Tekkeköy merkezinde bulunan 23 Nisan Mahallesi’nde bulunmaktadır. Şeyh Yusuf Zeynüddin’e aitTekke İlçenin Tekkeköy adını almasına neden olmuştur.
TARİHÇE: Halk arasında “Şeyh Yusuf Zeynüddin” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmamasına rağmen Samsun’da medfun Şeyh Kutbüddin Hazretlerinin kardeşi olması nedeniyle Şeyh Yusuf Zeynüddin Hazretlerinin 1200 yılı ile 1330 yıları arasında yaşadığı varsayılırsa türbenin de yaklaşık tarihi ortaya çıkmış oluyor. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Türbe; altı betonarmeyle çevrili üst kısmı demir parmaklılarla çevrili dıştan tekrar demir parmaklıklarlavar olup içerisinde başlıklı kabir bulunmaktadır. RİVAYET: Şeyh Yusuf Zeynüddin, Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaşamış büyük İslâm velisidir. Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin(1078-1166) torunudur. Samsun’da medfun Şeyh Kutbüddin Hazretlerinin kardeşidir. O zaman Bizans Devletinin hâkimiyeti altında bulunan yerleri İslamiyet’e açmak için çalışan bu büyük İslam Mücahit ve mutasavvıfı, medfun bulunduğu bu yöreye gelmiş ve burada bir Tekke açarak insanları irşat etmeye başlamıştır. Tekke Çiftliği denilen semtte kurduğu çiftliğinin kazancı ile devamlı kazan kaynatıp fakirleri,yolcuları ve düşkünleri doyurmuştur.1285 yılında Tekkeköy Camiini yaptırmıştır. Zamanla bu tekke etrafında bir köy doğmuş ve bugünkü adı ile Tekkeköy meydana çıkmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında yaşayan bu İslam velisinin doğum ve ölüm tarihleri meçhulise de kardeşi Seyyid Kutbüddin Hazretleri 1322 yılında vefat ettiğine göre, Şeyh Yusuf Zeynüddin Hazretlerinin de 1200 yılı ile 1330 yıları arasında yaşamış olması icap etmektedir. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veliziyaretinde bulunmak amacıyla ziyaret edilmektedir. Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)
Salıpazarı ilçesine 6 kilometre güney doğusundaki Yeşil Köyü’nün Kayadibi Mahallesi köy ormanı içerisinde bulunmaktadır.
TARİHÇE : Halk arasında “Topal Hacı” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkındakesin bilgi edinilememektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; orijinali Karadeniz’e özgü ahşap yapı şeklinde iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Türbenin çatısı saç ile kaplı olup, içi ve dışı sıvaüzeri boyadır. İçerisinde 2 adet kabir bulunmaktadır. RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Samsama Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)
Salıpazarı ilçesine 6 kilometre güney doğusundaki Yeşil Köyü’nün Kayadibi Mahallesindebulunmaktadır.
TARİHÇE : Halk arasında “Ahmet Dede” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı şeklinde inşaa edilmiştir. Türbenin çatısı kiremit ile kaplı olup, içerisinde ahşaptan sanduka bulunmaktadır. RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Ahmet dede Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)
Salıpazarı ilçesine 6 kilometre güney doğusundaki Yeşil Köyü’nün Ay Uşağı Mahallesindeki köymezarlığı içerisinde bulunmaktadır
TARİHÇE : Halk arasında “Samsama Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı şeklinde inşaa edilmiştir. Türbenin çatısı kiremit ile kaplı olup, içerisinde ahşaptan sanduka bulunmaktadır. RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Samsama Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)
Salıpazarı ilçesi merkez mahallelerinden Albak Mahallesi’nde tepenin tam zirvesin üzerinde bulunmaktadır.
