Halveti tarikatının ileri gelen büyüklerinden. Halvetiliğin üçünçü asıl şubesinden olan Ahmediyye kolunun kurucusu Yiğitbaşı Veli hazretlerinin mürşididir.
Akhisar’a bağlı Göl Marmara da doğan Yiğitbaş Veli, Uşak’a gelerek normal medrese eğitimini tamamlamıştır. Medreseden icazetini aldıktan sonra Şeyh Alaaddin Uşşaki hazretlerine intisap edip O’ndan tarikat ve feyz alarak seyr sülukunu tamamlamıştır. Hilafetini aldıktan sonra Manisa’ya dönen Yiğitbaş Veli hazretleri burada irşada başlamıştır.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]Kaynak Fotoğraflar için Şehit Mehmet Cambaz Bey’e teşekkür ederiz. [/toggle]
Halvetiye Tarikatının Uşşaki kolunun kurucusu Arif-i Billah Hasan Hüsameddin Uşşaki hazretlerinin hocasıdır. Hüsameddin Uşşaki hazretleri henüz Buhara da iken orada medrese tahsilini bitirip Kübreviyye ve Nur Bahşiyye tarikatlarına intisab etmiş ve bu tarikatların büyüklerinden feyz alıp teselli bulmaya çalışmışsada içindeki sıkıntısını bir türlü giderememiştir. Babasının ölümü üzerine her şeye küskün düşünmeye devam ederken bir gün gönlüne mana aleminden şöyle bir ses gelmeye başlamıştır.
” Sen hakikaten nasibi olan kimsesin. Beyhude yere ticaretin yükü altında ezilme. Kesret çarşısından yüz çevirip Anadolu’nun güzel şehirlerinden birisi olan Uşak’ta oturan Şeyh Ahmed Semerkandi hazretlerine varıp mürid ol, uzlet köşesine çekilip kendini ve eleminin kaynağını bulmaya ve kurutmaya çalış. ” denilmiştir.
Daldığı bu alemden uyanınca babasından kalan tüm varlığını kardeşine bağışlayarak kendini dünyaya bağlayan bağlardan kurtulmuştur. Bir an önce mürşidine kavuşmak arzusu ile kendisini durmadan yakan ateşin kılavuzluğu ile yaya olarak günlerce sürecek uzun ve zahmetli yolculuk için Uşak yollarına düşmüştür. Bazı kaynaklar bu buluşmanın Erzincan’da gerçekleştiğini söylemektedir.
Manada işaret edilen hasretiyle yanıp kavrulduğu Şeyhi Ahmed Semerkandi hazretlerinin kabulüne mazhar olarak köyde tarikata intisab edip dergaha kapanmıştır. Köydeki dergahta bulunduğu kısa müddet içerisinde seyr sulükunu tamamlayıp kemale ve velilik rütbesine kavuşarak Seyyid Ahmed Semerkandi hazretlerinden hilafet almıştır. Köyde ” Fakir Dede ” diye anılan Seyyid Ahmed Semerkandi hazretleri , Hüsameddin Uşşaki hazretlerini yetiştirdikten ve O’na hilafet verdikten sonra zaviyede inzivaya çekilmiş ve burada vefat etmiştir. Şeyh Seyyid Ahmed Semerkandi’nin inzivaya çekildiği tarihin 1523 olduğunu, Şeyh Hasan Hüsameddin için yazılan şu dörtlükten anlamaktayız ;
” Çün 880(H) anın Mevlidi ( 1475 doğum tarihi )
Hem 930(H) unda Şeyh idi ( 1523 Şeyhlik tarihi)
Oldu 70 sene irşadi anın
Halvet uzlet idi mu’tadı anın ”
Bu duruma göre Hüsameddin Uşşaki hazretleri 157 yılında III. Murad’ın padişah olmasıyla İstanbula gittiği bilindiğine göre Uşak’ta 51 sene irşadda bulunmuştur. Uşşaki kolunun silsilesi şöyledir .
