İnebel Türbesi

İnebel Türbesi

Terme’ye 8 kilometre güneyinde bulunan Ahmet Bey Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisindebulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “İnebel” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe içerisinde 1 adet ahşap sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Horasanlı İnebel Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içindeAllah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Ahmet Dede – Salıpazarı – Samsun

Ahmet Dede Salıpazarı 1

Salıpazarı ilçesine 6 kilometre güney doğusundaki Yeşil Köyü’nün Kayadibi Mahallesindebulunmaktadır.

TARİHÇE : Halk arasında “Ahmet Dede” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı şeklinde inşaa edilmiştir. Türbenin çatısı kiremit ile kaplı olup, içerisinde ahşaptan sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Ahmet dede Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Samsama Türbesi

Samsama Türbesi

Salıpazarı ilçesine 6 kilometre güney doğusundaki Yeşil Köyü’nün Ay Uşağı Mahallesindeki köymezarlığı içerisinde bulunmaktadır

TARİHÇE : Halk arasında “Samsama Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı şeklinde inşaa edilmiştir. Türbenin çatısı kiremit ile kaplı olup, içerisinde ahşaptan sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET : Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Samsama Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Eşrefoğlu Rumi (k.s.)

 

Bursa – İznik’de Eşrefoğlu Rumi camiinde

Anadolu’da yaşayan büyük velilerden , şair. İsmi Abdullah olup , babasınınki Eşref’tir. Babasının ismi ile şöhret buldu. Babası , Mısır’dan İznik’e göç etti. Eşrefoğu Rumi İznik’te doğdu. Doğum tarihi belli değildir. 1484 (H.889) ‘da İznik’te vefat etti. Türbesi İznik’tedir. Eşrefzade-i Rumi diye de bilinir. Babasının terbiyesi altında büyüyen Eşrefoğlu Rumi , önce İznik’te bulunan medreselerde çeşitli alimlerden ders aldı. Zamanın zahiri ilimlerinde üstün başarılar elde etti. Sonra Bursa’ya giderek Padişah Çelebi Mehmed’in medresesine girdi. Burada tefsir , hadis ve fıkıh ilimleri üzerinde söz sahibi olan alimler derecesine yükseldi. Buradan mezun olunca , Bursa’da müderrislik yapan hocası büyük alim Alaeddin Ali hazretlerinin yardımcısı oldu. Çelebi Mehmed Han medresesinde bir müddet ders veren Eşrefoğlu Rumi bir sabah vakti medrese civarında dolaşırken , zamanın velilerinden olan Ebdal Mehmed’e rastladı. Kalbinden ; “ Tasavvuf yolundan bana nasib var ise alametler görünsün. ” diye geçirerek ona yaklaştı. Ebdal Mehmed kendisine bakarak ; “ Ey medreseli ! Bize köfteli çorba getir.” Dedi. Bu söz üzerine çarşıya gidip , köfteli çorba aradı. Fakat bulamadı ve eli boş dönmemek için köftesiz çorba aldı. Ebdal Mehmed’e gelirken yolda birkaç parça ekmek alarak yuvarlak köfte haline getirip , çorbanın içine attı. Ebdal Mehmed çorbayı karıştırıp köfte bulamayınca Eşrefzade’ye ; “ Hani bunun köftesi ? ” diye sordu. Daha sonra çorbayı iyice karıştırdı ve Eşrefoğlu’na uzatarak ; “ Ye bunu! ” dedi. Eşrefoğlu büyük bir teslimiyet ile tereddüd etmeden çorbayı yedi. Çorbanın içine atılan ekmek parçaları köfteye dönmüştü. Bunun üzerine o zat ; “ Ya sen olmayıp da kim olsa gerek. ” şeklinde bir söz söyleyip oradan uzaklaştı. Eşrefoğlu bu sözlerden bir mana çıkaramamasına rağmen , tasavvuf yoluna girmesi hususunda bir işaret olduğuna inandı.