TARİHÇE : Halk arasında “Hasan Gazi Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; yarı açık şekilde biriket ile çevrilmiştir.Türbenin içerisinde kabir ve ağaç bulunmaktadır. RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Hasan Gazi Türbesi hakkında çok fazlarivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içindeAllah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Sabah namazlarında tekke yakınındaki çimenliklerde bir grup askerin namaz kıldığını görenlerin olduğu rivayet edilmektedir. Şehir merkezini tepeden gören bu tekke kurtuluş savaşında bu alanda şehit düştüğüne inanılan Hasan adındaki bir zata aittir. Kıbrıs çıkarması sırasında buradan kırmızı bir ışığın çıkıp Kıbrıs tarafına gittiği söylentisi vardır. Mezarın bulunduğu tepeye Hasan tekke adı verilmiştir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)
Anadolu’da yaşayan büyük velilerden , şair. İsmi Abdullah olup , babasınınki Eşref’tir. Babasının ismi ile şöhret buldu. Babası , Mısır’dan İznik’e göç etti. Eşrefoğu Rumi İznik’te doğdu. Doğum tarihi belli değildir. 1484 (H.889) ‘da İznik’te vefat etti. Türbesi İznik’tedir. Eşrefzade-i Rumi diye de bilinir. Babasının terbiyesi altında büyüyen Eşrefoğlu Rumi , önce İznik’te bulunan medreselerde çeşitli alimlerden ders aldı. Zamanın zahiri ilimlerinde üstün başarılar elde etti. Sonra Bursa’ya giderek Padişah Çelebi Mehmed’in medresesine girdi. Burada tefsir , hadis ve fıkıh ilimleri üzerinde söz sahibi olan alimler derecesine yükseldi. Buradan mezun olunca , Bursa’da müderrislik yapan hocası büyük alim Alaeddin Ali hazretlerinin yardımcısı oldu. Çelebi Mehmed Han medresesinde bir müddet ders veren Eşrefoğlu Rumi bir sabah vakti medrese civarında dolaşırken , zamanın velilerinden olan Ebdal Mehmed’e rastladı. Kalbinden ; “ Tasavvuf yolundan bana nasib var ise alametler görünsün. ” diye geçirerek ona yaklaştı. Ebdal Mehmed kendisine bakarak ; “ Ey medreseli ! Bize köfteli çorba getir.” Dedi. Bu söz üzerine çarşıya gidip , köfteli çorba aradı. Fakat bulamadı ve eli boş dönmemek için köftesiz çorba aldı. Ebdal Mehmed’e gelirken yolda birkaç parça ekmek alarak yuvarlak köfte haline getirip , çorbanın içine attı. Ebdal Mehmed çorbayı karıştırıp köfte bulamayınca Eşrefzade’ye ; “ Hani bunun köftesi ? ” diye sordu. Daha sonra çorbayı iyice karıştırdı ve Eşrefoğlu’na uzatarak ; “ Ye bunu! ” dedi. Eşrefoğlu büyük bir teslimiyet ile tereddüd etmeden çorbayı yedi. Çorbanın içine atılan ekmek parçaları köfteye dönmüştü. Bunun üzerine o zat ; “ Ya sen olmayıp da kim olsa gerek. ” şeklinde bir söz söyleyip oradan uzaklaştı. Eşrefoğlu bu sözlerden bir mana çıkaramamasına rağmen , tasavvuf yoluna girmesi hususunda bir işaret olduğuna inandı.
Nefsini terbiye etmek , kalp aynasını cilalamak için kendi kendine uğraşmaya başladı. Bu yolda bir hoca bulmanın şart olduğunu düşünerek , kitaplarını dağıttı ve Bursa’da bulunan Emir Sultan’ın huzuruna gitti. Talebesi olup , hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emir Sultan , Abdullah’ın tasavvuf yolunun aşkıyla yandığını görünce , onu evliyanın büyüğü Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderdi. Sonra Ankara’ya gidip , yeni hocasına teslim oldu.
