Ana Sayfa>(Sayfa 7)

Hacı Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi

Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi’nin (1878-1964) türbesi Elazığ’da Asri Mezarlık’ta

Nakşi – Kadiri Şeyhi

Hacı Muharrem Hilmi Efendi il merkezine 25 km. mesafede bulunan Sarılı köyünde dünyaya gelmiştir. Aile lakapları Sipahigiller olup babası Köse Ahmet’tir. Muharrem Hilmi Efendi beş altı yaşlarına geldiğinde ailesi ile birlikte Elazığ’ın merkez köylerinden Gurbet Mezire’ye göçerler. Burada arkadaşlarıyla beraber koyun güderken onar tane ihlâs süresini okurlar ve bir dağın başında oturur “hû” çekip dervişlerin zikirlerini taklit ederler. Bir gün bu zikirleri esnasında orada beliren bir ihtiyar çocuklara ileride ne olacaklarını söyler. Muharrem Hilmi Efendi’nin de okuyup ilerleyeceğini ifade eder. Daha sonra kendi adının da Ahmed Zeyneddin olduğunu söyleyip gözden kaybolur. Muharrem Hilmi Efendi çevresindekilere bu olayı anlatırken “İşte biz ilk feyzimizi Ahmed Zeyneddin’den aldık” dermiş.

Kövenkli Hacı Ömer Baba’ya intisabı
Muharrem Hilmi Efendi bir süre sonra ilim tahsiline başlar. 1892’de ailesiyle beraber Sofular köyüne göç eder. Burada ikamet ederken, bir gün Kadiri ve Nakşî şeyhi Kövenkli Hacı Ömer Baba köye konuk olur. Birkaç gün süresince bu zatın sohbetlerinde bulunur ve ondan etkilenir. Hacı Ömer Baba da bu süre zarfında onunla yakından ilgilenir. Hacı Ömer Baba köyüne gitmek için Sofular Köyü’nden ayrılırken Muharrem Hilmi Efendi ona, “Nereye gidiyorsun? Ben seni tekrar nerede bulurum, sana nasıl gelirim?” der. Bu soru üzerine Hacı Ömer Baba, “Benim bir çengelim vardır, onu senin kalbine takar, seni bana doğru çekerim”, diye cevap verir ve köyden ayrılır. Aradan bir hafta geçer. Muharrem Hilmi Efendi, Hacı Ömer Baba’yı çok özler. Hacı Ömer Baba’nın çengeliyle kendisini çekmediğini görünce, onu görmek için yola koyulur ve yürüyerek Kövenk köyüne gelir Çeşmeden abdest alıp camiye doğru giderken evinin kapısı önünde bekleyen Hacı Ömer Baba, “Gel benim müridim, gördün mü nasıl çengeli takıp seni buraya çektim”, der. Muharrem Hilmi Efendi Hacı Ömer Baba’ya böylece intisab eder ve haftada birkaç defa mürşidini görmeye gider.

Askere gidişi ve Muhammed Küfrevi hazretlerinden nakşi icazeti alışı
Muharrem Hilmi Efendi ailesiyle birlikte birkaç köy daha dolaştıktan sonra Harput’a yerleşir. Hacı Abdullah Efendi’nin medresesinde Hacı Abdullah Efendi ve oğullarından zahiri ilimleri öğrenmeye başlar. Bir yandan ilmi dersler alırken bir yandan da Kövenk’e şeyhini görmeye gidip gelir. Bu arada herkesin evliyadan kabul ettiği Beyzade Ali Rıza Efendi’ye müezzinlik yapar. 1906’da askerlik görevi için Erzurum’a gönderilir. Önce tabur katipliği yapar. Güzel sülüs ve rik’a yazı yazdığı ve oldukça keskin bir zekâya sahip olduğu için komutanlarının özellikle Paşanın dikkatini çeker ve Paşa ile yakın bir dostluk kurar. Daha sonra açılan imtihanı kazanarak tabur imamı olur. Bir müddet sonra Erzurum’dan Bitlis’e geçer. Burada Hizan Gavsi ahfadından Abdulgaffar Hoca ile dost olur Muhammed Küfrevi’ye de intisab edip sohbetlerinde bulunur ve nakşîlikten icâzet alır.

Araplar Muharrem Hilmi Efendi’ye “Reculun Salih’’ derler
1912’de Elazığ’da depo taburlarının teşkiline memur tayin edilir. Bir süre sonra Yemen’e gönderilir. Yemen’de tabur imamlığından başka Arap çocuklarına Türkçe öğretmenliği de yapar. Burada iki yıl kalır ve yaşadığı bir olay kendisine “Reculun Salih” denmesine sebep olur. Anlatıldığına göre, Yemen’de yağmur yağmamaktadır. Her ne kadar yağmur duasına çıkılsa da, bu bir çare olmamıştır. Bunun üzerine Paşa kendisini huzuruna çağırır. “Sen iyi bir adama benziyorsun. Görüyorsun ki burada yağmur yağmıyor, yağmur duasına çıkıyorlar, kâr etmiyor. Bir de senin yağmur duasına çıkmanı istiyorum.” der. Muharrem Hilmi Efendi ise, “Olur Paşa, yalnız Allah’ın huzuruna hep dost olarak çıkmalıyız. Askeri silahtan tecrit edeceksiniz. Paşa “Olur mu Araplar bizi vururlar”, deyince Muharrem Hilmi Efendi, “Onu bana bırakınız”, der. Yemen Şerifinin huzuruna çıkar ve vaziyeti anlatır. Namaza silahsız çıkacaklarını, şayet askere bir saldırı olursa Resülüllah’ın huzurunda kendisinden şikâyetçi olacağını söyler. Yemen Şerifi ise yerli halktan bir saldırı olmayacağı hususunda teminat verir. Muharrem Hilmi Efendi daha sonra evlad-ı Resulden olan şerifin küçük oğlunu da yanına alarak namazgâha çıkar. Önce hem Türklere hem de Araplara kendi lisanlarında öğütler verdikten sonra Allah’a dua eder ve evlad-ı Resul’den olan bu çocuğun yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Hak’tan yağmur ister. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlar. Bu dua üç gün yapılır ve üç gün boyunca yağmur yağar. İşte bu olay üzerine Araplar Muharrem Hilmi Efendi’ye “Reculun Salih” (Bu salih bir adamdır) derlermiş.

‘’Sırri’’ mahlasını kullanması
Muharrem Hilmi Efendi “Sırri” mahlasını ise kendisinin anlatmış olduğu şu olay üzerine almıştır. “Çocukluğumda kalbimde iki noktayı düşünmekte idim. Birincisi Peygamberimize o kadar muhabbetim vardı ki ekseri geceleri rüyamda denizlerde yüzerek O’nun türbesinin saçaklarına kadar gider, göremeyip geri dönerdim. Bu hal bir hayli müddet sürmüş ve nihayet türbe-i saadeti ziyaret etmem mümkün olmuştur. İkincisi Pir-i Geylani’ye fart-ı muhabbetim saikasıyla bir fırsat bulup ve arkadaş arayarak Bağdat’a gitmeye azmettim. Bir gün köyden çıktım, kalbim üzüntülü idi. Büyük meydandaki yüksek kule önünde bir saraç dükkânının duvarına ellerimi arkamda tutarak yaslanmış, Bağdad’a gitme düşüncesine dalmıştım. Hayret içinde iken bir zât, Alikurna kâğıdı üzerine gayet güzel yazılmış, zarfsız bir yazı verdi elime. Bir manzume idi bu. Hayret âleminde olduğumdan verenin kim olduğunu sormadım, o da bir şey demedi. Manzume şöyle başlıyordu: “Muharrem sırri Hudadır…” Kâğıt Bağdat’tan geliyordu. Veren de Bağdatlı idi. Onu Pir-i Geylani’nin ruhaniyeti vermişti bana. O andan itibaren “Sırri” mahlasını kullandım”.

Muharrem Hilmi Efendi Yemen’den döndükten sonra Mekke ve Medine’ye tayin edilir. Medine-i Münevvere’de bir buçuk yıl mücavir olarak kalır ve Şeyhü’l Harameyn’e niyabeten Türbe-i Saadet’in içine girer. Muharrem Hilmi Efendi Hicaz bölgesine atanmadan önce o mukaddes yerlere gitme arzusunu Peygamber Efendimize yazdığı şu hasret dolu şiiriyle dile getirmiştir:

“Ey benim şem-î dilim ruh-î revanım Mustafa
Kime vardım ise bu derdime derman demedi
İd-î vuslata ne hacet, gayriye kurban içün,
Muharrem sırr-î kulun ravzana yüz sürmek içün,
Gelmişem kapına lütfeyle, sultanım Mustafa,
Senden aldım bu derdi, kanı dermanım Mustafa
Kâbe’ye kurban gerek işte canım Mustafa
Kıl şefa’at ki, gel şems-î tabânım Mustafa”

Bu şiirin hemen akabinde Allah’ın izniyle Hicaz’a atandığını söyler. Daha sonra tekrar Erzurum’a gelir ve Birinci Dünya Savaşlarına katılır. Muharrem Hilmi Efendi bu şartlar altında zahiri ve batıni ilmi çalışmalarını yürütür. Erzurum’da iken Edip Efendi Medresesi’ne devam eder ve ilmi icazetini alır. 1925–1926 yıllarına kadar Erzurum’da kaldıktan sonra emekliye ayrılıp doğum yeri olan Elazığ’a döner.

Muharrem Hilmi Efendi bundan sonra evinden pek dışarı çıkmaz. Hem gelen talebelere ders verir hem de kendisi ilmini daha da ilerletmek için ders çalışır. Hiçbir talebeyi de geri çevirmez. Halk arasında anlatılır ki, kendisi iyi bir alim, gerçek bir mutasavvıf ve kamil bir mü’mindir. En güç fetvalar dahi onun evinde çözülürmüş. Tasavvufu asla istismar edip geçim vasıtası yapmaz. Erzurum’da ev alıp yerleşmesi için samimi bir müridinin kendisine verdiği 300 altını dahi reddetmiştir. O, gösterişi asla sevmez, riya olmasın diye gelenleri şapkasıyla karşılarmış. Son zamanlarında yeşil sarığını vurup yaptığı nafile ibadetlerini ise elinden geldiğince gizlemeye çalışırmış. Herkesi özellikle hayvanları çok sevip onları korurmuş. Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Elazığ’ın 20 km. güneydoğusunda bulunan Kövenk köyündeki şeyhi Hacı Ömer Baba’yı zaman zaman ziyaret eder Bu ziyaretlerinden birisini Süleyman Ateş şu şekilde nakleder.

Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Harputtaki müzezzinliği sırasında bir Perşembe günü Kövenk’te şeyhi Hacı Ömer Baba’yı ziyarete gider. Şeyhinin isteğiyle o geceyi Kövenk’te geçiren Hacı Muharrem, cuma namazı için vaktin hayli daraldığını, Harput’ta görevli olduğu camide bulunması gerektiği halde, şeyhinden izin çıkmadığını ve bu sıkıntısını şeyhine açamadığını, ümidini de kestiğini notlarında ifade eder. Zira Kövenk Harput’a epey uzak bir mesafede olmasına rağmen, Cuma namazının vaktine de az bir süre kalmıştır. Hacı Muharrem Hilmi Efendi bu sıkıntılar içersindeyken Hacı Ömer Baba kendisine, “köyü çıkıp abdest almasını ve rabıta etmesini” söyler. Söylenenleri yapan Hacı Muharrem Hilmi Efendi, Hacı Ömer Baba’nın geldiğini, elinden tutup onu yel gibi uçurduğunu bir ara nerede olduklarını tayin için gözlerini açtığında, Harput’un alt tarafındaki Hüseynik köyünün üstünde olduklarını, gözlerini açmamış olsaydı tam Harput’taki caminin önünde olacaklarını, ancak bu safhadan sonra yirmi dakikalık yol yürüyerek camiye geldiğini ve görevini ifa ettiğini”, anlatmaktadır.

İcazet Verdikleri
Muharrem Hilmi Efendi Nakşî usülüyle dersler verirdi. O, Elazığ’da daha çok ilmi yönüyle tanınmıştır. Yöredeki birçok imam ve vaiz onun ilminden istifade etmişlerdir. Kendisinin belirttiğine göre üç zâta icazet vermiştir. Bunlardan birisi Karadeniz taraflarından bir zattır. İkincisi yine Karadenizli fakat Erzurum’da kalan Ali Rıza Pirimoğlu’dur. Prof. Dr. Süleyman Ateş’e de bir icazetname bırakmış ve bu icazetnameyi ise kendi parmağıyla mühürleyerek vermiştir. Muharrem Hilmi Efendi, Nakşîlikten, Kadirilikten, Şettârilikten ve Şâzilikten bir âlim ve mutasavvıftır.

Eserleri
Tasavvufa, feraize, va’za dair birçok eserler yazmıştır. Divan, mev’ize-i Hilmiye, Divan-ı Hüdayi, Menazil-üs Salikin, Makamat-ı Ezkâr-i İlahiyye Lisalik-it Tarikat-il Kadiriye, eserlerinden bazılarıdır. Bunlar içinde en önemli eseri kendi şiirlerini de içinde topladığı Divan adlı eseridir. Şiirlerinde “Sırri” mahlasını kullanmıştır adlı eseridir. Şiirlerinde “Sırri” mahlasını kullanmıştır lokma adı verilen yiyecek bıraktıkları görülür.

Vefatı ve Türbesi
Vefatından önce dört beş ay hasta yatar. Hastalığından hiçbir zaman şikâyetçi olmaz. Çevresindekiler ziyaretine gidip halini sorduklarında, “Elhamdülillah iyiyim, hiçbir şeyim yok, dolaşıp ne yapacağım? Yatmak hoşuma gidiyor, yatıyorum işte”, der ve, “Dünya bir lâşedir, Onu isteyenler köpeklerdir, Her gün bir melek şöyle bağırır: Doğun ki ölesiniz, yapın ki yıkılsın” anlamındaki Arapça şiiri ve hadisi okurmuş.

Muharrem Hilmi (Kösetürkmen) Efendi’nin (1878-1964) türbesi Elazığ’da Asri Mezarlık’ta bulunmaktadır. Yapı, altıgen planlı olup üstü kubbelidir Aydınlatması iki pencere ile sağlanan türbeye, 2009 yılı içerisinde Konyalı bir işadamı olan Muharrem Hilmi Şenalp tarafından restore ettirilip çevre düzenlemesi yapılarak modern bir görünüm kazandırılır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Palulu Mehmet Baba

Elazığ – Aksaray mahallesindeki kendisine ait evin müştemilatının bir bölümünde

 

Palulu Mehmet Baba’nın (1875-1958) türbesi Aksaray Mahallesinde kendisine ait evin müştemilatının bir bölümünde bulunmaktadır. Bugün oğlunun ikamet ettiği evin bitişiğinde yer alan türbesi, sadece makam bölümünden oluşmaktadır.

Şeyh Alaaddin Efendi’nin soyundan gelen Palulu Mehmet Baba, 1875 yılında Palu’nun Beyhan Beldesine bağlı Arındık (Şeyhpiran) köyünde dünyaya gelir. 15–16 yaşlarında eğitim için Palu’ya gider. Buradan Harput’a, Harput’tan da Kövenk (Güntaşı) köyüne geçerek Kövenkli Hacı Ömer Baba’ya intisap eder. Palulu Mehmet Baba bir ara, Beyzade’nin şeyhleri ve tarikatları murakabe görevi çerçevesinde, Kövenkli Hacı Ömer Baba’nın Harput’a göndermiş olduğu tarikat usul ve erkanını gösterecek olan müritlerin başında yer alır.

Mehmet Baba, Hacı Ömer Baba’nın vefatından sonra ova ve merkeze bağlı köylerde hem imamlık yapar hem de dergahı çalıştırmaya devam eder. 1915–1916 yılında Kövenk’ten ayrılarak kendi köyüne dönmeye karar verir. Bu arada köyden kardeşlerinin çocukları yanına gelmişlerdir. Palu’ya giderken Cemşit Bey sülalesine mensup ve geniş bir nüfuza sahip olan Haşim Bey’in teklifi ile Haşim Bey’in köyüne giderek yerleşir. Bu köyde bulunduğu sırada Palulu Mehmet Baba ile ilgili şöyle bir olay rivayet edilir. O dönem yörede bir kuraklık yaşanmaktadır. Köylüler Mehmet Baba’ya gelerek “Yağmur duasına çıkalım” derler. Bunun üzerine yağmur duası yapılır. Yapılan duanın ardından muazzam bir şekilde yağmur yağar. Fakat yağmur duasından sonra Mehmet Baba’nın dili şişer ve üst damağına yapışır. Kırk gün kaşığın sapıyla bastırarak ancak su, süt ve ayran içebilir. Daha sonra biraz iyileşen Mehmet Baba, “Artık bu köyden ayrılmanın vakti gelmiştir”, diyerek kendine ait mal ve hayvanları satar. Erzurum tarafından gelen bir kervana eşyalarını yükleyip 1924 yılında Kövenk köyüne gelir. Burada Hacı Ömer Baba’nın dergâhını 1937 yılına kadar devam ettirir.

Palulu Mehmet Baba 1937 yılında Rüstempaşa Mahallesine gelir ve ikamet eder. Burada zor şartlar altında dergâh hizmetlerini yürütür. Daha sonra Aksaray Mahallesine gelir ve yerleşir 1958 yılında burada vefat eder. Türbesi evinin ve dergâhının bulunduğu Aksaray Mahallesindedir. Ziyaret şehir merkezinde yer almasından dolayı yöre halkınca yoğun olarak rağbet görmektedir. Ziyaret haftanın bütün günleri yapılır. Burası daha çok psikolojik rahatsızlığı bulunanlar, felçli hastalar başta olmak üzere tıbbın aciz kaldığı her türlü hastalarca ve iş bulma, yaşadığı ailevi sıkıntılardan kurtulma gibi çeşitli amaç ve maksat doğrultusunda ziyaret edilmektedir. Ziyaret mekanının elverişli olmaması sebebiyle kurban olayı görülmez. Ancak amaç ve maksatlarına ulaşıp da adak dileyenler bunu başka yerlerde gerçekleştirmektedirler. Ayrıca ziyaretçiler tarafından ziyarete gelen hastaların şifa amacıyla yemeleri için şeker vb. türden lokma adı verilen kuru gıdalar bırakılmaktadır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

İğneli Baba

Elazığ – Harput caddesinin sağ tarafındaki mezarlığın yol kenarında ve dut ağaçlarının hizasında medfundur.

İğneli Baba’nın (1804-1914) asıl ismi Hacı Ahmet’tir. Anası Hintli babası Buharalı olup çok küçük iken babasının ve 14 yaşında iken de anasının ölümü Hacı Ahmet’i çok sarsar ve bu teessürün neticesi olarak mal ve mülkünü terk ile seyahate çıkar. Suriye, Bağdad, Mısır, Hicaz’ı dolaşır ve Bağdad’da iken Abdülkadir-i Geylani’nin zaviyesinde mücavir olarak yıllarca kalır ve bu tarikata intisap eder. Bu çalışmaları neticesinde bazı manevi mükafatlara nail olduktan sonra Bağdat’tan Diyarbakır’a ve bir müddet sonra da Elazığ’a gelerek Nail Bey Mahallesinde bir eve yerleşir ve evlenir. İğneli Baba, 1914 tarihinde 110 yaşında iken Elazığ’da ahirete irtihal eder. Harput caddesinin sağ tarafındaki mezarlığın yol kenarında ve dut ağaçlarının hizasında medfundur.

Sunguroğlu İğneli Baba hakkında şunları anlatır.
“Devamlı olarak riyazet çeker, yemek, hele et hiç yemezdi. Gıdasını yalnız yoğurt ve ayran teşkil ederdi. Bu sebeple vücudu âdeta bir iskelet halindeydi. Fakat, sıhhati yerinde ve sağlamdı. Ak sakallı, nuranî çehreli, sık ve beyaz kaşlarının altında zekâ fışkıran ufacık mavi gözleri vardı. Vücudu, elbisesi tertemizdi. Basma beyaz fes giyer ve üzerine bir sarık sarardı. Sabahları bir elinde tesbihi, bir elinde asası evinden çıkar, gününü, hükümet dairelerine girip çıkmak, çarşı ve pazarda sevdiklerinin dükkân ve mağazalarında oturmak ve beş vakit namazını muhtelif camilerde kılmak suretiyle geçirirdi. Kendisinden dünyanın ahvali sorulunca: Dad yok. Dad yok diye cevap verirdi.”

Hacı Ahmed Baba’ya, ağzında iğne ve bazan da kürdan yapmasından dolayı İğneli Baba ismi verilir. Bir kağıt veya bir çöp parçasını ağzının içine koyar ve bir az sonra madenî bir halde ya bir iğne veya bir kürdan çıkarırdı. Sunguroğlu yaşamış olduğu bir tecrübeyi nakleder.
“Ben gençliğimde bu gibi şeylere katiyyen inanmaz, el çabukluğu, hokkabazlık veya herhangi bir gözboyacılık derdim. Fakat iş öyle değilmiş. Bazı inanmıyanlara Baba, çöp veya kâğıdın yarısını, iğne veya hilâl, yarısını da çöp veya kâğıt halinde de çıkarır gösterirmiş. 1910 (1328 R.) yılında Elâzığ gün kalemde bütün arkadaşlarla bir taraftan çalışıyor, bir taraftan da İğneli Babanın bu gibi ahvalinden bahs ediyorduk. Tam bu sırada, İğneli Baba kalem odasına girmesin mi? Yanımda oturan arkadaşım rahmetli Kesirikli Kekeç Sabri, Babayı görünce, Sus sus diye gülerek beni ikaza çalışıyordu. Ben de haydi yaptır bakalım gözümün önünde, diye kulağına fısıldadım. Sabri, hemen yerinden fırladı ve bir iskemle tedarik ederek benimle kendi iskemlesi arasına koyarak Babayı oturttu. Kahvesi ısmarlandı. Ben inanmadığım için bazı arkadaşlar şimdi görürsün diye beni kabule teşvik ediyorlardı. Baba kahvesinden evvel bir bardak su ve üstüne de kahvesini içdikten sonra rahmetli Sabri, Babaya ufak bir kâğıt parçası uzattı ve rica etti. Baba kâğıdı aldı, 6-7 cm. uzunluğunda iki ince parça keserek bu parçaları dilinin üzerine koydu ve ağzını kapayarak bir şeyler okumaya başladı. Okudukça yüzünde garip ihtilâçlar husule geliyordu. Bir aralık yüzü kıpkırmızı kesildi, bu hal on dakika kadar devam etti. Nihayet ağzını açtı, bir az evvel dilinin üzerine koyduğu beyaz kâğıt parçaları, şimdi madenî iki tane hilâl olmuştu, Sabriye verdi, Sabri de birisini hemen bana uzattı. Elime aldığım zaman bu madenî hilâl sanki bir demir ocağından çıkmış gibi kızgındı. O zaman ben de bu işe inanmıştım. Hakikaten harikulade bir mazhariyetti. Bana verilen bu hilâli hâlâ saklarım.”

