Bursa – Yıldırım’daki Yıldırım Beyazıt Külliyesi içerisinde
Sultan I. Bayezid harp meydanlarında göstermiş olduğu kahramanlıklardan ötürü ‘Yıldırım’ lakabını almıştır. Çocukluğu Bursa sarayında geçen Yıldırım Bayezid, dönemin önemli ilim adamlarından aldığı derslerle her anlamda oldukça iyi yetişmiştir. Babası dillere destan bir düğün ile Germiyanoğlu’nun kızı ile evlendirmiştir.
Kütahya’da valilik yapmış, Kosova’da şehit olan babası Murad Hüdavendigâr’ın vasiyeti üzerine 1389 yılında 29 yaşında iken tahta oturmuştur. Yıldırım Bayezid tahta geçtikten sonra, babası Murad Hüdavendigâr’ın vefatı üzerine ilk iş olarak Anadolu’daki ayaklanmaların tamamını bastırmıştır. Germiyanoğulları, Aydınoğulları, Menteşe ve Saruhan Beyliği Osmanlı’ya katılmıştır. Yine Hâmid Beyliğine bağlı lsparta, Burdur, göller bölgesi Osmanlıların olmuştur.
1391’de Bizanslılardan Şile alınmış, İstanbul 7 ay boyunca kuşatılmış, Tuna Nehri geçilerek Romanya Osmanlılara katılmıştır. 1392’de Silivri ve Selânik, 1393’de Bulgaristan fethedilmiş, 1394’de Kastamonu ve çevresi ile Arnavutluk ve çevresi Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1396’da Haçlı ordusuna karşı Niğbolu’da zafer kazanılmıştır. Bu zafer, Osmanlı Türk Devleti’nin, doğu İslâm âleminde de tanınmasına sebep olmuş, Mısır’daki Abbasi Halifesi (Birinci Mütevekkil) Yıldırım Bayezid’e tebrik için gönderdiği mektubunda, Türk Padişahına: “Sultan-ı İklim-i Rum” unvanı ile hitap etmiştir. 1397’de Salona Piskoposu, Yıldırım’ı bizzat davet ederek halkın zulümden kurtarılmasını talep etmiş, bunun üzerine, Silivri, Mora ve Attika Bizanslılar’dan alınmıştır. Karaman Beyliği ve Dulkadir Beyliği Osmanlı topraklarına katılmıştır.
1402 yılında Timur ile giriştiği Ankara Savaşı’nı kaybetmiş, 7 ay 12 gün esir olarakTimur’un yanında kalan bu büyük Sultan, 8 Mart 1403 yılında 43 yaşında vefat etmiştir. Cenazesi oğlu Çelebi tarafından Bursa’ya getirilerek, külliyesi içerisindeki türbesine defnedilmiştir. Geriye Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmed Çelebi, Ertuğrul Çelebi, Kasım Çelebi ve Fatma Sultan adındaki çocuklarını bırakmıştır.
Yıldırım Beyazıt Külliyesi Sultan Yıldırım Bayezid tarafından şehrin en doğusuna, bir anlamda şehre gelen ipek yoluna hâkim bir tepe üzerine kurulan külliye bütünlüğü içerisinde; cami, medrese, hamam, imaret, han, ahır, kuyu ve darüşşifa yer almakta idi. Ancak vakfiyesinde iki adet medreseden bahsedilmektedir. Bugün sadece cami, türbe, hamam, medrese ve darüşşifa günümüze gelebilmiştir. Yapıldığı dönemde külliye duvarlar ile çevrelenmiş, kuzey ve batı kısmında kapılar ile girişler sağlanmıştır. Darüşşifa külliye bütünlüğünden ayrıdır.
Yıldırım Beyazıt Türbesi Yıldırım Bayezid’in büyük oğlu Süleyman Çelebi tarafından 1406 (Rebiulahir 809) tarihinde. Mimar Hüseyin oğlu Ali’ye yaptırılmıştır. Türbe dikdörtgen plan üzerine inşa edilmiştir. Sekizgen kasnak üzerine kondurulmuş kubbe ile örtülmüştür. Ön giriş kısmı üzeri üç kubbeyle örtülü revaktan oluşmaktadır. Türbede Yıldırım Bayezid (öl. 1402), Musa Çelebi (öl. 1413) ve İsa Çelebi’nin (öl.1410) sandukaları mevcuttur. Türbe 1618, 1640, 1649, 1780, 1846 yıllarında onarımlar geçirmiştir.
Kaynak ;Bursa’nın Manevi Değerleri Gezi Rehberi , Bursa Büyükşehir Belediyesi yayınları
Bursa – Çekirge semtindeki 1. Murad Hüdavendigar Külliyesinde.
Sultan I. Murad türbesi, oğlu Yıldırım Beyazıd tarafından I. Murad’ın yaptırdığı külliyesinin içerisinde inşa ettirilmiştir. 1389 yılında Kosova Savaşı’nı kazandıktan sonra, harp meydanını gezerken şehid edilen I. Murad’ın iç organları Kosava’daki kabrine gömülmüş ve naaşı daha sonra Bursa2ya getirilerek Hüdavendigar camii’nin kuzeybatısında bulunan türbeye defnedilmiştir. 1855 depreminde yıkılan yapı, Sultan Abdülaziz tarafından 1863 yılında, eski temelleri üzerine, dönemin sanat akımının etkisinde yeniden yaptırılmıştır.
Türbenin ortasında etrafı pirinç parmaklıklarla çevrili olan sanduka I. Murad’a aittir. Bunun iki yanında Yıldırım Bayezid’in oğulları Süleyman ve Musa Çelebiler’in sandukaları yer alır. Ayrıca pencere kenarında beş sanduka daha vardır. Bunlardan biri I. Murad’ın oğlu şehzade Yakup’a (1389) diğeri Süleyman2ın oğlu Orhan’a (1429) ve bir diğeri de II. Bayezid’in Kefe Valisi iken ölen oğlu Mehmed’e (1504) aittir.
Türbenin bahçesinde yer alan bir mezarın, süslemeli mezar taşı kitabesinden 1902 tarihinde padişahın izni ile buraya gömülen bir hanıma ait olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca yine türbe kapısının kuzeyinde semte ismini veren , halk arasında Çekirge Sultan olarak anılan meczup bir şahsın kabri yer almaktadır. Aynı zamanda Çekirge Sultan I. Murad’ın baş müneccimi olmuştur. Türbenin güneybatısında, demir parmaklıklarla çevrili alanda, başka yerlerden getirilen şehit mezarları bulunmaktadır.
2014 yılında UNESCO Dünya Mirası olarak ilan edilen alan içerisinde yer almaktadır.
Hayatı
Osmanlı pâdişâhlarının üçüncüsü. Velî ve ahî şeyhi. Babası Orhan Gâzî, annesi Nilüfer Hâtun’dur. 726 (m. 1326) senesinde, dedesi Osman Gâzî’nin vefât ettiği ve Bursa’nın fethedildiği sene doğdu. Sultan Birinci Murâd, Murâd-ı Hüdâvendigâr ve Melik-ül-meşâyih Gazi Murâd Hân lakabları verildi. 761 (m. 1359) senesinde babası Orhan Gâzî’nin yerine Osmanlı sultânı oldu. 791 (m. 1389) senesinde Kosova savaşını kazandıktan sonra, bir Sırp asilzâdesi tarafından şehîd edildi. Vücûdunun iç organları Kosova’daki türbesine, cenâzesi de Bursa’ya getirilip, Çekirge semtindeki türbesine defnedildi. Kosova’daki türbesi hâlen mühim bir ziyâretgâh olarak ziyâret edilmekte, Balkan müslümanlarının gönüllerindeki tahtını muhafaza etmektedir.
Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr, küçük yaştan, i’tibâren emîn ellerde, tam bir ihtimâmla yetiştirildi. Sağlam bir i’tikâda, mükemmel bir bilgiye sahip olması için, elden gelen bütün ihtimâm gösterildi. Lala Şahin Paşa’nın yanına verilip, din ve harp bilgileri öğretildi. Devrin en seçme âlimlerinden hocalar ta’yin edildi. Bursa çevresinde sancak beyliği verilip, idâre tecrübesi kazandırıldı. Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr da, sultanlık için yetiştirilen bir beyzâde olmasına rağmen, veliahtlık, ağabeyi Süleymân Paşa’ya verilmişti. Herkes, Şehzâde Süleymân’in bu işe daha lâyık olduğu inancındaydı. Şehzâde Süleymân. Rumeli’de cihâd ile meşgûl iken, Şehzâde Murâd da aynı yerlerde cihâd etmekteydi. Ağabeyi Süleymân’ın, 760 (m. 1359) senesinde harp bölgesinde vefâtı üzerine, Şehzâde Murâd, ordunun kumandasını devraldı. Veliaht şehzâdenin vefâtı üzerine, Şehzâde Murâd, veliaht ta’yin edildi. Orhan Gâzî’nin 761 (m. 1359) yılında vefâtı üzerine, Şehzâde Murâd Bursa’ya da’vet edilip, Sultan ilân edildi. Sultan Murâd, Osmanlı Devleti’nin başşehri Bursa’da, lüzumlu ta’yîn ve icrââtlarda bulundu. Şehzâdeler mes’elesini halledip, önce Karadeniz Ereğlisi ve Ankara’yı fethetti. Lala Şahin Paşa’yı ilk serdar ve sadr-ı a’zam yaptı. Bursa kadısı Çandarlı Halîl Paşa’yı da Kadıasker ta’yin etti. Devletin içişlerini hallettikten sonra, Anadolu’dan Rumeliye yöneldi. 761 (m. 1360) senesinde Çorlu, Keşan, Dimetoka, Pınarhisar, Babaeski, Lüleburgaz ve 762 (m. 1361) senesinde de Edirne fethedildi. Bizans Devleti’nin, İstanbul’dan sonra ikinci önemli şehri olan Edirne’nin fethi, Türklerin Avrupa’ya kesin olarak yerleşmelerini te’min etti. Trakya’da stratejik bir mevkîide bulunan Edirne, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’ndeki fetihlerinde bir askerî harekât noktası oldu. Her geçen gün, şehrin i’mâr faaliyetleri artarak genişledi. Gümülcine, Zağra, Yenice ve Filibe de fethedildi. Rumeli’nde fethedilen Avrupa topraklarına, Osmanlı iskân siyâsetince Türk-İslâm ahâlisi yerleştirildi.