Nefsini terbiye etmek , kalp aynasını cilalamak için kendi kendine uğraşmaya başladı. Bu yolda bir hoca bulmanın şart olduğunu düşünerek , kitaplarını dağıttı ve Bursa’da bulunan Emir Sultan’ın huzuruna gitti. Talebesi olup , hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirdi. Emir Sultan , Abdullah’ın tasavvuf yolunun aşkıyla yandığını görünce , onu evliyanın büyüğü Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderdi. Sonra Ankara’ya gidip , yeni hocasına teslim oldu.

Hacı Bayram-ı Veli hazretleri , Abdullah’daki kabiliyeti keşfederek ona nefsini terbiye edecek vazifeler verdi. Yaşı kırkın üzerinde ve büyük bir alim olduğu halde , hocasının emirlerine “ Başüstüne ” diyerek sarıldı. Kendisine verilen hela temizleme vazifesini , bütün gayretiyle yapmaya başladı. Nefsinin isteklerini terk edip , istemediklerini yapmak için büyük çaba sarfetti. Bu şekilde riyazet ve mücahedeye devam etti. Hocası Hacı Bayram-ı Veli’ye on bir sene hizmet etmekle şereflendi. Bu kadar zaman zarfında hocasının ; “ Üstadın huzurunda lüzumsuz konuşmak edebe aykırıdır.” Sözü üzerine , yanında bir kelime bile konuşmadı. Sadece sorulan suallere kısa ve öz olarak cevap verir , edebe , ziyade dikkat ederdi. Eşrefoğlu Abdullah , on bir sene içinde pek çok imtihandan geçti. Yaptığı güç işlerden hiç şikayette bulunmadı. Bu sabrı ve hocasına karşı muhabbeti ve hürmeti üzerine , Hacı Bayram-ı Veli kızı Hayrünnisa’yı ona nikah ederek zevceliğe verdi. Bir müddet daha hizmete devam eden Eşrefoğlu Abdullah , hocasından izin alarak Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirmek üzere İznik’e gitti. Orada kendi iç alemiyle baş başa kaldı. Hocasından ayrılığı onu yaktı , hasretine fazla dayanamadı ve tekrar Ankara’ya döndü. Hacı Bayram-ı Veli , damadını , tasavvuf yolunda derecelerinin ilerlemesi için tekrar İznik’e gönderdi. Orada kırk gün nefsini terbiye etmesi için halvete girmesini , sonra Ankara’ya gelmesini emretti.

İznik’e gidip geldikten sonra , hocasının ; “ Hama şehrinde Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevi’nin huzuruna gidip , Kadiri yolunu öğreniniz.” buyurdu. Bu emri yerine getirmek üzere hazırlığa başladı. Hanımını ve biricik kızı Züleyha’yı bir merkebe bindirerek , Hacı Bayram-ı Veli ile vedalaştı. Günlerce zahmetli ve yorucu yolculuktan sonra , Hama’ya yeni hocasının huzuruna vardı.

O gün hacdan dönen Hüseyin Hamevi , ilahi bir ilham ile Eşrefzade’nin gelmekte olduğunu anlayarak , talebelerine ; “ Bugün Anadolu’dan bir er geliyor. Gidip karşılayınız.” buyurdu. Karşılamaya çıkan talebeler , zahmetli ve zorlu yolculuktan dolayı elbiseleri eskimiş olduğu için Eşrefoğlu Rumi yanlarından geçtiği halde , hocalarının söylediği zatın o olduğunu anlayamadılar. Dergahın kapısına varan Eşrefzade Rumi , Hüseyin Hamevi tarafından itibarla içeri alındı. Hanımı ve çocuğu ise Hüseyin Hamevi’nin hanımı tarafından kendilerine ayrılan odaya götürüldü. Hüseyin Hamevi bu yeni talebesinin önce nefsini terbiye etmek üzere kırk gün halvet için bir hücreye koydu. Eşrefoğlu Abdullah , sıkı ve riyazet ve mücahedeye tabi tutuldu. Kırk gün içinde Hüseyin Hamevi , Abdullah’a ziyade teveccühlerde bulundu. Bir gün bir hizmetçi hücresine yemek götürdü. Eşrefoğlu’nu hareketsiz görünce , öldü zannedip , telaşlandı ve durumu hocasına bildirdi. Fakat kırk gün dolmadığı için Hüseyin Hamevi bu duruma aldırış etmedi. Abdullah , kırkıncı gün hücreden çıkartıldığında , büyük bir vecd hali içinde kendinden geçmiş , gözleri kapalı ve hareketsiz bir halde görüldü. Kendisini melekle alemini seyretmenin lezzetinden ayırdıklarında ; “ Sultanım bize kıydınız.” diyerek gözlerini açtı. Bu kırk günlük imtihanı başarıyla veren Abdullah , tasavvufta pek yüce mertebelere çıkmış olarak icazetname aldı. Hüseyin Hamevi’nin halifesi olarak Anadolu’da Kadiri yolunu yaymak üzere vazifelendirildi.

