Şeyh Sinan Türbesi

Manisa – Alaşehir İlçesi Şeyh Sinan camii

Cami, tekke, kütüphane, türbe ve hazireden oluşan Şeyh Sinan Külliyesi ilçenin güney kısmında yer alır113. Evliya Çelebi Alaşehir’i ziyaretinde diğer camilerle birlikte Şeyh Sinan Camii’nden söz ederken, “bir bayır üzerinde altı adet kargir kubbeli ve şehrin diğer kiremit örtülü camilerinin aksine, kurşun örtülü bir cami-i ruşendir”, der Günümüze bu yapılardan sadece cami, türbe ve hazirenin küçük bir kısmı kalmıştır. Türbenin kitabesinden caminin, Bursa’dan gelerek Alaşehir’e yerleşen Emir Sultan’ın halifelerinden Şeyh Sinan Efendi (ö. 1482) tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Harim kapısı üzerinde bulunan kitabe 1821 tarihli onarıma aittir. Milli mücadele yıllarında depo olarak kullanılan cami 1964’te esaslı bir onarım görür ve 1969 depreminde harap olduktan sonra halk tarafından tamir ettirilerek ibadete açılır.

Cami avlusunun kuzeybatı köşesindeki türbede Şeyh Sinan Efendi ve beş yakınına ait sandukalar bulunmaktadır. Kapısı üzerinde yer alan kitabe 1485 tarihlidir. Külliyenin yok olmuş yapılarından olan tekke caminin 50 m. kadar güneydoğusunda bulunmakta idi. İçinde çok miktarda yazma eserin bulunduğu kütüphanesi ise tek kubbeli bir yapı idi. Erzurum Kadısı Mehmet Zühdü Efendi kitaplarını buraya vakfetmişti. Yapı, içindeki kitaplarla birlikte 4 Eylül 1922 tarihindeki yangında tahrip olur. Tekke ve kütüphane binaları 1926 yılında yolun genişletilmesi için yıktırılmış, caminin doğusundaki hazireden sadece beş metrelik bir kısım kalabilmiştir.

Şeyh Mecdüddin İsa

Manisa – Akhisar – Şeyh İsa camii içerisinde

Şeyh İsa (1447-1530) Saruhan Bey’in Akhisar’ı fethinden sonra bölgeye yerleşen Taşgunoğulları adıyla bilinen bir Türk ailesine mensuptur. Babasının adı İlyas, anasının adı İnci Hatun’dur. Şeyh İsa aynı zamanda Şeyh Mecdüddin İsa adıyla da bilinmektedir. Türbesi, Akhisar’da kendi adıyla anılan Şeyh İsa Camii bahçesindedir. Türbesinin bulunduğu mahalleye de Şeyh İsa Mahallesi adı verilmiştir. Kabri halen ziyaret edilmektedir.

Taşgunoğlu İsa tahsile Akhisar’da başlar. Yedi yaşında hafız olur. Daha sonra Bursa’ya gidip tahsilini orada tamamlar. Bayramî tarikatından Carullah Efendi’nin oğlu Muhammed Çelebi’ye intisab eder. Bir buçuk yıllık hizmet ve altı aylık halvet hayatından sonra, hilafet alıp Akhisar’a geri döner. Burada irşad görevine devam ederken yine Bayramî tarikatından Eşrefzade ile görüşmesinden sonra manevi açıdan eksik olduğunu hisseder ve Eşrefzade’den beyat ister. Eşrefzade, Şeyh İsâ’yı Kayseri’de bulunan bir başka Bayramî şeyhine, Şeyh Kasım’a gönderir. Şeyh Kasım, Akşemseddin’in halifesi İbrahim Tennûri’nin oğludur.

Şeyh Kasım’dan da icazet alan Şeyh İsa, Akhisar’a geri döner. Uzun yıllar seyahatlerde bulunur. Konya, Sivas, Musul, Hemedan, Bedahşan, Bağdat, Halep, Şam, Trakya, Mısır, Mekke ve Medine ziyarette bulunduğu yerler arasındadır. Daha sonra Ankara, Sivas, Demirci, Gördes ve Kayacık kasabasına uğrar. Akhisar’a dönüp irşad ve ilim yayma hayatına yeniden başlar. 1511 yılında Hicaz’dan İskenderiye yolu ile Antalya’ya uğrar. O sıralarda Celalî şakilerinin Alaşehir ve Saruhanlı’yı harap etmeleri üzerine Antalya kalesine gidip iki ay kadar kalede kalır. Sonra Aydın tarafına geçip Nazilli’ye on üç km. mesafede bulunan Kestel’de bir müddet kalır. Burada halkı irşad ile meşgul olur. Sonra Ödemiş’in Köşk bucağına gidip beş yıl kadar orada kalır yöre köylerini dolaşarak halkı irşad ile meşgul olur. Daha sonra Tire’ye gidip bir müddet orada müderrislik yapar.

