Şeyh Nusrettin Türbesi ; Eskişehir – Kurşunlu Külliyesinin yakınındaki Şeyh Nusreddin Sokağında.
ŞeyhNusrettin hazretleri yaklaşık olarak iki asır önce kabede Beytullah’ın hizmetkarı olarak vazife yapmakta iken medfun olduğu yerdeki evin sahibi olan arkadaşı, Eskişehir’e dönerken kendisine ısrarla memleketinde misafir etmek istediğini söyleyince oda bu samimi dostu kırmayarak onunla beraber misafir olarak buraya gelir.
Burada misafir olarak bulunurken emr-i Hak vaki olup ahirete göçünce mübarek naaşını defnetmek için yerinden kaldırmak istediklerinde bir türlü muvaffak olamaz ve kımıldatamazlar. O zaman kendisinin kutbiyyet makamında olan büyük bir veli olduğunu anlayıp vefaat ettiği bahçedeki misafir odasında defin işlemini öldüğü yerde yaparlar ve misafir odası mübareğin türbesi olur.
Kendisini yıllardır ziyaret edip, vesile edenler muradlarına tez nail olan insanlar zamanla kendisine tezveren dede diye hitap etmeye başlamışlardır. Allah himmetlerini üzerimizde daim eylesin.
Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında . ( haritadaki yer tam olarak kabristandaki yerini gösterir.)
Eskişehir’de yetişen gönül erlerinden biri de Halveti-Şabaniyye meşayihinden Şeyh Mehmed Sadık Halveti (k.s.)’dir. Şeyh Mehmed Sôdık Efendi, hilafeti İsmail Hakkı Aziz’dendir. Sôdık Efendi, muhtemelen Söğütlü Şeyh Osman Efendi (ö. ?) ve Çaltılı İsmail Hakkı Efendi (ö. Söğüt, 1900’den sonra)’den sonra posta geçerek irşad ile meşgul olmuştur. Sadık Aziz, Meclis-i Meşayih tarafından atanan tekkelerin kapatılmasına kadar (1925) devletten maaş alan son şeyhtir. Bu kanundan sonra silsilenin diğer meşayihi gibi Sadık Baba’nın da ululemre itaatle irşad sırasında uyguladığı bazı usulleri askıya aldığı görülmüştür.
Eskişehir Belediye reisi olarak da görev yaptığı bilinen Mehmed Sadık Efendi, aza arasında haşa huzurdan, “Deli Sadık” lakabıyla tanınmıştır. Rivayet ederler ki Mehmed Sadık Aziz, bir gün Belediye encümeni toplantı halindeyken eliyle çeşitli işaretlerde bulunur. Bu sırada dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağmakta imiş. Üyeler Sadık Baba’nın yaptığı bu harekete bir anlam veremeyip gülüşmüşler. Sadık Baba’nın meşayıhtan olduğunu herkes biliyor fakat kale almıyorlarmış. Bu sırada kimi:
Bu ne hal Sadık Efendi diye alay etmiş. Sadık Efendi:
– Porsukta sel köprüyü götürdü, bizim delilerden birine de aşk tuttu, gelme dediysek de dinlemedi. Porsuk’u geçemeyince o da kendini “Himmet ya Hazret-i Pir!” diyerek suya atıverdi. Demin onu çay dan çekip kurtardım diye karşılık vermiş. Encümen azası:
– Gene bizimle şaka ediyorsun Sadık Efendi diye gülüşmüşler. Bu sırada derviş Odunpazarındaki dergaha gelir:
– Sultanım burada mı, diye sorar. Valide Sultan, Efendi Hazretleri Belediye’ye toplantıya gitti diye cevap verir. Dervişin üstü sırıl sıklamsada içi yanmıştır. Hiç beklemeden Belediye’ye yönelir. Üstü başı sucuk gibi olduğu halde:
– Sultanım! diye içeri dalar…
El-etek öper. Sarılıp göz yaşı döker. Dervişin aşkı bütün azayı yakmış ve hepsini mahçup etmiştir. Hepsi kalkar Meh med Sadık Aziz’in büyüklüğünü anlayıp kendilerinden özür dilerler.
Kutbiyyet makamının sahibi olan bu büyük aziz, meşreben harabatidir. Şahidesinde de kaydedildiği üzere “Yıktım ekvan-ı vücudu sen göründün mevcud” diyen Mehmed Sadık Baba her an terk üzere yaşamış, sülukunda şiddetli bir celal terbiyesinden geçtiği için de taliplerine aniden çaktığı imtihanlarıyla şöhret bulmuştur. Onun celalli meşrebini yansıtan bir hatırası do Cemalettin Kunat tarafından şöyle nakledilmiştir:
Eskişehir’e Yunanlılar girip talan ettiğinde uzun müddet karartma uygulanmıştır. Sadık Aziz vakti geldiğinde dervişine emreder:
-Evladım kandilleri uyar! Derviş:
-Destur Efendim efendim, yağımız kalmadı, diye karşılık verir.
Sadık Aziz:
-Git çeşmeden su doldur, kandili uyar!, der. Derviş de “Eyvallah Sultanım!” diyerek kandile çeşmeden su doldurup yakar… Ertesi gün Yunanlılar Eskişehir’den Uşak’a doğru kaçmaya başlamıştır ve yine Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis’in esir alınması (2 Eylül 1922) da bundan sonradır. İşte tam bugünlerde Sadık Aziz’in postuna oturacak olan Yamalı Dede halvetten çıkmış tekbirlerle hilafete nail olmuştur…
Eskişehir’in kalbinde sırlanan bu mana sultanı 29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928) senesinde göçmüştür. Türbesi Odunpazarı Mezarlığı’ndadır. Şahide taşında şu ibare yazılıdır: Huve’l-Hay Sıdkile ziyaret kim bu sanduku’l-‘amel Oldı hem-nam beni bir ‘arif-i Hakk’a mahal Çıkdı ba-feyz-i Mehmedfevti tarihi der-best Cay-ı sadık-ı mak’ad-ı sıdk-ı Huday-ı lem yezel 29 Safer 1347 (16 Ağustos 1928)
Sôdık Aziz’in yerine Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretleri postnişın olmuştur.