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Dağıstanlı Hoca – Hacı Hafız Mehmet Efendi

 

Elazığ – Harput – meteris kabristanında Beyzade hazretleri’nin aile kabristanın hemen yanında

“Dağıstanlı Hoca” diye bilinen Hacı Hafız Mehmet Efendi (1778-1868) Harput’ta dünyaya gelir. Eğitimini Harput, Kayseri, Mısır ve Halep’te gördükten sonra Harput’a döner. İlk olarak Sarahatun Medresesi Müderrisliğine, daha sonra İbrahim Paşa Medresesi müderrisliğine getirilir. Harput’ta yetiştirdiği bir çok kişi arasında değerli din alimi ve mutasavvıf Beyzade Hazretleri, Dellalzade Müftü Mehmet Efendi, Ebcizade Hacı Tevfik Efendi ve Harputlu Şair Nusret Ebubekir de vardır. Onun Sarahatun Camii’nin yeniden yapılışında büyük hizmetleri görülür. Anlatılır ki, inşaat sırasında kullanılan taş sütunlar Elazığ’ın merkezine bağlı “Körpe Köyü”nden getirilir. Bununla ilgili bir de rivayet anlatılmaktadır. O günkü imkânlar içerisinde öküz arabaları ile taşınan bu sütunların Harput’a nakli esnasında öküzler Harput’un altındaki dik rampayı çıkamayarak bugünkü Saray mevkiinde yatarlar. Bütün uğraşmalara rağmen bir türlü öküzler yerlerinden kalkmaz. Bunun üzerine Dağıstanlı Hoca bizzat bu hayvanların yanına gelerek bir süre Kur’an okur ve hayvanları sevip sırtlarını okşar. Bundan sonra öküzler yerlerinden kalkarak hiç mola vermeden Sarahatun Camii önüne kadar gelirler.

Harput’un Meteris Mezarlığı diye adlandırılan yukarı mezarlıkta, Beyzade aile mezarlığının hemen yanı başında medfundur. Etrafı ihata duvarı ile çevrili bulunan bu bölüm, Dağıstanlı Hoca’nın aile mezarlığıdır.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Ahi Musa Türbesi

Ahi Musa Türbesi, Esediye Mahallesi Aslanlı Sokakta Esediye Camiinin güneyinde yer alır.

Ahi Musa Türbesi, Esediye Mahallesi Aslanlı Sokakta Esediye Camiinin güneyinde yer alır. Yapının bugün kayıp olan kitabesinde 1185 tarihinin bulunduğu ileri sürülürse de, esasen Artuklu dönemi sonu ile Selçuklu dönemi başlarına tarihlendirilir. Diğer taraftan darü’l hadis olarak Esediye Medresesi’nin bir ünitesi olduğu da ileri sürülür. Yapı, doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı bir mescid ve ona güney duvarın doğusunda bitişik bir türbeden oluşmaktadır. Mescidin içinden bir kapı, türbe bölümüne açılır ve diğer bir kapı ile türbeden dışarı çıkılır. Güneyde bir türbe penceresi yer alır. Yıkılmış ve harap durumdayken, yapılan son restorasyonda düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır.

Elazığ Kültür Envanterinde, “Şimdi kaybolan fakat evvelce kopyası alınan kitabesine göre 607 H. (1185 M.) tarihinde yaptırılmıştır.”, kaydı yer alır. Sultan IV. Murat devrine ait şeriyye sicilinde ismi Ahi Musa Hervi olarak geçer. Eserin tanıtım tabelasında mescidi, Ahi Musa Hervi (Herdi) namında bir zat yaptırmıştır, diye yazılıdır ki “kendisi ‘Emirüşşehir bi Harputi’ namıyla anılan meşhur bir mücahit ve Fatih’in neslinden gelmiştir”, denilir. Türbede dört mezar bulunmaktadır. Öndeki mezarın Ahi Musa’ya, arkasındaki oğluna, diğerlerinin aynı sülaleden birisi Esseyyid Hasan’a diğerinin de Seyyid Ahmed’e ait olduğu ileri sürülür Taşıdığı lakaptan dolayı Harput’taki ahi teşkilatının varlığına delalet etmesi yanısıra, şehirde sur içindeki 20 Müslüman mahallesinden birinin isminin de Ahi Musa Mahallesi olması, Ahi Musa’nın önemini gösterir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”] Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Şeyh Ali Sebti (ks.)

Elazığ – Palu – Yukarı Palu mahallesi

Mevlana Halid Bağdadi Hazretleri’nin halifesi

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) Silsile-i Şerifi

Şeyh Ali Sebti Hazretleri, 1786 yılında Diyarbakır’a bağlı ancak günümüzde Mardin’in Savur ilçesine bağlı olan merkez köylerinden Kırkdirek (Çilsütun)’da dünyaya gelir. Rivayete göre, Çilsütun köyünden kırk tane veli yetişmiştir. Bunlardan kırkıncısı ise Ali Sebti hazretleri’dir. Bu köye Kırkdirek adı Şeyh Ali Sebti’nin Mevlana Halid Bağdadi’nin (177?-1827) kırkıncı halifesi olduğu için verilmiştir. “Sebti” kelimesi Şeyh Ali Sebti’ye hocası Mevlana Halid–i Bağdadi tarafından tasavvufi bir mahlas olarak verilmiştir. Bu kelime Arap bilginleri tarafından evlad-ı Resul olanlara iltifat mahiyetinde söylenirmiş.

Sultan IV. Murat’ın Bağdat seferleri sırasında bir takım iftiralar sonucunda Şeyh Ali Sebti’nin dedeleri siyasi bir operasyona maruz kalır, evleri yakılıp yıkılır, köyleri harabeye döner. Bu olayda Sebti’nin “Seyyidlik” şecereleri de zayi olur. Fakat Sebti Hazretlerinin seyyid olduğu Hüseyin Hilmi Işık tarafından kaleme alınan “Tam İlmihal Saadeti Edebiye” adlı eserin sonunda belirtilir. Şeyh Ali Sebti ilk ilim tahsilini Diyarbakır Ulu Camii medresesinde yapar. Daha sonra eksik kalan ilmini ise Irak’ın Erbil ve Süleymaniye şehirlerinde tamamlayarak icazetini alır. Bundan sonra kendi köyüne döner ve medrese açıp ders vermeye başlar. Bu sırada irşad ve hilafetle görevli olarak Hindistan’dan dönen Nakşibendî müritlerinden Mevlana Halid, büyük mürşitleri Abdullah-ı Dehlevi’nin emriyle Diyarbakır’a uğrayıp Aliyyü’s Sebti’yi bularak evine misafir olur ve irşadında kendisine arkadaş olmasının Abdullah-ı Dehlevi tarafından emredildiğini söyler. O da Mevlana Halid’le birlikte Diyarbakır’dan ayrılarak Şam’a gider. Şeyh Ali Sebti, Mevlana Halid’in vefatına kadar yanında kalır ve madden ve manen büyük hizmetlerde bulunur. Bunun neticesinde Mevlana Halid Bağdadi tarafından kendisine hilafet verilmiştir. Mevlana Halid Bağdadi vefatından önce Şeyh Ali Sebti’ye, “Vefatımdan sonra Palu’ya gidiniz, orada irşat ile meşgul olunuz”, diye vasiyette bulunmuştur. Bir gün Şeyh Sebti’nin annesinin hasta olduğu haberi gelir. Bunu duyan Mevlana Halid, Sebti’yi çağırarak, “Ali annen hastadır, anneni görmeye git”, emrini verir. Yola çıkan Ali Sebti eve ulaştığında annesinin vefat ettiğini öğrenir. Annesinin sağlığına yetişemeyen Ali Sebti bu üzüntü içinde tekrar şeyhinin yanına döner. O, Şam’a geldiğinde şeyhi Mevlana Halid’in de vefat haberini duyunca üzüntüsü bir kat daha artar. Diğer bir rivayete göre ise, sağlığında hocasının verdiği icazetnameyi kabul etmemiştir. Mevlana Halid Bağdadi vefat edince Sebti’ye kardeşi Şeyh Mahmud Sahib, “Sizin icazetnameniz Mevlana Halid’in emri üzerine yazılmış, ben de imzalıyorum. Bana verilen emir üzerine doğuda Palu’ya yerleşip doğu bölgesinde halkı irşad etmekle vazifelendirilmiş olduğunuzu size bildirmekle Mevlana’nın size vasiyetini yerine getirmiş bulunuyorum”, buyurmuştur. İcâzetnâmesini talebelerinden Abdullah-ı Mekkî Palu’ya getirerek teslim eder. Bu arada Şah Abdullah Dehlevi’nin manevi işaretleri Ali Sebti’nin “üveyslik” mertebesinde talim edilmesine vesile olmuştur.

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) Ailesi ve Çocukları
Şeyh Ali Sebti Hazretleri doksan altı yıl yaşamış ve beş erkek çocuğu olmuştur, beş oğlundan üçünün soyu devam etmiş olup, bu sülaleden 216 aile yetişmiş ve (422+261+161) toplam: 844 torunu olmuştur.
SÜLALEDE VAR OLAN SOY İSİMLERİ:
1-AKAR
2-AYGÖREN
3-BİLGİN
4-DENİZ
5-DURGUN
6-FIRAT
7-GÖRÜR
8-İMRE
9-ÖZSOY
10-SEPTİOĞLU olmak üzere 10 tanedir.