Mecdüddin İsa Hazretleri, Ehl-i Sünnet inancının yerleşmesi ve yayılması için çalışır. Baba Ahmed Mağribi adındaki talebesini ilim ve tasavvufta yetiştirdikten sonra Endülüs’e gönderir. Anlatılır ki, Mecdüddin-i İsa Hazretleri Malkara’ya giderken Bergama’ya uğrar. Orada bir handa konaklar. Yanında bulunan talebeleri kendisinden izin isteyip çarşıya çıkarlar. Dönerken hocalarının iki hanımına birer yemeni alırlar. Yemenileri hocalarına verecekleri sırada birini kaybetmiş olduklarını fark edip telaşlanırlar. Mecdüddin İsa Hazretleri, kerametiyle bu durumu anlayıp, “Telaş etmeyiniz! Benim Meryem ananıza çok muhabbetim var. Onun vefat halini bana göstermemesi için Allahü Teala’ya dua etmiştim. Allahü Teala bilir ama Meryem ananız vefat etmiş olsa gerek!”, der. Akhisar’a döndüklerinde hocalarının bu hanımının vefat etmiş olduğu görülür. Mecdüddin İsa Hazretlerinin Hızır, Abdullah ve İlyas adlarında üç oğlu olup, bunlardan İlyas hariç, diğer ikisi sağlığında vefat ederler.

Türbesi XVI. yüzyılda yapılmıştır. Ölümünden sonra yapılan bu türbe kesme taştan olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür. XX. yüzyılda türbenin yanına Şeyh İsa Camii inşa edilir.

Pek çok kişiye hilafet vermiş olan Şeyh İsa herhangi bir eser bırakmamıştır. Şeyh İsa ile ilgili menkıbeler oğlu İlyas tarafından bir araya getirilir. Bu menakıbname Ramazan Muslu ve Sezai Küçük tarafından yayına hazırlanmış ve önce Aşiyan Yayınları arasından daha sonra da sadeleştirilerek, Akhisar Belediyesi Kültür Yayınları arasından basılmıştır.
.
Şeyh İsa’nın silsilesi şöyledir.
Hacı Bayram-ı Veli (1348-1350 / 1430)
Akşemseddin (1389-90 / 1459)
İbrahim Tennûri (öl. 1482)
Şeyh Kasım (XVI. yy.)
Mecdüddin İsâ-yı Saruhanî (1447-1531)

Doç.Dr. Vahit GÖKTAŞ, Şeyh İsa’nın Vasiyeti ve Edep adlı makalesinde Şeyh İsa hazretlerinin vasiyetine ve verdiği mesajlara dikkat çeker Şeyh İsa’nın Menakıbının anlatıldığı eserde şöyle geçer. “Şeyh Hazretleri bir gün hasta olur. Dervişler ziyarete geldiler. Ve oğulları da hazır bulundular. “Bize öğüt ver, nasihat ve vaziyet eyle. İş iki Tanrı bir” dediler. Şeyh hazretleri dedi ki
“Evvel öğüdüm size bu olsun ki, namazı elden ve zikri dilden düşürmeyin. Mezhebiniz dahi İmam-ı Azam mezhebinden şaşırmayın. Bana Fahr-i Alem Ravza-i Mutahhara’ya vardığım vakit mezheb-i sahih, İmam-ı Âzam mezhebidir; onun dışında olma” diye buyurmuştur. Beni sevenler ve benim tarîkim üzerine olanlar mansıb ve merâtib gözetmesinler. (İnsanları ayırmasınlar). Bir kimsenin ayıbını görürlerse yüzüne vurmasınlar. Kimsenin nâ-makul izini izlemesinler; kendi izlerini izleyeler; görsünler, izleri mescit yolunda mı yoksa meyhanede mi? Allah teâla hazretlerini cemiyetle zikretmeye mi gider, yoksa kadı meclisine yalan yere şehadete mi? Haramlardan ellerini ve yalanlardan dillerin ve yetlü (kötü) yerlerden yolların kessinler.