Musıkiye de aşinâ olan Mehmed Sâdık Efendi’nin iki nutk-ı şerîfi tesbît edilebilmişdir. Aşağıdaki ilk nutk-i şerîfini kendileri Rast makâmında bir ilâhi olarak bestelemişlerdir…
Meryem-i kalbden doğup sırf-ı vücûda erip
Aşk ile bir savt vurup dem ile devrân oldum
Birdim bin birden idim türlü donlar giyindim
Yüz binde bir göründüm giden duran ben oldum
Nûr durur aslım benim Sâdık’la yâdım benim
Bu harâbât deminde bir genc-i nihân oldum
Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza efendi
Sadık Aziz‘in vefatından sonra postnişin olan Uşaklı Yamalızade Şeyh Ali Rıza Hazretlerinin (ö. 2. 12. 1939, Uşak) irşadı faaliyetleriyle Şabaniyye silsilesi Uşak’ta neşv ü nema bulur. Babası’nın yüzünde ben olduğu için “Yamalı” lakabıyla tanınan aile, soyadı kanununda Yamalıoğlu soyismini almıştır. “Yamalı Baba” lakabıyla şöhret bulan Şeyh Ali Rıza Efendi, Eskişehirli Mehmed Sadık Aziz tarafından yetiştirilmiş ümmi bir zattır. Mizacen şok sert olan Sadık Aziz‘le ilgili bir hatırası şöyledir:
Mehmed Sadık Azız, Yamalızade Efendi’yi bir grup dervişle birlikte Odunpazarı’ndaki tekkede Halvete koyar. Bir gün, üç gün, beş gün, yedi gün derken otuz dokuz gün geçer. Malumdur ki Halvetiyye tarikinin usulüne göre halvetçi dervişlerin hal ve zuhuratları ikindi namazından sonra mürşid tarafından alınır, derviş tekrar hücresine çekilir. Sadık Aziz diğer dervişan huzura gelirken bir şey demez, Yamalızade gelirken:
– Gel bakalım eşek herif, anlat bakalım eşek herif diye çok sert davranırmış.
Yamalızade nükteyi anlayamaz:
– Yahu ben eşek olsam burada işim ne? Aziz’im bana neden böyle diyor diye gücenir, kendi kendine:
– Şu halvet bir tamamlansın, Pir huzuruna gidip azizi şikayet edeceğim, diye söylenirmiş. Bu hal üzere halveti kırmadan devam etmiş. Otuz dokuzuncu gün huzura tekrar geldiğinde Sadık Aziz:
Yine aynı sert hitapla karşıladıktan sonra:
– Yaa oğlum,senin pir dediğin adam benim işime ne karışır? diye zirveden, biraz da şatahat kabilinden sözler söylemiş.
Yamalızade zuhuratını anlattıktan sonra destur deyip tekrar hücreye döndüğünde bir de bakmış ki seccade üzerine oturmuş zikr-i daimi halinde Hu Hu Hu diye zikrediyor… İçi dışarıda, dışı içeride…
Meseleyi anlamış tabii. Etesi sabah saadethaneye getirildiğinde Sadık Baba kendisine:
– Gel Ali Rıza Efendi oğlum, gel! diye taltif etmiş, alnından öperek “aradığını buldun Hakk’a hamd ü sena kıldın!” diyerek kendisine tekbirlerle velayet ve hilafet sırrını vermiş.
Yamalı Baba irşadını Uşak’ın merkezinde bulunan saadethanesinde yapmıştır. Az ve öz derviş kabul etmiş halkı başına toplamamıştır. Kendisinden sonra posta geçen Yakupzade de aynı tavra sahip olup seçici davranmıştır. Yamalızade de, onun müntesibi olan başta dönemin büyük alimlerinden Uşaklı Yusuf Ziya Bey, Yakupzade Hafız Mustafa Özyürek, Kütahyalı Elifzade Nuri Efendi gibi zevatın da saygın kişiler olduğu görülecektir. Nitekim Yamalı Baba, Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı ve çok güvendiği için de Kuva-yı Milliye’nin bölgedeki mali işlerinin başına getirdiği büyük alim Yusuf Ziya Bey’in de şeyhidir.
Dervişlerine tasavvufun tekke, takke ve merasim işi olmadığını ısrarla telkin eden Yamalızade, “şeriat hakikatten doğmuştur, ilm-i ledün önde gider!” yahut “Sanii gör, günde yüz bin san’at gösterir/ Kendini göstermek içindir o san’atdan garaz” diyerek bilginin kaynağının Hak ve hakikat olduğuna işaret etmiş ve onları sevgi ve bilgi yoluyla Hakk’a davet etmiştir. Tekaya’nın seddinden sonra günlük kıyafet olarak yol tacını ve merasimlerde irşad tacı-ı şerifini, hırkayı ve diğer irşad çihazlarını çıkarıp modern kisveye bürünen ve bunun ulu’l-emr kabul ederek uygulayan ilk mürşid bu zattır.1939 senesin de vuslat eden Yamalızade Hazretleri, radyonun yavaş yavaş alınıp satıldığı ve yaygınlık kazandığı dönemlerde memleketi Uşak’ta radyo satın alan ve dinleyen ilk kişidir. Bu sebeple kendisine “Radyolu Şeyh” de denmiştir.