Hacı Bayram-ı Veli hazretleri , Abdullah’daki kabiliyeti keşfederek ona nefsini terbiye edecek vazifeler verdi. Yaşı kırkın üzerinde ve büyük bir alim olduğu halde , hocasının emirlerine “ Başüstüne ” diyerek sarıldı. Kendisine verilen hela temizleme vazifesini , bütün gayretiyle yapmaya başladı. Nefsinin isteklerini terk edip , istemediklerini yapmak için büyük çaba sarfetti. Bu şekilde riyazet ve mücahedeye devam etti. Hocası Hacı Bayram-ı Veli’ye on bir sene hizmet etmekle şereflendi. Bu kadar zaman zarfında hocasının ; “ Üstadın huzurunda lüzumsuz konuşmak edebe aykırıdır.” Sözü üzerine , yanında bir kelime bile konuşmadı. Sadece sorulan suallere kısa ve öz olarak cevap verir , edebe , ziyade dikkat ederdi. Eşrefoğlu Abdullah , on bir sene içinde pek çok imtihandan geçti. Yaptığı güç işlerden hiç şikayette bulunmadı. Bu sabrı ve hocasına karşı muhabbeti ve hürmeti üzerine , Hacı Bayram-ı Veli kızı Hayrünnisa’yı ona nikah ederek zevceliğe verdi. Bir müddet daha hizmete devam eden Eşrefoğlu Abdullah , hocasından izin alarak Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirmek üzere İznik’e gitti. Orada kendi iç alemiyle baş başa kaldı. Hocasından ayrılığı onu yaktı , hasretine fazla dayanamadı ve tekrar Ankara’ya döndü. Hacı Bayram-ı Veli , damadını , tasavvuf yolunda derecelerinin ilerlemesi için tekrar İznik’e gönderdi. Orada kırk gün nefsini terbiye etmesi için halvete girmesini , sonra Ankara’ya gelmesini emretti.
İznik’e gidip geldikten sonra , hocasının ; “ Hama şehrinde Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevi’nin huzuruna gidip , Kadiri yolunu öğreniniz.” buyurdu. Bu emri yerine getirmek üzere hazırlığa başladı. Hanımını ve biricik kızı Züleyha’yı bir merkebe bindirerek , Hacı Bayram-ı Veli ile vedalaştı. Günlerce zahmetli ve yorucu yolculuktan sonra , Hama’ya yeni hocasının huzuruna vardı.
O gün hacdan dönen Hüseyin Hamevi , ilahi bir ilham ile Eşrefzade’nin gelmekte olduğunu anlayarak , talebelerine ; “ Bugün Anadolu’dan bir er geliyor. Gidip karşılayınız.” buyurdu. Karşılamaya çıkan talebeler , zahmetli ve zorlu yolculuktan dolayı elbiseleri eskimiş olduğu için Eşrefoğlu Rumi yanlarından geçtiği halde , hocalarının söylediği zatın o olduğunu anlayamadılar. Dergahın kapısına varan Eşrefzade Rumi , Hüseyin Hamevi tarafından itibarla içeri alındı. Hanımı ve çocuğu ise Hüseyin Hamevi’nin hanımı tarafından kendilerine ayrılan odaya götürüldü. Hüseyin Hamevi bu yeni talebesinin önce nefsini terbiye etmek üzere kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah , sıkı ve riyazet ve mücahedeye tabi tutuldu. Kırk gün içinde Hüseyin Hamevi , Abdullah’a ziyade teveccühlerde bulundu. Bir gün bir hizmetçi hücresine yemek götürdü. Eşrefoğlu’nu hareketsiz görünce , öldü zannedip , telaşlandı ve durumu hocasına bildirdi. Fakat kırk gün dolmadığı için Hüseyin Hamevi bu duruma aldırış etmedi. Abdullah , kırkıncı gün hücreden çıkartıldığında , büyük bir vecd hali içinde kendinden geçmiş , gözleri kapalı ve hareketsiz bir halde görüldü. Kendisini melekle alemini seyretmenin lezzetinden ayırdıklarında ; “ Sultanım bize kıydınız.” diyerek gözlerini açtı. Bu kırk günlük imtihanı başarıyla veren Abdullah , tasavvufta pek yüce mertebelere çıkmış olarak icazetname aldı. Hüseyin Hamevi’nin halifesi olarak Anadolu’da Kadiri yolunu yaymak üzere vazifelendirildi.