Helal de olsa, gayet ince suflar gibi pahalı elbise giymesinler. Zira pahalı elbiseyle gönül ululanır, sınmaz. Dervişin gönlü sınık gerek. Ama yeşil ve nefti çuha giymek caizdir. Kaynar sularla muhkem yıkandıktan sonra ve beyaz abalar, çuhalar ve beyaz kaftanlar giymek bana göre merguptur. Bizim sevdiğimiz sevenler dünya ve âhirette bizim iledir ve bizdendir ve biz onlar ileyiz. Nola heykel görünmezse ve benim evladım ilm-i zahir kuvvetiyle müderris olunca bizdendir. Eğer kadı yahut kadı naibi olursa bizden değildir.

Benim evlâdım ilim tahsil iderken sanat öğrensinler. Hiç sanatsız olmasunlar. Sanatı olmayanların dünyada zillet çekmeleri eksik değildir. Sanatsızlık kişiyi nâmerde muhtaç eyler ve âzâde iken kul eyler. Benim evlâdım âr itmesünler sanat öğrenmeye. Beni sevenler bıyıklarını kaşları miktarı kalıncaya kadar kırksınlar ve sakallarını kırkmasınlar. Allah teâlâ erlere sakalı hürmet için vermiştir. İnsanın yüzü nazargâhı olduğu için Hak Teâlâ sakalı yüzde yarattı. Yüzden muteber yer olsaydı, orada halk ederdi.

Benim dervişlerim her gecede geçmişlerine armağanlar gönderib yatsınlar. Yani zikredip yahut Kur’an okuyup yahut yetmiş veya mani varsa yedi defa salavat getirip “Sevabını geçmişlerime bağışladım” dedikten sonra uyusunlar. Benim bu öğüdüm tutanlar sahih benim dervişlerimdir. Benim evladım dahil böyle eyleye. Kendilerinin geçmişleri de dünya ve ahrette Allah tarafından rahmetler, rahatlar ve rahatlıklar bulalar. Ben vefat edince oğlum İlyas beni yıkasın ve beni yıkarken, talebelerimi yanımda ayakta durdurup, beni upuzun yatırmasınlar. Ömrüm boyunca uzanıp yattığımı kimse görmemiştir. Yıkanırken de görmesinler, yoksa çok utanırım. Hakk Teâlâ’nın kulları ayakta dururken, ben ortalarında uzanıp yatamam. Beni evimin içinde yıkasın ve hücremin içine koysun. Ondan sonra varsın ben ne halde isem o da öyle olsun”dedi.”

Akhisar’da her yıl Çağlak mevkiinde, Şeyh İsa Hazretlerinin yaklaşık 550 yıl önce Akhisar’ı şereflendirmesinin anısına festivaller düzenlenir ve bu vesile ile bu büyük zat anılır.

Kaynaklar ; Manisa Evliyaları , Abdulhalim Durma

Şeyh İlyas Çelebi

Manisa – Akhisar – Şeyh İsa camii içerisinde

Şeyh İsa Oğlu Şeyh İlyas (1496 – 1560) da babası gibi Bayrami tarikatındandır. Kendi yaşadığı dönemde cifir (gelecekten haber verme sanatı), duyum ve astronomi bilimlerinde söz sahibidir. Bayrâmiyye’nin Şemsiyye kolunun İseviyye dalının pîri olan İlyas Efendi, 1496’larda, Manisa’nın Akhisar ilçesinde dünyaya gelir. Akhisar vaktiyle Saruhan sancağına bağlı olduğu için Şeyh İlyas ‘İbn-i İsa Saruhânî’ diye anılır. Medresede ilim, tekkede irfân tahsîl eden İlyas Efendi tarîkat icazetini de babası Bayrâmî Şeyh Mecdüddin İsâ Saruhânî’den almıştır.

Hacı Bayrâm-ı Velî, Akşemseddin, İbrâhim Tennûrî, Kâsım Tennûrî, Mecdüddin İsâ kanalından feyiz alan İlyas Efendi, “Rumûz-u Künûz” adlı eserinde babası ve mürşidi Mecdüddin İsâ Efendi’den ‘pîrim’ diye söz eder. Tasavvuf ve tarikatları ele alan kaynaklarda bu tarîkin ictihad sahibi olarak her ne kadar İlyas Efendi gösterilirse de, bu ifâdeye göre bu yolun Pîrinin babası Mecdüddin İsâ Efendi (öl. 1530) olması gerekir. Bu yola İlyâsiyye değil de İseviyye denilmesi de bunu gösterir.