Başına gelen ve haksız yere yargılanıp da son duruşmada berat eden Elifzade Nuri Efendi’ye adliyeye giderken söylediği muhteşem kelam, onun tasavvuftaki tasarrufunun delilidir: “Dünyada alemin de bin bir hakimim mana aleminde ben bir hakimim!”
Yamalı Baba‘nın kabri Uşak’ta nakl-i kubur yoluyla eski mezarlıktan Şehitler Mezarlığı’na getirilmiştir. Şahide kitabesi kendinden sonraki postnişin Yakupzade Hazretleri tarafından yazılmış olup şöyledir: Hazine-i esrar-ı Huda Dürr-i ekber-i Hazret-i Meula İmamü’l-uşşak ve’l-urefa Bende-i Şaban-ı Veli eş-Şeyh Ali Rıza
Yakupzade Şeyh Mustafa Özyürek
Yamalı Baba’nın yerine 1939 senesinde Yakupzade Hazretleri (d. 1887-ö. 30 Mart 1973) posta geçmiştir. Halvetı/Şabani Azizlerinden Yakupzade Hafız Mustafa (Özyürek) Efendi (d. 1887-ö. 1973) Uşaklı dır. Annesi Alime hanım, babası Mehmed Efendi’dir. Her ikisini de küçük yaşlarında kaybeder. Teyzesi tarafından büyütülür. Teyzeoğlu ile birlikte hafızlık tahsil eder. On sekiz yaşında Rukiye Hanım (nam-ı diğer Rukiye Molla) ile evlenir. Bu evlilikten Ahmet, Mehmet, Nurettin, Hatice (Kayahan), Ulviye (Aksekili), ve Alime (Vidinlioğlu) adlı çocukları dünyaya gelir. İyi bir halıcı olan Rukiye Hanım’ın da desteğiyle Uşak’taki medrese tahsilinden sonra Birinci Dünya Harbi sırasında İstanbul’a Harbiye’ye nakleder. Buradaki tahsilini ikmalden sonra 1 Temmuz 1915 tarihinde Kafkas Cephesi’ne gönderilir. Üçüncü Orduda teğmen rütbesiyle görev yapar ve üç sene sonra Uşak’a geri döner. Memleketine döndükten sonra ticaret ve Yeşil Cami’de imamet ile meşgul olmaya başlar.
Yakup Baba tesirli hutbeleri ve va’zlarıyla tanınmış ve saygı duyulmuş bir azizdir. Onu yakinen tanıyanların ifadelerine göre halk üzerinde fevkalade tesiri olan ileri görüşlü bir kişidir. Hutbelerinde ”Allah’ı isteyen eteğimi tutuversin” diyecek kadar açık sözlü olmasına rağmen tasavvufi yönünü halktan gizlemeyi de bilmiştir.
Kendinden önceki piran gibi aşka ve irfana dayalı süluk anlayışıyla sohbetlerinde ısrarla vahdet bilincini vurgulayan Yakupzade Hazretlerine göre “Süluk, gönülden önce, dil; kulak, göz, el ve ayak eğitimidir. Dil Hakkı söyleyecek, kulak Hakkı duyacak, göz hakkı görecek! Bunlar eğitilmeden, gönül Çalab’ın tahtı olmaz! Bu eğitim birkaç gün de gerçekleştirilecek bir şey olmadığı gibi, ne sadece bedeni, ne de ruhi bir eğitimdir. Kırk sene hizmetin sırrı, topyekun bir gönül eğitimiyle ilgilidir. Yunus’un dergaha kırk yıl hizmet etmesi, gönül (insan) terbiyesinin ne kadar zor ve hassas olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hizmet sırasında dervişin içten içe idrak etmesi gereken nüktelerden birisi de, “halka hizmetin Hakk’a hizmet ve ibadet olduğu” bilincine ulaşmakla ilgilidir. Bu bilince bazıları kırk günde bazıları da kırk senede ulaşır. Kırk günde gelene “nerede kaldın?”; kırk senede gelene “ne kadar erken geldin!” demişlerdir. Hasıl-ı kelam, vücud-ı vahidi anlamak, cemal ve celali birlemek, sonra dönüp vücud içinde kendi aslını seyretmek kolay değildir. Kırk gün veya kırk sene tabirlerinde kabiliyet nüktesi gizlidir!
Yakup Aziz, büyük bir alim ve natıktır. Fakat eline kalem alıp ilmini kitaba dökmemiş, ömrünü insan yetiştirmeye hasretmiş ve insan-ı kamiller yetiştirmiştir. Bu sebeple bizzat kaleme aldığı “Ey gözüm nuru ne bilsin gizlidir esrarımız/ Cahil ü nadan ne bilsin anlamaz ahvalimiz” matlaıyla başlayan tek nutkundan başka edebi değeri haiz bir şey bırakmamıştır. Menakıbı maalesef derlenmemiştir. Müntesipleri tarafından dilden dile aktarılan cümlelerinden birisi “Türkiye’de ve dünyada bütün sınırlar bir gün kalkar!” sözüdür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Yakupzade hazretlerinin insanın kalbine ok gibi tesir eden bir sohbeti var idi. Yanına gelen müftü, müderris yahut ulemadan her kim olursa olsun edeben susar, meydanı azize bırakmak durumunda kalırdı. Yamalı Dede’ye derviş olan devrin büyük alimlerinden Fatih medreselerinden mezun Yusuf Ziya Bey, bilahire Yakupzade hazretlerine gelerek tekmil-i süluk etmiş ve ondan hilafet almış velayet erbabındandır. Bu zat Cuma hutbesi verirken dahi Aziz içeri girse, hutbeyi keser, tazim ettikten sonra “des tur” der söze öyle devam ederdi. Bulunduğu mecliste otururken içeri girse ayağa kalkar, hürmet ederdi. Oğlum bunu yapma, istirham ederim derse de:
-Aziz efendim, istirham ederim, işte bunu benden istemeyiniz der, saygıda kusur etmezdi.
