Müfessir Alaeddin Efendi

Müfessir Alaeddin Efendi Türbesi ;Kastamonu – Merkez’de Türbe yolu sokakta yer alan türbesinde

Müfessir Alaeddin Efendi’nin hayatı hakkındaki bilgiler menkıbelerden ibarettir. Halk üzerinde o derece müessir olmuştur ki hakkındaki menkıbeleri bilmeyen hemen hemen hiç kimse yoktur. Türbesinin bulunduğu mevkie adının verilmiş olması kendisinin ebediyyen minnetle anılması anlamına gelmektedir.

Bu yüce velinin nereden ve ne zaman geldiği belli değildir. Kastamonu Müzesinde bulunan 1268/1851 tarihli Hamdi Paşa tarafından yaptırılan tamire ait kitabede onun, Belh şehrinden olduğu belirtilmiştir.

Yalova Güney Köyünde medfun bulunan Şeyh Şerafettin Hazretleri’nin beyanı veçhile; ”Bu zat aslen Buhara’lı dır. Kastamonu’yu teşrif leri şöyle olmuştur. Kendisi hacc için Mekke-i Mükerreme’de bulundukları sırada imameynden yani zamanın kutbunun sağ ve solunda bulunan iki veliden sağ cenahta bulunan veli yanına gelerek: ” Siz hacc esnasında Kastamonu’lu hacılardan bir zatın kerimesini görerek aşık olacaksınız. Aşk zehirinin zararının dokunmaması için şimdi burada evleniniz” dedi. Müfessir Alaaddin Efendi hüsnü zannı galip biri olduğundan bu veliyi tanımadığı halde emrini kabul ederek : “Ben burada garibim, kimseyi tanımam, bu işi kendim nasıl yaparım” dedi. O zat kendisine yardım sözü verdi ve sonrasında Mekke Şerifi’nin yanına giderek bir vasıta ile kayınpederi olacak Kastamonu’lu zatı huzurlarına davet ettirip kerimesini Alaeddin Efendi Hazretlerine nikah ettiler ki böylece gelecekte olması lazım olan zarar zail oldu. İşte böyle bir manevî işaret üzerine Kastamonulu bir zatın kızı ile evlenmeleri suretiyle bu zatın Kastamonu’ya gelişi gerçekleşmiştir.

Hacdan sonra eşiyle birlikte Medine-i Münevvere’ye giderek orada bir ev satın aldı ve orada temelli kalmayı tercih etti. Bir müddet ikametten sonra bir gece rüyasında Hz. Ebubekir (r.a.)’i görerek: “Ey Alaeddin! Resulullah’ın bütün ashabı Ümmet-i Muhammed’e faydalı olan ilmi miras bırakmak için alemin dört bir tarafına tohum gibi ekildiler. Siz ise burada mücavirliği seçmekle nefsinizi emniyette bulundurmak istiyorsunuz. Bu doğru olmaz ” şeklinde bir ikazla karşılaştılar. Bunun üzerine Alaeddin Efendi evlerinni Medine-i Munevvere’ye vakfederek Kastamonu’ya doğru yola çıktılar.”

Şerafettin Efendi’nin aktardıklarına göre Alaeddin Efendi’nin farsça bir tefsiri vardır ki bunun Arapçaya çevrilmesini asrındaki ulemadan Abdülmuhsin en Nisaburi’ye havale etmiştir.Kendisi bu tefsirde tefsir ile tevili birbirine karıştırmadan ayrı ayrı açıklamış olduğundan gayet istifadelidir. Müseylemetül Kezzaba karsı yalan hadisleri tetkik ve reddeden bir eseri daha bulunduğu da ifade edilmektedir.

Bu zatın vefat tarihi de kesin olarak belli değildir. Fakat yaşadığı dönemi tahmin etmek mümkündür. Şöyle ki: Mevlana Celaleddin-i Rumî’nin torunu olan Ulu Arif Çelebi, Candaroğullan’nın ilk hükümdarlarından 1. Süleyman Paşa zamanında Kastamonu’yu ziyaretleri esnasında Alaaddin Efendi île görüşmüş ve kendisine Necmeddin Daye’nin yazma tefsirini hediye etmiştir. Ulu Arif Çelebi, 1272- 1319 M. yılları arasında yaşamış olduğuna göre bu tarihlerde Alaaddin Efendi de hayattadır.

