştır. Risâle fi tahkiki’t –tasavvuf Abdülkerim Abdülkadiroğlu tarafından yayınlanmıştır.

Çerkeşi Mustafa Efendi’nin oğulları ve Torunları;
Mehmed, Mesud ve Osman Vehbi adlı oğulları kendisinden sonra irşad faaliyetlerini sürdürerek birçok mürid ve halife yetiştirmiş­lerdir. Osman Vehbi Efendi’nin (1860) soyundan istanbul’da Çerkeşiza­deler adı verilen bir ulema ailesi meydana gelmiştir. Babasının ölümünden sonra Ankara’ya yerleşerek şehrin tanınmış alimlerinden biri olan Osman Vehbi Efendi’yi II. Mahmud istanbul’a davet etmiş ve kendisine İstanbul ruus u verilmiş­tir. Çeşitli eserleri olan Osman Efendi’nin II. Mahmud için kaleme aldığı el-Hıs­ nü’l-hasin ve Tasriiatü’l-Fa- risiyye (İstanbul 12671 adlı iki kitabı basılmıştır.

Osman Vehbi Efendi’nin oğlu Mehmed Teyfik Efendi Beşiktaş, Halep,Çankırı ,Bursa, Balıkesir ve Mısır’da mevleviyet görevlerinde bulunduktan sonra Medine kâdısı olmuş, daha sonra Ankara’ya dönerek on iki yıl müderrislik yapmıştır. Üç yıl İstanbul kadılığı yaptıktan sonra Rumeli kazaskerliği muavinliğine tayin edilmiş(1886), aynı yıl Meclis-i Meşâyih Nezâreti reisi olmuş,1889’da Anadolu,ertesi yıl Rumeli kazaskeri pâyelerini almış ve şeyhülislâmlığın Meclis-i Müellefât Encümeni başkanlığına tayin edilmiştir.Dedesi Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikatına mensup olan Tevfik Efendi vefatında (1893), bir bir Şâbâni-Çerkeşi tekkesi olan Aksaray Sofular’daki Ekmel Dergâhı’nı defnedilmiştir. Mehmed Tevfik Efendi’nin oğlu Ahmed Muhtar Efendi nakibüleşraflık görevinde bulunmuştur.Osman Vehbi Efendi’nin Mehmed Refi adlı oğlundan olan torunu Hâlid Bey (ö.1934), Mekteb-i Hukuk’u bitirdikten sonra gittiği İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde Türk dili ve edebiyatı hocalığı yapmış,edebiyat,tarih,dış politika,İktisat alanlarında dikkate değer eserler yazmış önemli bir fikir adamıdır.

Pir-i sani Hazretlerinin Menkıbeleri
*1785-1789 yılları arasında Hacc’a gitmiş ve 7 yılını Hicaz’da ibadetle geçirmitir. Hicaz’da kaldıkları yedinci yılın sonunda Pir-i sani Hazretleri’ne manen emir buyurulduğundan Kırım Müftüsü isa Efendi’de Celal sıfatı (Allah’ın büyüklük ve Yücelik feyzinin dayanılmaz haldeki eseri) belirmiş. Bakışına rastlayanlar, cansız olarak yere düşmeye başlamış. Pir-i sani Hazretleri’ne manen emir buyurulduğundan Müftü ile buluşmuşlar. Müftü Celal eserinin Hazreti Pir-i etkilediğini görünce, ellerine sarılarak o halden kurtulmasını dilemiş. Hazreti Pir-in dua ve himmeti ile bu halden kurtulmuştur. Pir-i Sani Hazretleri ile beraber Çerkeş’e gelmişler. Pir-i Sani Hazretleri’ne bağlanıp, hayatının sonuna kadar burada yaşayarak vefat etmiştir. Cenaze namazı Pir-i Sani Hazretleri tarafından kıldırılarak Çerkeş Mezarlığına defnedilmiştir.