Alem-i suğrâ cihândır, âlem-i kübrâ benem!
Hem muhittem gayrı sanman yârinen suğra benem!
Mazhar-ı Hakkım ben ancak mazharımdır mümkinât,
Varlığımdan var olubdur cümleden a’lâ benem!
Şol kadar câmî sıfadam bende mevcud her ne var,
Onsekiz bin âlemem, hâkem, yedi deryâ benem!
Ben benimle söylenirdim gayrı yok kime direm,
Gayrıyam sanıb işiten kesret-i eşyâ benem!
Kesretimdir İbn-i İsâ, vahdemdir Hak benim,
Yüzde bir gizli olan doksandokuz esmâ benem!
diyen İbn-i İsâ (İsa oğlu) İlyas Efendi’nin on bin ilahi ve gazel yazdığı söylenmekte ise de bunların pek azı günümüze ulaşmıştır. 1521’de babasının Aydın’a taşınmasından sonra Akhisar’daki tekkenin başına geçen İlyas Efendi babasının ölümüne kadar hiç kimseye hilafet vermez96. 1560’larda Akhisar’da Hakk’a yürür. Babasının tekkesinde, Şeyh İsâ Câmii’nin hazîresinde medfûndur.

Eserleri şunlardır ; 1- Nûriye, 2- Nutk-ı İbn İsa, 3- Rumûz-u Künûz, 4- Tabiatnâme, 5- Ferahnâme, 6- Kıyâfetnâme, 7- Fusûl-u Seb’a Etvar, 8- Fusul-u Aşere, 9- Manzum Şerh-i Esmâ-i Hüsna, 10- Kavâid-ül Teshir, 11- Kıyametname, 12- Risale-i Mukantarat, 13- Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddin İsâ, 14. Terceme-i Müfredat-ı İbn İsa

Füsul-ı Aşere’nin birinci faslında kendisinden icazet alan zevatın isimleri şöyle verilir. Şeyh Muslihuddin Germiyani, Şeyh Baba Ahmed-i Germiyani, Şeyh Nuri Ruşeni, Şeyh Kasım-ı Malati, Şeyh Ömer-i Menteşevi, Şeyh Mehmed-i Rumi, Şeyh Dede Hüsnü-yi Bayındıri, Şeyh Abdi-yi Tirevi

Şeyh Ahmet Vehbi Efendi

Manisa – Organize Sanayi bölgesi yanındaki Anafartalar caddesi üzerinde

Ahmet Vehbi Antaki (?-1851), nisbesinden de anlaşılacağı gibi Antakyalıdır di. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1833’te Manisa’ya geldiğinde kırk yaşlarında olduğu kabul edilir. Ahmed Efendi’nin babası Mehmed Emin Efendi’dir. İlk tahsilini Antakya’da yapmıştır. Gençlik yıllarında öğrenim için önce Mısır’a oradan da İstanbul’a gider. Bir süre Fatih Medresesinde müderrislik görevinde bulunur.
Bir gün İstanbul’un Kartal semtinde Rıfai tarikatının Marifi kolu kurucusu Şeyh Seyyid Muhammed Fethü’l Marif hazretleri ile tanışır ve ona intisap eder. Uzun süre bu dergahta kalır ve daha sonra irşad vazifesi ile görev alarak Manisa’ya gelir. Ahmed Efendi Manisa’da bir sene Hatuniye Medresesi’nde hocalık yaptıktan sonra İbrahim Çelebi Medresesi’ne tayin edilir ve bir sene de orada görev yapar.

Manisa eşrafından Rüstem Efendi ve arkadaşları Ahmed Efendi’yi yalnız bırakmazlar. Tekke arsasının alımında ve inşaında Ahmed Efendi’ye yardım eder, maddi destekte bulunurlar. Ahmed Efendi onsekiz sene Manisa’da Rıfai tarikatının tahsil ve terbiyesinde bulunur. Ölmeden dört gün evvel 1851 tarihinde yaptırdığı tekkeye bir fırın, bir değirmen vakfeder. Bunların gelirlerinden 10 kuruşun tekkenin onarılmasına ve kandiline, 30 kuruş postnişine, arta kalanı da çocuklarına bırakılmasını şart koşar. Tekkesine devletten vakıf kabul etmemiştir. Vakfiye belgesinin edebi değeri olan sadeleştirilmiş özetinden bir bölüm şöyledir.