Kastamonu’da Işık Saçan Türbe Ve Müfessir Alaeddin Efendi
Fazıl Çifçi’nin ” Kastamonu Türbeleri ” isimli kitabının 187. sayfasında ” Kastamonu Asarı Kadimesi” ve yine sf107 de ayrıca Paflagonia sf 345 den naklenMüfessir Alaeddin Efendi türbesinde ilginç olaylar yaşandığı , nurlar görüldüğü , oradan çekilen resimlerde de bunun belirgin olduğu belirtilir. Bu konuyla ilgili özel bir çalışma yapan Dr. Gültein Caymaz’ı okuyalım ;

Dr. GÜLTEKİN CAYMAZ fizik tedavi ve Türkiye’nin sayılı akupunktur uzmanların­dan biridir. Ayrıca bilinmeyen ve açıklana­mayan olayların yorulmak bilmez bir takipçisi ve yorumcusudur. Bütün bu özellik­leriyle, sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da tanınmaktadır. Dünyanın yarısını dolaş­mış, incelemeler yapmıştır. Esrarengiz ışıklar saçan türbenin hikayesini anlatması için ise sözü şimdi ona bırakalım …image002

Türbeyi ziyaret
“1981 yılındaki Anadolu gezimde. Kastamonu yakınlarındaki bir türbenin öyküsü dikkatimi çekti. Türbenin yakınındaki gecekondulara yol açmak için bir buldozer getirtmişler. ‘Türbeyi yıkıp başka bir yere daha iyisini yaparız’ demişler. Buldozerin türbeye her yaklaşışında motor durmuş. Aracı bir türlü çalıştıramamışlar. Ardından
insan gücünü denemişler. Kazma­larla işe girişmişler. Kazmalar toprağa saplanıp kalmış. Bir türlü çıkarılamamış. zor­layınca da sapları kırılmış. Türbenin civarında geceleri garip ışıklar 10336840_234469613417389_4629339509285611992_ngörülüyormuş. Korkmuş­lar ve işi bırakmışlar …
Ben inançlı biri olduğum için gidip orayı ziyaret ettim. Dua okudum … Niyetim türbenin fotoğraflarını çekmek!i. Birçok fotoğraf çek­tim. Bir de kendimi türbenin önünde çekeyim dedim. O anda birinden yardım istediğim tak­dirde sanki işin tılsımı bozulacaktı. .. Fotoğraf makinemi ayaklı sehpasına yerleştirdim. Oto­matiğe ayarladım. Koşarak türbeyi arkama alacak biçimde makinenin karşısına geçtim.