*Çerkeş yakınlarında bir değirmenin arkında kocaman bir kaya yuvarlanır. Bu sebeple değirmenin suyu kesilir. Değirmenci gelip Pir-i Sani Hazretlerine durumu anlatarak yardım ve himmet ister. Şeyh Efendi de müridadına: “Hadi gidelim. O taşı kaldıralım da adamın değirmeni çalışsın” der. Müridleri ile beraber değirmenin bulunduğu yere hareket ederler. Oraya ulaşınca birde bakarlar ki kocaman bir kaya değirmenin arkını kapatmıştır. Şeyh efendi müridadına: “Dayanın bakalım çoçuklar” der ve kendisi de besmele çekerek elindeki Asayı taşa dürtünce koca kaya yerinden kolaylıkla kaldırılarak yuvarlanıp gider ve değirmen çalışmaya başlar.

* Pir-i Sani Hazretleri’nin Mahmut isminde bir hizmetçisi varmış. Bir gün Pir-i Sani Hazretleri Çerkeş yakınlarındaki değirmenine giderken yolda rast geldikleri, köstebeklerin çıkardıkları topraklara asalarını dürterlermiş, bu topraklar altın olur, Mahmut’da arkalarından gizlice bu altınlardan alarak ceplerine doldururmuş. Dönerlerken Hazret, Mahmut’a hitaben : “Altını nede çok seviyorsun? Toprakları altın diye ceplerine doldurdun, bak ceplerinde ne var? demişler. Mahmut ceplerine bakınca, topraklarla dolu olduğunu görmüş ve boşaltmaya başlamış. Bunun üzerine: “Oğlum! Dünyalık isteyenlere altınlar toprak olur. Dünyalık istemeyenlere de topraklar altın olur.” buyururlar.

*Şeyh Mustafa Çerkeş-i Efendi Hazretlerinin Mahmut adındaki müridi şeyhine: “Efendim, Hızır (as) ‘ı bir ben de görebilsem!” diye arada bir şeyhine yalvarır durur. Hazret de pek oralı olmaz görünür. Nihayet bir gün Hazret sabah namazını kıldırdıktan sonra cemaat içerisindeki misafir bir kimseyi önce hoşlar ve sonra da ona; “Ey mübarek! Yatsı namazını nerede kıldın?” der. O kimse de cevaben; “Bağdat’ta kıldım. Cuma nazmını da, Kabe’de kılacağım İNŞAALLAH!” der ve bu konuşmaları da burada biter. Misafir kimse konuşmaları bittikten sonra gitmek için izin istediğinde Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri müridi Mahmut Efendi’yi çağırarak ona: “ Evladım, misafirimizi yocu et.” Buyurur. Bu emri alan müridi Mahmut Efendi de en sonunda yolcu etmekte olduğu yabancı misafire; “Efendimize bir diyeceğiniz var mı efendim?” diye sorar. Yabancı biri kılığındaki kimse de Derviş Mahmut Efendi’ye, “Şeyhine selam söyle, daha bahçesinin meyveleri olgunlaşmamış.” Der. Derviş Mahmut Efendi de misafirin söylediklerini şeyhine iletmek üzere huzuruna girdiğinde misafirin söylediğini kendisine ileteceği esnada Hazretleri ona; “Oğlum, misafirimiz sana ne dedi?” der. O da efendim “Şeyhine selam söyle daha bahçesinin meyveleri olgunlaşmamış dedi.” Deyince Mustafa Efendi (KS) Hazretler de ona; “Evladım, o kimse Hızır (as) idi. Olgunlaşmamış meyveler de sizlersiniz” buyurur.

*Pir-i Sani Mustafa Çerkeşi Hazretleri camisinin müezzini bir gün sabah ezanını okumak üzere kalktığında, ortalığın biraz aydınlanmış olduğunu görünce, vakit gecikti zannederek alelacele abdest alarak dışarı çıkar. Dışarı çıkınca da çevreden zikir seslerinin gelmekte olduğunu duyar.Seslerin geldiği tarafa yönelerek küçük çayır denilen dereye varınca,tanıyamadığı pek çok kimselerin zikrullah ile meşgul olduklarını görür ve biarz da tedirgin bir halde yanlarına gider.Yanlarına yeni gelen müezzin efendinin tedirgin olduğunu fark eden zikredenlerden biri ona :”Gel sen de bizdensin.” der.Zikredenler,müezzine de aralarında yer gösterdikten sonra yapmakta oldukları zikre devam etmeye koyulurlar.Bir müddet daha zikre devam ettikten sonra,zikreden bu kalabalık birden ortada kaybolur ve müezzin Efendi orada yalnız başına kalakalır.Olup bitenler karşısında kalan müezzin Efendi,sabah nazmının vaktinin daha yeni olduğunu anlayınca camiye gelerek minareden sabah ezanı okur.Daha sonra da Pir-i Sani Hazretleri ile karşılaşan müezzine cenab-ı Pir-i Sani Hazretleri: “Oğlum o gördüğün cin taifesi idi.sana yer gösterdiler ve seni içlerine aldılar.Bunların hepsi bizim kardeşlerimizdir.Sabah vakti olunca dağıldılar.” buyurur.