Osmanlı Sultânı Murâd Hân’ın Rumeli’ndeki fetihleri, başta Papalık olmak üzere, Hıristiyan Avrupa devletlerini telâşlandırdı. Papa Beşinci Urban, haçlı rûhu ile Balkan milletlerini teşvik ederek, Osmanlılar aleyhine ittifâk kurdurdu. Haçlı ittifâkını haber alan Sultan Murâd Hân da, yerinde ve zamanında tedbir alarak, hazırlıklarını tamamladı. Fetihlerin genişlemesiyle asker ihtiyâcı arttığından, yaya ve müsellem teşkilâtlarına ilâveten, devrin âlimlerinden Karamanlı Molla Rüstem’in teklifi ve Kadıasker Çandarlı Kara Halîl’in fetvâsı ile, harpte esîr alınan gayr-i müslim çocuklarının beştebirinden istifâde edilmek üzere, Yeniçeri Ocağı adıyla bir asker ocağı kuruldu. Alınan esîrler, Anadolu’da Türk çiftçi ailelerinin yanında Türk-İslâm terbiyesiyle yetiştirilerek, Yeniçeri Ocağı’na kaynak te’min edildi. Vezîr Sinâneddîn Yûsuf Paşa’nın yerine, Sultan Murâd’ın hocası ve kadıaskeri Çandarlı Kara Halîl, Hayreddîn Paşa ünvanıyla Vezîr ta’yin edildi. Karamanlı Molla Rüstem’in tavsiyesi ve Sultan Murâd Hân’ın müsaadesiyle vezîr Hayreddîn Paşa tarafından mâlî teşkilâtlara ilâveler yapılıp, gelir artırıldı, İslâm hukukuna göre muharebelerde ele geçen ganîmetlerin beştebiri devletin hakkı olduğundan, “Pençik Kânunu” çıkarıldı. Zabtedilen yerlerde Osmanlı devlet teşkilatı te’sis edildi. Fethedilen heryerin tahrîri yapılıp, aynı gün, kimse aç ve açıkta bırakılmayıp, fakir, zengin, müslim, gayr-i müslim herkes huzûra kavuşturuldu. Rumeli’nde hızla ilerleyen Türklere mâni olmak için. Bizans Kayseri Yuannis ile Venedik Doçu seçilmiş olan Lorenzo Çelsi arasında bir ittifâk yapıldı. Müttefikler, bütün gayretlerine rağmen; Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu yerlerde başarı gösteremeyince anlaşmak mecbûriyetinde kaldılar. 764 (m. 1363) senesinde Kayser Yuannis ile yapılan andlaşmaya göre; Bizans Kayseri, Rumeli’ndeki Osmanlı fütuhatını kabûl ve tasdik edip; Osmanlı’nın Bizans’dan fethettiği toprakları doğrudan doğruya veya başkaları vasıtasıyla almaya teşebbüs etmeyeceğine, hiçbir zaman Türk düşmanlarıyla birleşmeyeceğine ve Anadolu Beylikleri’nden gelebilecek taarruzlara karşı Birinci Murâd Hân ne zaman yardımcı kuvvet isterse; asker vereceğine dâir söz verdi. (Bu andlaşmanın, Bizans’ın Osmanlı Devleti’ne tâbiliğini arz etmesi mâhiyetinde olduğu kabûl edilmektedir.) Sultan Murâd Hân’ın ilk Rumeli fütuhatı esnasında, Osmanlı öncü kuvvetleri tarafından fethedilen Filibe’nin Rum muhafızı, Sırp Kralı Beşinci Uroş’a sığınıp, Türklerin faaliyetleri hakkında geniş bilgi verdi. Osmanlı ilerleyişinin durdurulmadığı takdîrde, Avrupa devletleri ve hıristiyanlık âleminin aleyhine çok büyük hâdiselerin meydana geleceğini bildirdi. Balkan milletlerinin korkusunu değerlendiren Papa Beşinci Urban’ın da teşvikiyle; Macar Kralı Layoş, Sırp Kralı Uroş, Bosna Kralı Turtka, Eflaklılar ve Bulgarlar birleşerek bir haçlı ordusu topladılar. Sultan Murâd Hân’ın Bursa’da bulunmasından istifâde eden müttefik haçlı kuvvetleri, Osmanlı ülkesi istikâmetinde harekete geçtiler. Edirne’de bulunan Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, vaziyeti Sultan Murâd Hân’a arz ettiği gibi, Hacı İlbeyi kumandasında onbin kişilik bir kuvveti de keşif gayesiyle düşmana karşı gönderdi. Müttefikler, Meriç nehrini geçmelerine rağmen, hiçbir mukavemetle karşılaşmamanın verdiği sevinçle zafer şenlikleri yapıyorlardı. Osmanlı öncü kuvvetleri kumandanı Hacı İlbeyi, haçlıların zafer sevinciyle içip sarhoş olmalarını, herbirinin bir köşeye sızmasını bekledi. Beklediği zaman gelince; gece muharebe taktiğini tatbik ederek, anî bir baskın tertîb etti. Osmanlı baskınının telâşı ile neye uğradığını şaşıran müttefik haçlı askerleri, Meriç nehri sahilinde büyük bir bozguna uğradılar. Kılıç artığı haçlıların bir kısmı, Meriç sularında boğuldu. Kurtulabilenler de kaçtılar. Bu savaşın adına Osmanlılar; “Sırpsındığı Zaferi”, Avrupalılar da; Sırpsındığı hezimeti dediler. Bu zafer, Balkanlar’da müttefik haçlı ordusuna indirilen ilk büyük darbe olması bakımından önemlidir. Sultan Murâd Hân, Rumeli’ye geçmeden önce, Katalanlar’ın elindeki Biga’yı fethetti. Sırpsındığı muharebesinden sonra, Osmanlı başşehri, Bursa’dan Edirne’ye nakledilerek şehirde; mescidler, câmiler, medreseler, saray dâhil, kültürel ve sosyal müesseselerin te’sisine başlandı. Türk-İslam ilim ve san’at eserleriyle süslenen Edirne, İstanbul’un fethi sonrasına kadar Osmanlı başşehri olarak kaldı. Balkanlar’da Osmanlı iskan siyâseti tatbik edilip, Anadolu ahâli’sinden müslümanlar göçürülerek, Balkanlar, müslüman nüfus ile şenlendirildi. Osmanlı’nın, müsâmahasız herkese hak ve adâlet dağıtan âdil idâresi ve hayır müesseseleri te’sis edildi. Ticârete de önem verildi. Adriyatik kıyısında küçük bir devlet olan Raguza Cumhuriyeti ile ticâret andlaşması yapılarak, Osmanlı himâyesi altına alındı.
767 (m. 1366) târihinde Gelibolu, Bizans Kayseri’nin dayısı Savua Kontu italyan Amedeo tarafından işgal edilmişse de; bir yıl sonra tekrar Osmanlıların eline geçti. Aynı yıl Sultan I. Murâd Hân’ın başlattığı Balkan fütûhâtıyla; Kırkkilise (Kırklareli), Vize, Aydos Burgaz ve Tirebolu mevkileri zaptedildi. Sultan Murâd Hân, Karadeniz’e dayanmak istiyordu. Bu gayesini gerçekleştirmek için çok muntazam bir plân tatbik etti. Batı cephesi kumandanlığına Evrenos Paşa’yı ta’yin ederek, Makedonya’nın fütûhâtıyla vazîfelendirdi. Kuzey cephesi kumandanlığını Kara Timurtaş Paşa’ya vererek, Tunca boyunun fethiyle vazîfelendirdi. Kuzey-batı cephesi kumandanlığını da Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa’ya verdi. Kara Timurtaş Paşa, Bizanslılar’dan; Kızılağaç yenicesi’ni, Bulgarlar’dan; Yanbolu ve İslimye’yi aldı. Lala Şahin Paşa, Samaka ve İhtiman’a akın tertîb etti.
Sultan Murâd Hân’ın 768 (m. 1367)’de başlattığı Harekâtla Bulgarlardan; Aydos Karinâbât ve Tirebolu’yu, 769 (m. 1368)’da Bizanslılar’dan; Hayrabolu, Pınarhisar ve Vize’yi alıp, elden çıkmış olan Kırkkilise’yi tekrar fethetti. Bulgaristan kralı Yuvan Şişman, Osmanlılara karşı duramayacağını anlayarak, andlaşma istedi. Kızkardeşi Prenses Marya’yı da Sultan Murâd Hân’a vererek, andlaşmayı akrabalık yoluyla kuvvetlendirmek niyetindeydi. Osmanlıların Balkanlar’daki başarılarından telâşa düşen Bulgar kralı Yuvan Şişman, Bizans’ın da teşvikiyle andlaşmayı bozarak Sırp kralı ile birleşti. 773 (m. 1371) senesinde Çirmen’de yapılan muharebede, Sırplılar büyük bir bozguna uğradı, iki kraldan biri Meriç’te boğulup, diğeri, kaçarken öldürüldü. Bu savaşla, Balkanlar’daki mukavemet kırılarak, Osmanlılara Makedonya kapıları açıldı.
Osmanlı akıncıları, 773 (m. 1272)’de Vardar’ı geçip; Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Dalmaçya’ya kadar uzanarak, Adriyatik denizine dayandılar. Teselya geçilerek, Yunanistan’ın Atîk havâlisine kadar inen akıncılar, düşman arazisini tahrib edip zayıflatmak, anî baskınlarla düşmanı tedirgin edip moral bozmak, keşif harekâtları yapmak, düşmanın pusu kurmasına engel olmak, ganîmet ve esîr almak, yol ve köprüleri emniyet altında bulundurmak, hudud dışındaki yerli ahâlinin çağrısıyla zâlimleri ortadan kaldırmak ve mazlûmlara Osmanlı adâletini tanıtmak gibi mühim vazîfeler icra ettiler.
Çirmen zaferi sonunda, ilk Makedonya Fütuhatı başlatılarak, vezîr-i a’zam Çandarlı Kara Halîl Hayreddîn Paşa, Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, Gâzî Evrenos ve Deli Balaban Beyler komutasındaki Osmanlı Ordusu, İskece, Drama, Kavala, Zihne, Serez, Avrethisar, Vardar Yenicesi ve Karafırye mevkilerini fethetti. Osmanlıların Makedonya’yı zapt ederek Köstendil’e gelmeleri üzerine, Yukarı Sırbistan hükümdârı Lazar Grebliyanoviç, Sultan Murâd Hân ile anlaşmak istedi. Lazar, Osmanlılara vergiyle beraber, asker vermeyi de kabûl etti. Bizans, Bulgar ve Sırp kralları, Prens ve Despotları, Birinci Murâd Hân’a tâbiiyetlerini arz ettiler. Bu devletlerin Osmanlılar’ın hâkimiyetlerini tanıyarak; vergi vermeleri ve muharebelerde yardımcı asker vermeleri, geniş ölçüde fütuhat yapan, Osmanlı devleti için büyük faydalar ve muvaffakiyetler sağladı.
Rumeli ve Anadolu’da fetihler devam ederken, ba’zı mâlî, idarî ve askerî ihtiyâçları karşılamak için Timar teşkilâtı kurulmuştu. Kara Timurtaş Paşa’nın tavsiyesiyle, Timar teşkilâtı, ta’dil ve ihtiyâca göre ıslâh edildi. “Yaya”, “Müsellem” ve “Yeniçeri”lere ilâveten, kara Timurtaş Paşa’nın tavsiyesi ile “Kapıkulu askeri”nden maaşlı süvari ocağı kuruldu.
Seferlerde levazımın muhafazası ve süvarilerin hayvanlarının bakımı için Voynuk sınıfı teşkil olundu. Sultan Murâd Hân, 780 (m. 1378)’de oğlu Şehzâde Bâyezîd’i, Germiyan Bey’i Süleymân Şah’ın kızı Devlet Şah Hâtun ile muhteşem bir düğünle evlendirdi. Süleymân Şah, kızına çeyiz olarak; Kütahya, Tavşanlı, Emet ve Simâv’ı verdi. Hamîdoğlu Hüseyn Bey’den seksenbin altın karşılığı; Akşehir, Yalvaç, Beyşehir, Seydişehir ve Karaağaç alındı.
782 (m. 1380)’de Balkanlar’da Osmanlı fütuhatını tekrar başlatan Birinci Murâd Hân, Makedonya’da harekâta geçilmesini emretti. Rumeli Beylerbeyliği’ne ta’yin edilen Kara Timurtaş Paşa, Vardar nehri sahilindeki İştip’i fethedip, Vardar’ı geçerek, 784 (m. 1382)’de Manastır’ı ve Pirlepe’yi aldı. Manastır, Arnavutluk ve Kuzey Epir mıntıkalarına yapılacak harekât için üs oldu. 786 (m. 1384) baharında, Osmanlı akıncıları, Bosna-Hersek akınını gerçekleştirerek, pekçok esîr ve ganîmet aldılar. 787 (m. 1385)’de Vezîr-i a’zam Çandarlı Hayreddîn Paşa’nın Ohri’yi fethiyle, Osmanlılar Arnavutluk hududuna yerleştiler. Kuzey Arnavutluk prensi Balşa ile Draç ve Orta Arnavutluk dukası Şarl Topia arasında meydana gelen muharebede, Draç dükası, Hayreddîn Paşa’dan yardım istedi. Bu çağrı üzerine Hayreddîn Paşa, Draç prensine yardım ederek, Savra’da onun galibiyetini te’min etti. Bu muharebede Prens Balşa da öldürüldü. Osmanlı kuvvetleri, 788 (m. 1386)’de Kroya ve İşkodra’yı aldılar ise de, Venedik nüfuzu altında bulunan bu yerleri, Venediklileri gücendirmek istemedikleri için bırakıp çekildiler. Balabancık kalesi kumandanı İnce Balaban Bey, 787 (m. 1385)’de Bulgaristan’ın mühim merkezlerinden Sofya’yı zaptetti.