Ankara’ya döndüğümde film banyo edildi.
Hayretle gördüm ki. kendimi çektiğim fotoğ­rafta çevremde yaygın bir ışık alanı oluşmuştu (1 no’lu fotoğraf, üstte). Türbenin esrarengiz ışıklar çıkardığı ya da oluşturduğu doğru muydu?. Yoksa ortada başka şeyler mi dönüyordu?. Tekrar oraya gidip fotoğraf çekmeye karar verdim.”
Işığın kaynağı
Dr. Caymaz olayı açıklamak ıstıyor. Kastamonu’ya tekrar gidiyor. “İkinci gidi­şimde hava kararana kadar bekledim. Yine yal­nızdım. Fotoğfraf makinemi sehpasına yerleştirdim. Otomatiğe ayarladım. Bu sefer değişiklik olsun diye. türbenin tam köşesinde durdum. Çıkan fotoğraf ta çevremdeki ışığın yine havaya ve yere doğru yayıldığı görülü­yordu. Acaba bu ışığın kaynağı ben miydim? Bir başkasını götürüp onun resmini çektim ve aynı ışığın bu defa onun çevresinde yer aldığını gör­düm (2 no’lu fotoğraf).Isik-Sacan-nbsp-Turbe8
Deneylere devam ettim. 3 no’lu fotoğraf ta görüldüğü gibi. iki ayrı kişiyi aynı şekilde. yine ışıklı olarak görüntüledim. Birinin yerini değiş­tirdim. Yanına da bir başkasını yerleştirdim. Yine ışık vardı (4 no’lu fotoğraf).
Son fotoğrafi çekerken. fotoğrafinı çektiğim kişiler benim çevremde de bir ışığın olduğunu ve bunu gözle gördüklerini söylediler. Yer değiştirdik. onlar beni bir başkasıyla çektiler.
Hava kararıyordu. yanımdakileri 5 no’ lu fotoğraftaki yere gönderdim. Fotoğrafi çektiğim anda çevrelerinde oluşan parlamayı gördüm. İşte bu fotoğraf en garibiydi … “
Başı kaybolan insan
“Bu çektiğim fotoğraf ta (5 no’lu fotoğraf) gör­dük ki, fotoğraftakilerin birinin başı yarı yarıya kaybolmuştu, diğerinin, yani gür saçları olan kızın saçlarının bir kısmı yoktu. Ama benfotoğ­rafi çekerken bu eksiklikleri görememiştim.EVvAnv
Daha sonra, aynı yerde, ama daha uzaklardan fotoğraflar çektim. Fakat oradan uzağa gidil­dikçe ışıklar görünmüyordu. Bu konuyla hafta­larca uğraştım ve inanlyorum ki, benim gibi olaya saygıyla bakabilecek her kişi bufotoğrafları çekebilir. Ama gereksiz merak amacıyla bu fotoğraflar elde edilemez … “
Ruhsal ve bedensel enerji
Dr.Caymaz ışıklann kaynağını açıklamaya çalışıyor: “I970′lerde Romanya’da Dr. Joan Florin DumitfE;scu elektronograji dediği bir tek­nik geliştirdi. Insan vücuduna belli bir yöntemle elektrik yüklüyor ve bu elektrik yüklenmiş vücu­dun fotoğrafını çekiyordu. Çıkan fotoğraflarda insanların çevrelerinde ışık alanları görülüyordu. Çok basit olarak anlattığım bu teknik olaydan anlaşılmaktadır ki, insanlara dış etkiler tarafın­dan belli dozlarda enerjiler YÜkletilebilir. Aslında bunu her an yaşıyoruz. Evrenden gelen çeşitli ışınlar, atmosferde süzüldükten sonra biz­lere ulaşıyorlar.
Türbe olayında da bir enerji vardır ama bu enerjinin han,gi şartlarda ortaya çıktığınl anla­yamıyoruz. Insanda da bir enerji var olduğuna göre, bu ruhsal enerjidir. Evliya dediğimiz farklı insanların bedensel enerjileri, belki de mezarlarının çevresinde birikip, bizce anlaşıl­mayan bir görev yapmaktadırlar … “
Bu ışık ruh mu?
Dr. Caymaz’ın ilginç açıklamalarından ve fotoğraflardan sonra akla bir yığın soru geli­yor. Fakat en önemlisi, bu ışığın kaynağının ruh olup olmayacağıdır. Bilim, bizlerin bir tür enerji taşıdığımızı kabul etti, tıpölümden sonra vücutta bir boşalma olduğunu kanıt­ladı. Bu boşalan şey, adına ruh dediğimiz bir tür enerji olabilir mi? Ama inançlara göre ruhlann başka bir dünyaya gitmeleri gerek­miyor mu? Burası ve Orası aynı yer mi?10959509_336621579868858_4060537130073414533_n
Cevapları almamız çok güç, belki de ola­ ola­naksız. İnsanoğlu kendisini ve yaşadığı ortamı yeni yeni tanımaya başlıyor. Kim bilir daha neler öğreneceğiz veya hatırlayacağız?
Insan vücudundaki elektrik enerjisi
İnsan vücudunun belli bir elektriksel enerjiye sahip olduğu bilim tarafından çoktandır kabul ediliyor. Eskiler bu ışığın görülebildi­ğini, ama görebilmek için uzun bir çalışma döneminden geçmek gerektiğini söyler/erdi. Hatta o devir/erde peygamberler, başlarının etrafında bir ışık halesi olduğu halde resmedi­lirdi. Buda’nın böyle çizili birçok kabartma resmi ve heykeli vardır. 50 yıl kadar önce Semyon Kirlian adlı bir Rus, insandan fışkı­ran enerji alanının fotoğraflarını çekmeyi başardı. Ama bütün bu çalışmalar insandan kaynaklanan bir enerjiyi anlatıyordu. Peki, ölümden sonra ne oluyor? Acaba bu enerji dağılıyor mu? Yoksa bir yerde toplanıp kalı­yor mu? Ya da yaşayan insanlara bir etki yapıyor mu? Bütün bu sorular cevap bekliyor. ..

Alaeddin Efendi Hazretleri ömrünü ilimle bütünleştirmiş ve çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Hatta ona ecel bile engel olamamıştır. Rivayet edilir ki: Talebelerine tefsir dersleri verirken vefat etmesi üzerine, defnedildiği günün gecesi, öğrencilerinin ayrı ayrı hepsinin rüyasına girerek mezarının başına gelip orada derslerine devam etmelerini tenbihler. Ertesi sabahtan itibaren mezarın başında toplanan talebeler, aynen hayatta imiş gibi hocalarının sesini duyarak tefsirin kalan kısmını tamamlayıncaya kadar her gün derslere devam ederler. Bir gün talebelerin ciddiyetten uzaklaştıkları esnada “Benim sağlığımda olduğu gibi yine aynen ciddiyetinizi muhafaza edeceksiniz!” diyerek onları îkaz ettiği de mervidir”
Alaaddin Efendi’nin Türbe binası, harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap ve kiremitle örtülü; iç ebadı 5.5×10 metre olan dikdörtgen bir binadır. İlk yaptıranın kim olduğu ve yapılış tarihi net olarak belli değildir. Fakat bu türbeden alınarak Kastamonu Müzesine kaldırılmış olan bir kitabede: “Emera biimareti hazihi’l makbereti el-Abdurraci rahmete rabbihi Yaman bin Mehmet fî sene semanün semanine ve sitte mie.” 688/1289 yazısı vardır.
Bu yazılı taşın, bir mezarın başından alınmış olmasına rağmen şahide türbe kitabesi olduğu görülmektedir. Kitabede adı geçen Yaman bin Mehmet, kuvvetle muhtemeldir ki Candaroğulları Beyligi’nin kurucusu olan Şemseddin Yaman Candar’dan başkası değildir.
Müfessir Alaeddin Efendi kendisi veya bir başkası için yaptırılmış olan bu türbede medfundur ve halkın rağbetine binaen türbe onun adıyla anılmaktadır. Kuzey köşesindeki kapıdan girilen türbenin içi boydan boya ahşap şebeke île bölünmüştür. Doğu tarafı salon olarak bırakılmış olan türbede yedi adet ahşap sanduka vardır. Sandukalar kabirlerin baş ve ayak şahideleri arasına gelecek şekilde konulmuştur. Kesin olmamakla beraber sağdan sola doğru sandukalar şöyledir ;
I. Sanduka ; Müfesssir Alaeddin Efendi
II. Sanduka ; Şahidesi silik olduğu için kime ait olduğu belli değildir.
III.Sanduka ; Vefat tarihi 1374 kim olduğu belli değil.
IV. Sanduka ; Merhum Sırtlı hoca Ali Senai Efendi
V. Sanduka ; Şahidesinde ” Külli şey’in halikün illa vechehü” yazısı okunmakta ama kime ait olduğu belli değil.
VI. Sanduka ; Vefat tarihi ve kim olduğu belli değil.
VII.Sanduka ; İzbelizade Mehmet Efendi‘ye aittir. Türbede kesin olarak kime ait olduğu belli olan sadece bu mezardır. Mehmet Efendi’nin Celvetî tarikatına mensup olduğu ve 1228/1813 tarihinde veba hastalığından vefat ettiği hususu şahidesindeki yazılardan anlaşılmaktadır. Mehmet Efendi Kırkçeşme’deki Şeyh Mustafa Efendi dergahında şeyhlik görevi îfa etmiş bir Celvetî şeyhidir. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Amin