* Pir-i Sani Hazretleri, sabah vakitlerinden önce evden çıkıp kaybolur; sabah namazında ise câmide hazır bulunurmuş. Ayakkabılarının içinde her gün çöl kumu olur, hanımı da bu kumları bir torbaya saklarmış. Ömürlerinin sonuna doğru bur gün pir-i Sani Hazretleri eşini yanına çağırarak “Şimdiye kadar bizim ne gibi hallerimizden ve sırlarımızdan haberdar oldun?” buyurmuş. Eşi de, gizlice torbalarda biriktirip sakladığı kumları getirmiş.”Bu kumlar, sabahları Mekke seferinizde ayakkabılarınıza dolan kumlardır” demiş. O’nun güzel bir inanç ve anlayışı olduğunu göstermesinden dolayı, Pir-i Sani Hazretleri de eşine memnuniyetini bildirmiş, çok dua etmiştir.

* Çerkeş’in köylerinden Aliözü’nde oturan, hazretin halifelerinden (yahut pirdaşı) Şeyh Mustafa Efendi bahçesinde sebze sularken, Pir-i Sani hazretleri de Çerkeş’te Dergahının kapısı önünde dervişleri ile birlikte oturmuş konuşuyor, elindeki asayı bir şey karıştırır gibi çeşitli şekillerde hareket ettiriyormuş. Bir süre böyle yaptıktan sonra gülerek, dervişlere “içeri kaçın” demiş. Dervişler içeri girerken, havadan, büyükçe bir çamur parçası gelip dergahın duvarına çarpmış ve orada yapışıp kalmış. Pir-i Sanii hazretleri dervişlere hitaben: “Kardeşim Şeyh Mustafa bahçe suluyordu, ben de asa ile su yollarını bozuyordum. Birkaç defa yapma diye seslendi. Ben durmayınca bir kürek çamur alıp attı. İşte duvara yapışan bu çamur onun attığı çamurdur. Kardeşler arasında bazen bu gibi latifeler olur, demiş.

* Yukarıda sözü edilen Şeyh Mustafa efendi, vakit vakit Çerkeş’e gelerek Pir-i Sanii Hazretlerini ziyaret edermiş. Yine bir gün Pir-i Sani’yi ziyaretinde Şeyhin Ankara’da okuyan oğlu Osman Efendi ile karşılaşmış. Osman Efendi babasının bir köy şeyhi ile bu kadar derin ne konuşabileceğini küçümser bir şekilde içinden geçirmiş. Şeyh Mustafa Efendi bir soru sorar ancak Osman Efendi bu soruyu cevaplandıramaz. Bunun üzerine Pir-i Sanii Hazretleri oğluna: “Evladım daha olmamışsın, git tahsiline devam et” buyurmuş. Osman Efendi Ankara’ya dönmüş, sonunda Ankara Müftüsü olmuş.