Osmanlı ordusunun Rumeli’de bulunmasından istifâde eden karamanlı Alâeddîn Bey, 788’de (m. 1386) Osmanlı hududuna taarruz ederek, Beyşehir ve havâlisini zaptetti. Tecâvüzü Edirne’de haber alan Sultân Murâd’ın, etrâfındakilere şöyle dediği rivâyet edilir:
“Şu ahmak zâlimin yaptığına bakın hele! Ben din gayretiyle Allah yolunda bir aylık mesafede kâfirler içine girdim. Ömrümü, gece-gündüz gazâya verdim; çok mihnet ve belâ çektim. Hâlbuki, o gelip müslümanları yağmaladı. Söyleyin ey gaziler!… Ben cihâdı bırakıp da ehl-i İslâma nasıl kılıç çekeyim?”
Fakat, ehl-i İslâmı kırmak bahasına da olsa, kâfirin ekmeğine yağ süren hainliği cezalandırmak ve Anadolu’daki diğer beylere esaslı bir göz dağı vermek gerekiyordu. Sultan Murâd, Rumeli’deki kuvvetlerin başında Çandarlı Halîl Hayreddîn Paşa’yı bırakarak, Anadolu’ya geçti. Kışı Bursa’da geçirdikten sonra, Karamanoğlu’nun üzerine yürüdü. Konya önlerinde karşısına çıkan Karamanoğlu kuvvetlerini dağıttı. Alâüddîn Bey, Konya kalesine kaçtı. Kale muhasara edilince, Alâeddîn Bey, Sultan Murâd’ın kızı olan zevcesi Melek Hâtun’u şefaatçi gönderip sulh istedi. Bilâhare Osmanlı ordugâhına gelip, kayın babasının elini öpünce iş tatlıya bağlandı. Karamanoğullarının da Osmanlı hâkimiyetini tanıması, batıda olduğu gibi doğuda da Sultan Murâd Hân’ın nüfuz ve i’tibarını arttırdı. Sultan Murâd Hân’ın ve Osmanlı ordusunun Anadolu’da bulunmasından istifâde eden Balkan kral ve prensleri, Türklere karşı ittifâk kurup, taarruz plânları yaptılar. Bosna hududunda Lala Şahin Paşa kumandasındaki akıncılar, Bosna Kralı Lazar’ın otuzbin kişilik müttefik kuvvetlerini karşıladı. 781 (m. 1378)’de Ploşnik mevkiinde meydana gelen muharebede, Lala Şahin Paşa’nın yirmibin kişilik kuvveti bozularak, çoğu şehîd oldu. Ploşnik bozgunu, gizlice hazırlanmakta olan Hırvat, Leh, Macar ve bütün Balkan kral ve prenslerini Osmanlılar aleyhine harekete sevketti. Denizci bir kavim ve devlet olan Venedikliler, Osmanlıları iyi tanıyıp menfaatlendiklerinden, her ne kadar haçlı ittifâkına katılacaklarını beyân etmişlerse de, tarafsız kalmaya mecbûr oldular. Lazar ve Arnavut prensi Kastriyota’nın öncülüğünde; Hırvat, Leh, Macar, Bulgar, Sırp ve Arnavut’ların ittifâkını haber alan Sultan Murâd Hân, vekarını muhafaza ederek, muvazeneli ve plânlı bir şekilde hazırlıklarını tamamlamaya başladı. Balkan ittifâkına karşı Anadolu beylerinden yardım istedi. İttifâka dâhil olan Bulgarları büyük harbden önce saf dışı etmek gayesiyle, Vezîr-i a’zam Çandarlı Ali Paşa’yı vazîfelendirdi. Osmanlı ordusu, Balkan dağlarını aşarak; Pravadi, Şumnu ve Bulgar krallığı’nın merkezi Tırnova’yı aldı. Ali Paşa, Tuna boyu istikâmetinde harekâtı devam ettirerek; Ulah hakimiyetindeki Silistre ve Niğbolu’yu zaptetti. Bulgar kralı Şişman, Osmanlılar ile andlaşmaya mecbûr oldu. Böylece haçlı ittifâkına girmemesi te’min edildi. Osmanlı beylerinin Balkanlar’daki ileri harekâtı durduruldu. Sultan Murâd Hân, bütün kuvvetlerini kumandasında topladı. Bulgaristan harekâtını muvaffakiyetle tamamlayan Vezîr-i a’zam Ali Paşa, Yanbolu’ya gelen Sultan Murâd Hân ile görüşerek, durumu arz etti. Durum değerlendirilmesi tamamlanıp, harp dîvânında sefer kararı alınarak, Priştine hedef ta’yin edilince; Osmanlı ordusu, Büyük Balkan harekâtını başlattı. Yollarda, yerli ahâlinin; mal mülk, can ve ırzına karşı hiçbir tecâvüz yapılmadan Kosova’ya gelindi. Yağma ve tahribatın yapılmaması, Balkan milletlerini, Osmanlı’nın güzel ahlâkına ve adâletine hayran bıraktı. Üsküb ile Priştine arasındaki Kosova’da, müttefik haçlı ordusuyla karşılaşıp muharebe nizâmı alındı. Bu sırada Sırp kralı Lazar’ın elçisi geldi. Huzûra kabûl edilince, Lazar’ın ağzından; “İşte ben hazırım. Üç aydan beri eli kanda da olsa üstümüze gelmeliydi. Eğer er ise gelsin uğraşalım. Eğer gelmezse, hazır olsun. Ben varırım!” diyerek meydan okudu. Sultan Murâd Hân da cevap verip; “O mel’ûn herif hiç mi İslâm kılıcı görmemiş ki, böyle boş lâflar eder? İnşâallah ona Türk erliğini göstereyim!” dedi. Osmanlı’dan elçiye zeval olmadığını bilen elçi, Sultân’ı öfkelendirmekten çekinmeyerek edepsizliğine devam edip, sayıca üstünlüklerini söyleyerek; “Hem de bir erimiz, bin Türk’e denktir!” deyince, Gâzî Hünkâr; “Bre mel’ûnun uğursuzu, alçak!” diye bağırdı; “Eğer cihanın askeri sizinle olsa, Allahü teâlânın inâyeti, Muhammed aleyhisselâmın mu’cizâtı ile cümlesinin kanını toprağa karıp, onları karga gibi ayıklayıp, binini bir defada kırar ve o mel’ûn kralının da başını keserim!” dedi.
Elçi gittikten sonra, harp meclisi toplandı. Sultan Murâd, evvelâ Gâzî Evrenos Bey’e; “Evrenos! Bu kâfir ile nice buluşup cenk etmek gerektir? Bu işin asanı (kolayı) ne veçhile olur?” diye sordu. Gâzî Evronos Bey; “Ey Hüdâvendigâr, ben kemîn (âciz) bir hizmetcinizim! Benim fikrim ve reyim n’ola? Süleymân’ın yanında karıncanın ne fikri ola ve ne mikdârı ola ki, söz söyleye! Asker yaşamak ve cenk ahvâlini bilmek, sultanların işidir” diye cevap vererek tevâzu gösterip, Sultânın zihninden geçenlere iştirâk ettiğini bildirdi.
Bunun üzerine Sultan Murâd, meclistekilere hitaben; “Beyler! Eğerçi Hak inâyeti ile çok çeri sürüp cenk ettim. Amma bu kalan cenk gibi değildir. Müşâveret etmek sünnet-i Resûldür. İttifâk edip gönül berkedip, gönül berkdürmek vâcibdir” dedikten sonra, tekrar Gâzî Evrenos Bey’e dönerek; “Nice zamandır ki, seni bu uçda koydum, bunların ayinini bildin ve tecrübe ettin. Senin fikrin diğerlerinin fikri gibi değildir” buyurdu. Gâzî Evrenos Bey; “Kemineye şöyle hoş gelir ki” diyerek söze başlayıp, şöyle devam etti; “Hak teâlâya tevekkül edip, erkenden varıp, yerin iyisini alıp, ol sonra gele. İveceklik etmeyelim. Evvelâ cenge o ikdam ede. Zîrâ kâfir, içtima ile çoğalıp durunca, demirden bir hisar olur. Ona zafer bulmak asan olmaz. Amma cenge ikdam edip bir birbirinden ayrılınca, savaşması gayet asandır. Kulunun bildiği bu kadardır. Kalanını Sultanım yeğ bilir.” Sultan Murâd, Şehzâde Bâyezît ve Çandarlızâde Ali Paşa da bu fikri uygun bulunca, ilerleyip iyi bir yer tutabilmek için, Lazar’ın merkezi olan Priştine’ye doğru yürüyüşe geçildi. Gâzî Evrenos Bey ile Paşa Yiğit komutasındaki öncü kuvvetler, Priştine’ye üç kilometre mesafedeki Kosova ovasına vardıklarında, düşman ordusunu gördüler.
Haçlılar, gerçekten sayıca üstündüler. Altmışbin Türk askerinin karşısına, ikiyüzbin haçlı çıkmıştı. Sultan Murâd, hemen harbe girişmek niyetinde idi. Fakat, gün kızgın, asker yorgun, düşman azgın olduğundan Gâzî Evrenos Bey’in tavsiyesi ile, bir gün istirahat verdi. Tahmin ettiğinden fazla düşman askeri ile karşılaştığı için, biraz endişeli idi. Harb meclisini bir defa daha topladı. Oğlu Şehzâde Bâyezîd’e hitaben, bu endişesini şöyle dile getirdi: “Ey ciğer köşem, bu kâfir ile uğraşmak hakkında sen ne tedbir edersin? Zîrâ ben, bu kâfirin leşkerini bu kadar tasavvur etmezdim, bî-kıyâsdır. Biz leşkerîmizin önüne deve tutalım mı! Yoksa, şöyle rû-be-rû (yüzyüze) duruşalım mı?” Şehzâde Bâyezîd şu cevâbı verdi:
“Hünkâr’ın fikrine bizim tedbirimiz ermez. Amma, biçâreye şöyle gelir ki, nice yıldır kâfir ile cenk ederiz. Hiç önümüzde deve tutmadık; şimdi dahî tutmayız. Kâfirin leşkeri ne denli çoksa inâyet-i Hak, İslâmladır. Eğer Hak teâlâdan inâyet olursa, yalnız ben kulun bu kâfirin işini tamâm ederim!… Şimdiye dek, her cengde mensûr ve muzaffer olduk. Şimdiden gerû dahî gam yeme. Gene nusret Hak avnî (yardımı) ile ki, senindir. Hele ben, hiç teşviş çekmezem. Eğer öldürürsevüz sa’îd, eğer ölürsevüz şehîd oluruz!” Aynı konuda fikri sorulan Çandarlızâde Ali Paşa; “Ey saadet ıssı devletin pâdişâhı! Kâfirin azını çoğundan kayırmak reva değildir” diye söze başlayıp, gazâda aza ve çoğa i’tibâr olmadığına dâir âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler naklettikten sonra; “İmdi, devletlû Hünkâr! Gazâda hemen Hak teâlâya sığınmak gerek. Şükür Huda’ya ki, tûl-i ömrümüzde mensûr ve muzaffer ola geldik. Ümiddir ki, gene nusret bizim ola! Hâşâ Hak teâlânın kemâl-i kereminden mi ki, bu kâfir ikliminde bunca ehl-i İslâm’ı helak ede?..” dedi. Gâzî Evrenos Bey de, askerin önünde deve tutmanın mahzurlarını beyân edince, Sultan Murâd, şu karara vardı: “Pes, sevâb odur ki, evvel tirendazları (Okçuları) önde tutup, sağa ve sola ok yağdıralar. Andan gaziler dahî bir kezden “Tekbir” edip, küffâra hücum edeler. Bu gazâda ya taht ola, ya baht ola! Ve tûl-i ömrümde bunca gazâlar ettim. Gayem, bu gazâda şehîd olup, iyi adla âlemden göçem! Ve her dirliğin âhiri ölmek olduktan sonra, ne teşviş çekmek gerek!” dedi.