Şeyh Ali Septi Palevi Hazretlerinin Hanımları:
1-Ekrekli Molla Ali Kızı Ayşen Hanım
2-Melekanlı Esma Hanım
ŞEYH ALİ SEBTİ PALEVİ (K.S)’NİN YEDİ ÇOCUĞUOLMUŞTUR
1-Şeyh Muhammed Nesih Efendi (k.s) (1835-1873)
2-Şeyh İbrahim (Kudo) Efendi (k.s) (6 yaşında vefat etmiş)
3-Şeyh Mahmudi Feyzi Efendi (k.s) (1838-1895)
4-Şeyh Hasan Naqi Efendi (k.s) (1843-11918)
5-Şeyh Hüseyini Taqi (Zeki) Efendi (k.s) (1848-1914)
6-Amine (Melekandan evlenmiş)
7-Fatma (Bekar iken vefat etmiş)
1-ŞEYH MUHAMMED NESİH EFENDİ(k.s) soyu devam etmemiştir.
2-ŞEYH MAHMUD FEYZİ EFENDİ (k.s) 10 çocuğu olmuş:
Şeyh M.Said Efendi (1865-1925) ŞEHİD (FIRAT Soyadını almıştır)
Şeyh Bahaeddin Efendi (1876-1925) ŞEHİD (FIRAT Soyadını almıştır)
Şeyh Necmeddin Efendi (1878-1918) (FIRAT ve SEPTİOĞLU)
Şeyh Tahir Efendi (1879-1970) (AKAR ve SEPTİOĞLU)
Şeyh Diyaeddin Efendi (1889-1925) ŞEHİD (İMRE Soyadını almıştır)
Şeyh Abdurrahim Efendi (1894-1937) ŞEHİD (BİLGİN Soyadını almıştır)
Şeyh Mehdi Efendi (1895-1969) (AYGÖREN ve SEPTİOĞLU)
Nefise: (Palu beylerinden evlenmiş)
Sıddıka: (Çanlı Şeyh Şerif ile evlenmiş)
Zekiye: (Çanlı Şeyhlerinden Şeyh İbrahim ile evlenmiş)
3-ŞEYH HASAN NAKİ EFENDİ (k.s) 6 erkek çocuğu olmuş:
1-Şeyh Ali Rıza Efendi (Küçük Efendi) ŞEHİD (1874-1925)
Şey Ali Rıza Şeyh Hasan Nakiy’nin oğlu, o da Palulu Şeyh Ali Sebti’nin oğludur, H-1294/M-1877 Tarihinde Palu’nun Kasımiye mahallesinde doğdu, annesi ise Karakoçanlı Zeynel Ağanın kızı Gulé Hanımdır ki aynı zamanda Karakoçanlı Necip Ağanın da halasıdır, bu aile aynı zamanda Salahaddin Eyyubi’nin dedesi Şadi ailesine mensuptur.
Şeyh Ali Rıza, İblişye medresesi adıyla bilinen babasının Palu’daki medresede tahsilini yaptı, çok zeki olan Ali hem gramer hem de diğer ilimlerin ezberlerini yaparak babası Şeyh Hasan Naki yanında bitirdi. Bu arada 29 yaşında iken 1324 h./1906 m. senesinde babası ona Nakşibendî tarikatında icazet verdi, o da hiç ara vermeden babasının Palu’daki medresesinde tedrise devam etti.
Palu’nun eşrafından olan Fatıma Hanımla evlenen Şeyh Ali’nin bu hanımından dört kızı oldu, babasının 1337 h./1919 m. Tarihindeki vefatından sonra ise Palu’da babası yerine müftü oldu ve Palulu Şeyh Said kıyamında şehit oluncaya kadar bu göreve devam etti.
Bazı mektuplaşmalarında ilk zamanlar vatan ve dinin mukaddesatı için Kemal Atatürk’ü desteklediğini görsek de aslında Atatürk’ün kötü niyetini ortaya koyup Hilafeti kaldırmak istemesi ve Laikliği hâkim kılması karşısında bu defa o da İslam’ı ve Hilafeti İslamiye’yi müdafaa maksadıyla Atatürk’ün aleyhine geçmiştir.
Şeyh Ali Palu’da irşada devam ederken Şeyh Muhammed Sait de amcası Şeyh Hasan Naki’den sonra Kolhisar’dan Palu’ya gelmek ister, öğrencileriyle birlikte Palu’ya gelince gördü ki irşat ve tedrisat konusunda her şey yolunda gidiyor, bunun üzerine tekrar Kolhisar’a döndü ve Paluluların çevresini serhatta genişleterek irşat ve tebliğe devam etti.
Şeyh Ali’nin kardeşleri içinden ikisi Çanlı Şeyh Ahmed’in kızı Halime Hanımdandı, Halime hanımın babası Şeyh Hasan Naki’nin vefatından sonra babasının medresesinde büyüdüler ve ilim ile hikmeti ondan aldılar. Ancak Şeyh Sait vakası patlak verince 48 yaşında isabet eden bir kurşunla şehit düştü.
Bundan sonra kardeşi Şeyh Abdulkadir Efendi yerine geçerek Halidi tarikatının babasına atf edilen Besti kolunu ihya etti. İcazetini babasının halifesi olan Hacı Salih Mir Muhammedi’den aldıktan sonra kendisi de hem Kadiri hem de Nakşibendî tarikatında Kûr’un şeyhlerinden olan Şeyh Fazli Efendi ve Mele Kasım Sağuni’nin torunlarından olan Şeyh Abdulkadir Efendi’ye icazet verdi.
Şeyhin 1375 h- 1956 m. Tarihindeki vefatından sonra ise, Palu müftüsü kardeşi Şeyh Sait irşat ve ilmi tedrisatı sürdürdü. Yukarıda dediğimiz gibi kendisi Hacı Salih Mir Muhammedi’den icazet aldığı gibi, kendisi de Hanili Mele Osman el-Mukri ve Gençli Mele Ahmed’e icazet vermiştir. Mele Osman da Şeyh Sadi ve oğlu Şeyh Şemseddin medresesinde müderris oldu, miladi 1976 yılında 87 yaşında vefat ederken de kendinden sonra Akide ve Tasavvuf hakkında bir kitap bıraktı, sonra da bu kitap basıldı. Allah cümlesine rahmet eylesin.
(Hanımı: Abdullah Beygillerden, Gülfiroz
Çocukları: Vecide, Fahide, Zübeyde, Fatma)
2-Şeyh Muhammed Şerif Efendi (1887-1925) ŞEHİD
(DENİZ Soyadını almış.) Hanımı: Çanlı Şeyh İbrahim kızı Sabitedir. Çocukları: Nizameddin, Mahmut, Rauf, Mustafa, Hasan.
3-Şeyh Feyzullah Efendi (ÖZSOY ve SEPTİOĞLU Soyadını almış. Hanımı:Şeyh Said Efendi’nin kızı Fakide Hanımdır. Çocukları:
1-Mehmet Zeki Özsoy (1910-1978) Çocukları: (Feyzullah, Kutbettin, Mehdi, Fuat, Said)
4-Şeyh Abdulkadir Efendi (SEPTİOĞLU Soyadını almış
Hanımları: 1-Şeyh Hüseyin Zeki Efendi’nin kızı Zühre, 2-Çanlı Şeyh Hüseyin kızı Sadiye, 3-Hafız Ağazadelerden Reşit Ağanın kızı Vasfiye, 4-Bilozadelerden İbrahim kızı Fatma.
Çocukları: Niyazi, Bedrettin, İbrahim, Seyfettin, Hüsamettin, Mehmet Vehbi, Halime, Naciye, Fatime, Hatice, Rokiye, Havva, Ayşe, Halise, Rukiye, Sabite)
5-Şeyh Sadi Efendi (1898-1975) (GÖRÜR ve SEPTİOĞLU) Soyadını almış. Hanımı: Çanlı Şeyh Mustafa kızı Halime Hanımdır. Çocukları: 1-Ali Rıza SEPTİOĞLU (1924-2001) (Çocukları: Feyzi, Muhammet, Mücahit, Selahattin, Faruk, Zehra) 2-Şemsettin (1926-1974))
6-Şeyh Muhammed Tevfik Efendi (DURGUN Soyadını almış)
4-ŞEYH HÜSEYİN TAKİ EFENDİ (k.s) iki erkek çocuğu olmuş:
Şeyh Muhammed Şerif Ef. (ÖZSOY ve SEPTİOĞLU Soyadını almış)
Şeyh Mehmet Taha Efendi (ÖZSOY ve FIRAT Soyadını almış)
5-ŞEYH İBRAHİM (KUDO) EFENDİ (k.s) (Altı yaşında iken vefat etmiş)

Şeyh Ali Sebti, Mevlana Halid Bağdadi’nin üçüncü halifesidir. Birincisi Mevlana Halid’in kendi kardeşi, ikincisi ise Erbilli Fettah Ahmed’dir. Ali Sebti Mevlana Halid’in vasiyeti üzerine 1830 tarihinde Palu’ya gider ve burada irşad çalışmalarına devam eder. Şeyh Ali Sebti bölgede irşâd çalışmalarına devam ederken o günün feodal yapısını devam ettirmeye çalışanlar tarafından kendisi ve yakın çevresi rahatsız edilmeye başlanır. Şeyh Sebti bu durum karşısında bölgede kargaşa ve huzursuzluğa yer vermemek için Ali Hoca’yı da yanına alarak Ali Hocanın köyü olan önceden Palu’ya bağlı Kelhası (Bingöl / Genç) köyüne gelip yerleşir. Burada irşad, talim ve derslerini devam ettirir. Şeyh Sebti bu göçten iki sene sonra tekrar Palu’ya dönmek ister. Buna kendisine intisab edenler razı olmayınca o, “Şeyhim Mevlana Halid’in emrini yerine getirmek gerekir” deyince karşı çıkan olmaz. Birkaç müridi ve Ali Hoca ile birlikte Palu’ya hareket eder. Aynı günün akşamı Palu’nun Çayyukarı bahçelerine ulaşıp geceyi burada geçirir. Bu arada Ali Sebti ve beraberindekilerin geldiğini haber alan Palu’nun Aşağı Mahalle sakinleri onları mahallelerine davet ederler. Bu teklifi kabul eden Ali Sebti ve beraberindekiler Aşağı Mahalleye gider. Mahalle sakinlerinden Eblaşoğulları tarafından kendilerine arsa vakfedilir. Ali Sebti vakfedilen bu arsa üzerinde bir cami, medrese ve cami yanında da iki odalı bir ev inşa ettirir. Nakşîlik tarikatı bu bölgeye ilk defa Ali Sebti ile girer. Palu’da bozulan nizamı o yıllarda tesis ederek dini, gerçek yönleriyle halka anlatmış ve birçok gayr-i müslimin İslamla şereflenmesinde etkili olmuştur. Şeyh Ali Sebti 1871 yılında 85 yaşında vefat eder.

Şeyh Ali Sebti hakkında birçok keramet ve menkıbe anlatılır. Rivayete göre; bir gün Şeyh Ali Sebti görevli olarak Bağdat’a giderken yol üzerinde oturan ve geçişi engelleyen bir aslana rastlar. Aslanın yolu kesmesine ve korkutucu bir halde yol üstünde oturmasına önem vermeyerek yoluna devam eder. Bu korkutucu ve tehlikeli olan hayvana yaklaştığında “Meded ya Hazret” diyerek Mevlana Halid’den yardım diler. Tam o esnada bir el aslanın ağzına çarpar ve bunun üzerine aslan yoldan kalkarak oradan hızla uzaklaşır. Şeyh Ali Sebti de yoluna devam eder.