* Pir-i Sani Hazretleri’nin Müridi Mustafa Sâfî Efendi 1807 senesinde tahsîlini tamamlayıp icâzet, diploma aldı. İstanbul’da müderrislik yapmak üzere kalmaya karar vermişken, bir gece rüyâsında devrin meşhur evliyâsı Çerkeşli Hacı Mustafa Efendiyi gördü. Ona; “Evlâdım Mustafa Sâfî Efendi! Zâhir ilmini tamamlayıp icâzet aldın. Tasavvuf ilmini öğrenip, ilm-i ledünne kavuşmak için Çerkeş’e gel de bu ilmi tahsîl eyle. Çünkü senin İstanbul’da kalmana izin yoktur.” buyurdu. Bunun üzerine Mustafa Sâfî Efendinin kalbinde ilâhî bir muhabbet, aşk peydâ oldu. İstanbul’da durmaya tahammülü kalmadı. Çerkeş’e gitmek için yola çıktı. Oraya varınca, Hacı Mustafa Efendinin huzûruna gitti. Elini öpüp, talebesi olmayı arzu ettiğini bildirince önce bu isteğine iltifat edilmedi. Ümitsiz olarak huzurlarından ayrıldı.Ancak üç gün dergâhta misâfir kaldı. Sonra o zâtın kabûl buyurması için Derviş Hasan vâsıtasıyla arz edip yalvardıysa da,Çerkeşli Mustafa Efendi;
“O, bir âlim kimsedir. Benim zâhir ilminde onun kadar kuvvetim yok. Bu sebeple talebeliğe kabul edemem.” dedi. Bu haber kendisine ulaşınca, kalbinde aşk-ı ilâhî hâsıl oldu. Bu sırada kalbinde meydana gelen coşkunluğa tahammül edemeyip, hemen huzûruna gitti.Mübârek ellerini öptükten sonra ilm-i zâhiri kalmadığını, aşk-ı ilâhînin gönlünü yaktığını ve onun işâretiyle talebe olmaya geldiğini arz ve beyân ederek yalvardı. Tekrar kabûl etmesini istirhâm eyledi. Bunun üzerine onu talebeliğe kabûl etti.

Çerkeşi Mustafa Efendi’nin tarikat silsilesi
Zoralı Şeyh Mehmed
Mudurnulu Şeyh Abdullah Rüşdü (ö.1141/1728-29),
Şâbâniyye’nin Nasûhiyye kolunun kurucusu Şeyh Mehmed Nasûhi Üsküdârî (ö.1130/1718),
Karabaşiyye kolunun kurucusu Karabaş Veli(ö.1097/1686)
Tarikatın pîri Şeyh Şâbân-ı Veli’ye(ö.976/1568)ulaşır.
Şâbâniyye mensuplarınca tarikatın ikinci kurucusu anlamında “pîr-i sâni” unvanıyla anılan Çerkeşî Mustafa Efendi’nin 0n’un üzerinde halifesi vardır.
Bunlardan ancak altısının(Beypazarlı Âli,Geredeli Halil,Mustafa Safi,Semerci Şeyh İbrâhim,Tiritzâde
Hüseyin,Ahmed Nûri Baba) adı ve kimliği tesbit edilebilmiştir.Halifelerin faaliyetleri sonucu Çerkeşiyye tarikatı Batı Karadeniz,başta Ankara ve çevresi olmak üzere Orta Anadolu,İstanbul ve Balkanlar’da yaygınlık kazanmıştır.

Halifeleri

1- Beypazarlı Ali Efendi’nin halifesi Kuşadalı İbrâhim ile Geredeli Halil Efendi’ye nisbet edilen İbrâhimiyye ve Hâliliyye adlı iki şübe meydana geldiği söylenirse de bunlardan ancak ilki bir kol olarak kabul edilir. Çerkeşi’nin emrine uyarak ölümünün hemen ardından İstanbul’a giden ve Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından Fındıkzade’deki Beşikçizâde Dergâhı şeyhliğine tayin edilen Beypazarlı Ali Efendi’nin (ö.1234/1819)yetiştirdiği tek halife olan Kuşadalı İbrâhim Efendi (ö.1262/1846) tekke,taç,hırka gibi tarikatlara ait geleneksel unsurları reddeden fikir ve uygulamalarıyla Türk tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.Tarikata Melâmeti bir hüviyet kazandıran Kuşadalı’nın Mehmed Tevfik Bosnevi ile (ö.1283/1866) devam eden silsilesi, “Fâtih türbedarı”diye meşhur olan Ahmed Amiş Efendi (ö. 1920) vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmıştır.

