Taptuk Emre

Ankara – Nallıhan – Emrem Sultan köyü.

Anadolu’nun manevi mimarlarından ve Yunus Emre’nin şeyhidir. Türbesi, Nallıhan ilçesine bağlı  Ermemsultan Köyündedir. Hayatı ve kimliği hakkında tarihi kaynaklarda bilgi olmayıp, menkıbevi şahsiyeti yazılı ve sözlü kültürümüzde kabül görmüştür. Tabduk Emre, Cengiz istilası üzerine Buhara tarafından Anadolu’ya gelmiş Sinan Efendi, yahut Sinan Ata adlı Orta Asyalı bir Türk şeyhi tarafından irşad edildiği hakkındaki görüş Anadolu dervişleri arasında kabül görmüştür.

Menkıbevi hayatında ismi Emre’dir. Sakarya ırmağı kenarında bir köye yerleşmiş bir “Anadolu (Rum) eri”, ermişidir. Günümüzdeki Ermemsultan köyü olarak bilinen köyde kurduğu dergahta irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Hacı Bektaş-ı Veli de Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiş ve irşada başlamıştır. Sakarya boylarında bulunan erenler Hünkar’ın gelişi duymuşlar ve ziyaret etmek için bir araya gelmişler, Emre’nin de kendileriyle gelmesi için davet etmişler. Bunun üzerine Emre gelemiyeceğini söyler. Erenler sebebini sorunca, Emre şu cevabı verir:
“Erenlere Dost divanında nasib verildiğinde, Hacı Bektaş Hünkar adlı bir kimseyi görmedik, işitmedik.” Erenler topluluğu Hünkar’ı ziyarete varınca, Emre’nin bu sözünü Hacı Bektaş-ı Veli’ye söylerler. Hünkar müridi Sarı ismail’i, Emre’ye gönderir ve dergahına davet eder. Davete ica­bet eden Emre’ye Hünkar şu suali sorar:
“Dost meclisinde erenlere nasib veren erin nişanı nasıldı?” Bu suale Emre şu cevabı verir:
“Yeşil perde ardından biri çıkıp, cümle erenlere nasip dağıttı. Avuç içinde güzel, nurani, yeşil bir ben vardı.” Hacı Bektaş sorar: “O eli görsen tanırmısın?” Emre: “Evet” cevabını verir.
Bunun üzerine Hünkar elini açıp, avucunu gösterir. Hacı Bektaş’ın avucundaki yeşil beni gören Emre:
“Tapduk, Hünkarım, Tabduk.” diye üç defa tekrar eder. Hemen ayağa kalkar ve kapının eşiğine yüz sürer. Özür diler ve tacını Hünkar’ın önüne koyar. Hacı Bektaş Emre’nin özrünü kabul eder, tacını giydirir, dua eder. Bu olaydan sonra “Tabduk Emre” olarak anılır. Hünkar’la sohbet edip, Sakarya kıyılarında bulunan derğahına geri döner.