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları
Hasan Burkay, Menakib-i Şerefiyye, Cilt 6, sh:26-27
Lalegül Dergisi sayı 33

Musa Fakih

Musa Fakih Türbesi ; Kastamonu Merkez’de Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin camisine gelmeden 200 metre önce sağ tarafta yer alan Musa Fakih camii haziresinde.

Musa Fakih , unvanından da anlaşılacağı gibi bir fıkıh alimidir ve Candaroğlulları dönemi ulemasındandır. Kabrinin bulunduğu Musa Fakih camii yerinde bulunan zaviyesinde ; Tekke Şeyhi olup bir hayli şöhrete sahip bulunduğu adına vakfedilen arazilerin çokluğundan anlaşılmaktadır.

II. Bayezid Dönemi Vakıf Tahrir Defterinde kendisinden, İftiharul fukaha (Fıkıh alimlerinin seçkini) diye bahsedilen Muslihiddin Musa Fakih’e, Hüseyin Bey isimli bir hayırsahibi, Araç İlçesi Tavşanlı Köyü’nde arazi vakfetmiş, Candaroğlu İsmail Bey de vakfiyeyi yenilemiştir.

Musa Fakih’in Türbesi Gümüşlüce caddesi üzerindeki Musa Fakih camii haziresindedir.İhata duvarı ile çevrili olan hazîrede 12-13 kadar mezar bulunduğu işaretlerden anlaşılmaktadır. 1900’lü yılların başında burada mîmarî anlamda bir türbenin bulunduğu o zamana ait şehir haritasından; üzeri kabartma motifli lahitlerin var olduğu da bazı kalıntılardan anlaşılmaktadır.

Kıble tarafındaki köşede bulunan ve sadece baş şahidesinin kavuk kısmı kalmış olan mezarın, camiin banisi Musa Fakih’e ait olduğu biliniyor. Sağlam durumda olan tek mezar, “Sertac-ı Etemm” yani kamillerin, olgunlann baştacı olarak nitelenen ve 1198/1783 yılında vefat etmiş olan Hacı Ali Efendiye aittir. Şahide kavuğundan ilmiye sınıfına mensup olduğu anlaşılan Hacı Ali Efendi. 1161/1748 yılında camii tamir ettiren zattır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Kesikbaş Türbesi – Kastamonu

Kesikbaş Türbesi ; Kastamonu – Merkez’de Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde yer alır.

Kastamonu merkez’de Kesikbaş isminde üç tane türbe vardır. Bunlardan Kesikbaş sokak ile demir sokağın kesişiminde yer alan Kesikbaş hazretleri Türbesinde kimin medfun olduğu meçhuldür. Kabir taşı yoktur sadece sarık şeklinde bir işaret taşı vardır. Kabrin etrafı kiremitlerle duvar oluşturulup çevrilmiştir.
Diğer İki Kesikbaş Türbesi ;
1- Aktekke mahallesi , Eski Tosya caddesinden ayrılan Budak Tepesi sokağının köşesinde
2- Merkez’de Şaban-ı Veli camiinin yankınındaki Direk sokağın sonunda yer alır.