2- Ümmî bir zat olan Geredeli Halil Efendi’dir.Şeyh Halil Efendi II.Mahmud tarafından İstanbul’a davet edilmiş, amellerin niyetlere göre olduğunu ifade eden hadise verdiği mânalar padişahı ve huzurda bulunanları hayrete düşürmüş,büyük iltifat ve takdire mazhar olmuştur.Gerede’de vefat eden Halil Efendi’nin türbesi Aşağı Tekke Camii’nin bahçesindedir. Geredeli Halil Efendi’nin halifelerinden Ömer Fuâdi (ö.1274/1857),İstanbul’da Sofular Ekmel Dergâhı’nda uzun yıllar şeyhlik görevinde bulunmuştur.Devrin iki şeyhülislâmı Ârif Hikmet ve Mehmed Sâdeddin Efendilerin kendisine intisap etmeleri,Ömer Fuâdi Efendi ve Şâbâniyye-Çerkeşiyye’nin ulemâ üzerindeki tesirini göstermesi bakımından önemlidir.Vefatından sonra makamına oğulları Abdullah Rüşdü (ö.1299/1882)ve Yâkup Sıdkı
(ö.1319/1901)geçmiş,Yâkup Efendi’nin ölümünden sonra dergâh oğlu Yûsuf Selâhaddin ileAbdullah Rüşdü’nün oğlu Mustafa Siret efendiler tarafından yönetilmiştır.Daha sonra Üsküdar’daki Atik Vâlide Şâbâni dergâhına tayin edilen Mustafa Siret Efendi,Meclis-i Meşâyih âzası olarak da görev yapmıştır. Geredeli Halil Efendi’nin diğer halifesi Yazıköylü Emin Efendi,bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Nevrekop’a giderek irşad faaliyetinde bulunmuştur.Emin Efendi’nin Mir’âtü’l-âşıkin adlı eseri basılmıştır.Halifesi Nevrekoplu Ahmed Efendi’nin burada açtığı dergâh Balkan Harbi’nde Bulgarlar tarafından yakılmıştır.

3- Diyarbekirli Hacı Mustafa Safi Efendi’yi (ö.1263//1847), Hüseyin Vassaf Geredeli Halil’in halifesi olarak gösterir.Ancak Safî Efendi hakkında bir menâkıbnâme yazan İbrahim Hilmi onun aslında Çerkeşî Mustafa Efendi’nin halifesi olduğunu söyler.Safi Efendi’nin halifesi Geredeli Saatçi Abdullah Efendi’nin müridi Halil Rahmi Efendi(ö.1284/1867), uzun yıllar Divân-ı Hümâyun Kalemi’nde görev yapan Necip Efendi’nin (ö. 1307/1890) şeyhidir.Necip Efendi Aksaray’daki irşad faaliyetini sürdürmüş,devrin tanınmış âlimleri Mehmed Zihni Efendi ve Abdüllatif Harpûti kendisine mürid olmuşlardır.Oğlu Fahri Efendi Kanlıca’daki Atâullah Dergâhı’nda şeyhlik yapmıştır. Sultanahmet’teki Sokullu Mehmed Paşa Dergâhı Şeyhi Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Şeyh Mustafa Hulûsi Efendi de (ö. 1299/1882) Geredeli Halil’in halifelerindendir.Halil Efendi İstanbul’a geldiğinde kendisine intisap ederek onunla birlikte Gerede’ye gitmiş, sulûkünü tamamladıktan sonra babasından boşalan dergâhın şeyhliğine tayin edilmiştir.Ölümünden sonra makamına oturan oğlu Hayrullah Efendi’den birkaç ay sonra vefat etmesi üzerine dergâhta irşad faaliyeti diğer oğlu Âtâullah Efendi (ö.1308/1890-91) tarafından sürdürülmüştür.Atâullah Efendi’den sonra yerine,halifesi Beykozlu Ahmed Efendi’den icâzet alan oğlu Mehmed Nidâi Efendi şeyh olmuştur. Halil Efendi’nin Kütahyalı Şeyh Salih Efendi adlı halifesi vasıtasıyla devam eden diğer bir silsilesi günümüze ulaşmıştır.

4- Çerkeşi Mustafa Efendi’nin bir halifesi de İstanbul Zeyrek’te Kilise Camii yanındaki Akşemseddin Dergâhı Şeyhi “Semerci Şeyh” diye anılan İbrâhım Efendi’dir.(ö.1247/1831).Onun vefatından sonra bu dergâhta halifesi Şeyh Halil Efendi(ö.1274/1858) ile bu zatın oğlu ve adaşı Halil Efendi(ö.1333/1915)görev yapmışlardır.