Bu Yusuf Ziya Hazretleri ciltler dolusu kitap yazabilecek kabiliyette olduğu halde, Aziz hazretlerinin huzurunda bir saatlik sohbette binlerce müşkilinin çözüldüğünü belirtirdi…
Bu zat, Yamalı Dede’nin Tac-ı şerif ve asa gibi emanetlerini yaşadığı bir hal üzere Yakupzade hazretlerine getiren kişidir aynı zamanda..
Yamalı Dede ile başlayan çağdaş kıyafet tercihi, Yakupzade hazretleri ile devam etmiş olduğu için, gerek Yamalı, gerek Yakupzsde ve gerek onun takipçileri dönemlerinin modern kıyafetleriyle dikkat çekmişlerdir.
Yakupzade hazretleri hem şiir hem de musiki vadisinde yetenekli olduğu halde önceki azizler gibi bu konularla doğrudan ilgilenmemiştir. Meclislerinde kendilerinden meşkeden bilhassa zakir başıları Cemaleddin Kunat ve Uşak Kurşunlu Camii Müezzini Hafız Abdullah Tez (ö. Uşak 2010) vasıtasıyla meşkettiği bazı besteli ilahiler günümüze intikal etmiştir. El yazısıyla bıraktığı tek ilahi defteri eli mizde olup, içinde kendilerine ait iki nutk-ı şerifleri, Salih ve Yamalı Babaların şahide kitabeleri ve zikir meclislerinde okuduğu ilahiler kayıtlıdır.
Yakup Aziz’in hatıraları bir bütün olarak toplanmamıştır. Onun yetiştirdiği pek çok zat bugün vefat etmiştir veya yaşlılık dönemini yaşamaktadır. Yakup Aziz sohbetlerinde tasavvufi tecrübelerini savaş hatıralarıyla kaynaştırıp ayrı bir çeşni vermiştir fakat derlenmediği için bunların çoğu unutulup gitmiştir. Özellikle Uşak’taki ihvanından derlenecek hatıralar fevkalade kıymeti haizdir. Bildiğimiz şu ki onun yerine posta geçen zat silsiledeki pek çok meşayih gibi mahfi yaşamıştır. 15 Mart 2013 tarihinde göçen Cemalettin Kunat zat postu olarak kırk sene irşad görevinde bulunmuş ve sessiz sedasız bu alemden göçmüştür.
.
Eskişehir – Odunpazarı Kabristanında. Kabristanın girişinde.
Şeyh Edebali‘nin Eskişehir’de geçen yaşamının hatırasını yad-ı cemil maksadıyla Odunpazarı Kabristanı içinde bir makam türbe yapılmıştır. Türbenin Sultan II. Abdülhamid döneminde onarım gördüğü tahmin edilir. Avluya özgün mimarisinin bozulduğunu tahmin ettiğimiz tac kapıdan girilir. Avlunun sağında köşede türbedar odası olduğunu tahmin ettiğimiz bir tek odalı bir yapı vardır. Türbenin çevresinde merdivenle çıkılan hazire bulunmaktadır. Bu hazirede çok sayıda kitabeli ve sanat değeri olan şahideli mezarlar görülür.
14. yy tarihlenen türbe, bugün tamamıyla yenilenmiştir. Ancak, günümüzdeki haline ne zaman kavuştuğu bilinmemektedir.
Eskişehir Merkezde, Odunpazarı mezarlığının batısında yer alan tek katlı, dikdörtgen planlı türbe, içten kubbe, dıştan kırma çatı ile örtülüdür. Doğu batı doğrultusunda uzanan dikdörtgen planlı yapının orta bölümü, üst kotta dört yönden atılan birer kemerle kareye çevrilerek pandantif geçişli kubbe ile örtülmüştür. Kubbe örtülü orta bölüm, yapının kuzey ve güney cephelerinin orta kesimlerinin yükseltilmesine bu da cephelerin ortada yüksek, iki yanda daha alçak kotta bitirilmesine neden olmuştur. Türbenin tüm cepheleri üst kotta, aşağıdan yukarı doğru genişleyen kalın bir silme kuşağı ile son bulmaktadır.
Türbeye, doğu cephe ekseninin kuzeyinde bulunan basık kemerli bir kapıyla girilmektedir. Kapının iki yanında, silinmiş olmakla birlikte, okunabilen birkaç kelimeden üzerlerinde ayet yazılı olduğu anlaşılan, dikdörtgen biçimli birer kitabe panosu yer almaktadır. Güney cephe ekseninin batısı ile batı cephe ekseninde basık kemerli, parmaklıklı birer pencere bulunmaktadır. Kuzey cephe sağırdır.
Kubbe, güney ve kuzey yönlerde duvarlardan hafifçe içeriye taşan birer basık boşaltma kemerlerine, doğu ve batı yönlerde duvarlara paralel atılmış birer geniş basık kemere oturmaktadır. ‘cphelerin basık kemer biçimli pencereleri içeriye dikdörtgen biçiminde yansımaktadır. Türbenin güney duvar ekseninin doğusunda yarım yuvarlak kesitli sade bir mihrap nişi bulunmaktadır. Batı duvara dayanan kemerin önünde, dikdörtgen biçimli bir kum havuzu bulunınaktadır.
Türbenin, kapı ekseninin güneyine, ortaya, doğu-batı doğrultusundaki yerleştirilmiş sandukasının kaidesi dikdörtgen prizma, üst kısmı üçgen prizma biçimlidir.
Yapının tüm duvarları, moloz taş ile düzensiz örgü tekniğinde örülmüş ve sıvanmıştır. Pencere kasalarında ahşap, kapı kanatları ve pencere parmaklıklarında metal, çatı örtüsünde kiremit kullanılmıştır. Kemerlerin üst kısımlarında ve kubbe eteğinde son zamanlarda yapılmış kalemişi süslemeler bulunmaktadır.
Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan
Eskişehir – Kurşunlu Külliyesi hemen arka sokağında Mevlevi kabristanının karşısında.
Kitabesi bulunmayan yapının inşa tarihi bilinmemektedir. Fatih devri vakıf kayıtlarında “Kadimeden Vakıflarının” bulunduğu belirtilen Ahi Mahmud Zaviyesi’nin Şeyhinin Ahmet Veledi Ahi Mahmud olduğu yazılmıştır. Kadime vakıflarının olması zaviyenin Osmanlı dönemi öncesine ait olabileceğini düşündürmektedir.
Türbe, Eskişehir Merkezde, Kurşunlu Külliyesi ‘nin batısında yer almaktadır. Kuzey güney doğrultusunda uzayan yamuk dikdörtgen planlı, tek katlı yapının düz ahşap tavanı dıştan kiremit kaplı kırma çatı ile örtülmüştür.
Doğu cephesinde iki, batı cephesinde bir dikdörtgen biçimli pencere bulunmaktadır. Yapıya, kuzey cephede bulunan dikdörtgen biçimli kapı vasıtasıyla girilmektedir. Dikdörtgen planlı türbede, bir sandukaya bulunmaktadır. Sade bir düzenlemeye sahip olan yapı içten ve dıştan sıvalıdır.
Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan
Eskişehir – Seyitgazi İlçesinin 7 km uzağındaki Yazıdere köyü girişinde.
Uryan Baba, onüçüncü asırda yaşamış ”Abdalan-ı Rum” yani Anadolu erenlerindendir. Hayatı ve kişiliği hakkında kaynaklarda yeterli bilgiye rastalanmamasına rağmen Ebul Hayr Rumi’nin yedi yılda yazdığı (1473-1480) Saltık-name’de Uryan Baba‘nın Sarı Saltık’ın çağdaşı olduğunu nakleder.
Saltık-name”de nakledilen iki menkıbeye göre Uryan Baba, Anadolu erenlerinden bir derviştir. Sakarya havzasında zaviyeleri bulunan Karaca Ahmed Sultan, Hacı Tuğrul Baba, Tapduk Emre, Hoca Nasreddin ile aynı dönemde yaşamış bir gönül eri ve Hak aşığı dır. Menkıbeye göre de Hacı Bektaş-ı Veli’nin de halifesi değildir.
Bazı yayınlarda Uryan Baba‘nın, onbeşinci asırda yaşayan Sultan Şucaeddin Veli‘nin halifesi “Ahmed Uryan Baba” olabileceği görüşü ileri sürülmüştür. Yağmur Say, “Uryan Baba ve Türbesi”nde Saltık-name’deki bu menkıbelerden hiç bahsetmeyerek onu bir Kalenderi dervişi olarak tanıtmış ve Balkanlar’da “Uryan Şucaileri” adıyla anılan zümreden olduğu görüşünü savunmuştur. “Baba”, “Dede”, “Ata”, “Abdal” ve “Uryan” adını taşıyan her dervişi de Kalenderi veya Bektaşi kabul etmek doğru değildir. Her ehl-i tarik meşrepte bu unvanlar kullanılmıştır.
Kitabesi yoktur. Mimari özellikleri dikkate alınarak 16. yüzyıla tarihlenmektedir. Yazıdere köyünde, yerleşim alanının hemen dışında, boş bir arazide yer alan türbe ve imaret yapılarından oluşan yapı topluluğuna dahildir. Yapılar, ortak bir duvarla birbirlerine bağlıdır. Söz konusu duvar, imaretin güneybatı, türbenin kuzeydoğu duvarını aynı hatta kesintisiz olarak birleştirir. Duvar ekseninde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli bir pencere yer almaktadır. Söz konusu pencere, duvarın arkasında günümüze gelemeyen bir mekanın daha bulunduğunu düşündürmektedir.
Sekizgen planlı, kubbe örtülüdür. Önünde kare planlı kubbe örtülü bir giriş bölümü bulunmaktadır. Kuzeydoğu cephe eksenindeki basık kemerli kapıyla giriş bölümüne girilir. Kapı içte, dikdörtgen biçimlidir. Giriş bölümünün kuzeybatı ve güneydoğu cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı, dikdörtgen biçimli birer pencere yer alır. Pencereler, dış cephe düzenlemesini içte de tekrarlarlar. Mekan, köşe üçgenleriyle geçilen kubbeyle örtülüdür. Duvarları ve kubbesi tümüyle sıvalıdır. Sıvaların üzerine kalemişi bezemeler işlenmiştir. Köşe üçgenlerinin kenarları kalın mavi şeritlerle boyanarak vurgulanmış, kubbe eteğine bitkisel bezemeler işlenmiş, kuzeybatı duvara iki büyük yazılı madalyon resmedilmiştir.
Giriş bölümünün güneybatı duvarındaki aynalı basık kemerli kapıdan asıl türbe bölümüne geçilir. Kapı türbe içinde sivri kemerli bir niş içine alınmıştır. Türbenin kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatı cephe eksenlerinde sivri kemer alınlıklı dikdörtgen biçimli birer pencere bulunur. Bunlardan kuzeybatıda yer alanı kapatılmıştır. Diğer cepheler sağırdır. Cephe yüzeyleri, kalın düz silmelerle dört yandan dikdörtgen biçimli çerçeveler içerisine alınarak çökertilmek suretiyle vurgulanmıştır. Cepheler, üstte profilli silmelerle çevrelenmiştir. Türbenin cephe silmelerinin profilasyonu daha zengindir. Alttaki kaval silmenin üzerinde geniş bir şerit bulunmakta, bu şeridin üstündeki iki kalın, bir ince silmeyle cephe nihayetlenmektedir. Kasnağın kuzeydoğu, güneydoğu kuzeybatı ve güneybatı cephe eksenlerinde birer yuvarlak pencere yer almaktadır.