Hacı Bektaşi Veli’nin irşad gücü ve kerametleri Anadolu’da duyulur. Her taraftan mürid olmak için dergahına akınlar başlar ve muhipleri çoğalır. Halk arasında ve menkıbelerde Yunus Emre’nin, Tabduk Emre ile tanışması şöyle anlatılır:
Yunus isminde, çiftçilikle geçinen, çok fakir bir adam vardır. Bir sene kıtlık olur. Daha da fakirleşen Yunus, bir çok kerametle­rini duyduğu Hacı Bektaş-ı, Veli’den yardım almak için ziyaretine gider. Hacı Bektaş-ı Veli’ye dağdan topladığı bir miktar alıçı (yabani elma) hediye götürür. Suluca Karahöyük’te (Hacıbektaş kazası) bulunan dergaha gelir ve Pirin ayağına yüz sürer, hediye­sini verir ve müşkilini şöyle anlatır:
“Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinimden ürün alamadım, siz­ den bir miktar buğday almaya geldim.” Hacı Bektaş “kabül” der ve birkaç gün misafir kalmasını söyler. Yunus ise köyüne dönmek için acele eder. Dervişler Pir’e Yunus’un acelesini anlatırlar. O da:
“Sorun bakalım ne ister, buğday mı, yoksa erenler himmeti mi?”
Dervişler Yunus’a şeyhin arzusunu ilettiler. Yunus ise düşünmeden “buğday isterim” der. Bu cevabı öğrenen Hünkar:
“Getirdiği her alıç adedince himmet edelim, kendisine söyle­yin.” Yunus bu söze şu cevabı verir:
“Nefes (himmet) karın doyurmaz, evladı iyalim var, bana buğday gerek.” Bu sözü Hünkar’a arz ederler. Hünkar’da:
“Her ahçının çekirdeği karşılığında on nefes verelim.” Yunus isteğinde ısrarlı olup, cevabını tekrarlar:
“Nefes (himmet) istemiyorum. Çocuklarım var, evladı iyalim var, bana buğday gerek.” Bu sözü üzerine Hünkar istediği kadar buğday verilmesini emreder. Buğdayı Yunus’un öküzüne yük­ lerler ve uğurlarlar. Yunus köyün çıkışına varınca ayıkır. Kendi kendine şöyle söyleşir: “Hünkar bana himmet (nefes) vermek istedi. Ben ise buğday istedim. Halbuki buğday yenince biter, nefes ise öyle değil. Hünkar’ın himmetini reddederek ona karşı edep hatası da yaptım” der ve geri dergaha döner. Hünkar’ın dervişlerine yaptığı hatayı anlatır ve:
“Hünkar’a arzedinde buğdayı geri alsın, bana himmet (nefes) ver­sin” der. Durumu Hünkar’a arzederler, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli:
“Biz Yunus’un anahtarını Tabduk Emre’ye verdik. Gitsin nasi­ bini ondan alsın” cevabını verir. Yunus Emre büyük bir nedamet­ le dergahtan ayrılır. Tabduk Emre’nin dergahına gelir, başından geçenleri şeyhe anlatır. Tabduk Emre de:
“Safa geldin, halin bizce malumdur. Hizmet et, emek ver, nasibini al” der. Yunus Emre, Tabduk Emre’nin dergahında kırk yıl hizmet eder.

Yunus şiirlerinde Tabduk Emre’yi onaltı yerde zikreder.
Taptuk ‘un tapusunda kul olduk kapusuna
Yunus miskin çiğidi bişdi elhamdülillah

Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber, kendisinin Selçuklu Devletinin son zamanları ile Ertuğrul ve Osman Gazi dönemlerinde yaşamış olduğu sanılmaktadır. Yunus Emre ekseri görüşe göre 1320’li yıllarda vefat etttiğine göre,  şeyhi Tabduk Emre’nin de 1200’lü yıllarda  yaşadığı tahmin edilebilir. Menkıbelerde Tapduk Emre ile Hacı Bektaş Veli aynı tarihlerde yaşadığı gösterilir. Tabduk Emre nin irşad metodu ile ilgili bilgileri ve tasavvufi terbiye esaslarını en büyük eseri olan Yunus Emre’de görmekteyiz. Hanefi mezhebi esaslarına ve sunni akidelere bağlı, Horasan melametiliğini benimsemiş olduğu, Yunus Emre’nin şiirlerindeki dile getirdiği tasavvufi düşünceden anlaşılmaktadır.

Türbe-i Şerifi
Türbe, Emremsulan Köyü girişinin sağında hafif meyilli bir arazi içerisinde bulunan mezarlık içerisinde yer alır. Köyün mezarlık sahası olarak belirlenen özel mülkiyetteki ve koruma altındaki bir arazidedir. Kare planlı ve kubbelidir. Duvarları içerden 6 x 6 metre boyutunda ve 1.6 metre kalınlığındadır. Sarıyar Barajı‟nın yapımı sırasında 1954-1958 yıllarında Etibank tarafından türbe olarak onarılırken kubbeyi korumak ve akıntıyı önlemek amacıyla kubbenin üzerine kiremit kaplı şemsiye külah şeklinde, dışa taşkın saçaklı bir çatı yapılmıştır. Türbeye doğu yönünden, oldukça sade ve basık kemerli alçak bir kapıdan girilir. Orijinal ahşap kapı kanatları türbeden çıkarılmıştır ve köydeki yeni camide saklanmaktadır. Basık kemerli, kapı girişinin üstünde devşirme bir antik mermer üstüne oyulmuş dört satırlık kitabesi mevcuttur.
Güney duvarında 1.5 metre yüksekliğinde 67 cm genişliğindeki dikdörtgen pencere tek açıklıktır. Taşıyıcı duvarlar moloz taştan inşa edilmiş olup, kubbe ve pandantifler ise tuğla örgüdür. Kare planlı türbede ayrı bir mezar odası bulunmadığından cenazeler doğrudan ziyaret (mescit) kısmına gömülmüştür. İçeride altı sanduka yer almaktadır. Ortada 3.7 metre uzunluğunda ve 72 cm genişliğinde Tapduk Emre‟nin sandukası vardır. Tabduk Emre‟nin eşi ve dört çocuğuna ait olduğu sanılan beş sanduka daha bulunur. Türbenin 20 metre batısında ise Tabduk Emre‟nin hatiplerinin türbesi vardır.