“ Halk senin zahirine de bakar. Onun için kıyafetini biraz düzeltmen lazımdır. Şu hırkayı ve pabuçları al , giy. ” buyurunca , Eşrefoğlu hırkayı giydi , pabuçları da başına geçirerek ; “ Hocamın verdiği pabuç ayağıma değil , başıma olsa gerektir. ” dedi. Hocasının emri üzere yola çıkmak üzere hazırlık yaptığı sırada , Hüseyin Hamevi’nin eski talebeleri aralarında ; “ Biz bu kadar zamandan beri hocamızın hizmetindeyiz. Bize himmet verilmedi. Bu Rumi denilen ve Anadolu’dan gelen kimseye kırk günde hem himmet , hem de icazet verildi. Bu nasıl iştir ? ” diye konuşuyorlardı. Hüseyin Hamevi , Allahü tealanın izniyle bu duruma vakıf oldu. Talebelerini toplayıp bir konuşma sırasında ; “ Ya Rumi ! Bu kadar misafirimiz oldun. Sana bir ziyafet veremedik. Bir ziyafette bulunalım. İnşaallah ondan sonra gidersin. ” dedi. Yemeler hazırlanıp talebeleri ile yeşillik bir yere gittiler. Hüseyin Hamevi , suyu bulunmayan bir yerde oturulmasını emretti. Talebeleri ; “ Sultanım , burada su yoktur, namaz zamanı abdest almak icab ettiğinde sıkıntı çekeriz. ” demelerine rağmen Hüseyin Hamevi oturulmasını istedi. Talebeler hocalarının emri üzerine oturdular. Namaz vakti girince abdest almak icab etti. Hüseyin Hamevi , Eşrefoğlu hariç bütün talebelerine su aramalarını söyledi. Talebelerin ; “ Sultanım burada su yoktur. ” demelerine rağmen ; “ Hele siz bir arayın belki vardır. ” buyurdu. Talebeler aramalarına rağmen bulamadılar. Bunun üzerine Hüseyin Hamevi ; “ Rumi ! Gerçi sen misafirsin. Misafire hizmet ettirmek doğru değildir. Bir de sen ara. Belki su bulursun. ” deyince , Eşrefoğlu ; “ Emriniz başım üstüne. ” diyerek hemen aramaya başladı. Bir ağacın yanına gidip , teyemmüm etti ve secdeye varıp Allahü tealaya şöyle yalvardı : “ Ya Rabbi ! Hocam su istiyor. Lütfet , su ihsan eyle. ” Daha sonra başını secdeden kaldırdı. Secde ettiği yerden bir pınarın kaynadığını gördü. Hemen tası doldurup hocasına götürdü. Hüseyin Hamevi talebelerine dönerek ; “ Su olmadığını iddia ediyordunuz. Bakın Rumi nasıl bulmuş ! ” dedi. Talebeler hemen suyun bulunduğu yere gittiler. Suyun daha yeni çıkıp akmaya başladığını görünce , hocalarının Eşrefoğlu’na himmet etmesinin sebebini anladılar.
Hüseyin Hamevi , Abdullah’ı Anadolu’ya uğurladıktan bir müddet sonra , arkasından baktı ve ; “Abdullah-ı Rumi koca bir deniz imiş. Bizde bulunan her şeyi çekip sinesine aldı.” buyurdu. Çocukları ile birlikte Ankara’ya giden Abdullah-ı Rumi , kayınpederi Hacı Bayram-ı Veli’nin yanında bir müddet daha kaldıktan sonra İznik’e gitti.