Türbenin güney ve batı duvarlarında sivri kemerli birer niş bulunur. Nişlerden batıda yer alanı pencereden çevrilmiştir. Güney ve batı duvar eksenlerinde birer pencere bulunmaktadır. Ortasına doğu-batı doğrultusunda bir sanduka yerleştirilmiştir. Kubbe, duvarların üstündeki iki sıra rnukamasın oluşturduğu silindirik kasnağa oturur. Giriş bölümünün cepheleriyle kubbe kasnağında moloz taş, cephelerle kasnakta kesme taş kaplama, pencerelerle kapıların söve ve lentolarında merıner kullanılmıştır. İçte dökülen sıvaların altından, kemer ve duvarların tuğla örgülü olduğu anlaşılmaktadır. Her iki bölümün de kubbeleri kurşun kaplıdır.
İç duvarlar, tümüyle sıvanarak üst üste dikdörtgen biçimli iki alana ayrılmıştır. Bu alanların her biri kalemişi süslemelerle bezenmiştir. Üstteki dikdörtgen yüzeylerin köşelerinde serbest, ortalarında madalyonlar içerisine alınmış, bitkisel bezemeler yer alır. Alttaki dikdörtgen yüzeylerin köşeleri sarmal dal ve bitkisel bezemelerle süslenmiştir. Ayrıca güneybatı duvarına kalemişi bir niş resmedilmiştir. Kubbe merkezinde, yüzeyleri bitkisel bezemeli küçük boyutlu altı madalyonun çevrelediği bitkisel bezemeli kalemişi bir göbek yer alır. Kubbe eteğine de kalemişi bitkisel bezemeler işlenmiştir.
Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan
Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Seyyit Battal Gazi hazretlerinin karşısında.
Kitabesi bulunmamaktadır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmeyen yapının, günümüze gelen orijinal bölümlerinden Selçuklu Dönemine ait olduğu anlaşılmaktadır.
Kuzeyinden çilehane, batısından hol, güneyinden camiyle çevrelenmiştir. İki katlıdır. Alt katı, doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı, sivri tonoz örtülüdür. Üst kat kareye yakın yamuk planlı, kubbe örtülüdür. Cenazelik mekanının ortasında iki sanduka yer alır. Doğu cephe ekseninde sivri kemerli bir pencere bulunur. Üst kat, batısından sivri bir kemerle hole eyvan gibi açılmaktadır. Doğu cephesi kesme taş kaplamadır. Alt kat zemini hol zemininden yaklaşık 1.5 metre daha aşağıdadır. Moloz taş örgülü doğu duvarı haricind ki tüm duvarlar, tuğla örgülüdür. Alt katın çok az kısmı hol zemininin üstünde kalan batı duvarında bir pencere bulunur. Üst katın tüm duvarları düz istifli tuğla örgülüdür. Yıkılan pandantif geçişli kubbesi günümüzde yeniden yapılmıştır. Alt kat duvarlarında tuğla, moloz, kaba yonu ve kesme taş, üst katın kemer, kubbe geçişleri ve kubbe örtüsünde tuğla kullanılmıştır. Eyvan kemerini çevreleyen şeritle keıner köşeliklerinde erken tarihli özgün geometrik süslemeler bulunur. Eyvan kemerini çevreleyen şeritteki ok ucu motifleri dikkati çekmektedir.
Kaynak ; Eskişehir Zaviye ve Türbeleri , Anadolu üniversitesi, Prof Dr. Erdal Altınsapan – Doç. Dr. Canan Parla .
Eskişehir Mevlevihanesi , Kesit Yayınları , Dr. Hasan Hüseyin Adalıoğlu – Nizamettin Arslan
Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Seyitgazi türbesi girişinde ilk solda.
Kösemihal’in oğullarından Ahmet ve Mehmet Beyler Türbesi olarak da bilinir. Türbe tahminen 16.yy sonu, 17.yy başında inşa edilmiştir. Halk arasında ; şehit kardeşler, Türbe binasını yaptıranlar, Kesikbaşlar, Türbe binasını tamir eden ustalar olarak adlandırılan türbeye söve ve lentosu yekpare siyah mermer dikdörtgen formlu açıklıktan üç basamaklı taş merdivenle çıkılır. Türbe zemini yüksek tutulmuştur. Kubbeye geçişte türk üçgenleri ve stalaktikitler kullanılmıştır. Türbe içinde doğu batı yönünde uzanan iki lahit vardır. Türbenin dışa açık cepheleri ve sekizgen kubbe kasnağı kesme taş örgülü olup taş saçakla nihayetlenir.
Eskişehir – Seyitgazi İlçesindeki Seyitgazi Külliyesinde , Külliyenin avlusunda çeşmenin hemen yanında.
Ayni Ana olarak da tanınan Kadıncık Ana, Ümmühan Hatun ‘un hizmetkarıdır. Kitabesi olmayan türbenin inşa tarihi kesin olarak bilinememektedir. Kapısının üzerinde Arapça: “Ayni Ana” yazılıdır. Kadıncık Ana ‘nın Ümmühan Hatun un hizmetkarı olduğu dikkate alındığında türbe için seçilen yer anlam kazanmaktadır. Konumu türbenin, Ümmühan Hatun Medrese ve Türbesi ‘nden daha geç tarihli olduğunu göstermektedir. Bu nedenle türbe, 1205- 11 yıllarından sonraya, 13.yüzyılın ilk çeyreği ile son çeyreği arasına tarihlenebilir.