– Yiğitbaşı Veli ( Ahmed Şemseddin Marmaravi )
– Karamanlı Şeyh Hacı İzzettin Efendi
– Seyyid Şeyh Ahmed Semerkandi
– Seyyid Hüsameddin Uşşaki
Bu silsileden de anlaşılacağı gibi ; Seyyid Semerkandi hazretleri , hilafetini Karamanlı Şeyh Hacı İzzettin Efendi’den alarak köydeki dergahında irşada başlamıştır. İrşada başlama başlama tarihide pek muhtemel olarak Yiğitbaşı Veli hazretlerinin ölüm tarihi olan 1504 senesinden sonra olmuştur. Semerkandlı olduğu, oradan ne zaman Erzincan’a geldiği konusunda kesin bir bilgi mevcut değildir. Allah sırrını takdir eylesin.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”]
Kaynak
Sadık Vicdani ; Tomar-ı Turuk Aliyye
Rahmi Serin ; Halvetilik ve Halvetiler ; Petek yayınları
Sıddık Naci Eren , En Yakın Yol , Demir Kitabevi
İstanbul Ansiklopedisi 1996
Fotoğraflar için Şehit Mehmet Cambaz Bey’e teşekkür ederiz.
[/toggle]
Hayatı boyunca insanlara ilim irfan, hikmet ve güzel ahlakın yüceliğini en güzel bir tarzda yaşayarak anlatan merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), 28 Mart 1912de Kastamonu’da doğdu. Babası İzzet Efendi, annesi Hafize Aişe hanımdır.
1935 1937 yılları arasında İstanbul Yıldız’da muvazzaf askerliği, daha sonra da Beykoz da7 ay ihtiyat askerliğini yaptı. 1957 yılında muallim İbrahim Efendi’nin kızı Melek hanımla evlendi. Nuriye, Aişe,Münibe, Mevlibe ve Mehmet Münip diye isimlendirdiği dört kızı bir oğlu oldu. 1966,1970 ve 1976 yıllarında üç defa hacca gitti.
Soyu neseben Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ulaşan nurani Seyyidler silsilesindendir ki sohbetlerinde Seyyid olmayanın seyyid im demesi nasıl çirkin bir yalansa, seyyid olanında değilim demesi ceddini inkar olacağını şecere şart değil, aile içi bilgilendirme (tevatür nakü) ile bilinmesi o kimsenin seyyidliğine kafidir buyurarak bu kutsi emaneti çocuklarına biz hem anne, hem de baba tarafından seyidiz. Müjdesiyle vermiştir.
Tahsil Hayatı
Bilinen ilk muallimesi Çerkez Hoca Hanımdır. O günkü eğitim koşullarina göre 7 yaşında başladığı Yarabcı Mektebinde ilk tahsilini tamamladı. Sinanbey Cami’inde imamlık, Nasrullah Camiinde Hatiplik yapan daha sonra İstanbul Fatih Camii başimamı ve diyanet işleri başkanlığına ait Mushafları inceleme kurulu başkanlığı görevinde bulunan Kurra Hafız Ömer Aköz hoca efendiden hafızlığını tamamladı ve Kuran talimi aldı.
Yine aynı hocaefendiden “Mukaddeme-i Cezeriyye”, “Tecvid-i Edaiye” ve “İlm-i irtifa” okudu. Hafız Abdurrahman Efendiden Arapça, Fıkıhtan Halebi Hafız Tevfik Efendiden ”Kıraat-ı Sab-a” Reisü’l- Kurra Hoca Kamil Efendiden “Mülteka”, ”Şiriatü’l İslam” ve ”Fıkh-ı Ekber” tahsil etti.
İstanbul’da iken Nevşehirli Hacı Hayrullah Efendiden “Tefsir-i Alusi” Hoca Hüsrev Efendiden Buhari-i Şerif okudu Abdulhakim Arvasi Hazretleri’nin “Tefsir-i Kebir” den verdiği derslere katıldı.
Asker dönüşü daha önce Kastamonu’ya gelmis olan Bediüzzzaman Said Nursi Hazretleri’nden Kelam, İslam Felsefesi ve mantık dersleri aldı. Hizmetteki yakınlığından dolayı Sır Kitabı unvanıyla taltif edildi. Bu ünvan altında mazhar olduğu “İlm-i Ledün” den hikmetleri ise sohbetleriyle insanlara sundu.
Aynı zamanda zahir anlamda kendisine müracaat edenlere Arapça Tefsir ve Hadis dersleri vermenin yanında önceleri hafızlara sonra İmam Hatip lisesi talebelerine Kur’an-ı Kerim talimi okuttu.
Hayata Bakışı
Merhum Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhu) yıllarca ilim, iman, hikmet ve feyz dolu sohbetlerinde Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif okuma, bunların hakikatlerini keşfetme, manası ile ahlaklanıp yaşamanın önemini yaşayarak anlatmıştır.
Kur’an’ın tealluk, tehalluk, tahakkuk mertebelerinin olduğunu belirterek ittibadaki istikameti göstermiştir.