Birliklerin muharebe nizâmı da tesbit edildikten sonra, işin gerisi sabahın hayrına bırakıldı. O gece 15 Şa’bân 791 (m. 9 Ağustos 1389), Berât gecesi idi.
Fakat o sakin yaz gününde, akşam olup karanlık basınca, öyle bir fırtına çıktı ki, ortalığı toza dumana verdi. Kimse kimseyi seçemez oldu. Hava böyle giderse, sayıca üstün olan kâfirin işine gelecekti. Bu durum da duâ etmekten başka çâre yoktu.
Sultan Murâd, bu mübârek Berât gecesinde, abdest alıp iki rek’at hacet namazı kıldı. Sonra ellerini açıp cenâb-ı Hakka şöyle yalvardı: “Ey ilâhî! Seyyidî! Mevlâyî! Bunca kerre hazretinde duâmı kabûl ettin. Beni mahrûm etmedin. Gene benim duâmı kabûl eyle! Bir yağmur verip, bu zülûmâtı ve gubârı (tozu) defedip âlemi nûrânî kıl, tâ ki kâfir leşkerini muayene görüp, yüz yüze ceng edelim! Yâ ilâhî! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahî bir nâçiz kulunum. Benim fikrimi ve esrârımı sen bilirsin. Mülk ve mal benim maksadım değildir. Bu araya kul karavaş için gelmedim. Hemen hâlis ve muhlîs senin rızânı isterim. Yâ Rab! Beni bu Müslümanlar’a kurban eyle! Tek bu mü’minleri küffâr elinde mağlûb edip helak eyleme! Yâ ilâhî! Bunca nüfûsun katline beni sebep eyleme! Bunları mensûr ve muzaffer eyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim. Tek sen kabûl eyle! Asâkir-i İslâm için teslîm-i rûha râzıyım. Tek bu mü’minlerin ölümünü bana gösterme! ilâhî! Beni katında mihman edip, mü’minler rûhuna benim rûhumu feda kıl! Evvel beni gâzî kıldın, âhır şehâdet rûzî (nasîb) kıl! Âmin!” Çok geçmeden rahmet bulutları peyda oldu. Gelip Kosova sahrası üzerine boşaldılar. Rüzgâr dindi. Toz sindi. Göğün yüzü açıldı.
Gâzî Hünkâr secdeye kapardı. Sabaha kadar cenâb-ı Hakka hamd ve senalar etti. O, böyle bir inâyet-i Rabbâniyeye ilk defa mazhar olmuyordu. Bir kerresinde de, Trakya’da bir kaleyi muhasara etmişti. Fakat, bir türlü zabtedemiyordu. Bir ara kendisini çaresiz kalmış hissedip; “Bu yıkılası kaleyi almak müşkildir. Meğer bunu Allah yıka!” diye yakındı. Sonra alıp başını gerilerde bir tenhâ yere gitti. Bir kavak ağacına sırtını verip oturdu. Az sonra adamlar gelip, kalenin hiçbir zor görmeden yıkıldığını haber verdiler! Gâzî Hünkâr, yaslandığı ağacı gösterip; “Bu ağaç, devletlü kaba ağaçtır!” dedi kim bilir, o ağaçta ne hikmet vardı? Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Bugün Kırklareli’nin Kofçaz ilçesinin merkez bucağına bağlı “Devletliağaç” köyü, adını bu hâdiseden almıştır.
Sırp kaynaklarına göre, 20 Haziran, Türk kaynaklarına göre 16 Şa’ban 791 (m. 1389) günü, Kosova sahrasında cereyan eden muharebede, Osmanlı ordusunun harb nizâmı şöyle idi: Sağ cenahta, başta Şehzâde Bâyezîd olmak üzere; Kara Timurtaş Paşa ve Gâzî Evrenos Bey komutasında Rumeli gazileri, sol cenahta Şehzâde Ya’kûb ve Anadolu Beylerbeyi Saruca Paşa komutasında Anadolu askeri yer almıştı. Merkezde ise, mutâd olduğu üzere Sultan Murâd bulunuyordu.
Çandarlızâde Ali Paşa, Pâdişâhın yanında idi. Merkez kuvvetlerinin önünde Yeniçeriler, onların önünde de topçular vardı. Sağ ve sol cenahın önüne biner okçu yerleştirilmişti. Sağ cenah okçuların komutanı Hamîdoğlu Malkoç Bey, sol cenah okçularının komutanı da Malkoç Bey’in oğlu Mustafa Bey idi. Muharebe, topçuların top atışlarıyla başladı. Yaklaşık sekiz saat devam etti. Osmanlı’nın sol kanadı sarsılmaya başladı. “Yıldırım” lakablı şehzâde Bâyezid, lakabına uygun bir tarzda imdâda yetişip, durumu düzeltti. Düşman ricata mecbûr oldu. İkindiye varmadan, ikiyüzbinlik küffâr ordusunun çoğu kılıçtan geçirildi. Mağrur başkomutan Lazar da ölüler arasındaydı. İki rek’at şükür namazı kılan, Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr, bir Sırp asilzâdesi tarafından şehîd edildi. Kaçan düşmanı ta’kip etmekte olan oğlu Şehzâde Yıldırım Bâyezîd, devlet adamlarının ittifâklarıyla hükümdâr ta’yin edildi.
Sultânın nasıl şehid edildiği hakkında haberler muhteliftir. Katilin bir Sırp asilzâdesi olduğu kesindir. Adı, muhtemelen Miloş Kopila’dır. Miloş Kopilek, Miloş Kobiloviç ve Miloş Nikola olarak da gösterilmiştir.
Sultan Yıldırım Bâyezîd’in Bursa Kâdısı’na gönderdiği fermanda, vak’a şu şekilde beyân olunmaktadır: Muharebeyi müteâkib, Miloş, Otâğ-ı hümâyûna gelir, “Ben Müslüman oldum!” diyerek, Sultân’ın huzûruna girmek ister. Kabûl edildiğinde de, yenine gizlediği hançeri çekerek Sultân’a saplar. Âşıkpaşa-zâde’nin târihinde ve Enverî’nin “Düstûrnâme”sinde, az bir fark ile, bu ifâde teyid edilir mâhiyette kayıtlar bulunmaktadır. O devirden kalan Sırp halk türkülerinde de, vak’a böyle anlatılmaktadır. Müellifi meçhûl bir Bizans kroniğinde. Miloş’un Sırp kralı Lazar, Sultân’ın hançerlenmesinden Lazar tarafından vazîfelendirildiği kaydedilmiştir. Bu doğru olabilir zîrâ Lazar, Sultân’ın hançerlenmesinden sonra esîr edilmiş ve Sultân’ın vefâtı üzerine derhâl katledilmiştir.
Oruç Bey, Sultan Murâd’ın harb sahasını at üzerinde gezerken, cesetler arasından ayağa fırlayan bir Sırplı tarafından şehîd edildiğini yazar.
Rivâyet muhtelif, fakat netice birdir. Oruç Bey, bu neticenin kaçınılmazlığını şu mısralar ile dile getirir:
Ger selâmet, ger melâmetdür kişi,
Görmeyince çâre yoktur her işi.
Kaçuban sınduğı yerde, hem bulur.
Ol gelecek nesne elbette gelür.
Kara Çelebizâde Abdülazîz de, “Mir’ât-üs-sefâ” adlı eserinde Sultan Murâd’ın akıbetini şöyle açıklar:
“Kosova’da şehâdet murâd etmişti.
Miloş Nikola şehîd etti.”
Evet, hakîkat bu! Sultan Murâd, Kosova’da muradına erişti! Bugün, Yugoslavya’da, Kosovska Mitroviça’dan Priştinaya giden yolun 400 metre kadar batısında bulunan Mileşova köyünün yakınında, yerlilerin “Muratova Tulbe” dedikleri bir türbe vardır. Sultan Murâd’ın şehîd olduğu yer burasıdır. Bizim “Meşhed-i Hüdâvendigâr” dediğimiz bu türbede onun iç organları gömülüdür. Cesedi ise, tahnit edilerek Bursa’ya getirilmiş ve Çekirge’de yaptırdığı câminin karşısına defnedilmiştir.
Osmanlı Sultânı Birinci Murâd Hüdâvendigâr Hân, zaferden zafere koşmuş, Anadolu’da ve bilhassa Avrupa kıt’asında devletin hudutlarını çok genişletmiş ve babasından bir beylik olarak aldığı ülkeyi büyük bir devlet hâlinde oğluna bırakmıştır, İslâmın cihâd emrini yerine getirmek ve Osmanlı’nın şânını yükseltmek için yaptığı ve kazandığı gazâların en büyükleri otuzyedi tanedir. Sultan Murâd Hân; dindar, âdil, merhametli, faziletli idi. Azîm ve irâde kudreti, vekar ve ciddiyeti, ahâlisine karşı şefkatli oluşu, açık ve samîmi siyâseti, içte ve dışta istikrarı ve mühim askeri, adlî, mâlî ve idâri teşkilâtıyla Osmanlı Devleti’ni sağlam temeller üzerine oturttu. Güneydoğu Avrupa kıt’asına, Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsunun naklinde tatbik ettiği şuurlu sistem ve neticesi, Sultan Murâd Hân’ın dâhiyane bir siyâsetidir. Fütuhatla alınan Rumeli topraklarına iskân edilen Türk ve İslâm nüfûsu, Avrupa kıt’asında kalıcı bir hâkimiyetin ve emniyetin başlangıcıdır.
Anadolu ve Rumeli’de pekçok hayır müesseseleri ve dînî, askeri, idâri teşkilâtları kuran Sultân Murâd Hân, târihte kazandığı zaferlerle olduğu gibi, yaptırdığı eserlerlede milletinin kalbinde taht kurmuştur. Bugün bütün Balkan ülkelerinde mevcût Müslüman ve Türk ahâli, ilk Osmanlı fütuhatı ve iskân siyâsetinin neticesidir.
Sultan Murâd Hân, ihtiyâç ve lüzumunda eserler yaptırdığı gibi, zaferlerin ardından da şükran ifâdesi olarak mescid, câmii, medrese, mektep, imâret, han ve sosyal müesseseler inşâ ettirmiştir. 1364 Sırpsındığı zaferi sonunda, şükrâne olarak; Bursa ve Bilecik’te birer câmi, Yenişehir’de bir imâret, Çekirge’de bir imâret, medrese, kaplıca ve han yaptırmıştır.
Sultan Murâd’ın hükümdârlığı, devlet adamlığı ve komutanlığı, yerli ve yabancı tarihçiler tarafından kâfi derecede işlenmiştir. Fakat onun, Alperenler, Horasan erenleri ve Ahî-gâzî devrinin son mümtaz siması olduğuna pek temas edilmemiş ve derviş cephesi pek tanıtılmamıştır. 768 (m. 1366) yılında Malkara’da Yegan Reîs adlı bir dervişe vermiş olduğu icâzetnameden, Ahîler’e şeyhlik ettiğini öğreniyoruz. Duâlarının, Hak katında müstecâb olduğuna dâir iki menkıbe yukarıda nakledilmişti. Zühd ve takvâya düşkünlüğünü ve kemâlât derecesini gösteren bir menkıbe daha vardır ki, çok duygulandırır. Neşrî’nin kaydettiğine göre; Gâzî Hünkâr, birgün imamına; “Mevlânâ! Günâhımın çokluğundan mıdır ki, namaza durunca, üç kerre tekbîr etmeyince, Kâ’be-i müşerrefeyi müşâhede edemem? diye dert yanar, ve; “Sen hemen bir tekbîr ile ne hoş müşâhede edersin” diye gıbta ettiğini belirtir!.. Hey Koca Hüdâvendigâr!.. Kalbinin saflığından, herkesi tekbîr bağlayınca, kendisi gibi Kâ’be’yi görür sanırmış!..
Bu velî, gâzî ve şehîd pâdişâh, bir zamanlar Bursa’da alem olmuştu. Osmanlının son zamanlarına kadar Bursa, “Hüdâvendigâr vilâyeti”nin merkezi idi. Şimdi Bursa’da Hüdâvendigâr semti var.