“ Halk senin zahirine de bakar. Onun için kıyafetini biraz düzeltmen lazımdır. Şu hırkayı ve pabuçları al , giy. ” buyurunca , Eşrefoğlu hırkayı giydi , pabuçları da başına geçirerek ; “ Hocamın verdiği pabuç ayağıma değil , başıma olsa gerektir. ” dedi. Hocasının emri üzere yola çıkmak üzere hazırlık yaptığı sırada , Hüseyin Hamevi’nin eski talebeleri aralarında ; “ Biz bu kadar zamandan beri hocamızın hizmetindeyiz. Bize himmet verilmedi. Bu Rumi denilen ve Anadolu’dan gelen kimseye kırk günde hem himmet , hem de icazet verildi. Bu nasıl iştir ? ” diye konuşuyorlardı. Hüseyin Hamevi , Allahü tealanın izniyle bu duruma vakıf oldu. Talebelerini toplayıp bir konuşma sırasında ; “ Ya Rumi ! Bu kadar misafirimiz oldun. Sana bir ziyafet veremedik. Bir ziyafette bulunalım. İnşaallah ondan sonra gidersin. ” dedi. Yemeler hazırlanıp talebeleri ile yeşillik bir yere gittiler. Hüseyin Hamevi , suyu bulunmayan bir yerde oturulmasını emretti. Talebeleri ; “ Sultanım , burada su yoktur, namaz zamanı abdest almak icab ettiğinde sıkıntı çekeriz. ” demelerine rağmen Hüseyin Hamevi oturulmasını istedi. Talebeler hocalarının emri üzerine oturdular. Namaz vakti girince abdest almak icab etti. Hüseyin Hamevi , Eşrefoğlu hariç bütün talebelerine su aramalarını söyledi. Talebelerin ; “ Sultanım burada su yoktur. ” demelerine rağmen ; “ Hele siz bir arayın belki vardır. ” buyurdu. Talebeler aramalarına rağmen bulamadılar. Bunun üzerine Hüseyin Hamevi ; “ Rumi ! Gerçi sen misafirsin. Misafire hizmet ettirmek doğru değildir. Bir de sen ara. Belki su bulursun. ” deyince , Eşrefoğlu ; “ Emriniz başım üstüne. ” diyerek hemen aramaya başladı. Bir ağacın yanına gidip , teyemmüm etti ve secdeye varıp Allahü tealaya şöyle yalvardı : “ Ya Rabbi ! Hocam su istiyor. Lütfet , su ihsan eyle. ” Daha sonra başını secdeden kaldırdı. Secde ettiği yerden bir pınarın kaynadığını gördü. Hemen tası doldurup hocasına götürdü. Hüseyin Hamevi talebelerine dönerek ; “ Su olmadığını iddia ediyordunuz. Bakın Rumi nasıl bulmuş ! ” dedi. Talebeler hemen suyun bulunduğu yere gittiler. Suyun daha yeni çıkıp akmaya başladığını görünce , hocalarının Eşrefoğlu’na himmet etmesinin sebebini anladılar.
Hüseyin Hamevi , Abdullah’ı Anadolu’ya uğurladıktan bir müddet sonra , arkasından baktı ve ; “Abdullah-ı Rumi koca bir deniz imiş. Bizde bulunan her şeyi çekip sinesine aldı.” buyurdu. Çocukları ile birlikte Ankara’ya giden Abdullah-ı Rumi , kayınpederi Hacı Bayram-ı Veli’nin yanında bir müddet daha kaldıktan sonra İznik’e gitti.
İznik’te önceleri münzevi , yalnız bir hayat yaşayan Eşrefoğlu , şan ve şöhretten hiç hoşlanmazdı. Kimsenin dikkatini çekmeden fakirane bir hayat yaşadı ve insanlardan uzak kalmaya çalıştı. İznik’e Hama’dan bir zatın gelmesi durum değişti. O zat herkese Eşrefoğlu’nun menkıbelerini anlatmaya başlayınca , İznik halkı kendisine hürmet ve itibar göstermeye başladı. Bundan rahatsız olan Eşrefoğlu Rumi dağlara çekildi , tekrar uzlet hayatına başladı. Dağlarda dolaşırken bir köylü onu gördü ve suçlu sanarak yakaladı. Gayesi onu teslim alıp mükafat almaktı. Fakat onun şöhretini duyan köylünün annesi , kendisini tanıyınca mesele anlaşıldı , köylü ve annesi de Eşrefoğlu’na talebe oldu. Bunun üzerine İznik’e dönen Eşrefoğlu asıl vazifesi olan insanlara doğru yolu anlatmaya başladı. İlk talebesi olan ve kendisini yakalayan köylü onun için Pınarbaşı denilen yerde bir dergah yaptırdı. Eşrefoğlu Rumi , burada talebelerine ders vermeye , Kadiri yolunu yaymak için çalışmalara başladı. Talebelerinin nefsini terbiye etmek için , riyazet ve mücahedeler yaptırmaya , gurur , kibir , ucb gibi kalp hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi.