“Hamdi çok bol, şükrü sonsuz, bütün işlere vakıf, halkın sırlarını bilen yüce Allah katında belli ve bilinmektedir ki, şan ve şerefi yüce olan, inayeti ile insan denilen varlığı ketm-i Ademden (Allah’ın Ruh ve cisim alemlerini yaratmayı istediği zaman bütün mahlukların ilki olan cevher-i arzın çıktığı yer) en güzel bir şekilde yaratıp, vücuda getirip, cennet köşklerini güzel işler yapanlara eyledi. Onun dışında ilah yoktur ve O Celal yönüyle de tecelli etti. En saf, en temiz salat ve selamlar ve üstünlük payesi, nebilerin seçilmişi Allah’ın en seçkin Halifesi ve bütün peygamberlerin başkanı ve kumandanı, “sübhanellezi esra” sırrının şahı H.z Muhammed Mustafa’nın temiz ve nurlu makamına olsun ki; ümmetini hak yoluna çağırıp sapıklık ve her türlü fesattan onları sakındırdı. Salat ve selam onun ve ashabının ve ona uyanların üzerine olsun ki, mutluluk asrında (asr-ı saadet) gerçekleri haykıran bu güzel ve nurlu dini koruma ve kollamada ona göz yaşı döktüren, kötülükleri amaç edinenleri terbiye etti.”

Ve en sonunda “Allah korusun, soyum yok olursa adı geçen vakfiyeyi Şerri mahkemenin (belirlediği kişiyi) mütevelli tayin edip, dergahtaki şeyh dahi orada (tekkede) bulunan fakirleri doyursun”, diyerek fırın ve değirmeni mütevelli tayin edilen Halil Hilmi Efendi’ye vakfiyet üzere teslim eder.

Ahmed Vehbi Antaki Hazretleri hakkında anlatılan bir çok keramet vardır.
“Dergahın yanındaki Ahmed Efendinin türbesinin bulunduğu yer, dergahın ilk kurulduğu dönemde bir Ruma ait fırın imiş. Ancak bu fırın dergaha da gereklidir. Yapılan çok cazip tekliflere dahi hayır cevabı verilir. Fırının ekmek pişirmek için yakıldığı bir vakit fırıncının fırından biraz uzaklaştığı anda Ahmed Vehbi Antaki Hazretleri kızgın fırının içine girer. Bir müddet sonra işinin başına dönen Rum fırıncı ekmek çıkarmak için fırını açtığında gözlerine inanamaz. Fırının içinde Ahmed Vehbi Antaki Hazretlerini ‘Hay’ ismini zikreder halde görür. Mübarek her ‘Hay’ esmasını söylediğinde alevler adeta kendisine eşlik eder gibi yükselmektedir. Rum fırıncı bu keramet karşısında feryadı basıp ardından Ahmed Efendinin elinde Kelime-i şehadet getirip Müslüman olur ve tarikata intisap eder. Dergahın bir ferdi olur.”
Ahmed Vehbi Antaki şiirler, edebi eserler yazmışsa da bugün bunlardan elimizde sadece iki şiiri mevcuttur.

Mekteb-i irfâna gidip âyet-i Kur’ân okuruz İlm-i ledün vâkıfıyız nüsha-i insan okuruz Söylemeyiz mâ-halefe böylece erdik şerefe Vâkıf olup “Men aref”e nükte-i pinhan okuruz Gelse güzel bezmimize yad gelmese yanımıza Münkir ermez sırrımıza böylece irfan okuruz Her güzelin dengine biz boyanırız rengine biz Düşmanının cengine biz tîg ile çevgân okuruz Birbirini sevmeyenin kendi özün bilmeyenin Ademe baş eğmeyenin ismini şeytân okuruz
Aşk ile sevda ile biz derd-i dilârâ ile biz
Tabla-i şeyda ile biz böylece dîvân okuruz
Vehbiyâ mestiz ezeli biz severiz her güzeli
Anda görüp Lem Yezel’i ismini cânân okuruz

Entekkeli Dergâhı” İbrahim Çelebi Camii’nin karşısındadır. Günümüzde kurucusu Şeyh Ahmed Vehbi Efendi ve diğer şeyhler Hasan Rüştü Efendi ve Hüseyin Kemalettin Efendi’nin türbelerinin de bulunduğu dergah binası, Anıtlar Kurulu denetiminde tarihi bir eserdir.