1) Tâc-üt-tevârih, muhtelif sahifeler
2) Neşrî, muhtelif sahifeler
3) Âşıkpaşa-zâde muhtelif sahifeler
4) Bezm-ü rezm, İstanbul 1928, sh. 383
5) Ed-Devlet-ül-Osmâniyye. (Zeyni Dahlan), İstanbul 1986, sh. 118
6) Münşeât-i Selâtîn (Feridun Bey), İstanbul 1283, cild-1 sh. 111
Osman Gazi 1324 yılında. Bursa’yı alamadan ölmüştü. Ölmeden önce de, çok uzaklardan görülen Gümüşlü Kubbe’ye gömülmesini vasiyet etmişti. Gümüşlü Kubbe, bugün Tophane’de bulunan, Osman ve Orhan Gazi’nin gömülü olduğu yerdeki Saint Elie Manastır idi. Uzaktan parıldayan kubbeleri nedeniyle bu adıyla anılmıştır. Bu manastır, 1855 depremi ile öyle yıkıldı ki, onu tekrar eski haline getirmek asla mümkün olamadı. 1863 yılında Sultan Abdulaziz tarafından yeniden yapılmaya başlanınca, manastır iki yapıya ayrıldı. Osman ve Orhan Gazi türbeleri dışındaki yapılar yıkıldı. Ancak Orhan Gazi türbesinin zemin mozaikleri, halen o eski Bizans Manastırına aittir. Orhan Gazi Türbesi Osman Gazi’nin Türbesi’nin hemen yanında yer alır. Dört köşeli, dört mermer sütun üzerine kumlu olup, türbenin zemininde Bizans Manastırı’nın kalıntısı olan mozaik parçaları bulunur. Orhan Gazi Türbesi’nin aslinda Osman Gazi Türbesi ile yan yana olduğu, Sultan AbduLaziz zamaninda ikiye bölünerek bugünkü halini aldığı bilinmektedir. Türbenin ortasinda yer atan Orhan Gazi’nin ahşap işlemeli muhteşem kabri, yeşil örtülü ve pırinç parmaklıdır. Türbede; Cem Sultan’ın oğlu Abdullah (1481), kapı tarafında II. Bayezid’in oğlu Korkut (1513), yanında hanımı Nilüter Hatun, oğlu Kasım Çelebi. Yıldırım Sultan’ın oğlu Musa Çelebi, kızı Fatma olmak üzere toplam 21 kabir yer almaktadır
Sultan Osman Gâzi’nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gâzi’nin vefât ettiği 1281 senesinde Söğüt’de doğdu. Annesinin, Osman Gâzi’nin iki hanımından Mâl Hatun veya Bâlâ Hâtun’dan hangisi olduğu hakkında değişik rivayetler vardır. Ancak ilk Osmanlı kaynaklarının çoğu annesini Mâl Hâtûn olarak gösterirler. Orhan Gâzi küçük yaştan îtibâren tam bir disiplin ve intizam ile istikbâlin beyi olarak yetiştirilmeye gayret edildi. Dedesi Şeyh Edebâli’den ve Dursun Fakih gibi âlimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Babasının arkadaşları yanında silâh tâlimleri ile yetişti. Gâzilerin gazâlarını, meşhur İslâm mücâhidlerinin, evliyâ ve âlimlerin menkıbelerini dinledi. Devrinin silâhlarını maharetle kullanmasını öğrendi. Küçük yaştan îtibâren devletin teşkilâtlanması ve müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhib oldu.
Orhan Gâzi, gençliğinden îtibâren Bizans tekfurlarıyla olan gazâlara katıldı. Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetlerle, babasının ve gâzilerin takdîrini kazandı. 1298’de Bizans tekfurlarının tertiplediği, Osman Gâzi’nin de davet edildiği sû-i kasd plânlı düğüne katıldı. Tedbirli hareket eden Osman Bey, Yarhisar ve Bilecik’i fethederken gelin olarak Bilecik Beyi’nin oğluna verilecek olan Yarhisar Beyi’nin kızı Holofira’yı da esir aldı. Holofira, İslâmiyet’i kabul edip, müslüman oldu ve Nilüfer ismini aldı. Orhan Gâzi, Nilüfer Hâtun’la evlendirildi.
Osman Gâzi, 1299 senesinde istiklâlini îlân ederek, devleti idâri bölgelere ayırdı. Oğlu Orhan Gâzi’yi 1301’de Sultanönü (Karacahisar) bölgesinin beyliğine tâyin etti. Orhan Gâzi, 1302’de Yenişehir ile İznik arasındaki Köprühisar’ın fethinde görevlendirildi. Köprühisar fethinin ertesi senesinde Germiyanlı ülkesinde oturan Candarlı aşiretinin, Osmanlı hududuna tecâvüzlerine mâni oldu. 1315’de Çavdar Bey’i esir alınıp, Çavdarlı beyliğindeki suçlular cezalandırıldı. 1317’de Karatekin, Ebesuyu, Karacebiş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Kestaneci kalelerinin fethine katıldı. Osman Gâzi 1320 senesinden îtibâren yaşının ilerlemesi ve nikris (romatizma) hastalığının şiddetlenmesi üzerine oğlunun idaresini görmek istedi ve Orhan Gâzi’yi ordu komutanı tâyin etti. Orhan Gâzi, 1321’de Mudanya ve Gemlik üzerine düzenlenen seferde, Mudanya’yı feth ederek Bursa’nın denizle irtibatını kesti. 1325’de Bursa’nın güneyindeki Atranos’u fethedince, 1326 senesinde Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek karargâh kurdu. 1315’den beri yakınına yapılan kalelerle adetâ abluka altında olan Bursa kalesini kurtarmaktan ve yardım gelmesinden ümîdini kesen kale kumandanı, Gâzi Mihal Bey vasıtasıyla bâzı şartlar ileri sürerek Bursa’yı teslim etti. Orhan Gâzi 6 Nisan 1326 târihinde Bursa’ya girdi. Kale komutanı Evrenos, İslâmiyet’i kabul ederek Osmanlı hizmetine girdi. Osman Gâzi, Bursa’nın fethini işitince, memnun olup, Orhan Bey’i Osmanlı hânedânına vâris tâyin etti. Diğer evlâdlarının ve kumandanlarının Orhan Bey’e bîat edip, ona karşı itaatli olmalarını bildirdi. Osman Bey’in Bursa’nın fethinden önce, fetih sırasında veya fetinden sonra öldüğüne dâir kaynaklarda muhtelif rivayetler mevcuttur. Ancak bu kaynakların çoğuna göre Osman Gâzi Bursa’nın fethinden hemen sonra vefât etmiş ve Gümüşlü Künbed’e defnedilmiştir. Osmanlı Devleti’nin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzİ, Alâeddîn Paşa’yı vezir tâyin etti. Osmanlı Devleti’nin merkezi, Yenişehir’den Bursa’ya nakledildi. Askerî ve idâri faaliyetlere ağırlık verildi. Yeni tâyinler yapılıp, Akça Koca’ya, Kandıra; Kara Mürsel’e, İzmit körfezinin güneyi; Abdurrahmân Gâzi’ye ise, yeni fethedilen Aydos ve Samandra’nın idaresi verildi. Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde yeni fetihlerle de vazifeliydiler.
Osmanlıların boğaz sahillerine kadar genişlemesi, Bizans’ı telaşlandırdı. Osmanlı kuvvetlerinin, Sakarya ırmağı sahillerinde Karadeniz’e doğru ilerlemesini durdurmak ve uzun süreden beri devam eden İznik kuşatmasını kaldırmak için, Bizans imparatoru üçüncü Andronikos ordu hazırlayıp 1329’da İstanbul’un Anadolu yakasına geçerek Floken’de karargâh kurdu. Orhan Gâzi, İznik kuşatmasına bir mikdâr asker bırakarak, sekiz bin kişilik kuvvetle Bizans imparatoruna karşı harekete geçti. Maltepe (Pelekanon) mevkiinde düşmanla karşılaştı. 1329 Mayıs’ında meydana gelen Osmanlı-Bizans muhârebesi, sabahtan akşama kadar sürdü. Bizans kayseri bir günlük muhârebenin sonunda büyük ümidlerle Rumeli’den Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar karşısında dayanamıyacağını anlayınca, gece karanlığından istifâde ederek muhârebe meydanından, karargâhına doğru çekilmeye başladı. Orhan Gâzi, fırsatı kaçırmadı. Gece muhârebe şartlarını iyi bilen Osmanlı ordusu, Orhan Gâzi’nin emriyle düşmanı takibe geçti. Bizans ordusu, gâzilerin taarruzu karşısında paniğe kapılarak, birbirine girdi. Bizans kayseri yaralı olarak kaçıp canını kurtarabildiyse de, ordusu perişan oldu.
Orhan Gâzi, Pelekanon zaferini kazanınca, yıllardan beri devam eden İznik muhasarasını şiddetlendirdi. İznik kalesinin kumandanı, Pelekanon muhârebesinin neticesini öğrenince, yardım alamayacağını bildiğinden, Osmanlıların adaletine sığınarak teslim oldu. Kaleyi teslim alan Orhan Gâzi, ahâliden arzu edenlerin, eşyalarıyla birlikte gitmesine müsâade etti. Ayrıca İznik halkının, tebea olarak kalıp, yalnız cizye vermek şartıyla âdet ve an’anelerini muhafaza edebileceklerini îlân etti. Halkın büyük çoğunluğu Osmanlı idaresini tercih etti. Muhârebe ve kuşatmada beyleri ölen kadınlar, Orhan Gâziye müracaat edip, sahipsiz kaldıklarını, müslüman olup, Osmanlılardan istiyenlerle evlenebileceklerini söylediler. Orhan Gâzi, İznik’in yerli kadınlarının arzularını îlân edip isteyenlerin bunlarla evlenebileceklerini ve bunlarla evlenenlerin İznik muhafazasında vazifelendirileceğini açıkladı.
İznik feth olunduktan sonra, devletin geçici merkezi hâline getirildi. Şehir îmâr edilip, İslâmî eserlerle süslendi. Orhan Gâzi, İznik’in en büyük kilisesini câmiye çevirip, burada Cuma namazını kıldı. Manastırını da medreseye çevirtti. Şehirde ayrıca zevcesi Nilüfer Hâtûn tarafından bir imâret, oğlu Süleymân Paşa tarafından da bir medrese inşâ edildi. Böylece İznik kısa zamanda bir Türk şehri hâlini aldı. İznik’in fethinden sonra, Orhan Gâzi, İzmit kuşatmasını şiddetlendirdi. Bizans kayseri deniz yoluyla İzmit’in yardımına geldi. Bunun üzerine Orhan Gâzi, Osmanlı Devleti’nin ilk sulh andlaşmasını Bizans kayseri üçüncü Ahdronikos ile yaptı ve İzmit kuşatmasını kaldırdı. Anadolu’da fetihlere devam eden Orhan Gâzi, 1331’de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını Osmanlı topraklarına kattı. 1333’de Gemlik, 1336’da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubat kasabaları fethedildi. 1337’de ise şiddetli bir şekilde tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak zorunda kaldı. İzmit’in fethi ile Kocaeli yarımadasının tamâmı Osmanlıların eline geçti. Daha sonra Hereke, Yalova ve Armutlu’nun da fethedilmesiyle Osmanlı Devleti’nin hududu boğaz sahiline dayandı. Bizans’ın Anadolu ile irtibatı sâdece Şile ve Boğaziçi’nde kalmıştı. Orhan Gâzi’nin Bizans’ı iyice sıkıştırması, kayser üçüncü Andronikos’u andlaşmaya mecbur etti. 1341’de imzalanan Osmanlı-Bizans andlaşmasına göre, Anadolu’daki Şile ve Üsküdar, Orhan Gâzi’nin akınlarından emin olmak şartı ile Bizans’a, diğer yerler Osmanlı Devleti’ne kaldı.