Kazan Dede

Kazan Dede‘nin kabri ; Şeyh Şaban-ı Veli camiinin giriş kapısının hemen karşısında

Kabri şerifi ; Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Veli camiinin girişi kapısının hemen karşısında yer alan Kazan dede‘nin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin yanında yer alan levhada şu bilgiler vardı;
” Eskilerden Bir Veli
Sandukanın bulunduğu yerde oturur
Cemaat ve İhvana hitap eder ;
Kazan
İlim Kazan,
İrfan Kazan,
Dünyalık Kazan,
Ahiret Kazan,
Kazanda YE!… ”

İbrahim Nureddin Efendi

İbrahim Nureddin Efendi ; Kastamonu – Merkez’de İsmail Bey Külliyesi avlusundaki hazirede

Kadiriyye şeyhlerinden faziletli bir zat olup ”Cecelizade” şöhretiyle meşhur bir Allah dostudur. 1260 (m. 1844) yılında memleketi olan Kastamonu da vefat ederek, İsfendiyaroğullan’ndan İsmail Bey Camii avlusuna defnedilmiştir. Akaidden “Cecelizade” adıyla bilinen bir manzumesi olduğu gibi, “Şerh-i Vasiyetname-i îmam-ı A’zam“, “Feraidü’l-Lealî fi Şerh-i Esmai’l-Metealî” adlarında basılmış eserleri bulunmaktadır.
Yüce Allah sırrını takdis buyursun.

Kaynak
İstanbul ve Anadolu Evliyaları , Pamuk Yayınları

Atabey Gazi

Atabey Gazi Türbesi , Kastamonu – Atabey mahallesindeki Atabey Gazi camiinin güneydoğu köşesinde

Mülkiyeti Atabey gazi vakfına ait olan Cami’nin kitabesinden öğrenildiğine göre, Çobanoğulları beylerinden Atabey Muzafferüddin  Yavlak Aslan 1273 yılında yaptırmıştır. Kastamonu’nun en eski camisi olan bu yapı 1800 ve 1871 yıllarında onarılmıştır. Cami kesme ve moloz taştan yapılmış, ibadet mekanını kırk ahşap direğin taşıdığı bir tahta tavan ile örtülmüştür. Bundan ötürü de halk arasında Kırk Direkli Cami olarak tanınmıştır. Giriş kapısı taştan yapılmıştır.

Rivayete göre Selçuklu devletinde üst düzey komutanlardan birisi olan ve 200 bin çadırlık aşireti ile önemli bir güce sahip bulunan Hüsamettin Çoban Bey Kastamonu’yu fethettiğinde, kalenin hemen eteklerinde bir cami yaptırmis ve ilk Cuma namazını burada kıldırmıştır. Cuma hutbesine çıkarken de, fethin simgesi olarak minbere kılıç kuşanarak çıkmıştır. Daha sonradan torunu Muzafereddin Yavlak Arslan tarafından ilk yapılan cami yıkılarak yerine bugünkü Atabey camii inşa edilmiştir. Ancak fethin ardından kılınan ilk Cuma namazında minbere kılıçla çıkan Hüsamettin Çoban Bey’in başlattığı gelenek sonradan da devam ettirilmistir. Günümüzde de Atabey cami’mde imam hala Cuma hutbesi için minbere çıkarken kılıç kuşanma geleneğim devam ettirmektedir.

Caminin güney duvarının hemen doğusunda da Atabey Gazi Hazretlerinin türbesi bulunmaktadır. Türbede bu zatın dışında kimin yattığı kesin olarak bilinmemekle beraber, Muzaffereddin Yavlak Arslan’ın mefdun olduğu kesin olarak bilinmektedir. Cami ve türbe son olarak 2009 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafında restore edildi.

Türbede medfun olan Atabey ‘in adı belli olmamakla beraber tarihî kaynaklar Kastamonu fatihi olarak Hüsameddin Çoban Bey’i göstermektedir. Son yıllara kadar kale kilidinin sandukasının başında asılı durması ve türbe duvarındaki levhada yazılı bulunan:”Eazım-ı Rical-i Selçukiyye’den Fatih-i belde Atabey Gazi Hazretlerinin türbe-i Şerifesidir” ibaresinden bu Atabeyin Hüsameddin Çoban Bey olduğu anlaşılmaktadır.

Hüsameddin Çoban Bey’in Anadolu Selçuklu Devletinin ilk hükümdarı Kutalmış oğlu Süleyman Şah’ın seçkin emirlerinden Kara Tekin’in soyundan geldiği kabul edilmektedir. (Kara Tekin, 1074 M. yilinda Sinop ve Kastamonu havalisini fetheden Danişmentliler Devleti emindir ve Çankırı’da medfundur).