İznik’te önceleri münzevi , yalnız bir hayat yaşayan Eşrefoğlu , şan ve şöhretten hiç hoşlanmazdı. Kimsenin dikkatini çekmeden fakirane bir hayat yaşadı ve insanlardan uzak kalmaya çalıştı. İznik’e Hama’dan bir zatın gelmesi durum değişti. O zat herkese Eşrefoğlu’nun menkıbelerini anlatmaya başlayınca , İznik halkı kendisine hürmet ve itibar göstermeye başladı. Bundan rahatsız olan Eşrefoğlu Rumi dağlara çekildi , tekrar uzlet hayatına başladı. Dağlarda dolaşırken bir köylü onu gördü ve suçlu sanarak yakaladı. Gayesi onu teslim alıp mükafat almaktı. Fakat onun şöhretini duyan köylünün annesi , kendisini tanıyınca mesele anlaşıldı , köylü ve annesi de Eşrefoğlu’na talebe oldu. Bunun üzerine İznik’e dönen Eşrefoğlu asıl vazifesi olan insanlara doğru yolu anlatmaya başladı. İlk talebesi olan ve kendisini yakalayan köylü onun için Pınarbaşı denilen yerde bir dergah yaptırdı. Eşrefoğlu Rumi , burada talebelerine ders vermeye , Kadiri yolunu yaymak için çalışmalara başladı. Talebelerinin nefsini terbiye etmek için , riyazet ve mücahedeler yaptırmaya , gurur , kibir , ucb gibi kalp hastalıklarından kurtarmaya büyük gayret gösterdi.

Bir gece Eşrefoğlu Rumi , dergahında ibadet ediyordu. Bu sırada bir ışık peyda oldu. O ışıktan şöyle bir hitap duyuldu : “ Ey kul ! Dile benden ne dilersen. Bütün haram olan şeyleri sana helal kıldım.” Eşrefoğlu bir anda Allahü tealanın izni ile sesin sahibi olan şeytanı yakaladı. Avucunun içinde sıkmaya başladı. O anda şeytan ; “ Ya şeyh ! Ne yapıyorsun ? Allah bana kıyamete kadar mühlet vermiştir. Sen ise beni öldürmek istiyorsun.” deyince Eşrefoğlu ; “ Ey mel’un ! Sen benim talebelerimin ve dostlarımın imanlarına kasdetmeyeceğine dair söz verirsen salarım.” dedi. Şeytan da ; “ Onların imanlarına kasdetmeyeceğime söz veriyorum.” dedi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Rumi ; “ Ey mel’un ! Allahü Teala ile olan ahdine vefa etmedin. Benimle olan ahdine mi vefa edeceksin. Bildiğin şeyden geri kalma.” dedi ve saldı. Talebeleri ; “ Onun şeytan olduğunu nereden anladınız ?” diye sorunca ; “ Bütün haramları sana helal kıldım , deyince anladım. Çünkü Allahü tealanın haram ettiği şeyler zata mahsus değildir. Kıyamete kadar bakidir.” buyurdu.

Yumurta Evliya Türbesi

Yumurta Evliyası 1

Salıpazarı ilçesine 4 kilometre kuzey doğusunda Kalfa Köyü’nde köy yolu üzerinde bulunmaktadır..