Bir gece Eşrefoğlu Rumi , dergahında ibadet ediyordu. Bu sırada bir ışık peyda oldu. O ışıktan şöyle bir hitap duyuldu : “ Ey kul ! Dile benden ne dilersen. Bütün haram olan şeyleri sana helal kıldım.” Eşrefoğlu bir anda Allahü tealanın izni ile sesin sahibi olan şeytanı yakaladı. Avucunun içinde sıkmaya başladı. O anda şeytan ; “ Ya şeyh ! Ne yapıyorsun ? Allah bana kıyamete kadar mühlet vermiştir. Sen ise beni öldürmek istiyorsun.” deyince Eşrefoğlu ; “ Ey mel’un ! Sen benim talebelerimin ve dostlarımın imanlarına kasdetmeyeceğine dair söz verirsen salarım.” dedi. Şeytan da ; “ Onların imanlarına kasdetmeyeceğime söz veriyorum.” dedi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Rumi ; “ Ey mel’un ! Allahü Teala ile olan ahdine vefa etmedin. Benimle olan ahdine mi vefa edeceksin. Bildiğin şeyden geri kalma.” dedi ve saldı. Talebeleri ; “ Onun şeytan olduğunu nereden anladınız ?” diye sorunca ; “ Bütün haramları sana helal kıldım , deyince anladım. Çünkü Allahü tealanın haram ettiği şeyler zata mahsus değildir. Kıyamete kadar bakidir.” buyurdu.
Salıpazarı ilçesine 4 kilometre kuzey doğusunda Kalfa Köyü’nde köy yolu üzerinde bulunmaktadır..
TARİHÇE: Halk arasında “Yumurta Evliya Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken 1982 yılında Çarşambalı Mehmet SEZGİN tarafından betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Çatısı betonarme olan yapının iç ve dışı ahşaptandır. Türbeye ait kabir betonarma ile çevrilmiş üzerinde ahşap sanduka bulunmaktadır. RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Yumurta Evliya Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Lâdik’in 6 kilometre doğusunda bulunan Yukarı Gölyazı Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisinde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Halk arasında “Şeyh Sadettin Baba” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe 2 bölmeli olup bir bölümü mescid diğer bölümü kabirdir. Türbe içerisinde 1 adet ahşap sanduka bulunmaktadır. RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Horasanlı Şeyh Sadettin Baba Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen bilgilere göre Selçuklu dönemi komutan ve âlimlerinden olan Şeyh Sadettin Baba 7 kardeştir. Anadolu’da İslamiyet’i yaymak için kardeşleriyle birlikte büyük hizmetlerde bulunmuştur. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Lâdik ilçesi merkez mahallelerinden Bahşi Mahallesi’nde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Yapıya ait bir kitabe olmadığı gibi kayıtlı bir vakfiyesine de rastlanmamıştır. Bir belgede “Sadullah Paşa Türbesi” şeklinde de kaydedilen yapının adı, diğer bazı belgelerde ve halk arasında “Sunullah Paşa” şeklinde geçmektedir.Yöreyle ilgili araştırmalarda inşa tarihiyle ilgili bir ipucu bulunmayan yapıdan, Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’yle, Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi’nde bahsedilmektedir. M. Tunçel, yapıyı Canik Beyleri devrine, 14. yüzyıl sonu veya 15.yüzyıl başlarına tarihlemektedir. Türbenin plân, mimari, malzeme özellikleri ve cephe düzeni klasik Osmanlı üslubuna yakın durmaktadır. Bunlara bakarak yapının 15. yüzyılın 2. yarısında inşa edilmiş olabileceğini düşünülebilmektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; düz bir alanda, batısında komşu bir evin bahçesi, kuzey ve doğusunda sokaklarla çevrili,güneyde ise önü açık bir konumdadır. Türbe iç ve dıştan sekizgen plânlı, kubbeyle örtülü bir gövde ile beşik tonozla örtülü, dikdörtgen şeklinde bir cenazelikten oluşur. Girişin bulunduğu kuzeyde, iki sütunla taşınan bir kapı sundurması yer alır. Sekizgen gövdenin her yüzünde birer pencere açılmıştır. Sekizgen gövdenin kuzeyinde 3.70 m. x 2.15 m.ölçülerinde küçük bir giriş ünitesi yer alır. Kenarlarda 1.20 m.ye kadar yükselen yarım duvarların ortasındaki dört basamak, türbeye çıkışı sağlamaktadır. Duvarlardan hafifçe içe çekilen yüzeylerde açılan pencereler, dikdörtgen bir çerçeveye alınarak vurgulanmıştır. Lokmalı demir şebekelerle muhafaza altına alman açıklıkların etrafında, mermer söveler, üstte ise yekpare taştan kesilmiş sivri kemer görünümlü alınlıklar yer alır. Sivri, kemer içerisine alınan alınlıklar,ince profillerle detaylandırılmış olup, köşelileri mermerdir. Yapının içerisinde hiçbir süsleme unsuru, yazıt ve sanduka yoktur. 1969 yılı rölöve çizimlerinde gövde katında, ortada görülen iki kademeli prizmatik sandukadan bugün eser yoktur.