Çağdaş kaynaklarda bildirildiğine göre Hüsameddin Çoban Bey, Anadolu Selçuklu Devleti’nin önde gelen komutanlarından biridir. Melikü’l ümera unvanına bakılırsa sıradan bir bey olmayıp Bizans sınırlarındaki “Uç” tabir edilen bölgenin Beylerbeyidir. Binaenaleyh, sınırları Sinop’un batısında kain bir noktadan Kastamonu, Devrek, Bolu, Eskişehir, Kütahya ve Denizli’yi içine alan bir yay şeklinde Akdeniz’de Fethiye Körfezine kadar uzanan bölgenin tamamı Hüsameddin Çoban Bey’in liderliğindeki Kayı Boyunun yönetiminde bulunuyordu. Aralarında Ertuğrul Gazi‘nin de bulunduğu bütün Kayı beyleri bu beylerbeyi’ne tabi idi.

Muzafereddin Yavlak Arslan döneminde Hoylu Hasan Bin Abdüldülmümin tarafından yazılan bir eserin mukaddimesinde yer alan, “Melikü’I ümera ve sipah-büd-ı diyar-ı uç” unvanlarından Beylerbeyi sıfatının Çobanoğulları Beyliği’nin yıkılmasına kadar Kastamonu beylerinin uhdesinde kaldığı görülmektedir. Bu durumda Ertuğrul ve Osman Beyler Söğüt civarında bir oymağın beyleri sıfatıyla yaşadıkları devirde kuzey-batı Anadolu sınırlarının muhafazası ile görevli bulunan Çobanoğulları Beyliği’ne tabi bulunuyorlardı.

Hüsameddin Çoban Bey ve oğulları Bizans’ı Paflagonya Bölgesinden atarak sürekli mücadelelerle zayıflatmış ve küçük bir bölgeye sıkıştırarak nöbeti Osmanlı’lara devretmiştir. Osman Bey’in Söğüt Yaylası’nda temellerini attığı muhteşem imparatorluğun mayasında Kastamonu’nun payı küçümsenemeyecek ölçülerdedir. Bugün gururla yad ettiğimiz Osmanlı Devlet geleneklerinin tecrübelerle olgunlaştığı yer olarak Kastamonu, Türk-îslam tarihinde müstesna bir mevkie sahiptir.

Atabey Gazi Türbesi, Atabey Camiinin Güneydoğu köşesindedir. Yerli tuğladan yığma tekniği ile yapılmış, üzeri aynı teknikle kubbe biçiminde örtülmüştür. İçeriden bakıldığında sekiz köşeli, dışarıdan yuvarlaktır. 3.8×3.8 Metre ebadındaki türbenin kapısı güney duvarından açılmaktadır.

Türbe ile cami arasını birleştirmek suretiyle meydana getirilmiş 4×6 metre ebadındaki duvarları moloz taşı ve harçla örülmüş olan döşemesi tahta, tavanı ahşap tonozlu bölüm son restorasyonda kaldırılmıştır.

Türbe iki katlı olarak inşa edilmiş olup zeminde mezarlar üst katta ahşap sandukalar vardır. Cesetler toprağa gömülü olup sandukalar işaret için konulmuştur. İçinde iki adet tahta sanduka vardır. Diğerine göre daha büyük olanı bölgenin fatihi Atabey Gazi’ye aittir. Son restorasyon esnasında kaldırılan bölümden çıkan mezar şahidelerine göre buradaki mezarlardan birisi 1227/1812 tarihinde vefat eden Bayrami Şeyhi Şemseddin Efendi diğeri de 1234/1818 tarihinde vefat eden eşi Gülsüme Hanım’a aittir.

Atabey Gazi Türbesinin civarındaki kabristan, aralarinda alim, şair, tabip, mühendis ve müderrislerin bulunduğu; Her biri sahasında emsalsiz olan çok sayıda zevatın ilmî sohbetlerinin hiç aksamadan devam ettiği bir meclis gibi görülmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hayran Efendi

Hayran Efendi Türbesi ; Kastamonu – Gökdere caddesi üzerindeki hazirede.

Gökdere caddesi üzerindeki yıkılmış olan Hacı Kürük camii ile aynı yerde bulunan hazirede 7 adet kabir vardır. Mezar şahideleri tamirler esnasında yıpranmış ve yazılar okunamayacak duruma gelmiştir. Bu yüzden kime ait oldukları belli değildir. Sadece kıble tarafından dördüncü mezarın şahidesinde 1125/1713 tarihi okunabilmektedir. Duvarın kıble tarafında ise camide imamet görevi yaptıkları zannedilen 1282 ve 1295 tarihlerinde vefat etmiş Erzurumlu Seyyid Ahmet ve iskilipli Gazi Ahmet Ağa’nın mezarları vardır. Hayran Efendi’nin kabir taşı ise ne yazık ki yoktur. Halk tarafından Hayran Efendi Türbesi olarak bilinip fatihalar okunmaktadır.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hacı Hamza Türbesi

Hacı Hamza Türbesi ; Kastamonu – Şeyh Şaban Veli hazretlerinin kabrinin hemen arkasında yer alan Kerpiçlik sokağında.