Şeyh İzzettin

Ankara  -Altındağ ilçesinde Şeyh İzzettin camii yanında

Ankara’da yaşamış ve vefat etmiş sufilerdendir. Şeyh İzzed­din (k.s.)’in hayatı ve kimliği hakkında yazılı kaynaklarda bilgi yok denecek kadar azdır. Halk arasında Hacı Bayram-ı Veli’nin Arapça hocası olduğu rivayeti yaygındır.

Ankara camileri hakkında araştırma yapan rahmetli İ. Hakkı Konyalı, Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde bulunan Şeyh İzzeddin Türbesi kitabesindeki tarihi 1306 miladi yılı olarak okumuştur. 1306 yılında vefat eden Şeyh İzzeddin’in 1340 yılında doğan Hacı Bayram-ı Veli (Numan b. Ahmed)’nin hocası olması mümkün değildir. Bu konuda Hacı Bayram-ı Veli soyundan gelen rahmetli Fuat Bayramoğlu ise Şeyh İzzeddin’in vefat tarihinin miladi 1352 olarak kabul edilmesi ve Hacı Bayram-ı Veli’nin de doğum tarihi­ nin kendisince ileri sürülen 1339/1340 senesi kabul edildiği takdir­ de, halk arasında yaygın olan görüşün doğru olabilecegi kanaatini taşır. Buna rağmen bu görüşlerin varsayımdan öte geçemiyeceğini kabul eder. Ankara şehri üzerine araştırma yapan E. Mamboury ise Şeyh izzeddin’in vefat tarihini 1350 olarak kabul eder.

İ. Hakkı Konyalı “Ankara Camileri” isimli eserinde:
“Yıkılan türbesine ait kitabe taşı Ankara Etnoğrafya Müzesi’ndedir. Bu kitabe aynı zamanda vakfiye olduğu için fev… kalade mühimdir. Şimdi üç satır halindeki kitabeyi okuyalım:
Şeyh izzeddin yediyüzbeş hicri senesinin Şaban ayında Allah’ın rahmetine kavuştu. Bütün emlakini vakfetti.
Etnoğrafya Müzesi Müdürü Osman Ferit Sağlam’ın bana söylediğine göre “türbe mahruti şekilde yapılmış ve çok kıymetli bir esermiş. Bakımsızlık yüzünden çökmüş, kitabesi de müzeye nakledilmiştir.”

Günümüzde Ulus semtinde, kendi adı ile anılan Şeyh İzzeddin Mahallenin Sonevler Sokağının 6 kapı numarası taşıyan yapıda kabri, aynı mahallede Yay ve Yokuş sokaklarının birleştiği köşede de Şeyh izzeddin Mescidi vardır. Mezarının bulunduğu yapının dış duvarında, giriş kapısının sağında ve solunda birer  adet kitabe taşı parçası mevcuttur. Bu kitabelerin birisinde 752 hicri / 1352 miladi yılı yazılıdır. Diğer kitabe taşı parçasında ise bir hatun’dan bahsedilir. Kanaatimizce bu iki kitabe parçası onarım esnasında sonradan buraya konulmuştur.