Çağımız ilim asrı olduğundan, ne akıl namına kerameti reddetmiş, ne de keramet namına aklı iptal etmiştir. Bu nedenle kerrer sohbetlerinde farzdan evvel farz ilmidir, ihlas sevgi huşu ve samimiyetten uzak ilminde ölü ceset gibi olacağından hareketle farz içinde farz da ihsastır. Buyurarak ilim ile İhlasın varoluştaki önemini veciz bir ifade ile belirtmiştir.
Sohbetlerinde fiziki kerametten ziyade ilmi keramet göstererek akıldan geçen soruları sormadan anlatmıştır. Bununla beraber sohbetlerinin bir başka özelliği de muhatapların dillerindeki sorudan ziyade kalplerindeki manevi hastalığı giderecek nitelikte olmasıdır.
Sosyal olaylarla ilgili olarak bir yandan “Sadakat-i Vataniye (vatanseverlik), Mefahir-i Milliye (milliyetçilik) ve hamiyet-i Diniye (dindarlık) birdir, bunları ayırmaya çalışıyorlar. Vatan olmazsa millet olmaz, millet olmazsa kim Islamiyeti yaşayacak?” diğer yönüyle de sultan zalim bile olsa beddua edilmez. O zaman terör ve anarşi olur, hukuk olmaz. Buyurarak vatan millet din, devlet, hukuk kavramlarının ayrılmaz bir bütün olduğunu izah ederek tefrika çıkarmak isteyenlere meydan vermemiştir.
İslamiyet ruh Türklük cesettir. Sözleriyle de bin asırlık tarihimizi özetlemiştir. Din ve millet ilişkisinin kuramını belirleyip müspet milliyetçiliğin en güzel tanımını yapmıştır.
Yine yeis (ümitsizlik), fert ve toplumlar için kötü sonuç vereceğinden, bir “Fecr-i Sadık”ın doğacağını müjdelerken öbür yönden “Alim vaktini bilmek” mecburiyetindedir.
Fecr-i Kazipte (yalancı fecir) sabah namazı kılınmaz buyurarak ”din garib başladı ileride yine garib olacak…” hadisindeki GARİB kelimesini vatanından ayrı kalana denir diyen fıkıhçılar gibi tarif etmemizi çünkü bu hadisin varud (söyleniş) sebebinin fıkhi bir hüküm çıkarma olmayıp, bir hakikatin bir doğuşun anlatıldığını İslam başlangıçta nasıl çok kısa zamanda hakikati ile bir güneş gibi diğer dinler arasında parladı ise sonunda da böyle olacağının müjdesi var.
Ehl-i Hakikat, GARİBİ güneşle tarif ediyor. Yani benzersiz, adim-i binazir, biz de böyle düşünelim. Buyurmuştur. Bu hadis yorumunu Fetih Süresindeki; “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hidayet ve hak din île gönderen O’dur..” (Fetih 48/28} Ayetiyle birleştirerek ahir zamanda da yine öyle olacağının müjdesini vermiştir. Ancak pencere kışta iken açılmaz, baharda açılır. Buyurarak müspet düşüncenin, müspet konuşmanın, müspet hareket etmenin önemini de ayrıca belirtmiştir.
Vefatı
Mehmet Feyzi Efendi (Kuddise Sirruhü), hayatının her safhasında hatta her anında, sakalından-tırnağına, yemesinden içmesine, sevincinden, kızmasına, sözlerinden sözlerini yaşamasına kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve sellem) sünnetine ittibada (uymada) öylesine dikkat etti ki, bunun mükafatı olarak, bin bir sır ve hikmetleri içeren Cenab-ı Hakk’m Habibi’ni (Sallallahu Aleyhi ve sellem) dünyada iken ilahi huzuru davet mucizesi Miraç gecesine rastlayan 4 mart 1989’da vefat ederek ilahi huzura kavuşması, Kuranı Kerimin mucize bir tarzda verdiği, ahir zamanda süneti ve sünnete ittibayı hafife alacak bir takım insanlara karşı ;
“(Resulüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin ki, Allah ta sizi şevsin…” (Ali îmran 3/31)
Ayetinin surrına nail olurken öbür yandan mezarının bile annesinin ayakucunda oluşuyla cennet , anaların ayaklarının altındadır. Hadis-i Şerifinde ittibanın güzel bir örneği olmuştur.
Vasiyeti üzerine kabir taşına yazılan; HÜVE-L-HAYYÜ’L-BAKÎ, Burada yatan ADEM Bir zaman HUBBİ idi Bir zaman CUBBİ idi Bir zaman SUKÜTİ idi Şimdi de TURABİ oldu
Uşak şehir merkezindeki Şehitler Kabristanında. Kabristanının üst kapısından girdiğimizde 50 metre aşağı yürüyoruz . Sol tarafta 20 metre ileride.