Kerpiçlik sokağı’ndaki yıkılmış Hacı Hamza camii’nin bahçesinde kabri bulunan Hacı Hamza Efendi’nin hayatı ile ilgili bir bilgiye ulaşamadık. Kabrinin bulunduğu yerde üç adet kabir var. Mezar şahidesi yıpranmış olduğu için vefat tarihi tespit edilemiyor. Okunabilen kısmında Sakioğlu derviş Ahmet Ağa adında birisi medfundur.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi

Hacı Dede

Hacı Dede Türbesi ; Kastamonu – Beyçelebi mahallesi Hacı dede sokaktaki Hacı Dede camii yanındadır.

Şeyh Hacı Dede ; Şeyh Şaban-ı Veli hazretlerinin halifelerindendir. Şabaniye Silsilenamelerinde Hazreti Pir’in bizzat kendisinden icazetli şeyhler arasında gösterilmektedir. Menakıbname-i Şeyh Şaban-ı Veli’de Ömer Fuadi , Şeyh Hacı Dede’den bahisle, ona da başvurduğunu anlatır. Abdülbâki Efendi’ye o sırada İskilip’te olması sebebiyle ulaşamayan Fuâdi, içinde gitgide artan aşk ateşine daha fazla sabredemez. Bunun üzerine Şeyh Şa’bân-ı Veli’nin halifelerinden meşhur Hacı Dede’ye halini arz eder. O da bu durumun kısa sürede halledilemeyeceğini, zamana ve tedrice ihtiyaç olduğunu, Allah’tan başka her şeyi terk ederek tarikata girmesini ve böylece mücahede ile hâlinin düzeleceğini ifade eder. Ömer Fuadi, bu sırada duyduğu heyecan ve çektiği ıstırapla Hacı Dede’den derhal irşad niyaz etmektedir.

Şeyh Hacı dede’nin hayatı hakkında ne yazık ki başka bir bilgiye ulaşamadık . Kendisinden sonra kimin postnişin olduğu da malum değildir. Bir süre görevde bulunan ve 1125/1713 tarihinde vefat eden Şeyh Mahmut Efendi’ nin yerine şeyhlik ve imamet görevi oğulları Mehmet ve Mustafa efendilere tevcih edilmiştir. Kırk üç sene kadar görevde kalan Mehmet Efendi’nin vefatı üzerine 1168/1754 tarihli buyrultuyla seccadeye oğulları Abdullah ve Mustafa efendiler getirilmiştir. Son iki zatın vefatından sonra tekke uzun bir süre muattal kalmış ve 1220/1805 tarihli buyrultuyla Nakşibendî Şeyhi Hacı Hafız Ahmet bin Mustafa Efendi Şeyhlik makamına atanmış ve dergah, Nakşî dergahı olmuştur. Daha sonra bir süre görev ifa eden Güdüloğlu Hafız Hüseyin Efendi görevden çekilmiş ve yerine, yapılan sınavda başarılı olan Mehmet Sadık Efendi atanmıştır.

Adıgeçen zevattan hangilerinin türbede medfün ve sandukaların kime ait olduğu malum değildir. Yalnız türbede asılı bir levhada bunlardan birisinin Benli Sultan’ın oğlu olduğu yazılıdır.

1591 tarihlerinde yapılmış olduğu tahmin edilen Hacı dede mescidi yanmış, yerine bugünkü mescit 1850 yılında yapılmıştır. Döşeme ve tavanı ahşap, mihrap ve minberi basittir. Türbe 1971 yılında restore edilmiştir. Caminin dikkat çeken bir özelliği, duvarlarının tavanla bitişen üst kısımlarının içeriye kavisli olmasıdır. Bu özellik Hz. Pir Camii’nde de mevcuttur. En son 1971 yılında cemaat tarafından tamir edilmiş, bitişiğindeki türbe ile cami avlusunun zemini betonla yenilenmiş ve avluya abdest alma yeri, tuvalet yapılmıştır. Doğu bitişiğindeki kapıdan türbeye geçilmektedir. Bölge halkı tarafından sık sık ziyaret edilmektedir.

Kaynak
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Abdulhalim Durma , Kastamonu Evliyaları ,

Abdülfettah Veli

Abdülfettah Veli  hazretlerinin türbesi ; Kastamonu merkez’de yer alan Yılanlı camii içerisinde

Abdülfettah-ı Veli (k.s.), Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin torunudur. Babasının adına izafeten Abdülazizzade nisbesiyle anılan kola mensuptur. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivindeki 203/706 esas nolu şahsiyet kaydına göre Pervane Ali bin Süleyman tarafından inşa edilen şifahane bünyesindeki camiin şeyhlik,imamet ve hitabet vazifeleri kendisine tevdi edilmiş ve bu vazifeler tevarüs yoluyla ahfadına (torunlanna) intikal etmiştir. Yılanlı Dergahı olarak bilinen yapı Selçuklu döneminin önemli eserlerindendir. 1837 senesinde çıkan yangında yanmıştır. Eserden geriye sadece camiinin girişinde yer alan inşa kitabesi kalmıştır.