438 numaralı “Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri”nde “Şeyh İzzeddin Zaviyesi Vakfı” ve “Şeyh izzeddin Mahallesi Mescidi Vakfı” kaydı vardır. 1522 tarihli Tapu-Tahrir Defterinde Şeyh izzeddin mahallesinin nüfusu takriben ellidir. Bu tarihlerde de Şeyh izzeddin Zaviyesi’nin şeyhliğini ise Mustafa oğlu İbra­him yapmaktadır. 25 Ağustos 1798 tarihli bir belgede de: “Medine-i Ankara’da medfun es-seyyid eş-şeyh İzzeddin kuddise sırruhu aziz hazretleri evkafından…” ibaresinden “seyyid” ve pir tarikata mensup olduğunu anlıyoruz.

Kabrinin olduğu yer sonradan imar edilmiş ve kurulan der­ nekçede fakirlere her gün yemek verilmektedir.

Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Ankara Velileri I-II , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları

Kazancı Baba

Ankara – Kalecik ‘de Kalecik kalesi eteklerinde

Kalecik ilçe merkezinde türbesi bulunan Şeyh Baba Nahhasi Ankaravi (k.s.) hazretleri halk arasında “Ka­zancı Baba” ve ”Kazgancı Baba” olarak bilinmektedir. Kaynaklara göre asıl adı “Bedreddin”dir. ‘Nahhasi” Arapça bir kelime olup bakırcı anlamına gelmektedir. Baba Nahhas Ankaravi, Hacı Bayram-ı Veli hazretlerine intisab ederek kemale eri­şen velilerdendir.

Mehmed Mecdi Efendi, “Şakayiki Numaniye”de Şeyh Baba Nahhas’ın Hacı Bayram-ı Velin’in halifelerinden olduğunu zikreder; Arif-i billah Şeyh Baba Nahhasi-i Ankaravi rahimehullah, Şeyh Bedreddin (Kı­zılca Bedreddin) gibi bunlar dahi Hacı Bayram Sultan’ın eshabından idi. Ol haz­retin bedrika-i irşadının imdadiyle tarik-ı tasavvufun müntehasına vasıl ve nail oldu. Misi-vücudunu şeyhin cevher-i irşadiyle zer-i halis edüb kimya-yı saadete zafer buldu. Kaddesallahu sırrehu’l-aziz.  Mecdi Efedi’nin ifadesinden Baba Nahhas Ankaravi’nin, Hacı Bayram-ı Veli (k.s.)’nin halifelerinden olduğunu, O’nun irşadıyla tasavvufi sırları öğ­renerek kemale ulaştığını, vücudunun bakırını Hacı Bayram-ı Veli’nin irşad cevheriyle saf altın yaparak, ilahi sırlara ulaştığı anlaşılmaktadır.

Mehmed Süreyya, “Sicill-i Osmani”de asıl adının “Bedreddin” olduğunu zikreder: Bedreddin (Baba Nahhasi), Bayramidir. II. Mehmed (Fatih) devri (1451-1481) başlarında vefat etti.

Evliya Çelebi, “Seyahatname”sinde Kalecik’e geldiğinde Kazancı Baba Sultan ziyaretini anlatır: ”Kazancı Baba Sultan ziyareti: Kalenin ancak bir sarp yolu vardır. Batı tarafına bakar kapısına gidecek çetin yolun aşağısında çarşıya yakın bir ufak tefek yerde medfundur. Allah sırrını aziz eylesin.”

Kazancı Baba Türbesi:
Kalecik ilçe merkezinde ve Kalecik Kalesi’nin kuzeydoğu eteğinde, Ahi Kemal (Şenyurt) Mahallesi’nde ve bir bahçe içinde bulunan Kazancı Baba Türbesi, meyilli bir arazide bulunmaktadır. Kazancı Baba Türbesi, doğu cephesine yapılan betonarme ve düz damlı bir oda ve kuzey cephesine yapılan beton duvar ve çevresindeki bahçe ile ku­şatılmıştır. Sonradan yapılan gayri ciddi onarımlarla da özgün mimari özel­liğini kaybetmiştir. Giriş kapısının sağında Türkçe yazılmış kitabe ise bir yanlışlar manzumesidir: Kaçkancı Baba, 300 sene önce Evliya Çelebi’nin Kaleciğe geldiğinde bu türbe­den bahsetmiş erek bahis iderek sirre kadem basmış denilmektedir. Türbe ha­rap olduğundan 1969 yılında hükümetçe tamir edilmiştir.
Kitabede yazılı “kaçkancı” kelimesi arabacı anlamına gelir. Kazancı Baba ise bakırcı ustasıdır. Ayrıca Evliya Çelebi, “kuddise sırrehü’-l-aziz” (Allah kut­lu sırlarını aziz etsin) ifadesini kullanmıştır. “Sirre kadem basmış” ise “sırra kadem basmak”, yani gözden kaybolmak anlamında kullanılır.