Ümmühan Hatun Medresesi’nin kuzey cephesinin doğu bölümüyle Ümmühan Hatun Türbesi’nin doğu cephesi arasındaki alanda, güney cephesi medreseye, batı cephesi Ümmühan Hatun Türbesi’ne bitişik olarak inşa edilmiştir. Doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı tek katlıdır. Doğu cephe ekseninden biraz kuzeyde dıştan içe doğru birer kaval, iç bükey ve düz silme grubunun üç yandan çerçevelediği basık kemerli kapı bulunur. Kuzey cephede batı köşeye yakın dikdörtgen biçimli parmaklıklı bir pencere yer almaktadır. Alçak cephe duvarlarını üstte, kademeli üç silme dolanır. İçte batı duvarına açılan sivri kemerli pencere. Ümmühan Hatun Türbesi’yle bağlantıyı sağlar. Mekanın ortasında dogu-batı doğrultusunda yerleştirilmiş taş sanduka yer alır. Yapı dıştan kesme taş kaplı az eğimli kırma çatı, içten sivri kemer profilli tonoz örtülüdür.
Cephelerde kesme taş kaplama kullanılmıştır. İç duvarlar sıvalıdır. Dökülen sıvaların altından, moloz ve kesme taş malzemeli duvar örgüsü görülür. Yapıda herhangi bir süsleme bulunmamaktadır.
Eskişehir – Odunpazarındaki Kurşunlu Külliyesinin hemen arkasında yer alan Hamuşan’da.
Hasan Hüsni Dede Efendi, 1246/1830-1 yılında Eskişehir’de bu aleme teşrif ederler. Babası Çürükoğlu Hacı Hafız Hüseyin Hüsni Efendi, annesi Kerime Hanım’dır. Çürükoğlu Hacı Hafız Hüseyin Efendinin müderris ve alim bir kişidir. Kendi adına yaptırdığı Çürükoğlu Medresesi vardır. Ancak, günümüzde medresenin yeri bilinmemekle beraber Kurşunlu Camii kuzeyindeki giriş kapısının bir alt sokağına,”Çürük Hoca Sokağı” ismi verilmiştir. Muhtemelen medrese de bu sokakta idi.
Hasan Hüsni Dede çocukluk yıllarının ardından ilk eğitimini alim ve Mevlevi şeyhi olan babası Hüseyin Hüsni Efendi’den alır. Daha sonra İstanbul’a giderek eğitimine orada devam eder. Medrese eğitimini bitirip icazetler alır ve müderris olur. Uzun süre İstanbul’da bulunur, müderrislik yapar. Ancak zahiri ilimleri tahsil edip müderris olsa da, kalbi mutmain değildir ve içinde önüne geçemediği bir çağlayan vardır. Her ne yaptıysa bu çağlayanın önün de duramaz. Nihayet Yenikapı Mevlevihanesi’ne gider ve Osman Selahaddin Dede‘ye teslim olur. İçindeki o coşkunluk sakinleşir. Osman Selahaddin Dede’nin manevi feyz pınarından kana kana içer çilesini tamamlar. Kadiri ve Mevlevi icazeti alarak Dede olur. Böylece aldığı eğitim ve tasavvufi terbiye ile alim, fazıl, irşad için liyakatli ve ehliyetli birisi olma niteliklerini kazanır.
1865 yılında babası Hüseyin Hüsni Efendi’nin vefatı üzerine Eskişehir’e döner. Hükümete yazılı başvuru yaparak, Gazi Mustafa Paşa’nın Eskişehir-Odunpazarı-Paşa Mahallesi’nde bina ettirdiği Kurşunlu Camii avlusunda bulunan binanın ve tekke odalarının, Mevleviliğe ait olduğunu ve şeyhliğinin de babasından kendisine intikal ettiğini bildirir. Yapılan araştırmalar ve Konya Mevlana Dergahı’nda bulunan yaşlı Mevlevi dervişlerinin de şehadetleriyle 2 Recep 1282 / 21 Kasım 1865 tarihinde düzenlenen bir beratla dergah Hasan Hüsni Dede‘ye tevcih edilir
Hacı Hasan Hüsni Dede‘nin Mevlevi, Kadiri ve Melami tarikatlarından halifelik icazeti vardır. Mezar taşında Mevlevi ve Kadirı şeyhi olduğu yazılıdır. Melamiliği hakkında ise, Abdülbaki Gölpınarlı “Melamiler ve Melamilik” adlı kitabında, Hasan Hüsni Dede‘nin bir İstanbul seyahatinde Melami Piri Seyyid Muhammed Nur Hazretleri ile görüşerek Melami olduğunu, ancak bunu gizle diğinden Mevlevilerden kimsenin bilmediğini yazar.