TARİHÇE: Halk arasında “Yumurta Evliya Türbesi” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken 1982 yılında Çarşambalı Mehmet SEZGİN tarafından betonarme olarak yeniden yapılmıştır. Çatısı betonarme olan yapının iç ve dışı ahşaptandır. Türbeye ait kabir betonarma ile çevrilmiş üzerinde ahşap sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Yumurta Evliya Türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

Şeyh Saadettin Baba

Lâdik’in 6 kilometre doğusunda bulunan Yukarı Gölyazı Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisinde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Şeyh Sadettin Baba” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe 2 bölmeli olup bir bölümü mescid diğer bölümü kabirdir. Türbe içerisinde 1 adet ahşap sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Horasanlı Şeyh Sadettin Baba Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen bilgilere göre Selçuklu dönemi komutan ve âlimlerinden olan Şeyh Sadettin Baba 7 kardeştir. Anadolu’da İslamiyet’i yaymak için kardeşleriyle birlikte büyük hizmetlerde bulunmuştur. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.

Sunullah Paşa – Samsun

Lâdik ilçesi merkez mahallelerinden Bahşi Mahallesi’nde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Yapıya ait bir kitabe olmadığı gibi kayıtlı bir vakfiyesine de rastlanmamıştır. Bir belgede “Sadullah Paşa Türbesi” şeklinde de kaydedilen yapının adı, diğer bazı belgelerde ve halk arasında “Sunullah Paşa” şeklinde geçmektedir.Yöreyle ilgili araştırmalarda inşa tarihiyle ilgili bir ipucu bulunmayan yapıdan, Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’yle, Hüseyin Hüsameddin’in Amasya Tarihi’nde bahsedilmektedir. M. Tunçel, yapıyı Canik Beyleri devrine, 14. yüzyıl sonu veya 15.yüzyıl başlarına tarihlemektedir. Türbenin plân, mimari, malzeme özellikleri ve cephe düzeni klasik Osmanlı üslubuna yakın durmaktadır. Bunlara bakarak yapının 15. yüzyılın 2. yarısında inşa edilmiş olabileceğini düşünülebilmektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Türbe; düz bir alanda, batısında komşu bir evin bahçesi, kuzey ve doğusunda sokaklarla çevrili,güneyde ise önü açık bir konumdadır. Türbe iç ve dıştan sekizgen plânlı, kubbeyle örtülü bir gövde ile beşik tonozla örtülü, dikdörtgen şeklinde bir cenazelikten oluşur. Girişin bulunduğu kuzeyde, iki sütunla taşınan bir kapı sundurması yer alır. Sekizgen gövdenin her yüzünde birer pencere açılmıştır. Sekizgen gövdenin kuzeyinde 3.70 m. x 2.15 m.ölçülerinde küçük bir giriş ünitesi yer alır. Kenarlarda 1.20 m.ye kadar yükselen yarım duvarların ortasındaki dört basamak, türbeye çıkışı sağlamaktadır. Duvarlardan hafifçe içe çekilen yüzeylerde açılan pencereler, dikdörtgen bir çerçeveye alınarak vurgulanmıştır. Lokmalı demir şebekelerle muhafaza altına alman açıklıkların etrafında, mermer söveler, üstte ise yekpare taştan kesilmiş sivri kemer görünümlü alınlıklar yer alır. Sivri, kemer içerisine alınan alınlıklar,ince profillerle detaylandırılmış olup, köşelileri mermerdir. Yapının içerisinde hiçbir süsleme unsuru, yazıt ve sanduka yoktur. 1969 yılı rölöve çizimlerinde gövde katında, ortada görülen iki kademeli prizmatik sandukadan bugün eser yoktur.