Kare planlı, kübik bir gövde üzerinde çokgen kasnaklı ve piramidal kü­lahlı bir yapı olan türbenin temelinde ve duvarlarda moloz taş, kubbe kas­nağında kesme taş ve tuğla, kubbede ise sadece tuğla kullanılmıştır. Beden duvarları üzerinde, pandantifle sağlanan geçitle, çokgen (ongen) bir kasnak oturmaktadır. Kubbe kasnağının güney, kuzey ve doğusunda, aynı üslupta, birer pencere görülür. Türbenin gövdesi ile taş ve tuğladan örülmüş kas­nağının bazı kısımları sonradan sıvanarak, özgün duvar gizlenmiştir. Kirpi saçakla biten yüksek kasnaktan sonra türbenin üzeri kiremit kaplı bir çatı örtülmüştür. Mevcut haliyle türbenin dış cepheleri bakımsız bir haldedir. Türbeye doğu cephesinde bulunan ve sonradan ilave edilen betonarme bir odadan girilir. Bazı onarımlar gördüğü açıkça belli olan bu giriş kapısını, alınlıktan sonra bir sivri kemer çerçevelemektedir. Kapı dikdörtgen ve ze­ minden yüksekcedir. İki ahşap kanatlı kapı, geometrik motiflerle işlenmiş ve kısmen de bozulmuş, sonradan yeşil renk yağlı boya ile de boyanmıştır. Türbe içi sade ve sıvalıdır. Sanduka sonradan sıvandığı için yapı malze­mesi görülmemektedir. Sandukanın başucunda taştan yapılan büyük bir sarık vardır. Güney duvarında dikdörtgen bir nişle “hacet/ dualık” penceresi açılmış­tır. Ayrıca türbe içinde geyik boynuzları görülür. Duvar 1318/1900-1901 ta­rihli bir hat levhada “Ya Hazret-i Baba Kazgani kuddise sırreh “yazılıdır.

Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları
Ankara Velileri I-II , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları

Gazi Gündüzalp

Ankara -Beypazarı – Hırkatepe köyünde

Beypazarı ilçesi Hırka tepe Köyü’nde türbesi bulunan Gazi Gün­düz Alp, yazılı kaynaklara gore Osman Beyin dedesi ve Ertuğrul Gazi’nin babasıdır. Hırkatepe, Beypazarı ilçe merkezine 24 km uzaklıktadır. Uyku Dağı’ ın kuzeybatı yamacında ve Aladağ Çayı’na karışan Bağlarbaşı Deresi vadisinde bulunan Hırkatepe, eski adıyla “Hırka” Köyü, 1530 tarih­li Hüdavendigar Livası Tahrir Defteri’nde Beğ-bazarı kazasına bağlı bir köy olup Mir-liva hassı ve 18 hanedir. Tarihi kaynaklarda ise Hırka Köyü’nün adı “Kızılcasaray/Kızılsaray” olarak yazılmıştır.

Tarihçiler, Ertuğrul Gazi’nin babasının ismi konusunda iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir. Birinci görüşe göre, Ertuğrul Gazi’nin babası Caber Kalesi’nde türbesi bulunan “Süleyman Şah”tır. İkinci görüşe göre ise Ertuğrul Gazi’nin babası “Gündüz Alp”tir. Günümüz tarihçileri tarafından ikinci görüş genel ka­bul görerek, Gündüz Alp’in Ertuğrul Gazi’nin babası olduğu kabul edilmiştir.