Lâdik’in merkez mahallelerinden Şehre Küstü Mahallesi’nde mezarlık içerisinde bulunmaktadır.
TARİHÇE: Halk arasında “Seyyid Ahmed-i Kebir” şeklinde anılan türbeye ait Kapı açıklığı üzerinde bir “tecdid”(yenileme) kitabesi bulunur.Kitabenin metni şöyledir:”Evliyü tac-ü tahtın kutbu Şah Abdülhamid / Kim ana olmak diler İskender-i dara mürid Hem anın baş çukadanSeyyid Abdullah Ağa / Hazret-i Nuri Efendizâde ol merd-i reşid Gavs-ı a’zam Şeyh Abdülkadirin dir nesli hem / Seyyid Ahmed hal’e olmuştur nesebde ol hafıd Şimdi anın türbesin himmetle tecdîd eyledi / Beyti ma’mur oldu dirsemdesakın görme ba’id Hak teala hürmetiçün ol veliyy-i ekmelin / Hazret-i şah-ı cihanın ömrünü kılsun mezid Halemuhtaç oldu mahza kal birle eyleme / Bu mücedded türbenin seridesin güftü şenid Zihniya ‘uryan-ı sevb kalehu yaztarihini / Seyyid Ahmed hale gel nev türbedir lebsi cedid.”Kitabenin son satırında “uryan-ı sevp” ifadeleriyle, ebcedusulünde, 1192 tarihi düşürülmüştür.Yapının çeşitli kaynak ve yayınlarda “Seyyid Ahmed-i Kebir Türbesi” adıyla bilinmesine karşılık kitabede, türbedemedfun şahsın “Seyyid Ahmed” şeklinde geçtiğine dikkat çekmektedir. Seyyid Ahmed-i Kebir’in; tarikatın kurucusu olarak bilinen Ahmed er- Rıfaî’nin torunlarından veya halifelerinden olabileceğini ifade ederek, tarikatın Anadolu’da ilk kurucularından 1240-1335 tarihleri arasında yaşamış olduğu varsayılırsa ilk yapının, 14. yy başlarına kadar gittiği düşünülebilir.Kitabeden yapının Sultan I. Abdülhamid döneminde (1774-1789)Sultan’ın baş çukadan Nuri Efendi oğlu SeyyidAbdullah Ağa tarafından 1778’de yenilendiği anlaşılmaktadır.Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan H. Zilhicce 1294 / M. 1877 tarihli bir belgede yapının “… Lâdik kazasındamedfun es- Seyyid Ahmed el-Ekber Zaviyesi’ne…” şeklinde anıldığı görülmektedir. MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; duvarlarla çevrili büyük bir hazire içinde etrafa hâkim yüksekçe bir alanda bulunmaktadır. Yapı, içten bağdadi tavan, dıştan dört omuz kırma çatıyla kapatılmış kare şeklindeki asıl mekân ilebunun önündeki küçük kapı revakından oluşmaktadır.Bir sıra düzgün kesme taş, üç sıra tuğla olmak üzere almaşık düzende örülen duvarların doğusunda bir kapı açıklığı,diğer cephelerde blok kesme taşlarla çevrelenmiş dikdörtgen açıklıklı, birer mazgal pencere yer alır. Birbirinin aynısı olan pencerelerin üzerinde, hafifçe içe çekilmiş sivri kemerli alınlıklar görülür. Kilit taşıyla birlikte üzengi hizasında kemse taş, diğer kesimlerinde tuğla kullanılan alınlıkların içi, yatay tuğla dizileriyle yalın bırakılmıştır. Son dereceyalın tutulan duvarlardaki hareketli tek unsur almaşık örgü ve pencerelerdir. Duvarların üzerinde 1.00 m. kadartaşırılan saçaklarıyla, yakınlarda