Hıdır Baba

Edirne – Hıdırlık tabyalarının bulunduğu yüksekçe bir manzara tepesindedir.

Hıdır Baba’nın Fatih Sultan Mehmed Han’ın kumandanlarından olduğu söylendiği gibi I. Murad’ın Edirne’yi almasından evvel gelen horasan erenlerinden olduğu da söylenmektedir. Osmanlı’nın Edirne’yi almasından sonra Çelebi sultan zamanında yaşayan Şahmelek paşa buraya bir zaviye yaptırmıştır. Sultan İbrahim zamanında Koca Mustafa Paşa tarafından yanlış ibadet yapılıyor diye Edirnelilerin isteği ile harap edilmiş sonra Avcı Mehmed buraya köşk yaptırınca tekke tekrar açılmıştır. Türbe , Söğütlü dereli Sedat Bayram tarafından 2006 yılında şimdiki halini almıştır. ( Allah ondan razı olsun.)

Hıdırlık Tekkesi
Hızır Dede ve Hızır Dede Hünkar Tekkesi adlarıyla da bilinen Hıdırlık Tekkesi; Yıldırım Beyazıt Mahallesi, Hıdır Baba Sokak’ta yer almaktaydı. Bektaşi tarikatına bağlı tekke Şah Melek Bey tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde mevcut olmayan yapı, H.1171/M.1757 tarihinde yıkılmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi ‘nde Edirne’nin fethinden önce de mevcut olan ve Hızır’ın makamı diye korunan tekkeye, sonra Hacı Bektaş-ı Veli’nin izniyle Sefer Şah Dede ve Hızır Dede buraya gelip yerleşmiş, mamur hale getirmişlerdir. Fetihten sonra ise, Gazi Hüdavendigar ilgi göstermiş, nice kilerler, hücreler, ambarlar ve imaretler yaptırmıştır. 831/1427 tarihinde Gazi Mihal Bey’in oğlu Yahya Bey bir tarafa dershanelerle çeşitli çilehaneler ve bahçesi içre çeşitli maksureler yaptırarak adeta cennete çevirmiştir.

Zamanla harap olan tekke H.942/M.1535 yılında yıktırılarak Vezir-i azam İbrahim Paşa tarafından yeniden yaptırılmaya başlanmış, İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlanmıştır

Evliya Çelebi; havası suyu güzel yeşillik bir mesire yeri olmakla Edirne’nin bütün aydınları, sanatçıları gezmek tozmak için buraya gelmeye başlayınca, şehrin nice bin yaramaz ve haylazının da oraya doluşmaya başladıklarından huzur ve sükun kalmaması üzerine H.1051/M.1641 tarihinde Sultan İbrahim’in veziri Kara Mustafa Paşa’ya Edirneliler dilekçeler göndererek ‘bu tekke-i Bektaşiyan’da nice fisku fücur oluyor men ve defi için emr-i padişahı rica ederiz’ dediklerini ve isteklerinin kabul olunarak Kara Mustafa Paşa tarafından Kapıcıbaşı Kırkayak Sinan Paşa bu iş için görevlendirildiğini, o da aldığı buyruğu yerine getirerek binlerce bakkal, çakkal haşaratları başına toplayıp baltalar ve ferhadi kazmalarla oldukça büyük ve eski bir yapı olan tekkeyi tam bir haftada zorlukla yıkabildiklerini, kurşunlarını yüzlerce arabaya yükleyip Kara Mustafa Paşa’nın İstanbul’ da yaptırdığı türbesini ört­tüklerini, bu acıklı hali gören Bektaşi dervişlerinin on dört bakır kabı kadı’ya teslim edip, sonra hepsi bir araya gelerek ‘Allah, Allah’ diye bağırdıklarını ve bu Asitanenin yıkılmasına sebep olanların cümlesine fena gülbangı çektikten sonra her birinin bir diyara dağıldıklarını, fena gülbangının yedinci günü Sultan İbrahim’in Kara Mustafa Paşa’yı öldürttüğünü ve ondan sonra Edirne ay­anından bu tekkenin yıkılmasına dilekçe verenlerin hepsinin de kısa zamanda öldüğünü kaydetmektedir.

Evliya Çelebi, bu olaydan sonra tekkenin boş ve terk edilmiş olarak kaldığını, IV. Mehmed’in Edirne’ye gelip, bu gönül açıcı ferah yerden hoşlanması üzerine aynı yıl bir cami ile saray yaptırarak buranın canlandığını bildirmektedir.