Hasan Hüsni Dede‘nin, Kadirılikten de icazeti olduğu için bazı mübarek gecelerde dergahda Kadiri zikri icra eder. Bazen hususi hayatında Kadiri tacı giydiği de olur. Fakat zikir ayinlerinde daima Mevlevi sikkesi giyer. Her zaman aynı şekilde zikretmez, ara sıra geleneğini değiştirir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Hasan Hüsni Dede, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Selahaddin Dede‘den icazet almıştır. Osman Selahaddin Dede ilmi derecesi yüksek, siyasi ve sosyal hayatı da zikredilmeye değer mümtaz bir kişidir. Hasan Hüsni Dede de, şeyhi Osman Selahaddın Dede gibi siyasi ve sosyal yönden aktif bir kişiliğe sahiptir. Sık sık İstanbul’a gider siyasi olayları yakından takip eder. Dönemin Osmanlı Sultam II. Abdülhamid Han ile görüştüğüne, dini ve siyasi olayları müzakere ettiğine dair sözlü rivayetler vardır. Ayrıca şeyhi Osman Selahaddin Dede’nin vefatında (14 Mart 1887) cenazesinin gasledilip kefenlenmesi görevini yapması ve hocasının cenaze namazını kıldırması onun Mevlevi meşayihi arasındaki saygınlığını ve itibarını göstermektedir
Mevlana Hazretleri, ”…eski erenler nefislerini aşağılatmak için dilenmeyi hoş görmüşler. Ama biz, bizi sevenlere bu kapıyı kapattık. Herkes bir iş tutmalı, elinin emeğiyle geçinmelidir. Böyle davranmayanlar bizden değildir.” buyurur. Onun bu sözleri kendisine bağlananları her dalda çalışmaya zorlamış; Mevlevi dergahların da dedeler ve dervişler zikir ve musiki çalışmalarının yanı sıra kazanç sağlamak amacıyla mutlaka bir sanatla ilgilenmişlerdir. Hasan Hüsni Dede de bu konuya önem vermiş, dergahtaki dervişlerin hem sosyal hayata katkıda bulunmaları hem de dergaha gelir sağlamaları amacıyla bazı iş kollarında faaliyet yapmalarına imkan sağlar. Bu nedenle Eskişehir Mevlevihanesi’nde üç adet fanila örme makinesi ve dört adet çorap dokuma makinesi çalıştırılırdı. Dergahta dokunan çorap ve fanilalar pazarcı marifeti ile şehirde satılarak, dergahın bütçesine ek gelir sağlanıyordu. Böylece ekonomiye katkı sağlamanın yanı sıra, tekke ve zaviyelerin son asırda içine düştükleri mali sıkıntılar ve işsiz güçsüz takımının sığıntı yeri olmasından dergahı korumuş oluyorlardı.
Hasan Hüsnü Dede ökçeli mest giyer, ahşap bir asa taşır ve daimi surette sade, temiz ve Mevlevi dervişlerinin sema ayininde giydikleri geniş etekli bir tennure giyer.
Hasan Hüsni Dede‘nin Celaleddın, Şemseddin, Bahaeddın ve Hilaleddin adında dört oğlu, Şehribanu ve Hacer Saniye adında iki kızı vardır. Şeyhzade Hüseyin Celaleddin Efendi en büyük oğlu ve aynı zamanda Eskişehir asitanesinin sertabbah/aşçıbaşısı idi. Hasan Dede’nin sağlığında 1319/1901-2 yılında vefat etmiştir.
Hasan Hüsni Dede, meşihatta kaldığı sürece medrese derslerinden üç defa icazet vermiş, otuz kadar zata Mevlevilikten hilafet ve birçok kimseye Mesneviyi Şerif okutma, Mevlevi ayini icra edebilme icazetleri vermiştir. Onun müntesipleri arasında bir çok alimler, şeyhülislamlar ve vezirler vardır. Bunlar arasında Tire Mevlevihanesi şeyhi Hayrullah Dede, Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi Mehmed Celaleddin Dede, İhtifalci Mehmed Ziya,Kemalı Aşçı Tahir Dede, Kasımpaşa Mevlevıhanesi Mesnevihanlığı yapan Muham med Es’ad Dede, meşhur bestekar, hanende ve hattat Hasan Sırrı Efendi, Kütahya Mevlevihanesi postnişini şair ve hattat Hacı Pesendi Dede, Kütahyalı Şeyh Rıfat Efendi, Konya Çelebilerinden Abdülvahid Çelebi, Hasan Hüsni Dede’nin oğulları Şemseddin Dede ve Bahaeddın Dede‘nin isimleri zikredilebilir.
Hasan Hüsni Dede Efendi ile ilgili Refi Cevad Ulunay kendisinin şu hatırasını anlatır:
“Ben babamın Eskişehir Kaymakamlığında sema’a çıkardım. Eskişehir mevlevi şeyhi Hasan Efendi büyük bir zat idi. Her hafta dergahta mukabele yapılırdı. O tarihte Eskişehir’de Lazari isminde gayet güzel ud çalan bir Rum çalgıcı vardı. Her hafta mukabeleye gelir vecd içinde mukabeleyi dinlerdi. Bir hafta giriş taksiminde Hasan Efendi:
– Lazari , dedi.
– Eyvaallah şeyhim!
– Çık mutribe bir taksim et!
Lazari zangır zangır titreyerek mutribe çıktı. Ağlaya ağlaya öyle bir taksim etti ki, udun göğüs tahtası parçalandı. Kendisi de oraya düştü bayıldı.
Otuz beş yaşında Eskişehir Mevlevıhanesi postnişinliğine tayin edilen Hasan Hüsni Dede, bir ara Hac farizasını da yerine getirmiştir. Ancak hangi yılda Hicaz’a gittiğini bilemiyoruz. Mevlevi, Kadiri ve Melamı şeyhi, alim ve fazıl bir kişi olan Hasan Hüsni Dede Efendi, kırk üç yıl şeyhlik görevini sürdürmüş, yaşadığı sürece etrafını bir güneş gibi aydınlatmış gerçek bir mürşiddir. 28 Temmuz 1908 Salı günü sevgiliden gelen “irci’i” emrine uyarak, bu fenô aleminden beka alemine göçer. O gün Müslüman Hıristiyan bütün Eskişehir ahalisi ayağa kalkar. Üç camide cenaze namazı kılındıktan sonra Mevlevihane’nin güney duvarına bitişik hamuşana sırlanır. Ruhu şad, himmeti hazır olsun. Torunu Muhyiddin Celal Duru bu vuslat günü için şu dörtlüğü, tarih kaydı olarak düşer:
Pir idi, seksendi sinni Hazretin, Pir idi ihvanı irşad etmede; Söyledim tarih-i tam-mi naklini Hakka göçtü Şeyh Hasan Hüsni Dede (1325)
Kaynak ; Eskişehir Mevlevihanesi , Nizamettin Arslan , Kesit Yayınları