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) Halifeleri
ŞEYH ALİ SEBTİ PALEVİ HAZRETLERİNİN HALİFELERİ:
(Kutbu Dairetul Mulukin Şeyh Ali Halidi Sebti Palevi Kuddise Sirruhulaziz)
Şeyh Ali Es-Septi birçok halife yetiştirdi. (Yaklaşık 50 halifesi vardır)
Bazı meşhur halifelerinin isimleri aşağıda yazılıdır:
1- (Oğlu) Şeyh Muhammed Nesih Halife-i Ekber.
2- Şeyh Abdullahi Melekan-i Çapakçur (Bingöl) şehrine bağlı Melekan köyünden.
3- (Oğlu) Şeyh Mahmud-i Feyzi (Bu zat meşhur Şeyh Said’in babasıdır)
4- Şeyh Muhammed Henani
5- Şeyh Muhammed Karmişi
6- Şeyh Memiş Palevi
7- Şeyh Kasım
8- Şeh Hüseyn’il Hekari
9- Şeyh Ahmed-i Halifani
10- Şeyh Ahmed-i Çani (Korkutata) Çapakçura bağlı (Çan) köyünden.
11- Şeyh Mela Evliya Hacıyani
12- Şeyh İbrahim Kulbini
13- Şeyh Hüseyin Cümelaşi
14- Şeyh İbrahim Nesari
15- Şeyh Haci Haydari Kersi
16- Şeyh Süleymani Kuri. (Bingöle bağlı (Gur) veya (Gevr) köyünden)
17- Şeyh Muhammed Pirani
18- Şeyh Muhammed Huzari
19- Şeyh Selim Zenakiri Karbaşi
20- Şeyh Mela Muhammed Liceli
21- Şeyh Muhammed Serdi
22- Şeyh Muhammed Efendi Palevi
23- Şeyh Mahmud Samini Palevi, Palu kazasının Hun köyünden
24- Şeyh Said-i Palevi (Uveysi kabul)
25- Şeyh Ali Cümelaşi
26- Şeyh Hasan Diyarbekiri
27- Şeyh Ömer Urfali
28- Şeyh Hafız Osman Harputi
29- Şeyh Hüseyin Kolani
30- Şeyh Fettah Şaklati
31- Şeyh Mela Musa Zıriki
32- Şeyh Mela Muhammed Melekani
BÜYÜK MÜRİDLERİ:
1- Seyyid Derviş Hayrullah
2- Seyviyi Cibi Seyfkari
3- Şeyh Muhammed Dağıstani
4- Şeyh Seyda Müderrisi Palevi
5- Şeyh Ali Hoca Sivani
6- Şeyh İsmail Falıci
7- Mela Ahmet Kuki
8- Mela Behti Palevi
Kaynakça:
1-kitap “İki Ğavs’ı Enam, Seyid Ali Es-Sebti, Seyyid Ahmed El Kurdi” Mehmet İhsan Hattatzade
2-kitap “Mektubat-ı Halıdi Bağdadi” – Esad Sahibi
3-kitap “Elazığ Efsaneleri” -İsmail GÖRKEM- Manas Yayıncılık
4-kitap “Tasavvuf Yolunda Manevi Cihad” – Muhammed İhsan OĞUZ- Oğuz Yayınları
5-kitap “PALU Tarih-Kültür-İdari ve Sosyal Yapı” -Süleyman YAPICI- Elazığ-2004
6-kitap “PALU VE ŞEYH ALİ-Yİ SEBTİ HAZRETLERİ” –Hüsameddin Septioğlu- 

Yine bir başka rivayete göre, Palu beylerinden biri Şeyh Ali Sebti’yi evine davet eder. Bunun üzerine Ali Sebti bu davete icabet eder. Beyin Ali Sebti’yi davet etmesindeki asıl maksat onun şeyh olup olmadığını sınamaktır. Bunun için bey, bir tavuğu İslami usuller dışında keserek yani murdar ederek yemek hazırlatır ve Sebti Hazretlerine ikram eder. Ali Sebti önüne konulan tavuk etinden yer. Bunun üzerine bey Sebti’ye dönerek “Sizin yediğiniz tavuk eti murdar bir tavuğun eti idi. Eğer Şeyh olmuş olsaydınız etin murdar olup olmadığını anlardınız”, der. Bunun üzerine Ali Sebti tebessüm ederek Beyi yanına çağırır ve ağzını açarak “İçeri bak ne görüyorsun?” der. Bey, Şeyh Ali Sebti’nin ağzına bakınca büyük bir derya ve deryanın içerisinde tavuğun yüzdüğünü görür. Ali Sebti, beye dönerek “Sizin o murdar ettiğiniz tavuk bu büyük deryayı kirletebilir mi?” diye sorar. Bu manzara karşısında mahcup olan bey özür dileyerek Şeyh Ali Sebti’ye intisab eder.

Ali Sebtî hazretleri, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını hatırlatır, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdının üstünlüğünü ve buna bağlı olmayı anlatırdı. Namaz için titrer, fırsat buldukça kazâ namazı kılmayı söyler; “Namazlarınızı terk etmeyiniz, aksi halde iyiliği terk edersiniz” buyururdu. Günümüzde türbesi yöre halkı ve çevre illerden gelen ziyaretçiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Gelen ziyaretçiler tarafından kabri şerifleri başında Kur’an-ı Kerim ve dualar okunmaktadır. Ziyaret yaptıktan sonra bazı ziyaretçilerin nafile namazı kıldıkları görülür. Burası haftanın bütün günleri ziyaret edilmektedir. Özellikle sıcak mevsimlerde gerek yöre halkı ve gerekse çevre illerden gelen kişiler tarafından yoğun olarak ziyaret edilir. Ziyarete her türlü hastalık için gidilmekte, dua edilmekte ve Allah’tan şifa temenni edilmektedir. Çok sık olmamakla beraber adağı bulunan ziyaretçilerin burada kurban kestikleri de söylenir. Yine çeşitli dilek ve istekleri olan kişiler bu maksatlarına ulaşmak amacıyla buraya gelir ve burada yatan zatların yüzü suyu hürmetine Allah’a dua eder.

Şeyh Ali Sebti hazretleri (k.s.) nin İcazetnamesi

ŞEYH ALİ SEBTİ EL-PALEVİ HAZRETLERİ’NE (KUDDİSE SIRRUHU) MEVLANA HALİD BAĞDADİ HAZRETLERİNİN EMRİYLE, MEVLANA SAHİB MAHMUD HAZRETLERİ TARAFINDAN VERİLEN İCAZETNAMENİN TERCÜMESİ
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

Allah’ın kendi zatı için razı olacağı hamd ile Allah’a hamd olsun. Salât ve selam onun vahyine ve hitabına dosdoğru bir şekilde sarılan yeryüzündeki halifeleri (kastedilen yirmi dört peygamber arasından) arasından en seçkini Hz. Muhammed (s.a.v) ve onun ashabının (onun arkadaşlarının ve yolundan giden ümmetinin) üzerine olsun.    

Sonra ben Allah için sevilen ve yüzünü (yönünü, istikametini) Allah’a dönmüş olan Şeyh Ali Efendi’ye icazet verdim. Allah onun halini güzelliklerle doldursun. Yüce Nakşibendî Tarikatı’nda insanları bilgilendirme (irşat) , Allaha yönelme (tevcih), Allah’a zikir ( zikir telkini) sunarak feyzini ( bereketini) müminlerin üzerlerine serpsin. (akıtsın) Sonra ben onu defalarca tecrübe (ilmini ahlakını sınayarak denedim) ettim. O görüşlerinin tesirini talebeleri için sürdürsün. Onları güzel bir şekilde aydınlatma ( onlara nurlarını serpme) ve örtünmeyi yükseltmek ( Ahlakı yükseltmek) için kudretini güzel bir şekilde kullansın.

Sonra Peygamberin şeriatını seçmesi (sımsıkı bağlı olması), ve yüce silsile sadaatinden icazetli olması (o silsileye dâhil olması için) için icazet verdim. Evliyaların yolunda sabit bir şekilde kalmak (dimdik ayakta durmak) isteyen her kimse onun sohbetini ganimet bilsinler. (kaçınılmaz bir fırsat olarak değerlendirsinler)

İlimleri yeterli derecede olmayan âlimlerin ve onların akıllarının kuşatmadığı şeyler için onun emrine ve hizmetine her kim (ona lazım olan işlerde yardımcı olmak) yardımcı olursa karşılığı kendisine garanti edilir. (Allah onun karşılığını verir)

Ona Kitap (Kur’an) ve Sünnet’e sarılmasını vasiyet ederim. Doğru yolu bulan (keşfeden) ve vicdanlarının sesine kulak veren imamların (evliyaların) üzerinde ortak karara vardıkları Fırka-ı Naciye (Kurtuluşa eren kişiler) olan Ehl-i Sünnet’in görüşlerini muhteva eden fıkıh kurallarını (içtihat) düzeltmeye görevlidir.

Ona vasiyetim; Kuran-ı öğretenlere, Fıkuhaya ( Fıkıh âlimlerine) ve fakirlere özenli davranacak, (özen gösterecek) ve gönlünü (içini) daima ferah tutacak, herkese karşı nefsinde hoşgörülü olacak, eli açık cömert olacak, güler yüzlü olacak, kendisini görmeye gelenlere bol bol ikram edecek.

İslam dini uğruna kendisine isabet eden musibetlere sabır edecek yapılan eziyet ve sıkıntılara katlanacak, din kardeşlerinin hatalarını ve kusurlarını düzeltmelerine vesile olacak, küçüklere ve büyüklere nasihat edecek, kin ve düşmanlığı terk edecek, dünya malına meyil etmeyecek ( maddi menfaat peşinde koşmayacak).

Allah’ın geçim için kendisine sunduğu rızık ile yetinecek ona şükür edecek, Allah rızık konusunda kendisine yüzünü çevirerek güvenen kimseyi asla zayi etmez.

Kurtuluşa dönüşün ( Allah’a kurtularak dönüşün) ancak doğrulukla olduğunu bilecek. Allah’a ulaşmanın yolu ancak Hz. Muhammed’e (s.a.v) tabi ( onun yolundan giderek emirlerini ve nehiylerini yerine getirmekle) olmaktır. Hz. Muhammed’in (s.a.v) ashabına salât ve selam olsun.

Kendisini bir kimseden (herhangi bir kimseden) faziletli (üstün, yetenekli) görmeyecek, bilakis kendisinde oluşan manevi halleri kendi nefsinden bilmeyecek (bu hallerin Allah’ın inayetiyle olduğunu asla unutmayacak)

Her kim kendisine karşı uzun süre (çoğu zaman) hasetlik ve nimette kusurluluk ( nankörlük, münafıklık) yaparsa onları Allah’a havale edecek. Kendi gayretiyle (himmeti ile) onların bu şerlerini defetmeye yükümlü değildir.

Bu Tarikatta (Nakşibendiyye) öyle insanlar (evliyalar, âlimler, tasavvuf erbapları) vardır ki onların gücüyle ( himmeti) ile dağlar korkularından sarsılırlar. Şayet onlar dilerlerse (dilemek isteseydiler) hızlı bir şekilde kötülerin fesadını ve fitnesini Allah’ın inayetiyle (kudreti, gücü) kökünden söküp atarlardı.