Diğer taraftan Karesi Beyinin ölümü üzerine, babasının yerine geçen Demirhan’a muhalefet eden kardeşi Dursun Bey, ölüm korkusu yüzünden Orhan Gâziye sığındı. Dursun Bey, biraderinin yerine hükümdar olmak için Orhan Gâzi’den yardım istedi. Şayet yardım edilirse Balıkesir ile beraber diğer bâzı şehirleri Osmanlılara vermeyi vâd etti. Bunun üzerine Orhan Gâzi, Karesi üzerine sefere çıktı. Demirhan Bey, Orhan Gâzi’nin üzerine geldiğini duyunca, Balıkesir’den Bergama’ya kaçtı. Bergama’nın muhasarası sırasında Dursun Bey kaleden atılan okla öldü. Teslim olmaya mecbur kalan Demirhan Bey Bursa’ya getirildi. Balıkesir, Manyas, Edincik, Kapıdağı ve havalisi Osmanlı topraklarına katıldı. Bu sırada Bizans’ta saltanat mücâdelesi kızışmıştı. Taht için mücâdele edenler Orhan Gâzi’nin desteğini sağlamak istedi. Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye vererek, yardımını sağladı. Orhan Gazı, beş bin Osmanlı askerini Trakya’ya geçirip, Kantakuzen’e yardımcı gönderdi. Trakya’ya geçen Osmanlı askeri, bölgede keşif yaparak çevreyi tanıdı. Orhan Gâzi’nin desteği ile Bizans tahtına sâhib olan altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de damadını Üsküdar’a davet ederek görüştü. Orhan Gâzi Üsküdar’da üç gün misafir kaldı. Kantakuzen, Bizans tahtındaki yerini sağlamlaştırınca, Osmanlı Devleti’ne ihanet edip, dâmâdı Orhan Gâzi’ye karşı papayla gizli münâsebet içine girdi. Akdeniz, Ege, İstanbul ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri Bizans kayseri destekleyince, Orhan Gâzi de Cenevizlilere yardım etti. Orhan Gâzi Bizans imparatorunun papa ile gizli anlaşmasını haber alınca, 1352’de Üsküdar, Kadıköy ve adalarını fethettirdi. Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar, batıdan harekete geçince, Osmanlılara karşı papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâzi’den yardım istedi. Orhan Gâzi, Kayser’den Gelibolu yarımadasındaki kalelerden birinin sözünü alınca, oğlu vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik Osmanlı kuvvetini yardıma gönderdi. Kantakuzen, Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler yaptı. Orhan Gâzi’nin oğlu Süleymân Şâh, Anadolu’ya dönerken, Bizans kayserinin Gelibolu yarımadasında Osmanlılara verdiği Çimbe kalesine asker bıraktı. Osmanlıların 1353’de Çimbe kalesine yerleşmeleriyle, Rumeli’deki fetihler için üsse sâhib olmaları, bölgenin kontrolünü sağladı.
Orhan Gazi’nin Vasiyetnamesi
“Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki hazret-i Süleymân’a kalmamıştır. Unutma ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimizin aleyhisselâm şefaatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyâya âhiret ölçüsüyle bakarsan; ebedî saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin. Oğul! Rumeli fethini tamamla! Konstantiniyye’yi (İstanbul’u) ya fethet, yahut fethe hazırla! Civardaki Türk beyleriyle mes’ele çıkarmamaya çalış. Ahâli her ne kadar bizi istese de, başlarında bulunan beyler, beyliklerinden geçme tarafdârı gözükmez. Daha bir zaman idare edecekler, lâkin sonunda olmuş meyva gibi avucuna düşeceklerdir. Anadolu’da gaile çıkmazsa, Rumeli işini rahat halledersin. Bu yüzden, Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et. Cennet mekân babam Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibaret bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz, Allah’ın izniyle beyliği hanlığa, sultanlığa ikmâl ettik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlıya iki kıt’a üstünde hükmetmek yetmez. Zîrâ İ’lâ-yı kelimetullah azmi, iki kıt’aya sığmıyacak kadar yüce bir azimdir. Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi, Roma’nın vârisi de biziz!
Oğul! Kur’ân-ı kerîmin hükmünden ayrılma! Adaletle hükmet! Gâzileri gözet! Dîne hizmet edenlere hizmeti şeref say! Fakirleri doyur! Zâlimleri cezalandırmakta tereddüt gösterme! Adaletin en kötüsü geç tecellî edenidir. Sonunda hüküm isabetli bile olsa, geciken adalet zulümdür! Oğul, biz yolun sonuna geldik. Sen daha başındasın. Cenâb-ı Mevlâ saltanatını mübarek kılsın.”
Türkiye Selçukluları zamanında önemli vilâyetlerden olan Ankara, daha sonra İlhanlılar devrinde Anadolu umûmi vâliliğinin batı bölgelerinden idi. Sivas’ı kendisine merkez yapmış olan Alâüddîn Eratna zamanında, Ankara, Eratna beyliğinin toprakları içinde idi. Alâüddîn Eratna’nın 1352’de ölümü üzerine, yerine geçen oğulları zamanındaki karışıklıktan istifâde eden Orhan Gâzi, 1354’de oğlu Süleymân Paşa kumandasında sevketmiş olduğu kuvvetlerle şehri zabtettirdi.
Süleymân Paşa aynı sene Biga’da topladığı bir orduyu Güney Marmara kıyısındaki Kemer Limanından gemilerle karşıya naklederek Bolayır’ı ele geçirdi. Gelibolu Yarımadası’nın en dar geçit yerini bu askerlerle tutarak bir taraftan Gelibolu’ya diğer taraftan da Trakya’ya karşı iki uc kuran Süleymân Paşa, muntazam gazâ akınlarına başladı.
Bir zelzele neticesinde Gelibolu kale duvarlarının ve bu havalideki diğer kalelerin yıkılması üzerine (2 Mart 1354) Osmanlılar bu şehir ve kasabaları ele geçirdiler ve Gelibolu yarımadasının fethini tamamladılar. SüleymânPaşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Tekirdağ’a kadar bütün Marmara kıyılarına hâkim olmaları, Bizans kayserini telaşlandırdı. Osmanlıları bölgeden çıkarma faaliyeti içine giren Kantakuzen Orhan Gâzi’ye haber gönderip on bin altın mukabilinde Çimpe’yi satın alacağını ve Türk kuvvetlerinin Gelibolu’yu terketmelerini ve İzmit’te kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. Orhan Gâzi, imparatorun kendisine verdiği Çimpe’yi para mukabilinde terk edebileceğini kabûl ettiyse de Gelibolu’yu kendisi almış olduğundan dolayı orasını veremiyeceğini ve hastalığı sebebiyle de görüşmiyeceği cevâbını yolladı. Bunun üzerine Kantakuzen, Balkan ve hıristiyan devletlerle ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı. 1355’de Kantakuzen’in tahttan indirilmesi üzerine tahta geçen Yuannis, Osmanlıların Avrupa kıt’asındaki hâkimiyetine karşı koyulamıyacağını bildiğinden, Orhan Gâzi ile iyi geçinmeye çalıştı. Orhan Gâzi’nin Cenevizliler tarafından kaçırıılan oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, kızı ile evlendirmeyi kararlaştırdı. Yuannis, papalık ile de münâsebetlerde bulunarak, Bizans’ı Ortodoks mezhebinden katolikliğe geçirmeyi başarırsa, latin devletlerinden yardım alabileceğini zannetti. Bizans’ın Osmanlı aleyhindeki faaliyetlerine karşılık, Orhan Gâzi de fetih harekâtını arttırdı. Süleymân Paşa, 1356’da Doğu Trakya’ya geçerek, Malkara, Keşan ve Çorlu’yu aldı. Bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini kuvvetlendirmek için, Anadolu’dan Türk-İslâm nüfûsu getirilerek, iskân siyâseti tatbik edildi. Rumeli fütûhatında, Osmanlıların yerli ahâliye iyi muamele edip, din, mezheb ve dil hoşgörüsü ile, can, mal ve ırz emniyeti sağlaması, bölgeye sulh, sükûn, huzur ve refah getirdi.
Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murâd Bey ile beraber devam eden Süleymân Paşa, 1359 senesinde bir avı takibi sırasında düşerek kırk üç yaşında vefât etmesi üzerine, Rumeli fethine Gâzi Murâd Bey tâyin edildi. Oğlunun vefâtına ziyadesiyle üzülen Orhan Gâzi rahatsızlandı. 1360’da rahatsızlığı artarak vefât etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi.
Şahsiyeti nesillere örnek mâhiyette olan Orhan Gâzi, halîm selîm olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebeasını kendisinden fazla korurdu. Muhârebelerde zâyiât durumuna dikkat ederdi. Zayiata sebeb olacak mevkilerin fethini kuşatmayla kolaylaştırıp, teslimini beklerdi. Çok âdildi. Dîni bütün bir müslüman olup, ülkede İslâm hukukunu tereddütsüz tatbik ettirirdi. Orhan Gâzi’nin İslâm ahlâkına hayran olup, adaletine gıbta eden hıristiyanlar, kendi soyundan ve dîninden hânedânların yerine, Osmanlı idaresini tercih ederlerdi. İyi bir teşkîlâtçı, cesur bir kumandan olduğu gibi, mükemmel bir idareciydi. İlme, âlimlere ve gönül sultânı manevî şahsiyetlere hürmetkardı. Âlimlerin sohbetinde bulunup, onlarla istişare ederdi. İmâr ve iskân siyâsetine önem verip, devrinde fethedilen beldelere Türk-İslâm nüfûsu yerleştirirdi. Osmanlı ülkesinin nüfuzunu arttırıp, devleti müesseseleştirdi.
Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gâzi’nin vefâtı sırasında Osmanlı Devleti şu şehir ve kalelere hâkim bulunuyordu: Bilecik, Bursa, Balıkesir, Bolu ve civarı, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Çanakkale, İstanbul’un bir kaç kalesi hâriç Anadolu yakası, Ankara, Ayas, Beypazarı, Nallıhan, Kızılcahamam, Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık, Marmara adaları, Trakya’da Tekirdağ, Lüleburgaz, İpsala, Keşan.
Orhan Gâzi, sultan olunca, devlet teşekküllerini kuvvetlendirdi ve yenilerini kurdu. Saltanatının üçüncü yılında hükümdarlık alâmetinden olarak ilk defa Osmanlı akçesini Bursa’da gümüşten kestirdi. Akçenin bir tarafında Kelime-i şehâdet ile Hulefâ-i Râşidîn’in (radıyallahü anhüm) isimleri yâni; “Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali” yazılı idi. Diğer tarafında; Orhan bin Osman, basıldığı yer olan Bursa, basıldığı târihi olan H. 727 târihi ve Osmanlıların mensub olduğu Kayıboyu’nun damgası vardı. Hulefâ-i Râşidîn’in isimlerinin söylenmesi ve yazılması Ehl-i sünnetin yâni Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâbının (radıyallahü anhüm) yolunda gidenlerin şiarı idi. Osmanlıların ilk bastıkları paralara Kelime-i tevhîdle beraber, bu mübarek isimleri yazmaları, onların tâ başlangıçta Selef-i sâlihînin yolu olan Ehl-i sünnet yoluna ne derece bağlı olduklarını açık seçik göstermektedir.
Osmanlı Devleti’nde ilk fütûhatı yapanlar aşiret kuvvetleri olup, hepsi atlı idi. Bu kuvvetler uzun süre muhasara hizmetlerinde bulunamadıkları için muvaffakiyetler gecikiyordu. Orhan Gâzi, bu yüzden Bursa’nın fethinden sonra, askerî teşkilâtta yenilikler yaptt. Türk gençlerinden daimî ve esaslı yaya denilen piyade sınıfına orduda yer verildi. Askerî birliklerden onluk sistem tatbik edildi. Piyade askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı. On kişiye onbaşı ve yüz kişiye yüzbaşı zabitler tâyin edildi. Bin mevcutlu kuvvetlerin başındakilere de binbaşı rütbesinde subaylar tâyin edildi. Müsellem denilen süvari kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabul edildi. İlk plânda biner kişilik birlikler hâlinde kurulan yaya ve müsellem askerlerinin sayıları zamanla arttırıldı. Günlük birer akçe olan ücretleri, iki akçeye çıkartıldı. Ayrıca muhârebe dışında işleyebilecekleri araziler de verildi. Tımar sisteminin tatbîkiyle askerî hizmete tâyin edilenlerin mikdârı, tertîb edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere, gitmeyenlerin yardımcı olmaları kânun hâline getirildi. Sefere gitmeyenlere Yamak denildi. Yamaklara yardım karşılığı ücret verilirdi.