elden geçirilen yeni kiremitlerle kaplı kırma çatı yükselmektedir.Giriş cephesi küçük bir kapı revakıyla hareketlendirilmiştir. Muhdes betonarme kaidelere gömülü iki ahşap direkletaşman bağdadi kemerler üzerinde, içten düz tavan, dıştan ana çatının uzantısıyla örtülen, geniş saçaklı kapı revakı,1994 yılından sonra yenilenmiştir. Orijinalde ortası yuvarlak, alt ve üst kesimi köşelerden pahlı kare şeklindekidirekler, revakın diğer kesimlerinde olduğu gibi, lambriyle kaplanmıştır. 1994’da sıvası kısmen dökülmekle birliktebağdadi kemerler ve tavanın iç yüzünde görülen kalem işi nakışlar, son onarımda yok edilmiştir. Nakışlarda çeşitlikartuşlar, yıldız ve papatya benzeri beş yapraklı kırmızı çiçeklerle donatılmış, zarif dal ve yapraklar görülmekteydi.Tavamn ortasında kırmızı konturlarla çevrili, yeşil bir göbekten dağılan stilize, iri kıvrık dal ve yapraklar, saçakaltında, mızrak ucu şeklinde bir kompozisyon görülmekteydi. Altın sarısı, kırmızı ve yeşilin görüldüğü geç devirbatılılaşma modasını yansıtan kompozisyonların benzerleri, yapıyı içten örten bağdadi tavanda mevcuttur.Doğu cephenin ortasına yerleştirilen kapı, duvardan hafifçe ileri taşırılmıştır. Kapı açıklığını örten basık kemerin kilittaşında yer alan gül bezeğin, buraya sonradan tutturulduğu düşünülebilir. Kapının türbenin içine bakan yüzü, yalınbir sivri kemerle kapatılmıştır. Ahşap kapı kanatlan yenidir. Türbenin içine girildiğinde girişe yakın sırada dört,bunların ilerisinde üç olmak üzere yedi sandukayla karşılaşılır. Son derece yalın tutulan duvarların sıvası yenidir.Ahşap dörtgen bir çerçeve içerisine alınarak kalem işi nakışla bezenen küçük bir kesim, duvarlardaki süslü tekunsurdur. Üçayaklı altın sarısı renkte sehpayı andıran bir mobilya tasviri üzerinde, altı yeşil, üstü beyaz bir kavukresmedilmiştir. Kavuğun üstünde, yarı natüralist tarzda, karşılıklı simetrik, çiçek ve yapraklarla bezeli bir kıvrık dalgörülmektedir. Koyu yeşil bir perde motifleriyle kompozisyon tamamlanmaktadır. RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyyid Ahmed-i Kebir Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içindeAllah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Evliya Çelebin’in ifadelerine bakarak yapının birRufai Tekkesi dâhilinde olup, bundan başka bir takım yapıların daha bulunabileceği, ancak sadece türbenin günümüze ulaştığı sonucu çıkarılabilir. Nitekim türbenin içinde bulunduğu duvarlarla çevrili büyükçe bir hazireyide içine alan avluda, biri dış kapıda, diğeri türbeye çıkan basamaklı yolun sağ başında olmak üzere, iki çeşme kitabesi bulunmaktadır. Her ikisi de şimdiki yerlerine sonradan konulan kitabelerin 1778 yılındaki tecditle ilgili olup, tekkekompleksi dâhilinde olabilecekleri görülmektedir.