Allah’ın salât ve selamı Nebi-il Ümmeti (Ümmetin Peygamberi) Hz. Muhammed’in (s.a.v) âline (ailesine) ve ashabının (onun yolundan giden arkadaşları ve ümmeti) üzerine olsun.
Hamd Âlemlerin rabbi (terbiye edicisi, düzenleyicisi) Allah’a mahsustur.
Sadi (Sahib) Mahmud
Ehli Halidiyyil Muhammedi
MÜHÜR
Mütercim: Serdar KARABULUT

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma
[/toggle]

Pir Seyyid Hasan Zerraki

Elazığ – Keban ilçesine bağlı Gökbelen Köyü sınırları içerisinde bulunan Ziyaret Dağının tepe kısmındadır.

Pir (Seyyid) Hasan Zerraki’nin türbesi, ilçeye 47 km. mesafede bulunan Gökbelen (Zırkı) köyünde ortalama 1500 metre yükseklikteki Ziyaret Dağı adı verilen yerde bulunmaktadır. Türbe kare planlı ve üstü çatılı olup herhangi bir mimari özelliği yoktur. Giriş bölümü, makam bölümü ve mescit bölümü olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünün sol tarafında yer alan mescit aynı zamanda misafirhane olarak da kullanılmaktadır. Türbenin etrafında kendisiyle beraber savaşıp bu bölgede şehit düşen askerlerin mezarları yer alır.
[toggle title=”Pir Seyyid Hasan Zerraki hazretleri’nin Seyyidlik Şeceresi” load=”hide”]
Şerif Doğan’ın verdiği şecere şöyledir

”Başarıyı sağlayan Allah’tır ” Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla,O’ndan yardım dileriz. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Yine hamd kadim ve devamlı olan, celal ve ikram sahibi, kendisine elem ve dertler bulaşmayan, yokluk ve geçici şeylerden uzak olan Allah’a mahsustur. Yine öyle bir Allah’a hamd olsun ki peygamberlerin bulunduğu yerleri insana kıble, evliyaların türbelerini de insanlara ziyaretgah kılmıştır. Onların ipine yapışan onlara tevasül eden hidayete erer ve ”Başarıyı sağlayan Allah’tır ” Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla,O’ndan yardım dileriz. Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur. Yine hamd kadim ve devamlı olan, celal ve ikram sahibi, kendisine elem ve dertler bulaşmayan, yokluk ve geçici şeylerden uzak olan Allah’a mahsustur. Yine öyle bir Allah’a hamd olsun ki peygamberlerin bulunduğu yerleri insana kıble, evliyaların türbelerini de insanlara ziyaretgah kılmıştır. Onların ipine yapışan onlara tevasül eden hidayete erer ve yücelerin yücesine çıkar. Salat ve selam, evellerin ve ahirlerin efendisi ve peygamberin sonuncusu emin elçiye olsun.onun temiz…ve evladına da olsun.Kıyamete kadar gök ve yerin ahalisinin selamı bilhassa müminlerin emiri,takva sahiplerinin imanı, dinin direği, ulu kahraman,putları kıran, orucu orucla tutan ebutalibin oğlu imam Ali’ye olsun.Yine salat ve selam,nebin AS torunu, kerametlerin denizi olan hasana olsun. yine salat ve selam veli ve muttakilerin efendisi, şehitlerin reisi,iki cihan güneşinin göz nuru olan imam hüseyine olsun.Yine salat ve selam halkı hidayete çağıran yıldız insan imam bakıra olsun.Yine selam ve salat, imam zeynel abidin ve imam bakır’a olsun ki bunlar temiz bir soydan ve insanların en iyisidirler. Yine salat ve selam, tarikatın mürşidi olan imam cafer-ı sadıka olsun.Yine salat ve selam çok şükreden,sırları saklayan imam Musa Kazım’a olsun.Yine salat ve selam, iyi insanların gözünün nuru olan Ali bin Musa Rıza’ya olsun.Yine salat ve selam sehere ve çömertliğin kaynağı olan imam Muhammed Cevvad’a olsun.Yine salat ve selam Yıldız insan imam el-Hasan el Askerinin üzerine olsun. Ve yine salat ve selam Allah’ın çekilmiş kılıncı zahir ve batıni alim-i müminlerin göz nuru imam Muhammed Mehti’ye olsun.Allah’ın salat ve selamı Resulünün üzerine olsun. Bilhassa, seyyid Hamza, bin seyyid Gazi,bin seyyid Şeyh, bin seyyid Musa, bin seyyid Said,bin seyyid İzzetin,bin seyyid Zeyd,bin seyyid Salih,bin seyyid Davut,bin seyyid Gazi,bin seyyid Hasan Zerraki,bin seyyid Abdurrahman, bin seyyid şeyh Ahmed,bin seyyid kasım,bin seyyid tahir,bin seyyid Cafer,bin seyyid sait,bin seyyid cafer,bin seyyid İsmail Ekber,bin cafer es-Sadık,bin imam Muhammed Bakır,bin imam Zeynelabidin,bin imam hüseyin (kerbela şehidi),bin imam Ali Murtaza kerremellah-u vechehu,bin ebuTalip,bin Abdulmuttalip,bin Hişşam,binMenaf,bin Kusey,bin Kilap,bin Mürre,bin Kalb,bin lüvey,bin Galip,binTekr,bin Malik,bin Nazar,bin Kinane, bin Hücayme,bin Muverek,bin İlyas,bin Menzer,bin Neder,bin Mad,bin Adnan,bin Evd,bin Ezdir,bin Nebe,bin süleyman,bin Hamd,bin Kaydar,bin İsmail,bin İbrahim(Allahın dostu A.S),bin Tarih,bin Nubar,bin Esu,bin Ergup,bin Talip, bin Gabir,bin Salih,bin takser,bin Sam,bin Nuh,bin Lehel,bin Mute,bin Şeyh Ehnu, bin Dekve,bin İdris(Aleyhi selam),bin Besd,bin Hemla,bin Kesan,bin Emuş,bin Şit(Aleyhi Selam),bin Adem, Allah’ın salat ve selamı onların ve bizim Nebimiz olan Hz Muhammed’e olsun.Amin ey merhametlilerin merhametlisi.”
[/toggle]

Seyyid Hasan Zerraki aslen Bağdat’ın Zerrak Mahallesinden olup “Zerraki” lakabı da buradan gelmektedir. Künyesi Ebu Nasır Gazi’dir. Abdurrahman oğlu Pir Hasan Zerraki’nin dedesi Şeyh Ahmet olup soy ağacı İmam Zeynel Abidin ve Hz. Ali’ye kadar uzanır. Pir Hasan Zerraki Bağdat’tan Medine’ye, oradan da ordu komutanı olarak Anadolu’ya gelmiş ve Bizans’a karşı seferler yapmıştır. Önce Batman yakınlarındaki Hasankeyf, Mardin sonra Harput’a gelmiş, Malatya sancaktarı ile işbirliği yaparak bu bölgede bazı kaleleri fethetmiştir. Bu kalelerden biri de bugün Gökbelen (Zırkıbaz) köyü önünde yer alan barınak niteliğindeki kaledir. Bu yörede Bizans tarafından gelen akınlara karşı çetin mücadeleler yapılmış ve savaşlar verilmiştir. Komutan Seyyid Hasan Zerraki, Bizans akınlarına karşı verdiği son mücadelesinde yetmiş arkadaşıyla kalmış ve bu bölgede şehit olmuştur. Bugün Zırkı yöresi ve çevre yörelerde bazı tepelerin üzerinde mezarları bulunan ve çoğunun ziyaret olarak anıldığı bu mekânlar muhtemelen bu son şehitlere ait olmalıdır. Bugün Pir Hasan Zerraki türbesinin çevresinde birçok şehit mezarı bulunmaktadır. Bunlardan Gazi Baba ve birkaç arkadaşının mezarı bellidir.

Pir Hasan Zerraki’nin isminin mahlasları arasında “Zerraki” nin yanında “Zerrafi” de kullanılır. Zerrafi Yesevi geleneğinde Büyük veli, Allah’ın emirlerini yayan, irşat eden, kurtuluşa götüren, Hz. Peygamberin soyundan, keramet ehli ve evliya gibi manalara gelen bir tarikat ünvanıdır. Yine isminin başındaki ‘Pir’ ünvanı Orta Asya kökenli tarikatlarda kullanılan bir ünvandır.

Pir Hasan Zerraki Mardin Artukluları döneminde “Ezraki” olarak da anılır. Rivayete göre zamanla “E” harfinin düşmesiyle Zırkı olarak anılmıştır. Daha sonra ona atfen bugün türbesinin de bulunduğu bu bölgeye “Zırkan” denilmiştir Ramazan Demir’in Zırkı Yöresi ve “Seyyid Hasan Zerraki Ziyareti” adlı eserinde, Seyyid Hasan Zerraki’nin başında bulunduğu veya mensubu olduğu İslam ordusunu temsil eden ve üzerinde fetih ayeti yazılı olan sancağı, kendi soyundan gelen kişilerce günümüze kadar ulaştırılmıştır. Harput sancağına bağlı olarak Keban hakkında yazılan 1896 tarihli salnamelerde kayıtlara geçmiş bu bölgede iki tane tekke ve zaviye kurumundan bahsedilir. Keban sınırları içinde yer alan bu iki tekkeden biri Pir Hasan Zerraki’ye aittir. Zırkı yöresinde (Bazuşağında) olan bu tekkenin varlığı hem salnameler hem de mevcut şecere tarafından doğrulanmaktadır Bugün Hasankeyf, Diyarbakır, Mardin ve Hazro yörelerinde de Pir Hasan Zerraki’ye ait olduğu söylenen türbeler mevcuttur. Ancak bu ziyaret yerlerinde Pir Hasan Zerraki hakkında verilen bilgiler nakl-i rivayete dayalı ifadeler olup herhangi bir yazılı belge mevcut değildir. Fakat hakkındaki bilgi ve veriler yazılı belgeye dayalı olan Seyyid Hasan Zerraki türbesi, bugünkü Keban’a bağlı Zırkı yöresine ismini veren ve Ziyaret Dağı adı verilen mevkide medfun şehit türbesidir.