Günümüzde yukarda bahsedilen yerde Hıdır Babaya ait bir mezar bulunmaktadır. Üzeri çatıyla örtülü mezar yeri ahşap kafes  malzemeyle dikdörtgen bir form içinde yer almaktadır. Yeşil renkli sanduka çimentodandır. Edirne halkı tarafından yatır özelliği verilen mezar, adak yeri olarak kullanılmaktadır.

Kaynak ; Edirne Tekkeleri , N. Çiçek Akçıl , Edirne Valiliği Kültür yayınları

Fahreddin Acemi (k.s.)

Edirne’de – Darülhadis Cami bahçesinde , Kabri cami mihrabı önünde bulunmaktadır. Demiryolu yapılırken mezar taşları müzeye kaldırılmıştır.

Osmanlı devrinin ikinci Şeyhülislamıdır. İran’da doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. İran’da Seyyid Şerif Cürcani’den dersler almış, Osmanlıya gelince Molla Fenari‘nin oğlu Mehmed Şah Efendi’nin hizmetine girmiş , Bursa’da Sultan medresesine yardımcı hoca olmuş ve diğer medreselere de müderris olarak atanmıştır.Sultan II. Murad zamanında Edirne müftülüğüne getirildi.

Kanaatkar, doğru, namuslu bir kişiydi . Padişahın ödeneğini arttırmak istemesini kabul etmemiş ve ” Beytü’l-mal helaldir fakat hacet ve kifayetten fazlası helal değildir.” diyerek reddetmiştir. Hadis ilminde muktedir ve geniş bir bilgiye sahipti.II. murad ve Fatih sultan Han zamanında otuz yıl boyunca Şeyhülislamlık yapmıştır. Fatih Sultan Han zamanında gelişen Hurufilik akımına karşı çetin bir mücadele vermiş ve onların susturulmasını sağlamıştır.

Fâtih Sultan Mehmed Hanın veziri Mahmûd Paşa, evinde bir dâvet tertîb etti. Dâvete, hurûfî yolunda olan sapıklar da çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu. Sohbet ilerleyince, Mahmûd Paşa, kendilerini çok sevdiğini ve her dertlerini çekinmeden kendisine açabilecekleri ni söyledi. Vezirin bu aşırı sevgi ve muhabbetinden dolayı onu kendisinden zanneden bu kimseler, fırkalarının iç yüzünü anlatmaya başladılar. “Her testi içine konulanı sızdırır” sözü gereğince sapıklıklarını ve küfürlerini açıkladılar. Hattâ:”Allahü teâlâ (hâşâ) Fadlullah’a (Hurûfîlik bozuk yolunun kurucusu olup, 1393 senesinde Tîmûr Hanın oğlu Mirân Şah tarafından öldürülmüştü.) hulûl etmiştir.” dediler. Bunu duyan Fahreddîn Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak, bu sapıkların üzerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, sultânın sarayına sığındılar. Fahreddîn Acemî de peşlerinden koştu. Sarayda bunları yakaladı. Hâdiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed, edebinden Şeyhülislâma karşı ses çıkarmadı. Fahrüddîn Acemî, bu işi burada halletmek istiyordu. Hemen câmiye gitti, halkı câmiye çağırdı. Çok kalabalık toplandı.Fahreddîn Acemî hazretleri minbere çıkıp, bu hurûfî denilen kimselerin sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Kötü yolda olduklarını ve hemen idâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, idâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezâları infâz edildi. Çünkü bu sapıklar, fırkalarının kurucusu Fadlullah’ın yeryüzünde Allah’ın temsilcisi, hattâ insan sûretindeki şekli olduğunu söylüyor ve başkalarını da kandırmaya çalışıyorlardı. Bütün hurûfîler tesbit edildi. Hepsi yakalanıp idâm edilerek, Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi.

Edirne’de Üç şerefeli cami yanında bir medrese yaptırmıştır. 1460 yılında Edirne’de vefat etmiş ve Darul hadis camii’nin mihrabı önünde sırlanmıştır. demiryolu yapılırken kabir taşları müzeye kaldırılmıştır.

Kaynaklar ; 

Abdulkadir Altunsu , Osmanlı Şeyhülislamları , 1972
İstanbul ve Anadolu evliyaları , Pamuk Yayınları

Ali Bin Emrullah (k.s.)

Edirne’de , Atatürk Bulvarı üzerinde yer alan küçük kabristan’da .

Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından. Tefsîr, hadîs, fıkıh âlimidir. Dedesi Abdülkâdir Hâmidî, sakalına kına kullanmakla meşhûr olduğu için Kınalı-zâde denmiştir. Abdülkâdir Hâmidî, Fâtih Sultan Muhammed Hân’ın hocalarındandır. Ali bin Emrullah, 916 (m. 1516) senesinde Isparta’da doğdu. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli şehirlerinde kadı ve kadıasker olarak vazîfe yaptı. 979 (m. 1571) senesinde Edirne’de vefât etti.

Kınalı-zâde Ali Efendi, ilk tahsiline akrabası olan Kadri Efendi’den ders alarak başladı. Sonra İstanbul’a giderek, Mahmûd Paşa Medresesi’nde Müderris Sinân’dan, Atîk Ali Paşa’da Merhaba Efendi’den, sonra da Sahn-ı semân Medresesi’nden Kul Sâlih Efendi’den ders aldı. Kur’ân-ı kerîmi ve pekçok hadîs-i şerîf ezberledi. Yazı (hat) san’atında usta olup, te’sîrli bir hitâbete ve üstün bir hafızaya sahipti. Tahsilini mükemmel bir şekilde tamamladıktan sonra, Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi tarafından Edirne’de Hüsâmiye Medresesi’ne ta’yin edildi. Daha sonra Bursa’da Hamza-bey Medresesi’nde, Kütahya’da Rüs-tempaşa Medresesi’nde, İstanbul’da çeşitli medreselerde ve Süleymâniye Medresesi’nde müderrislik yaptı. Bu vazîfelerinden sonra da; Şam, Kâhire Bursa kadılığı, 978 (m. 1570)’de İstanbul kadılığı, 979 (m. 1571)’da Anadolu kadıaskerliği yaptı. Arabca ve Farsçada; edebiyat, tefsîr ve hadîs ilminde emsalsizdi Tefsîr metinlerini anlamakta güçlük çekenler, müşkillerini halletmek için ona müracaat ederlerdi. Şam’da ve Mısır’da görevli bulunduğu sırada, görüştüğü Arab âlimleri dahi bu zâtın Arabcada derin, bilgi sahibi olduğunu görmüşler ve istifâde etmek için ona müracaat edip, ilminin yüksekliğini medhetmişlerdir. Arabca, Farsça dillerinde ve Osmanlıca Türkçesi’nde derin bilgisi olup, bu dillerde şiirler yazmış ve şiirleri bir divanda toplanmıştır. Oğlu Hasen Çelebi, “Tezkiretr-üş-Şuarâ” adlı eserinde, babası hakkında şöyle bir hâdiseyi nakleden “Birgün dostları ile dinlenmek üzere bir bahçeye gittiler. Orada arkadaşlarından biri “Bahâristan” kitabını gösterip; “Ali Efendi, bu kitabı okudunuz mu?” diye sordu. O da; “Hepsi ezberimde” deyince; “Öyleyse oku bakalım” dediler. Kitaptaki şiir ve hikâyeleri sonuna kadar okuyunca, arkadaşları buna şaşıp, hayran kaldılar.”

Kınalı-zâde Ali Efendi, fen ve hikmet ilminde de iyi yetişmişti. Ayrıca felsefeyi de incelemiş, fakat felsefecilerin bozuk fikirlerine kapılmamıştır. Ahlâk ilmi üzerine çalışmış, bu husûsta yazılan eserleri inceleyip, İslâm ahlâkını esaslı bir şekilde yazmıştır. Kıymetli eserler yazan ve ilmi çalışmalar yapan Ali Efendi, 979 (m. 1571) yılında, Ramazan ayının altına günü Edirne’de vefât etti. Cenâze namazında, başta âlimler olmak üzere, büyük bir cemâat hazır bulundu. Cenâze namazı Câmi-i Atîk’de kılındıktan sonra, Edirne-İstanbul yolu üzerindeki “Vaki Nâzır” adı ile meşhûr kabristanda defnedildi. Eserleri: 1- Ahlâk-ı A’lâî, 2- Tecrid haşiyesi, 3-Mevâkıf haşiyesi, 4- Dürer ve Gurer’e yaptığı haşiye, 5. Kalemiyye Risalesi, 6- Sayfiyye Risalesi, 7-Tefsîre ve vakfa dâir risaleleri, 8-Arabca, Farsça, Türkçe şiirlerini içine alan “Divân”ı, 9-Tabakât-ı Hânefiyye (İmâm-ı a’zam hazretlerinden İbn-i Kemâl Paşa’ya kadar.)

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 34

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 164

3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 34

4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 984

5) İslâm Ahlâkı sh. 6-51