 

Alışoğlu Türbesi

Ankara – Kalecik ilçesinde Kale mahallesinde

Ankara’nın Kalecik İlçesinde, Kale Mahallesi cami altı semtindedir. Türbede Horasan’dan gelen ve bir Nakşibendî Şeyhi olan Alışoğlu Ali Efendi, annesi ve kızı yatmaktadır. Türbe 1231 yılında kendisi tarafından yaptırılmış ve vasiyeti üzerine oraya defnedilmiştir. Türbe Dikdörtgen plânlı basit bir yapıdır. Kerpiçten yapılmış Türbe ahşap olup çatısı kiremitle kaplıdır. İki tane odası vardır. İkinci odada üç tane Sanduka bulunmaktadır.

Müstemilatında; bahçe, avlu, konaklama odası, çeşme ve tuvaleti mevcuttur. Türbe her türlü hastalık için bilhassa bel, yel ve romatizma ağrıları için ziyaret edilmektedir. Şifa için burada yatılıp uyunmakta ve şifa bulu narak gidilmektedir. Eğitimini Horasan’da yaparak gelmiştir. Mesleği askeri hakimlikmiş, Hacı Bayram Veliallah ‘ın akrabalarından olup, Kayseri’de hakim iken Hacı Bayram Veli tarafından Kalecik’de hakim olması uygun görülmüştür. Burada vazife yapıp yerleşmiş ölünce de buraya defnedilmiştir. Yılda 1.500 kadar ziyaretçisi olan türbenin bakım ve temizliğini Fevziye Yıldız isimli bir vatandaş tarafından yapılmaktadır.

Ahi Şerafeddin

Ankara – Altındağ ilçesindeki Aslanhane Cami ( Ahi Şerafettin cami) yanında

Ankara’da yaşayan “tımar” sahibi “ahi” büyüklerindendir. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan ve daha önce Ahi Şerafeddin (Aslanhane) Camii’nde muhafaza edilmiş olan 692 hicri/1293 miladi tarihli şecere (soy kütüğü), 12.21 metre uzunluğunda 0.21 metre genişliğindedir. Samani aharlı kağıt üzerine bölüm başları ve asıl isimler sülüs, diğer isim ve bilgiler nesih ile yazılmış, dışına mumlu bez yapıştırılmıştır. Bu şecere Bursa Mebusu Tahir Bey’in tavsiyesi üzerine, 1910 yılında Tarih-i Osmani Encümeni adına İstanbul’a götürülmüş, merhum Ahmet Tevhid Bey tarafından kopya edilerek aslı Vakıflar Genel Müdürlüğüne iade edilmiştir.

Şeceredeki bilgilere göre Ahi Şerafeddin, Hazreti Ali’nin oğlu Hazreti Hüseyin soyundandır. Atalarından Muhammed Caferi oğlu Hasan, Huy şehrinde kalmış ve orada “fütüvvet” libasını giymiştir. Arapların “Ahi Ali Bessak” dedikleri şahsiyettir. Ahi Şerafeddin sülalesinde ahilik buradan başlar.

Ahi Şerafeddin‘in ecdadı Il. Kılıçarslan zamanında Ankara’ya yerleşir. Ahi Şerafeddin‘in altı batın yukarı dedesi olan Abdullah oğlu Süleyman ve onu takiben ecdadından İbrahim oğlu ishak, Seyit Ali, ishak oğlu Seyit Hüsam, Alaeddin ishak oğlu Ali ve Ahi Şerafeddin’in babası Ahi Hüsameddin Hüseyin, dedesi Seyit Şemseddin Ahi Yusuf, amcası Ahi Kemaleddin Hasan’ın kabirlerinin Ankara’da olduğu şecerede zikredilir.

“Bu şecere Allah’ın zayıf ve aciz kulu Mehmed bin Ahı Hüsam el Hüseyni’nin şeceresidir.”