Menkıbeye göre, Pir Hasan Zerraki’nin yaşadığı dönem Selçuklular dönemine tekabül eder. Selçuklular Diyarbakır, Mardin, Harput, Mıcıngert ve Hasankeyf (Hısn-ı Keyf) yöresini de içine alan bölgenin tek hâkimiydi. Bu dönemde bu bölgeyi Selçuklular adına komutan Emir Artuk bin Ekseb idare etmekteydi. Emir Artuk şeyhin yaygınlaşan bu ününden korkar ve onu dibi su ile dolu Mardin Kalesindeki bir zindana hapseder. Pir Hasan Zerraki zindanda sızan ışığın huzmeleri ile birlikte dışarı çıkarak abdest alır ve namaz kılar. Bunu birkaç defa gören nöbetçiler durumu Emir Artuk’a bildirirler. Şeyhin kerametlerini anlayan Emir de yaptığından pişmanlık duyar ve gelip Şeyh Hasan Ezraki’den af diler ve şeyhe mürid olur. Yine bir başka menkıbeye göre, Emir Artuk’un kızı çaresiz bir hastalığa yakalanmıştır. Hiçbir hekim çare bulamaz. Bunun üzerine Emir Artuk şeyhten derman için ricada bulunur ve kızının iyileşmesi için dua etmesini ister. Şeyh suya dualar okur. Şeyhin okuduğu şifalı su ile Emir’in kızı iyileşir. Bunun üzerine kızını Seyyid Hasan Zerraki ile evlendirmek ister. Fakat şeyh çok yaşlı olduğu için bu evliliği reddeder ve kızı kendisine değil oğluna alır Zırkı yöresinde iklim şartlarının ağır olması ve türbenin bulunduğu Ziyaret Dağının oldukça yüksek bir konumda yer almasından dolayı, burası daha çok sıcak mevsimlerde ziyaret edilmektedir. Buraya ziyaret amaçlı gelindiği gibi çeşitli hastalıklardan muzdarip olan kişiler tarafından şifa amacıyla da gelinmektedir. Ziyarete gelen kişiler bu zatın ruhuna Fatiha, Yasin vb. Kur’an’dan sureler okur, bağışlar. Adağı olan ziyaretçiler de kurban kesmekte ve kurban etiyle etli pilav pişirip ikram etmektedirler. Pir Hasan Zerraki’nin kabrinin oldukça uzun olmasının sebebini, ona duyulan ta’zim ve saygıyla birlikte kabrin yerinin kaybolmamasına dayandırırlar.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma
[/toggle]

Şeyh Ahmed Dede ve Garipler Mezarlığı

Elazığ Baskil İlçesi Tabanbükü (Şeyh Hasan) köyündedir.

Ahmet Yesevi diye de anılan Şeyh Ahmed Dede’nin türbesi, Tabanbükü (Şeyh Hasan) Köyü’nde Garipler Mezarlığı’nda yer almaktadır. Türbe dikdörtgen planlı olup giriş kapısının üzerinde bulunan mermer bir levhada “Pir-i Piran Serçeşmey-i Mürşidân Hoca Ahmed Yesevi D.1103-Ö.1163” yazısı yer almaktadır. Türbe içerisinde Şeyh Ahmed Dede’nin mermerden olan mezar taşında ise sonradan yazılmış “Hz. Ali Oğlu Celal Abbas Neslinden Horasanlı Hoca Ahmed Yesevi D.1103-Ö.1166” yazısı bulunur. Yanındaki mezarın ise kardeşi Şeyh Hasan’a ait olduğu söylenmektedir.

1560 tarihli “Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri”nde bu zat, “Şeyh Ahmet Tavil” namıyla anılır. Şeyh Ahmed Dede, kına yakılmış gibi kiremit renginde uzun saç ve sakalı olduğu için “Kızıl Ahmet Dede” ve “Kızıl Şah Ahmet Dede”, ve aynı zamanda “Ulu Şıh Ahmet” ya da “Sarı Sultan” adlarıyla da anılmaktadır. Torunlarından ünlü ozan Teslim Abdal (ö.1751) dedesi için şunları söyler. “Adın Şah Ahmed Tavil-i tubi dedesin Şah-ı Merdan Musa Kazım Abbas neslisin Hâce Ahmedi Yesevi Rum Halifesisin İn ziyaret eylen Şah Ahmed Dede’yi”

Rivayete göre, Şeyh Ahmet Dede Ahmet Yesevi’nin halifelerinden olup halim selim, çok uzun boylu ve bilge bir kişidir. Bir gün hocası ona “Boyun kadar ulu olasın, soyun sopun ebedi tavil ola, bundan böyle sen de Şeyh Ahmet Tavil olarak çağrılasın”, diye dua eder ve ocakta yanan dut köseğisini alarak fırlatır. Hocası Şeyh Ahmet Dede’ye, “Sana destur ve nasip verdim. Git bu köseğiyi bul, orası senin yurdundur”, der. Bunun üzerine Şeyh Ahmet Dede hocasının elini öpüp niyaz eder ve kardeşi Şeyh Hasan’la birlikte yola koyulurlar. Fırat Nehri’nin kıyısına düşen köseğiyi bulan Şeyh Ahmet Dede buraya tekkesini kurar. Kardeşi Şeyh Hasan’a izafeten ise köyün adını da Şeyh Hasan olarak koyar. Rivayete göre, Şeyh Hasan’ın çocuğu olmayınca çok üzülür. Bir gün kardeşi Şeyh Ahmet Dede ile otururlarken ona, “Senin adın Anadolu’da her yerde duyuldu. Benim adım duyulmadığı gibi çocuğum olmadığı için ben öldükten sonra silinip gidecek”, diye bir yakınmada bulunur. Bunun üzerine Şeyh Ahmet Dede, “Öyleyse bu köyü senin adınla söyleteyim”, der ve köye Şeyh Hasan’ın adını verir. Teslim Abdal bir dörtlüğünde de şunları ifade eder.
Kardeşi Şeyh Hasan ismiyle söylensin
Bayrıyla Ummanları boylasın
Yüzün gören ol Kabe’yi neylesin
Fırat kenarında Şeyh Ahmet Dede

Şeyh Ahmet Dede’nin kabrinin bitişiğinde yer alan ve kardeşi Şeyh Hasan’a ait olduğu söylenen kabrin ayak ve baş kısmında bulunan mezarın şahide taşları üzerinde herhangi bir yazı yoktur. Yöre halkının bir kısmı burasının Hoca Ahmet Yesevi’nin makamı olduğunu, bir kısmı da Şeyh Ahmet Dede’nin oğluna ait olduğunu belirtir ve Şeyh Hasan’ın kabrinin Arapkir’in Onar köyünde bulunduğunu söyler. Fakat yöre halkı Onar köyündeki Şeyh Hasan’la Tabanbükü köyünde medfun olan Şeyh Hasan arasında sadece isim benzerliği olduğunu, bunların farklı kişiler olduğunu anlatırlar. Ayrıca Onar köyündeki Şeyh Hasan’ın aslında Tabanbükü’nde medfun bulunan Şeyh Hasan’ın müridi olduğunu belirtirler. Şeyh Hasan’ın Horasan’da 8. İmam Rıza’nın kız torunlarından bir seyyide ile evliliğinden olma oğlu olan Şıh Bahşiş’in esas adı Seyyid İbrahim’dir Şıh Bahşiş’in türbesi ve tekkesi ise Adaf (Kumlutarla) köyünde bulunmaktadır.

Şeyh Ahmet Dede ile ilgili birçok menkıbe ve efsane anlatılır. Rivayete göre, Alâeddin Keykubat sultan olduktan sonra o devrin bir kısım halkı tarafından kendisine Şeyh Ahmet Dede’nin dine aykırı davranış ve uygulamalarda bulunduğu hakkında ihbarda bulunurlar. Bunun üzerine Alâeddin Keykubat kız kardeşi Gevher Hatun’u da yanına alarak askeri ve kumandanlarıyla beraber Şeyh Hasan köyüne gider. Burada Şeyh Ahmet Dede’yi gerek manevi yönden gerekse şer’i yönden sınava tabi tutar. Öncelikle Şeyh Ahmet Dede’den askerlere yiyecek atlara ise arpa ve saman isterler. Şeyh Ahmet Dede bir çuval içerisinde biraz saman ve bir çanak içerisinde arpa getirir. Bu durumu gören Sultan Alâeddin “Bu 70–80 tane ata bu ufacık çuval içerisindeki samanla bir çanak arpa yeter mi?” diye sorar. Bunun üzerine Şeyh Ahmet Dede “Paşam! Cenab-ı Allah her şeye kadirdir. Varı yok eder, yoku da var eder. Çoku az eder, azı da çok eder” der. Daha sonra askerlere dönerek “Atlarınıza ne kadar saman ve arpa lazım ise gelin alın” der. Bunun üzerine askerler çuvaldan ve çanaktan atları için yem almaya başlarlar. Fakat bu kadar az arpa ve saman seksen hayvana yettiği gibi çuvaldaki saman ve çanaktaki arpa sanki hiç el değmemiş gibi durmaktadır. Sultan Alâeddin bu duruma çok şaşırır. Fakat hayretini açığa vurmadan Şeyh Ahmet Dede’yi imtihan yapmaya devam eder.

Yine bir gün yemek vakti geldiğinde Şeyh Ahmet Dede bir sürü geyiği olduğu için askerlere yetecek kadar geyik keser. Daha sonra Alâeddin Keykubat’a dönerek “Paşam! Sana ricam askerlerine emir buyur ki geyiklerin etlerini yerken kemiklerini ısırmasınlar.” der. Bunun üzerine Alâeddin Keykubat askerlerine bu usülü emreder. Yemekler yendikten sonra Şeyh Ahmet Dede Alâeddin Keykubat’a “Paşam! Ben bir dua edeyim. Siz de âmin deyin ki Cenab-ı Allah bu geyiklere can vere.”der. Sultan Alâeddin kabul eder ve Şeyh Ahmet Dede’nin yaptığı duadan sonra kudret-i ilahi ile geyikler canlanır. Fakat geyiklerden biri topallayınca Sultan Alâeddin, Şeyh Ahmet Dede’den bunun sebebini sorar. O, askerlerden birinin geyiğin etini yerken kemiği ısırdığı için topalladığını söyler. Bunun üzerine Sultan Alâeddin askerlerine dönerek, “Bakın! Bu şeyh maneviyatı çok kuvvetli bir kimsedir. Bu geyiğin etini yerken kemiği kim ısırdı ise söylesin. Yoksa gerçeği söylemeyeni bu şeyhe havale ederim.”, demesi üzerine bunu yapan asker durumu itiraf eder ve Sultan Alâeddin’e “Paşam! Bu geyiğin kemiğini ben ısırdım. Isırmamdaki maksat ise Şeyhin geyiklerin kemiklerinin ısırılmamasındaki sırrı anlamak içindi”, der. Bunun üzerine Alâeddin Keykubat bu askeri öldürtmek ister. Fakat Şeyh Ahmet’in isteğiyle Alâeddin Keykubat askeri affeder.

Sultan Alâeddin Şeyh Ahmet’in manevi derecesi çok yüksek bir zât olduğuna kanaat getirse de bu hususta hiçbir tereddüdünün kalmaması için Şeyh Ahmet’e “Ya Şeyh! Bu senin geyikleri kim otlatıyor?” diye sorar. Şeyh Ahmet Dede, “Onların çobanları yoktur. Onlar Allah’a emanet olarak kendilerini otlatmaya giderler. Zamanı gelince de döner gelirler”, diye cevap verir. Bunun üzerine Sultan Alâeddin, “Şimdi geyiklerin dönme zamanı değil. Seslensen bu geyikler eve gelirler mi?” diye sorar. Şeyh Ahmet Dede ise, “Elbetteki Cenab-ı Allah’ın kuvvet ve kudretiyle gelirler.”, diye cevap verir. Daha sonra Şeyh Ahmet Dede Hızır Dağı diye bilinen dağda otlamakta olan geyiklere “Ey hayvanlar! Allah rızası için, Hz. Muhammet’in ve onun Ehl-i Beyt’inin yüzü hürmeti için avlularınıza dönünüz.” diye seslenir. Bunun üzerine otlamakta olan hayvanlar eksiksiz bir şekilde Şeyh Ahmet Dede’nin etrafında toplanırlar. Şeyh Ahmet Dede’nin bütün bu kerâmetlerini kendi gözüyle gören Alaeddin Keykubat onun gerçek bir evliya olduğunu anlar. Yapılan ihbarların da yersiz ve yalan olduğuna kanaat getirerek beraberinde getirdiği kız kardeşi Gevher Hatun’u Şeyh Ahmet Dede’yle evlendirir.