Osmanlı devlet teşkîlâtı ilk defa Orhan Gâzi zamanında teşkil olundu. İlk devlet teşkilâtında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilâtları örnek alınarak bir hükümet mekanizması kuruldu. Bunun esâsı Beylik merkezindeki dîvândı. Bu dîvâna devlet reisi olan pâdişâh başkanlık ettiği gibi icâbında pâdişâh adına vezir de başkanlık yapabilirdi. Osmanlı Devleti’nin ilk veziri, Orhan Gâzi’nin tayin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâaddîn Paşa idi. Vezirler Paşa ünvânını taşırlardı. Devletin askerî ve idarî bütün işlerinde pâdişâha yardımcı olurlardı. Şehir ve kazalar, kâdı ve subaşıların idâresindeydi. Kâdı, idarî ve adlî; subaşı da, âsâyiş ile askerî işlere bakarlardı. Orhan Gâzi devrinde en yüksek kâdılık makamı Bursa kâdılığı olup, tâyinlere de bakardı.
Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal te’sislerle süslendi. İznik fethedilince, Manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’te yaptırmış olduğu imâretin açılışında kendi eliyle fakirlere ve gâzilere aş dağıttı. Ahâlisinden; müslim ve gayr-i müslim hiç kim senin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti. Bursa’da, câmi, imâret, tabhâne, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı. Hanımı Nilüfer Hâtûn da; İznik’te bir imâret, Nilüfer çayı üzerinde köprü ve çeşme gibi pek çok hayrat inşâ ettirdi. İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesi’nin müderrisliğine zahirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim Dâvûd-i Kayseri tâyin edildi. Dâvûd-i Kayseri, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem adlı eserini, Matla-ı husûs-ü-kilem fî şerh-i Füsûs-ül-hikem adıyla şerh edip, talebelerine okuttu. Bu eser, güzel İslâm ahlakının Osmanlı topraklarında yayılmasında rol oynadı. Orhan Gâzi, gâzilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslâm beldesi olmasında, fetih öncesi hazırlıkların yapılmasında, cihâd esnasında askerin şevke getirilmesinde büyük emekleri geçen âlimler ve dervişlere de hürmet edip, onların barınmaları ve hizmetlerini kolayca îfâ edebilmeleri için, tekke ve zaviyeler yaptırdı. Bu dervişlerden Geyikli Baba ve Derviş Murâd meşhurdur.
Orhan Gâzi öldüğü zaman; Murâd, İbrâhim ve Halîl ismindeki üç oğlu hayatta idi. Süleymân Paşa ve Kasım isimlerindeki oğulları kendisinden önce vefât etmişlerdi. Süleymân Paşa ile Murâd Bey, Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hâtun’dan; Halîl Bey ve Kâsım Bey, Bizans kayseri Kantakuzen’in kızı Teodora’dan; İbrâhim Bey ile Fatma Sultan, Rum prensesi olan Aspurça’dan doğmuştur.
Kaynaklar;
1) Osmanlı Târihi (İ.H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 117
Osman Gazi 1324 yılında. Bursa’yı alamadan ölmüştü. Ölmeden önce de, çok uzaklardan görülen Gümüşlü Kubbe’ye gömülmesini vasiyet etmişti. Gümüşlü Kubbe, bugün Tophane’de bulunan, Osman ve Orhan Gazi’nin gömülü olduğu yerdeki Saint Elie Manastır idi. Uzaktan parıldayan kubbeleri nedeniyle bu adıyla anılmıştır. Bu manastır, 1855 depremi ile öyle yıkıldı ki, onu tekrar eski haline getirmek asla mümkün olamadı. 1863 yılında Sultan Abdulaziz tarafından yeniden yapılmaya başlanınca, manastır iki yapıya ayrıldı. Osman ve Orhan Gazi türbeleri dışındaki yapılar yıkıldı. Ancak Orhan Gazi türbesinin zemin mozaikleri, halen o eski Bizans Manastırına aittir. Osman Gazi türbesinin ortasında; sedef kakmalı süslerle bezenmiş muhteşem kabir, parmaklıklarla çevrili sanduka, sırma işlemeli yazılı örtü ile lahit. Osmanlı’nın ilk Sultanı Osman Gazi Han’a aittir. Giriş kapısına en yakın olan kabir, büyük oğlu Alaüddin Bey’e (1331) aittir.Murad Hüdavendigar’ın oğlu Savcı Bey (1385) kardeşi İbrahim ve Orhan gazi’nin hanımı Asporça Hatun’un kabirlerinin de yer aldığı türbe için de ayrıca 17 kabir daha bulunmaktadır. Türbe içerisinde varolduğu bilinen davul ve diğer eşyalar ise günümüze ulaşamamıştır.
Osmanlı pâdişâhlarının birincisi. Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundan Ertuğrul Gâzi’nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’te doğdu. İslâm terbiyesi ile yetiştirildi. İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, devrin örf ve âdetince mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. Babasının silâh arkadaşları ve kumandanlarından kılıç kullanmayı, kargı savurmayı, ata binmeyi öğrendi. Onların gazâlarını dinleyip, yaptıklarından ibret alarak, gençliğinden îtibâren gazâlara katılıp, zaferler kazanarak, kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi.
Bizans’ın hakimiyetindeki batı Anadolu cihâd diyarı olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle pek çok kumandan, mücâhid derviş ve herbiri gönül sultânı şeyh ve âlim bulunuyordu. Osman Gâzi, Anadolu’nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebâlî’nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebâlî hazretlerinin dergâhında misafir olduğu bir gün acâib bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebâlî’nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir ağacın bitip, âlemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebâlî ona; “Müjde ey Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himayesinde olacak, kızım Mâl Hâtûn da sana eş olacak” deyip rüyasını” tâbir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebâlî’nin kızı Mâl Hâtûn ile evlendi. Bu izdivaçtan Orhan Gâzi doğdu. Orhan Gâzi’nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gâzi de vefât etti (1281). Bâzı kaynaklarda Edebâlî’nin kızının adı Bâlâ Hâtûn olarak geçmekte ve Mâl Hâtun’un Ömer Bey’in kızı olduğu yazılmaktadır. Ertuğrul Gâzi, cesareti, zekâsı, cömertliği, İslâm dînine sadâkati ve güzel ahlâkı ile, kardeşleri arasında en üstünü olan Osman Gâzi’yi kendisinden sonra kayıboyu beyliğine aday göstermişti. Osman Gâzi, babasının vefâtından sonra, bey seçilip, idareyi ele aldı.
Osman Gâzi, bey olduğu zaman Türkiye Selçuklu Devleti’nin Bizans hududundaki Kayılar, Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arazisine hâkim idiler. Osman Bey Kayıların başına geçince, hudut komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik tekfuru ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyaları Bilecik tekfuruna emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler vermek geleneği vardı. Emânetin teslîmi ve alınması, silâhsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşiretin yaylağa çıkış ve dönüşlerinde, İnegöl tekfuru yollarını keserek onlara zarar veriyor, bu yüzden de sık sık çarpışmalar oluyordu. Osman Bey’in nüfuzunun hızla arttığını gören İnegöl tekfuru Nikola, komşularından tedbir alınmasını istedi. İnegöl tekfurunun Bizanslılara ittifak teklifi, Bilecik tekfuru tarafından Osman Gâzi’ye haber verildi. Tekfur Nikola’nın, Ermenibeli’nde (Pazarköy) kuvvet topladığı tesbit edilince, Osman Gâzi, Kayı aşireti ileri gelenleri, kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahmân Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp, Turgut Alp ile istişare etti. Bu istişarenin sonunda İnegöl’ün fethine karar verildi. 1284’de Pazarköy’de meydana gelen muhârebede, Osman Gâzi’nin yeğeni Bay Hoca şehîd düştü. Osmanlı târihinin ilk muhârebesi olarak kabul edilen Pazarköy çarpışmasında Osman Bey pek muvaffak olamadı. Bir süre sonra Kolca kalesi feth edildi. Bunu hazmedemiyen İnegöl tekfuru ile Karacahisar tekfuru birleşti. 1288 yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce)’de yapılan muhârebede, tekfurlar mağlûb oldu. Bu muhârebede Osman Gâzi’nin kardeşi Sarı Yatu (Sarı Batu) şehîd oldu.
Osman Gazi’nin Vasiyetnamesi
Âkıbet-i kâr budur herkese, bâd-ı fena pir ve civana ese Azmi-bekâ eylersem ben bu dem, devlet-i ikbal ile ol muhterem! Çünkü, senin gibi halef koymuşum, rihlet edersem bu cihândan ne gam, Lîk vasiyyet ederim gûş kıl! Gayri gam-ı denî ferâmûş kıl. Dilerim ey sâhib-i ikbâl-câh! İtmeyesin cânib-i zulme nigâh! Adl ile bu âlemi âbâd kıl! Resm-i cihâd ile beni şâd kıl! Râh-ı cihâd içre edip fütûhat, memleket-i Rûm’da kıl adl-ü dâd! Eyle riâyet ulemâya temâm. Tâ ki bula, emr-i şerî’at nizâm! Her nerede işidesin ehl-i ilm, göster ona rağbet-ü ikbâl ü hilm! Asker ve mal ile gurur eyleme! Şer’i şerif ehlini dûr eyleme! Şer’dir mâyeşi şâhi ve bes! Şera muhalif işe etme heves! Matlabımız dîn-i Hudâdır bizim! Mesleğimiz râh-ı Hudâdır bizim. Yoksa kuru mihnet ve gavga değil, şâh-ı cihân olmaya dâva değil! Nusret-i din oldu çû maksad bana, maksadıma kasd yaraşır sana. Âleme in’âmını âm ide gör. Memleket emrini temâm ide gör! Hıfz-ı re’âyâ çalış rûzü şeb! Tâ ki karîn ola sana lutf-i Rab!
Vasiyetnamenin özü şöyledir:
“Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini şerî’at ulemâsından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itaat edenleri hoş tutasın! Askerine in’âmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adaletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya ri’âyet eyle ki, şerî’at işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, şerî’at ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru gavga ve cihângirlik dâvası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!”
Osman Gâzi’nin Ekizce muvaffakiyeti, Türkiye Selçuklu sultânı ikinci Gıyâseddîn Mes’ûd Şâh tarafından mükâfatlandırıldı. Bir fermanla, beylik alâmetleri olarak; tabl, alem, tuğ göndererek, İnönü ve Eskişehir’i de Osman Gâzi’ye verdi. Mîrî vergiden muaf tutuldu. Selçuklu Sultânı’nın hediyeleri alınıp fermanı okunduktan sonra, Osman Gâzi akınlarına daha da hız verdi. İznik’e akın tertiplendi ise de, kale alınamadı. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular. Bunlara karşı sefer düzenleyen Osman Gâzi, Karacahisar’ı aldıktan sonra, Kuzey Sakarya vadisine yöneldi. Mudurnu taraflarında aşiret reisi olan Samsa Çavuş’un yardımı ile Taraklı ve Göynük civarını ele geçirdi.