5- Kaynaklarda adı geçmeyen diğer bir Çerkeşi halifesi de Ankaralı Tiritzâde Hüseyin Efendi’dir. Madde yazarının bir şâbânı şeyhinin elinde bizzat gördüğü Şâbâniyye silsilenâmesinde Çerkeşi halifesi olduğu anlaşılan Hüseyin Efendi’nin silsilesi günümüze kadar ulaşmış olup İstanbul ve Karadeniz bölgesinde mensupları bulunmaktadır.

6- Çerkeşi Mustafa Efendi’nin adı ve kimliği tesbit edilen son halifesi,Hacı Bayrâm-ı Veli soyundan gelen şair Ahmed Nûri Baba’dır(ö.1263/1847). Şeyh Halil Baba’nın oğlu olan Ahmed Nûri Baba,babasının ölümünden sonra Çerkeş’e giderek Mustafa Efendi’ye intisap etmiş ve onun halifesi olmuş (Fâtih,s.420),ancak Melâtimetî tavra sahip olduğundan irşad faaliyetinde bulunmamıştır.

Türbe-i Şerifi
Çerkeş ilçesi, Kurtlar Mahallesi, Osman Paşa Caddesinde yer alan Türbe, Pir-i Sani Camiinin içinde ayrılan bir bölümde bulunmaktadır. Pir-i Sani Türbesi aynı isimli mescidin harimi dâhilindedir. Bina moloz taşından harçla yapılmıştır. Türbe, 1734 yılında ölen Halvetiye Dergahı şeyhlerinden Hacı Mustafa Efendi için yaptırılmıştır. 5×5 m2 ölçülerinde kare planlı olan türbe, pandantif geçişli kubbe ile örtülüdür. Kubbe 1944 yılında dıştan kiremit kaplı çatı ile kapatılmıştır.
İçinde bir ağaç sanduka ve bunun etrafında bir demir parmaklık vardır.
Kitabesinde:
1- Düştü bir tarih âkif bendesinin kalbine
2- Hü deyip Firdevs-i vusla erdi Pirim Mustafa.
yazıları okunmaktadır.

Kaynaklar
Mustafa Özdamar , Piran , Kırk Kandil yayınları , 2005
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Türkiye Gazetesi , Orta Anadolu evliyaları cilt 2

Çoban Bey

Çoban Bey

Bursa – Molla Arap mah 6. park sokak’da.

Osmanlı devleti kurucularından Osman Gazi’nin oğludur. Türkmen gruplarını Bursa’ya yerleştiren ve onlara liderlik yapan bir alperendir.
Çoban Bey türbesi’nin yapım kitabesi bulunmamakla birlikte XIV. yüzyyıl başlarında yapıldığı bilinmektedir. Yer yer moloz, taş ve tuğla malzemelerinin bir arada kullanıldığı 6,45×6.45 m iç ölçüsünede kare planlı üzeri basık bir kubbe ile örtülü mimariye sahiptir. Beden duvarlarından kubbeye geçiş üçgenler aracılığı ile sağlanmıştır. Kubbe dıştan betonla kaplı ve iki sıra kirpi saçaklıdır. Yapının içi sıvasızdır.Giriş kapısı tuğladan yapılmış , sivri alınlıklıdır. Güney ve doğu yönündeki altlı üstlü ikişer pencere ile içerinin aydınlanması sağlanmıştır. Batıdaki pencereler ile kapı üstündeki pencere sonradan örtülerek kapatılmıştır.

Türbe de Çoban Bey lahdi ile beraber beş lahit bulunmaktadır. 8 Şubat 1854 ve bir yıl sonra Nisan 1855 yılında meydana gelen büyük depremlerde Bursa’daki bir çok yapı gibi Çoban Bey mescidi ve medresesi de yıkılmıştır. 1971 yılında Bursa eski eseleri sevenler kurumu tarafından onarılmıştır. 1997 yılında Yıldırım Belediyesi tarafından onarılmış ve çevre düzenlemesi yapılmıştır.

Çekirge Sultan

Çekirge Sultan 4

Bursa – Osmangazi’deki Murad Hüdavendigar külliyesinde. Sultan Murad Hüdavendigar’ın türbe kapısı önünde.

Bursa Kütüğüne verdiği bilgiye göre; Murad Hüdavendigar zamanında yaşamış bir zattır. İsmi meçhüldür. I. Murad türbesi kapısında medfundur. Hayatı hakkında bilgi çok kısıtlıdır.