Attar Hoca Türbesi

Manisa – Merkez’de Attar Hoca camii içerisinde

Attar Hoca’nın kabri, karaköy semtinde bulunan ve 1480’de yaptırılmış olan Attar Hoca Camii’nin son cemaat mahallinde, minarenin yanındadır Eyne Gazi Mahallesinde daha sonraları Attar Ece (Hoca) tarafından bir cami yaptırılmasıyla mahalleye Attar Ece adı verilir. Attar Hoca’nın Saruhanoğulları devrinde yaşamış olan Revak Sultan’ın kardeşi olduğu ileri sürülür Kaynaklardan Attar Hoca’nın testicilik yaptığı ve dükkânının da şimdiki Karaköy Kur’ân Kursu’nun bulunduğu yerde olduğunu öğreniyoruz.

Attar Hoca’ya ait şöyle bir menkıbe anlatılmaktadır: “Adamın biri bir gün Attar Ece’nin bir testisini kırar. Sonraki bir gün yine gelir ve bir testisini daha kırar. Üçüncü de yine kasten testisini kırmaya geldiğinde Attar Ece bu şahsı yakalar ve, “senin Hızır olduğunu herkese söylerim”, der. Hızır (a.s.), “Ne olur söyleme” der. Attar Ece de, “ o zaman günde bir vakit namazı bu camide kılar isen söylemem” der. O günden beri Hızır (a.s.)’ın bu camide hergün bir vakit namaza geldiğine inanılmaktadır. Cami yapılacağı zaman, vakıfın cami alanının geniş tutulmasını istemiş olduğu, bunun sebebini soranlara da, “gün gelecek burada çocuklar oynayacak” diyerek, ileride bir gün burada bir Kur’ân kursunun yapılacağına işaret etmiş olduğu anlatılır.

Revak Sultan

Manisa – Dere Mahallesinde Kumludere caddesi üzerinde

Dere Mahallesi’nde, Grek Mitolojisinde Niobe olarak ismi geçen kaya kütlesinin karşısında yer alan türbe, Revak Sultan’a aittir. Selçuklu kümbetlerini andıran yapının kuzey yönündeki kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabede “Bat fi şehir safer sene” yazısı ile Ayetelkürsi’nin son bölümü ve “Ya Alim” sözcüğü yazılıdır. Kitabede Revak Sultan’ın ismi geçmediği gibi tarih de bulunmamaktadır.

Türbe düzgün taş ve tuğladan yapılmış, duvarlar köşe üçgenleri üzerine oturan dik ve sivri bir külahla örtülmüştür. İç mekân doğudaki bir pencere ile aydınlatılmıştır. Köşe üçgenleri üzerinde de Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer yazıları bulunmaktadır. Türbe içerisinde ortada Revak Sultan’ın türbesi yer almakta, diğer iki mezarın ise kime ait olduğu bilinmemektedir. Türbe 1963 yılında onarılmış, sandukalar betona dönüştürülmüştür. Halveti tarikatına bağlı kişilerin gömüldüğü mezarlığın içerisinde bulunan bu türbe ve dergâh ile ilgili bir vakfiye düzenlenmiştir. Ancak dergâhtan hiçbir iz günümüze gelememiştir. Muhtemelen XV. yüzyılın son çeyreğinde zaviyenin Halveti dergahına dönüştüğü görülür.

İsmail Onarlı, makalesinde, vakfiyede Revak Sultan’ın Barak Baba’nın oğlu olduğunun belirtildiğini kaydeder. 1371 yılında düzenlenen “Revak Sultan Vakfiyesi”nin şahidleri arasında gösterilen “Bektaş-ı Horasani oğlu İbrahim Seydi Dede, Cafer-i Horasani oğlu Yolageldi Baba, İlyas-i Horasani oğlu Haki Baba, İbrahim-i Horasani oğlu Arık Dede, Süleyman-ı Horasani oğlu Karaca Ahmed, Yunus-i Horasani oğlu Oklu Horos Dede, Hüsrev-i Horasani oğlu Sindel Baba gibi şahsiyetler Saruhanoğulları Beyliği’nin kuruluşuna vücud veren, Horasan Erenlerinin oğullarıdır. Hâce Bektaş Veli’den icazetnâme alarak Bigadiç’in Yağcılar beldesi yakınındaki Baraklar Köyü’ne yerleşip burada Hakk’a yürüyen, türbesi de burada bulunan bir Barak Baba vardır ki, Onarlı’ya göre muhtemelen Revak Sultan da Bigadiç’deki bu Barak Baba’nın oğludur.
[toggle title=“Kaynaklar load=”hide”] Kaynak
Evliyalar Şehri Manisa , Abdulhalim Durma , 2013 .
[/toggle]