Seyfi Dede – Samsun

Lâdik’in 12 kilometre doğusundaki Mazlumoğlu Köyü’nün mezarlık yanı mevkiinde bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Seyfi Dede” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir. Ancak 1180 tarihinde şehit olduğu rivayet edilen Gül abdal Er Rufai ile kardeş olduğu doğru kabul edilirse aynı türbenin çağdaş dönemlerde yapılmış olabileceği söylenebilir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Köyün doğusunda, köy tüzel kişiliğine ait 127 ada, 142 parseldeki mezarlık içinde yer alan Türbe Cumhuriyet dönemine aittir. Türbe; Tek katlı, dikdörtgen planlı basit bir yapıdır. Temeli taş kaideler üzerine oturtulmuş ahşap hatıllardan oluşmaktadır. Duvarlar tuğla ve briketten yapılmıştır. Yapım üstü beşik çatı ve kiremitle örtülüdür. Çandaki alınlık ahşapla kapatılmış, beden duvarları da ahşapla desteklenmiştir. Türbenin içinde iki adet sanduka mezar bulunmaktadır. Sandukalar muhtemelen sonradan tuğladan tapılmış ve kırmızıya boyanmıştır. Türbenin duvarlarında boydan boya ciddi çatlaklar mevcut olup yıkılma tehlikesi arz etmektedir.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyfi Dede Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen bilgilere göre Seyfi Dede kardeşleri Gül abdal Er Rufai ve Kara abdal gibi Selçuklu kumandanlarından ve İslam âlimlerinden dir. Seyfi Dede Türbesi geniş bir alana sahip olduğundan halk tarafından mesire yeri olarak da kullanılmaktadır. İnanışa göre Türbe çevresinden dışarıya hiçbir şey çıkarmamak şartıyla piknik yapılmakta, kurban kesilmektedir. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak,hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Seyfi Dede Türbesi ayrıca kurak zamanlarda yağmur duası öncesi ziyaret edilmektedir.

Kara Abdal

Lâdik’in 27 kilometre doğusunda Kara Abdal Köyü’ne ait köy mezarlığı içerisinde bulunmaktadır.Burada yatan Kara Abdal adıyla bilinen zatın ismine binaen bulunduğu köye aynı ad verilmiştir.

TARİHÇE: Halk arasında “Kara Abdal” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir. Ancak Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Türbe’nin olduğu bölgede Kara Abdal Zaviyesinin de bulunduğu ve 1733 yılında buraya yapılan meşihat ve zaviye-darlık atama yazısında Şeyh İbrahim’in zaviyeye 100 yıl boyunca hizmet ettiği belirtilmektedir. Seyahatnamedeki yazıdan Kara Abdal Türbesi’nin 1633 yılında dahi var olduğu ve buradaki zaviyenin faal bulunduğu anlaşılmaktadır.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Karadeniz’e özgü ahşap yapı tarzında iken son yıllarda betonarme olarak yeniden inşaa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış olan türbenin dış ve içi sıva üstü boyadır. Türbe iki gözlü olup, girişte mescit bulunmaktadır. Türbe içerisindeki diğer gözde ise mermerden sanduka bulunmaktadır.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Kara Abdal Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c)izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle sara ve felç hastaları türbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummaktadır.

Gül Abdal Er Rufai

Lâdik’in 12 km kadar doğusunda yer alan Hamit Köyü’nün Tekke Altı Mahallesi’nde köy mezarlığı içerisinde bulunmaktadır

TARİHÇE: Halk arasında “Gülabdal Er-Rufai” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bilgi edinilememektedir. Ancak rivayetlere göre Seyfi Dede ve Karaabdal ile kardeş olduğu söylenmektedir. Selçuklu kumandanlarından olduğu rivayet edilen Gülabdal’ın 1180’li yıllarda şehit düştüğüve türbenin bu tarihlerde yapıldığı ileri sürülmektedir.
MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Orijinali Karadeniz’e özgü ahşap olan Türbe; son yıllarda yeniden yapılmıştır. Türbe kubbeyle örtülü bir gövde ile L şeklinde betonarme olarak inşaa edilmiştir. Gövdenin her yüzünde birer pencere açılmıştır.Türbe girişinde hol ve mescit bulunmakta, mescidin arka tarafında ise kabir bulunmaktadır. Kabir ahşap sandukalıdır. Duvarlar ve kubbe ayet işlemelerle süslüdür. Binanın dışı doğal taş ile örülüdür.
RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Seyfi Dede Türbesi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Rivayetlere göre Seyfi Dede ve Kar aabdal ile kardeştir. Rivayete göre Gül abdal Er Rufai ve kardeşleri Selçuklu kumandanlarından ve âlimlerindendir. Gül abdal 1180’li yıllarda şehit düştüğü de bir başka rivayettir. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izni ile şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.