Rivayete göre ; Çekirge Sultan fakir bir adamdır. Sultan ünvanı sonradan verilmiştir. Bursa’da hamamın kapısının önünde sadaka beklerdi. Günün birinde hamamdan çıkan bir kadın feryatlar koparmağa başladı. Kulağındaki küpeleri kaybetmişti. Bütün hamam telaşa düştü, her yere bakıldı ama küpeler yoktu. kadın feryat figan ediyordu. Çünkü küpeleri çok değerliydi. Nihayet işe Çekirge Sultan karıştı ; Kadına ” yıkandığın kurnanın yanında ufak bir delik vardır, dökülen saçlarına sarılı olarak küpelerin oradadır.” dedi. Sonra kadın hatırladı ki ; Hamam girerken küpelerini çıkarmamıştı. Sonra tarandığı sırada dökülen saçlarına sararak bu deliğe koymuştu. hamamdaki bütün kadınlar heyecanla koştular ve küpeleri fakirin söylediği yerde buldular.

Bu hadiseden sonra fakirin kehaneti her yerde duyuldu. Şöhreti o kadar arttı ki ; Sultan Murad’ın kulağına kadar geldi. Adamın gayb ilminde pek mahir olduğu söyleniyordu. Çekirge Sultan , Sultan’ın huzuruna getirildi. Sorulan iki soruya doğru yanıt verdi sonra Sultan Murad kendisine doğru kapalı elini uzatarak sordu ” Söyle bakalım elimde ne var” .

İşte o zaman şaşırdı , tereddüt etti , düşündü taşındı , başını kaşıdı , soruya yanıt vermediğinden kellesinin uçurulacağını düşünüyordu , düşünürken mırıldandı ; ” Bir atlarsın çekirge , iki atlarsın çekirge , üç ” derken.. Henüz sözünü bitirmemişti ki padişah elini açtı. Elinden bir çekirge atladı. Bu hadiseden sonra Padişah fakire bir çok ihsanda bulundu ve kendisine Çekirge Sultan lakabı verildi. Aynı zamanda Padişah’ın müneccim başı olarak tayin edildi.

Kaynaklar ; Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları
Türkiye Gazetesi , Batı Anadolu evliyaları cilt 2

Başçı İbrahim Efendi

Bursa – Osmangazi’deki Başcı İbrahim Efendi camii haziresinde

Başçı İbrahim Efendi , aslen başçılık mesleğini icra etmekle beraber müteahhit ve tüccar bir kişidir. Kayıtlarda Cem Sultan Türbesi müteahhidi olarak geçer. Babasının adı Abdullah’tır. Alimleri seven hayır sahenet Yeni belge 3_2sahibidir.
Abdal Mehmed’in sevdiklerinden olup rivayete göre ona her gün pişmiş bir baş verir ve can-u gönülden hizmetinde bulunurmuş. Bir gün Abdal’a sevdiği insanlardan kalabalık bir grup ansızın misafirliğe gelirler. Abdal onlara nasıl izzet-i ikramda bulunacağını düşünürken başçı, adeti üzere pişmiş bir tepesi dolu baş ile Abdal’ın kapısını çalar. Bu geliş Abdal’ın çok hoşuna gider ve kendisine himmet ederek hayır duada bulunur. Ertesi gün Başçı İbrahim Efendi rızkını temin amacı ile başları kazana koyar. Sahur zamanında kazanda başların pişip pişmediğini kontrol için baktığında ne görsün ; büyük kazan ve kepçesi Abdal Mehmed’in himmeti ve nefesinin bereketiyle halis altun olmuş.
Bu hali görünce ;
”İşim altun eyledim (bundan sonra)
Kimden ne derdim var benim ”
diyerek büyük bir servete kavuşur. Bu para ile Maksem’de kendi adıyla anılan camii , hamamımı ve zaviyeyi inşa eder. Abdal Mehmed’e intisap edip onun adına da İki kubbeli Abdal Mehmed camiini inşa eder.
Hayatını hayır ve hasenatla geçirmeye çalışan Başçı İbrahim efendi 11 Zilhicce 885 / 1481’de vefat edince Başçı İbrahim Efendi camii’nin kıble tarafındaki hazirede sırlanır.

Kaynaklar ;Hasan Turyan , Bursa evliyaları , Merassa Yayınları