Teşkilâtlanmaya ağırlık veren Osman Gâzi’nin ileriye dönük faaliyetleri, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı. Bizans-Rum tekfurları, Osman Gâzi’yi muhârebe meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, hîle ile öldürmek istediler. Bilecik tekfuru da Osman Gâziye karşı ittifak içine girdi. Yarhisar tekfurunun kızıyla evlenecek olan Bilecik tekfurunun düğününe Osman Gâzi’yi davet edip, öldürmeyi plânladılar. Bu sû-i kasd tertîbi, Osman Gâzi’ye dostu Harmankaya beyi Köse Mihal tarafından haber verildi. Osman Gâzi, bu durum karşısında bâzı tedbirler aldı. Düğün hediyesi olarak Bilecik tekfuruna bir sürü kuzu gönderdi. Düğün sonrası yaylağa çıkacağını bildirerek eskiden olduğu gibi değerli eşyalarının kadınlar vasıtasıyla kaleye alınmasını ve düğünün açık bir yerde yapılmasını istedi. Bilecik tekfuru, Osman Gâzi’nin bu tekliflerini kabul ederek, düğün yeri olarak Çakırpınar kabul edildi. Osman Gâzi, aşîretin eşyası yerine, atlara silâh yükletip, kırk kadar Gâziyi kadın kılığında Bilecik’e gönderdi. Kadın kılığında kaleye giren yiğitler, sâdece nöbetçilerin kaldığı kaleyi kolayca ele geçirdiler. Bu durumu öğrenen tekfurlar ile meydana gelen çarpışmada, Osman Gâzi düğüne katılanların çoğunu öldürdü ve bir kısmını esir aldı. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı. Ertesi gün Yarhisar kalesini kuşatıp, ele geçirdi. Osman Gâzi’nin kumandanlarından Turgut Alp ve Gâziler de İnegöl’ü feth ettiler.
Osman Gâzi, Bizans hududunda fetihlerde bulunurken, İlhanlılar da Anadolu’yu istilâ ettiler. İlhanlı hükümdarı Gâzân Han, Türkiye Selçuklu sultânı Alâeddîn Şâh’ı İran’a götürdü. Bütün Türkiye Selçuklu Devleti’nin toprakları, İlhanlıların eline geçti. Moğol zulmünden hicret eden bir çok Türkiye Selçuklu emîri ve maiyyeti, Osman Gâzi’nin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Osman Gâzi 1281 yılından beri arazisini devamlı genişletip, gazâ niyetiyle hizmetine katılanlarla devamlı güçleniyordu.
Türkiye Selçuklu Sultanlığı’nın fetret devrindeki iktidar boşluğundan faydalanarak, Türk beyleri istiklâllerini îlân ediyordu. Nitekim Osman Gâzi de 1299’da istiklâlini îlân ederek devlet teşkilâtının müesseselerini kurmaya başladı. Her kaleye subaşı, dizdar ve kâdı tâyin etti. Köyler tımar olarak sipahilere dağıtıldı. Osman Gâzi adına Karacahisar’dâ Cuma hutbesi, Eskişehir’de de bayram hutbesi okundu. Hocası ve kayınpederi Edebâlî’nin talebelerinden Dursun Fakih’i, Karacahisar’a kâdı ve hatîb tâyin etti. Fetva ve hüküm işlerini ona bıraktı. 1301’de Yurdhisar ve Yenişehir kaleleri fethedildi. Osman Gâzi, Yenişehir’i merkez yaptı. Yeni merkezde; idarî, iktisâdı ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, hanlar, çarşı ve hamamlar yaptırdı. Bilecik’i de kayınpederi Edebâlî’ye verdi. Hanımını ve annesini de Bilecik’te bıraktı. Oğlu Alâeddîn Paşa’yı yanına alarak, Orhan Bey’e Sultanönü (Karahisar), Gündüz Alp’e Eskişehir, Aykut Alp’e İnönü, Hasan Alp’e Yarhisar, Turgut Alp’e İnegöl bölgelerinin idaresini verdi.
Böylece dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu-Bizans hududuna yerleştirilen kayı aşîreti, 1299’da Osman Gâzi’nin adına izafeten, Osmanlı hânedânı ve devletini kurdu. Osman Gâzi, İslâm dîninin esaslarını, Türk örfünü, teşkîlât ve müesseselerini safha safha yerleştirip, mükemmelleştirdi. Teşkilât ve müessesesini kurarken İslâm dîninin farzlarından olan cihâd emrini hiç ihmâl etmedi. Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı Devleti’nin meydana getirdiği tehlikeyi, huduttaki tekfurlarla hâlledemiyeceğini anlayan Bizans kayseri ikinci Andronikos Poleologos, hassa kumandanlarından Musalon’u Osman Gâzi üzerine sefere gönderdi. Musalon kumandasındaki Bizans kuvvetleri ile Osman Gâzi, İznik’in kuzeydoğusundaki Koyunhisar kalesi mevkiinde karşılaştı. 1301 Temmuz’unda yapılan muhârebeyi Osman Gâzi kazandı. Bu zaferden bir sene sonra Koyunhisar kafesi fethedildi. 1303’de Yenişehir’in güneybatısındaki Marmaracık kalesi feth edilip, İznik şehrinin kuzeyindeki Katırlı dağı eteğine kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasında yüz asker bırakılarak, İznik ablukaya alındı. 1306’da Bursa tekfurunun idaresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer düzenlendi. Osman Gâzi, müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz’da mağlub etti. Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti. Aynı sene Osmanlılar, ilk defa Ulubat tekfuruyla askerî andlaşma imzaladılar. Andlaşmaya göre; mültecî Kite tekfuru Osmanlılara iade edilecek, Osman Gâzi’nin neslinden hiç kimse de Ulubat köprüsünü geçmeyecekti. Andlaşmayı Osmanlılar hiç bozmadı. Âl-i Osman neslinden hiç kimse o köprüden geçmedi. Hep kayıkla geçtiler. Osman Gâzi’nin, topraklarını devamlı genişletmesi, Bizanslıları telâşa düşürdü. Kayser, İlhanlılar ile akrabalık kurarak, Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istedi ve kızı Maria’yı İlhanlı hükümdarı Gâzân Han’a nişanladı. Onun ölümüyle de, Olcayto Han’a nişanlayıp, Osmanlı hakimiyetindeki arazilerin geri alınmasını ümid etti. Osman Gâzi, Bizans kayserinin ittifak arayışı sırasında da gazâlarını sürdürdü. 1307’de İznik’i kuşatıp, Yalova’ya akın düzenleyerek denize ulaştt. 1308’de Marmara denizindeki İmralı adası fethedilip, deniz üssüne sâhib olundu. Bizans’ın Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı. İznik civarındaki Koçhisar fethedildi.
Osman Gâzi’nin Bizans hududunda te’sis ettiği âdil idare, tekfurların zulmünden, sergilerin ağırlığından bıkan hıristiyan ahâliden başka, Rum kumandanların da takdîrini kazandı. Rumlar, Osman Gâzi’nin idaresine geçmeye başladılar. Nitekim 1313’de Harmankaya tekfuru Köse Mihâl, Osman Gâzi’nin maiyyetine girip, müslüman oldu. Köse Mihâl, Gâzi adını alarak, muhârebelere katıldı ve pek çok hizmeti geçti,
Marmara sahilinden Karadeniz istikâmetine akınlara devam eden Osmanlılar, 1313’de Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke (Osmaneli), Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar kalelerini feth ettiler. Bursa, Osmanlı arazisi ortasında kalınca, şehir ablukaya alınıp Kaplıca ve Uludağ istikâmetinde iki kale yapıldı. Kaplıca istikametindekinin kumandanlığına Osman Gâzi’nin yeğenlerinden Aktimur, Uludağ tarafındakine de Balaban tâyin edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi.
Bizans’a karşı devam eden seferler sırasında, Moğol istilâsından Batı Anadolu’ya gelip, Kütahya’ya yerleşen Çavdarlı aşîreti’nin Osmanlı’ya düşmanca hareketleri, Osman Gâzi’nin oğlu Orhan Gâzi tarafından durduruldu. Oymahisar’da yapılan muhârebede, Çavdaroğlu esir edilip, aşiretin saldırganları cezalandırıldı. 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz istikametindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve Keresteci kalelerini fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldı. Akça Koca, Sakarya nehrinin batısında İznik kalesine kadar olan mevkiyi fethetti. Buralara adına izafeten Kocaeli denildi.
Osman Gâzi’nin gençliğinden beri Rum ve düşman tecâvüzlerine karşı askerî hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken idâri ve siyâsî faaliyetleri, onu altmış yaşından îtîbâren iyice yormaya başladı. Nikris (romatizma) hastalığından da muzdaripti. Gazâ akınlarında yetişip, yiğitliği, cesareti, bilgisi ve İslâm dînine sadâkati ile düşmanlarını korkutan, müslümanların takdirini kazanan oğlunun idare tarzını sağlığında görebilmek için, son yıllardaki fetih hareketlerinde, siyâsî hâdiselerde Orhan Gâzi’yi vazifelendirdi. Osman Gâzi, oğlu Orhan’ı 1321’de Mudanya, Kara Timurtaş Bey’i de Gemlik seferine gönderdi. Mudanya’nın fethi ile Bursa’nın ablukası daha da kuvvetlendirildi. On sekiz ay devam ile Osmanlı akınında Bizans topraklarından pek çok ganimet alındı. Bizans iktisadî buhrana uğratıldı. Akınlara devam edilerek 1323’de Akyazı, Ayanköy, 1324’de Karamürsel, 1325’de Orhaneli denilen Atranos fethedildi. Ayrıca Bolu, Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisar’ı ele geçirildi. Fethedilen bölgelerin tamâmı imâr olunarak, sahipsiz evler Gâzilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu. Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlara İslâm dîninin gayr-i müslimler ile alâkalı hukuku tatbik edilerek, vergilendirildi.
Uzun kuşatma ve abluka neticesinde Bursa, 1326’da teslim olmak mecburiyetinde kaldı. Osman Gâzi’nin hastalığı, Bursa’nın fethinden sonra arttı. Hocası Şeyh Edebâlî’nin ve arkasından hanımının vefâtıyla hastalığı daha da şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Bey’e yaptığı vasiyetnamesi, Osman Gâzi’nin İslâmiyet’e olan sevgi ve saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu ne kadar çok düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça göstermektedir. Osmanlı sultanları, bu vasiyetnameye candan sarılıp, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası yaptılar. Osman Gâzİ, 1326 senesi Ağustos ayında Söğüt’de vefât etti. Vasiyeti üzerine Bursa’daki Gümüşlü Küntbet’e defnedildi. Osman Gâzi’nin Bursa fethinden kısa bir müddet önce vefât ettiği de rivayet edilmiştir. Osman Gâzi’nin, Orhan Bey’den başka; Alâeddîn Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adlarında oğulları ve Fâtımâ Hâtûn adında bir kızı vardı, ölümünden sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti.
Osman Gâzi, sâlih bir müslüman olup, İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşîret kuvvetleriyle, Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlûb edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı. Dört yüz çadırla, dünyânın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi, kurduğu hânedânla üç kıt’a yedi iklim, her çeşit ırk, din, dil, mezhep, fikir, kültür ve medeniyetteki insanı bünyesinde, Osmanlı adı altında toplayan, Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve İslâm âlimlerince öğütlenen manevî hizmetlerin mirasçısı ve idarecilik vasfının on dördüncü asırdan yirminci asra kadar nesilden nesile intikâlcisidir. Osmanlı Devleti, dînî mes’elelerini, kuruluşundan îtibâren Hanefî mezhebi hükümlerince kaza merkezlerine, şehirlere tâyin edilen kâdılar vasıtasıyla gördü. Osman Gâzi zamanında askerî teşkîlât aşiret kuvvetlerine dayanıyordu.
Kaynaklar;
1) Tâc-üt-tevârih;
2) Âşıkpaşazâde Târihi
3) Neşrî Târihi
4) Ed-devlet-ül-Osmâniyye (Seyyid Ahmed bin Zeynî Dahlân, İstanbul-1986); cild-2, sh. 110
5) Münşeât-ı selâtin (Feridun Bey); cild-1, sh. 64
6) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-4, sh. 3127
7) Îzâhlı Osmanlı Kronolojisi (İ. H. Danişmend); cild-1, sh. 2
8) Mufassal Osmanlı Târihi; cild-1, sh. 40
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1056
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-10, sh. 375
11) Büyük Türkiye Târihi (Y. Öztuna); cild-2, sh. 251
12) Osmanlı Devleti Târihi (İ. H. Uzunçarşılı); cild-1, sh. 103
13) Osmanlı İmparatorluğu Târihi (Z. Danışman); cild-2, sh. 28
14) Rehber Ansiklopedisi; cild-13, sh. 262