Tekke ve zaviyelerin kapanmasına kadar burası kadirî dergahı olarak da irşat merkezi hususiyetini muhafaza etmiştir. Son Şeyh Necip Efendi zamanında dergahta fakirlere, yolculara ve misafirlere yemekler verildiği, mevlit kandillerinde de halka ikramlarda bulunulduğu ve bu hizmetler karşılığında dergahın aylık beşyüz kuruş tahsisatı olduğu bilinmektedir.

Dergaha Yılanlı denilmesinin sebebi ise rivayete göre şöyle ; Abdülfettah Veli hazretleri , Kastamonu ya geldiğinde belde halkından cami yapmak için yer talep etti. Onlar da,’Şurada cinlerin zabtettiği bir yer vardır. Eğer ona razı olursanız veririz’ dediler. Razı olup o mahalde bir mabet yapmaya başladı. Bir gün gördüler ki, büyük bir yılan hankahın kapısına çöreklenmiş. (Abdülfettah Efendi) Keşfiyle bunun yılan suretinde bir cin olduğunu bildiler ve eliyle meshedince Allahın kudretiyle taş oldu. Bir müddet geçtikten sonra bir ejder zuhur etti. Onun da cin taifesinden olduğunu anlayınca aynı şekilde meshetti ve o da tasa çevrildi. Bu hadiselerden sonra cinlerin tasallutundan kurtuldu. Ejderli taşı camiye sütun olarak kullandı ve diğer taşı da başka bir yerde muhafaza etti.Hatta bu bilgilerden başka halk arasında Abdülfettah Hazretlerinin buradaki yılanları toplayarak bir bohça ile şehrin üst tarafındaki Kaybılar deresine attığı ve yılanların kendisine itaat ettiği de anlatılmaktadır.
Abdülfettah-ı Veli hakkında daha etraflı bilgiler veren Seydişehirli Şeyh Şerafeddin Efendi 1329/1911 tarihinde Kastamonu’yu ziyaretleri esnasında şu bilgileri kaydettirmiştir: “Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin Anadoluda birçok torunu medfundur, birisi Bursa’da Ahmed el Kebir, ikisi İstanbul’da Arpacı Camiinde Musa el Hadi ve Abdül Hadi, birisi de Sinop’ta Medfun olan Salih el Geylani’dir. Kastamonu Yılanlı Dergahında medfun olan Abdülfettah adındaki zat da Geylani Hazretlerinin halifelerinden ve cariyeden gelme torunlarındandır. Büyükler arasında sayılan Abdülfettah’lardan biri de bu zattır. Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin torunları dokuzdur. Bu torunlanndan biri de Kastamonu’daki Abdülfettah Hazretleridir. Evladının oraya buraya dağılmalarının sebebi zamanlarındaki padişahın zulüm ve düşmanlığıdır.Abdülfettah Hazretleri de aynı sebepten dolayi bin kişi île birlikte Bağdat’tan buraya hicret etmişlerdi. Medfun oldukları yerde civarında bulunanlar da büyüklerdendir. Nitekim Kabr-i Şerîfin üzerinde bulunan malumattan anlaşıldığı üzere etrafında yatan zevattan ikisi hariç diğerlerinin tümü çocukları ve torunlarıdır.

Abdülfettah Veli hazretlerinin türbesi Yılanlı Camii’nin içerisindedir. Camiden ve kuzey tarafından açılan iki kapısı vardır. Duvarları harçla moloz taşından yapılmış, çatışı ahşap, üzeri kiremitlidir. Dikdörtgen planlı olan bina doğu-batı istikametinde uzanmaktadır.

Döşemesi beton olan binanın kıble duvarında bir mihrap hücresi vardır. 1133 Tarihli Şer’iye Sicilinden ilk binanın kubbeli olduğu ve harap olan kubbesinin aynı tarihte Yusuf Paşa’nın vakfettiği meblağdan tamir edildiği anlaşılmaktadır.

İçinde büyüklü küçüklü 25 adet ahşap sanduka bulunmaktadır. Mihrabın hemen önünde ve cami tarafında bulunan, diğerlerinden daha büyük ve yüksekçe yapılmış olan, bakır mahfaza içindeki sanduka Abdülfettah-ı Velî hazretlerine aittir. Adı geçen şer’iye siciline göre sandukalardan birisi Süleyman Efendi isimli bir zata,bir diğeri de türbeye ikiyüz kuruş vakfetmiş olan Kayseri valiliğinden emekli Yusuf Paşa’ya aittir.

Kaynak
Abdülkadir Geylani ve Kadirilik , Adalet Çakır , İsam.
Kastamonu Camileri – Türbeleri – ve diğer Tarihi Eserler – Fazıl Çifçi – Kastamonu Belediyesi
Kastamonu Evliyaları – Abdulhalim Durma
Lalegül Dergisi , Kasım 2015 sayısı