Ahi Muhammed, Ahi Şerafeddin diye bilinir. Babaları Mehmed bin Ahi Hüsameddin, Hüseyin bin Seyyid Şemseddin oğlu Ahı Fethuddin Hüseyin ve oğulları Mehmed, Ahmed ve İbrahim. Ahi Yusuf bin Ahı ishak bin İsmail bin Seyyid Ali bin Abdullah ve çocukları Ali, Hasan ve Hüseyin. Seyyid Ali bin Abdullah oğlu Ali’nin oğulları Mehmed, Ahmed, İbrahim. Seyyid Ali bin Abdullah oğlu Hüseyin, ondan Ali ve oğulları Yusuf, Cafer ve Mahmud bin Muhammed bin el-Hasen el­ Caferi bin Muhammed bin el-Hüseyni bin Ali bin Muhammed bin Ali bin Musa er-Rıza bin el-imam el-Cafer es-Sadık bin el-İmam el-Muhammed el-Bakır bin el-imam Zeynelabidin Ali bin emiru’l-mü’minıni’I muhsinın bin el-imami’l-müslimın ve emiru’l-mü’minın Ali bin Ebutalib.

Ahi Muhammed (Ahi Şerafeddin)’in evlatları Hüseyin, Hasan ve Yusuftur. Ahi Şerafeddin’in oğlu Hüseyin’den es-Seyyid Hüsam, ondan es-Seyyid Paşa, ondan es-Seyyid Hüseyin, ondan es­ Seyyid Hüseyin ve oğulları Hüseyin, Yahya’dır.

Ahi Şerafeddin’in oğlu Hasan’dan Paşa, ondan Hüseyin, ondan Seyyid Cafer ve oğulları Hıdır, İhsan, Tayyib’dir. Ahi Şerafeddin’in Ankara Etnoğrafya Müzesi’nde teşhirde bulunan ahşap sandukasında vefat tarihi H. 751 – M. 1350’dir.
Bir sanat şaheseri olan ahşap sandukada şu ibare yazılıdır:· “Cömertlerin babası, müslümanların, İslamın ışığı, Hakk’ın ve dinin övdüğü, ahilerin büyüğü, mürüwet ve fütüwet sahi­bi, sultanın delili, iftihar-ı ali Resulullah, seçilmiş, es-seyyid, eş-şehid, yarlıganmış, rahmete kavuşmuş Hüsameddin oğlu Muhammed. Allah onların kabirlerini nurlandırsın, yerlerini cennet kılsın ve onlardan razı olsun. Cuma günü namaz vaktinde, Receb ayının yirmiyedisinde yediyüzellibir yılında vefat etti.”

Türbesi, Ankara Atpazarı semtindedir. Türbenin güney cephesindeki pencere üzerinde mermer bir kitabe vardır. Kitabenin Türkçe metninde: “Bu imaretin; lütüfkar Rabbinin rahmetine muhtaç olan zayıf kul Ahı Hüsameddin el-Hüseyni oğlu Muhammed -Allah Hz. Hüseyin, onun kardeşi, ceddi. babası, annesi ve evladı hürmetine- onun dünyada ve ahirette kalbini nurlandırsın. 731 ( 1331 ) yılında yapılmasına çalıştı.”
Bu kitabe metninden zaviyenin M. 1331 yılında yapımına başlandığı anlaşılmaktadır. Vakıf kayıtlarında, Ahi Şerafeddin Zaviyesi vakfı mevcut olup, Ankara’nın değişik yerlerinde vakıf arazileri olduğu zikredilir.
Ahi Şerafeddin Türbesinin içinde, kızı Devlet Hatun’a ait bir mezar vardır. Devlet Hatun‘un mezar taşında aşağıdaki ibareler yazılıdır: “Emirlerin büyüğü, seçilmiş Mehmed oğlu Hüsameddin oğlu Ahı Şerafeddin kızı Devlet Hatun 773 ( 1372) yılında vefat etti. Allah kabrini nurlandırsın.” Türbede bulunan kitabesiz ikinci kabri de de “Ahi Muhammed Şerafeddin oğlu Ahı Hüseyin” olarak okumuştur. 1720 tarihli Sultan Üçüncü Ahmed’in bir fermanında: “Emirlerin emiri, soyu temiz, itibar şahibi, ululanmış, hürmet ve kadir sahibi, sabırlı ve_ haşmetli, ….” ifadeleri Ahi Şerafeddin için kullanılmaktadır. Ankara’nın gerek yönetiminde gerekse imarında birçok hizmetleri olmuştur.

Kaynak ; Manevi Mimarlarıyla Ankara , Abdülkerim Erdoğan , Ankara Büyükşehir Belediyesi Yayınları