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ahmet, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da desteğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sırasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçüncü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.
Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı duyulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.
Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayışıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eğitimidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbiyesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgilidir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!
Yakup Aziz, büyük bir alim ve natıktır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiştir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvalimiz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakmamıştır. Menakıbı maalesef derlenmemiştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, meydanı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi verirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de: -Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi. Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabiliyette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbette binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi… Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini yaşadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı zamanda..
Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade hazretleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.
Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yetenekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgilenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.
Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini savaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlenmediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ihvanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz sedasız bu alemden göçmüştür.
Ahmed Şemseddin Marmari Hazretleri , Manisa’ya bağlı Gölmarmara ilçesinde doğmuştur. Babasının adı İsa’dır. 1435’te doğmuş ve 1505’te Manisa’da vefat etmiştir. ‘’ Marma-ravi’’ diye tanınır. Kendini Camiu’l-Esrar adlı eserinde şöylece tanıtır ; Saruhani İbn-i İsa Derviş Ahmed ismimiz Marmara’da vaki olmuş mevlidimiz cismimiz İlk Tahsiline babasının yanında başlayan Ahmed Şemseddin daha sonra yine onun vasıtasıyla Uşak2IN Kabaklı köyüne gitmiş ve orada irşad hizmetlerini sürdüren Alaaddin Uşşaki’den de manevi eğitimini tamamlamıştır. Maddi ve manevi ilimlerdeki tahsilini ikmal ettikten sonra Manisa’ya dönen Ahmed Şemseddin hazretleri burada vaaz etmiş ve ders vermiştir. 1485’de şeyhi Alaaddin Uşşaki hazretlerinin vefatı üzerine de onun halifesi olarak Manisa’da irşad faaliyetlerini yerine getirmek için memleketine dönmüştür.
Ahmed Şemseddîn hazretleri Manisa’da hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu. Ancak bu sırada Şâh İsmâil de, Ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların Peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile Anadolu’ya “dâî” adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarikatler kurdurmuştu. Ayrıca Antalya’dan Bursa’ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi. Öyle ki bu sahte şeyhler Osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.
Velî pâdişâh İkinci Bayezîd Han sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış inanışlara kapılıp Ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de Ahmed Şemseddîn hazretlerini Manisa’dan İstanbul’a dâvet etti. Ahmed Şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî görevi kabûl edip İstanbul’da Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve Osmanlı Sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti.
O gün Ahmed Şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler. Ahmed Şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle “Yiğitbaşı” lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul’da kalması tekliflerine rağmen, tekrar Manisa’ya döndü. Bu hâdise dilden dile, şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler Manisa’ya akın ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.
Yiğitbaş veli hazretleri ; Tevhid , akaid, tasavvuf, taraikat, mürşid-mürid, ahlak ve edebe dair iri ufaklı manzum ve mensur 13 eser kaleme almıştır. Bu eserlerin çeşitli şehirlerdeki elyazma nüshasının bulunması, halk nezdinde ne derece hüsn-i kabul gördüğünün ifadesidir.
Ahmed Şemseddin Marmaravi Hazretleri ; İlim irfan yolundaki tahsili , vaaz ve tedris faaliyetleri, terbiye ve irşad hizmetleriyle dolu dolu geçen 70 senelik bereketli ömrünü 910 (1505)’te tamamlamış, Manisa’da vefat etmiştir. Kabri o tarihlerdeki Seyyid Hoca bugünkü adıyla Adakale Mahallesindeki dergahının ( Yiğitbaş camii) bahçesindedir. Günümüzde tekkenin bulunduğu yere bir cami yapılmış , kabri de bu caminin bahçesinde olup ziyaret edilmektedir. Yiğitbaşı Veli’den sonra tarikatı çok geniş bir coğrafyaya yayılmış ve yüzyıllar boyunca tesirleri devam etmiştir.
Halvetiler arasında ”Ortakol” olarak tanınan Ahmediyye şubesi daha sonraları dört ana kola, bu ana kollar da çeşitli kollara ayrılmışlardır ki kurucularının adıyla anılan bu kolların bazıları şöyledir ; Sinaniyye , Ramazaniyye, Cihangiriyye,Cerrahiye,Uşşakiyye, Mısriyye …. Bu kollar vasıtasıyla tesirleri Balkanlara kadar yayılmış ve günümüzde de devam etmektedir.