Şeyh Ahmet Dede Gevher Ana (Güher Ana) ile evlendikten sonra sekiz oğlu olur. Bunlar nasihat dinlemez gençler olduklarından çevredeki köylere zarar verirler. Bunun üzerine Şeyh Ahmet Dede oğullarına beddua eder ve bir gün de yedi oğlu ölür. Gevher Ana’nın yakarmaları sonucu Şeyh Ahmet Dede sadece küçük oğlu Emir’ül- Mü’minin’i bağışlamıştır. Soyu da ikinci eşi olan Gevher Ana’nın bu oğlundan yürür.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]

Seyyid Mahmud Samini (ks.)

Elazığ – Palu’da Murat Nehri kıyısında

Seyyid Mahmud Samini hazretleri’nin (k.s.) Silsile-i Şerifi

Seyyid Mahmut Samini hazretleri’nin (1812-1892) türbesi, Palu ilçesinin 3 km. doğusunda Murat Nehri’nin kuzey yakasında bulunan düzlükte bulunmaktadır Türbe tavanının tam ortasında beton dökümü sivri sayılabilecek tarzda bir kubbe bulunmakta olup bakırla kaplanmıştır. Kare planlı ve iki mekânlı olan türbe, yakın zamanda bir iş adamı tarafından restore edilmiştir. Türbenin iç ve dış duvarları fayansla kaplanmıştır. Türbe içinde Mahmut Samini Efendiyle beraber torunu ve aynı zamanda İmam Efendi’nin halifesi Şeyh Saadettin Efendi’nin türbesi de yer almaktadır. Türbe içinde yer alan sandukalar da tamamen şekilli fayanslarla kaplanmıştır. Sandukaların bulunduğu bölüm tahta setle ayrılmıştır.

Seyyid Mahmut Samini hazretleri’nin atası olan (lakabı Pirbab) Molla Yusuf, Mardin’in Derik kazasından gelerek Palu’nun Beyhan (Hun) köyüne yerleşmiştir. Babası Hacı Ahmed Efendi Beyhan’dan Palu’ya gelip Çarşı Mahallesinde hamamın arkasında bir ev alarak buraya yerleşir. Mahmut Samini hazretleri de 1812 yılında burada dünyaya gelir. Seyyid olup, Peygamberimizin torunu Hz Hüseyin’in soyundandır. İlk tahsilini doğduğu yerde yapar. Daha sonra Şeyh Ali Sebti’nin sohbetlerinde kemale erer. On üç sene talebelik yapan Mahmut Samini tasavvuf yolunda yüksek mertebelere erişir. Mahmut Samini ticaretle uğraşmasına rağmen Ali Sebti’nin sohbetlerine devam eder, köy ve nahiyelere teşriflerinde beraber bulunurlar. Mahmut Samini, Şeyh Sebti’nin yanında terbiyesini tamamlayarak Şeyh Ali Sebti’den hilafet almıştır.

Mahmut Samini hakkında birçok menkıbe ve kerâmet anlatılır. Denilir ki, İmam Efendi gördüğü bir rüya üzerine Elazığ’ın Palu kazasına giderek şeyhi Mahmut Samini’yi ziyaret eder ve sohbetlerine katılır. Fakat İmam Efendi Mahmut Samini’den inâbe almaya yanaşmaz. Çünkü Mahmut Samini’nin tütün içmesi (sigara) ve rahatsızlığından dolayı gözlerinin çapaklanması onun dikkatini çeker. O, “tütün içenden hiç şeyh olur mu?”, diye düşünür. Bir süre sonra kendisine kahve ikram edilir. İmam Efendi kahvesini içerken beyaz olan cübbesine bir miktar kahve dökülür. Giyim kuşam temizliğine son derece dikkat eden İmam Efendi, “Mahvoldu cübbe.”, diye düşünür. Mahmut Samini, “Hafız, cübbeni çıkar da bizim Mustafa temizlesin” der. İmam Efendi cübbesinin temizleneceğine inanmaz ama yine de çıkarıp verir. Cübbe birkaç dakika sonra temiz bir halde gelir. Yine o gece İmam Efendi garip bir rüya görür. Rüyasında dünyada bütün bitkiler Allah’a secde etmektedirler. Ne var ki, tanımadığı bir bitki Allah’a bir türlü secde etmez.

İmam Efendi sabah uyandığında Mahmut Samini kahvesini içmektedir. Bir süre sonra İmam Efendi’ye dönerek, “Hafız bir ateş getir de şu Allah’a secde etmeyen otu yakalım”, der. Arkasından, “Hafız biz bu tütünü şunun için içiyoruz. Buraya tütün içen birçok kişi gelmektedir. Şayet ben tütün içmemiş olsam, tütün içen kişilerin çoğu beni dinlemeyip tütün içmek için dışarı çıkacaklar. Halbuki şimdi hem tütün içiyor hem de oturup beni dinliyorlar. Bunun keyifçisi değilim, sırf bunun için içiyorum”, der. Bu olay ile hakikati anlayan İmam Efendi’nin Mahmut Samini hakkında olan şüphesi de oldukça izale olmuştur. O gün İmam Efendi içlerinde Mahmut Samini’nin de bulunduğu cemaate imamlık yapar. Bunun üzerine talebelerden biri Mahmut Samini’nin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmet Efendi’ye dönerek, “Hoca Efendi neden mihrabı bu Hafız misafire bıraktı”, diye sorar. Bu soru üzerine o da, “O daha mürşid görmeden seyr-i sülûkta ilk devreyi kendi gücü ile atlatmıştır”, cevabını verir. Burada üç gün kaldıktan sonra Mahmut Samini, İmam Efendi’ye, “Hafız misafirlik üç gündür. Bahçedeki sebzeler kurumak üzeredir. Git bahçedeki sebzeleri sula”, der. Ancak İmam Efendi sebzelerin yarısını suladığında suyun kesildiğini görür. Döner durumu Samini’ye anlatır. Mahmut Samini kendisine, “Hafız sen ne diyorsun? O havuz bahçenin tamamını suluyor. Sen git havuza bir daha bak”, der. Tekrar gidip bakan İmam Efendi havuzun suyla dolu olduğunu görür. Bunun üzerine onun Mahmut Samini’ye olan itimadı daha da artar. Aynı gün ikindi vakti Mahmut Samini, İmam Efendi’ye, “Hafız yarın çok misafirimiz gelecek. Bostana git biraz patlıcan topla ve mutfağa bırak”, der. İmam Efendi aldığı emir üzerine patlıcan toplamaya gider. Ancak bostandaki patlıcanların henüz çiçek açmamış ve yetişmemiş olduğunu görür. Geri dönüp durumu hocasına anlatır. Hocası kendisine, “Hafız! Murat suyuna gitsen kurutup gelirsin. Tekrar git patlıcanları yetişmiş bulacaksın”, der. İmam Efendi tekrar gidince gerçekten patlıcanları olgunlaşmış bir şekilde görür. Bunda da hocasının bir kerâmetinin olduğunu anlar. Bunun üzerine İmam Efendi hocasının büyük bir mürşîd ve tasavvuf ehli olduğuna kesin kanaat getirir.

Mahmut Samini hazretleri vefatından bir sene önce istiska hastalığına yakalanır Bu sırada bütün işleriyle müritlerinden Teberdar Efendi ilgilenir. Hatta bir ara kalbinden “Keşke vasiyet etseydi” diye geçirir. Mahmut Samini onun bu düşüncesine vakıf olarak, “ Ne acele ediyorsun, giderken haber veririm. Bununla birlikte vasiyet edeyim. 500 kuruş harcayınız, bu azdır 1500 kuruş olsun ve Murat kenarında Kelekbaşı’na defnediniz”, deyince Hacı Teberdar Efendi’nin, “Efendim orası boş ve kimsenin olmadığı bir yerdir”, demesine karşılık, “Gelip etrafımı doldururlar”, diye buyurur. Bir cuma günü vefat eder ve vasiyet buyurduğu yere defnedilir. Kısa bir sürede türbesinin etrafı büyük bir kabristana dönüşür. Vefatından sonra torunu Abdulmecid Efendinin oğlu İmam Efendi’ye intisab ederek ondan hilafet almış, tarikat ve makamını devam ettirmiştir.

Seyyid Mahmut Samini hazretleri halifeleri ;
Ahmed Mekkî Üçışık onun yirmiye yakın ârif yetişdirdiğini kaydeder
1- Osman Bedreddin Erzurumi
2- Hacı Yusuf Efendi – Kığı kasabasında
3- Hacı Yusuf Efendi’nin oğlu Muhammed Efendi – Kığı kasabasında
4- Muhammed Nurettin Efendi – 1964 yılında Antalya’da vefat etmiş.
5- Miyadanlı Mehmet Efendi

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abbdulhalim Durma
[/toggle]

Şeyh Yasin Türbesi

Elazığ – Palu – Yukarı Palu mah.

Hacı Yasin Efendi aslen Karakoçan ilçesinin Yoğur köyündendir. Dedesi Beyhan (Hun) köyüne yerleşmiştir. Mahmut Samini Hazretleriyle aynı dönemde yaşamış olup doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Oğlu Halil Efendinin vefatı üzerine Palu’ya yerleşir. Hacı Yasin Efendi kendi çabasıyla kendini yetiştirmiş ve irşad görevine başlamıştır. Hacı Yasin Efendi Palu ile Sığam arasındaki köprünün yapılmasına vesile olmuştur. O, köprüden gelip geçenlere “Salâvat-ı Şerife” okumalarını tavsiye ederdi. Yöre halkından Pineci Yusuf’un babası şöyle nakleder: “Hacı Yasin Efendi, Sığam köprüsünü yaptırıyordu. Annem bana bir mecidiye verdi ve “Bunu götür Hacı Yasin Efendiye ver, benim de bir katkım olsun.” dedi. Ben de bir mecidiyenin içinden on kuruşu kendime harcamak için aldım. Geri kalan parayı götürüp kendisine verdiğimde bana “Bunun on kuruşu nerde? ” diye sordu. ”Ben de utanarak ve biraz da korkarak çıkarıp on kuruşu kendisine verdim.” Vefat etmeden önce Murat nehrinden getirilen suyla naaşının yıkanmasını vasiyet etmiştir. Kendi el yazmasıyla bir Kur’an-ı Kerim mevcuttur.

Şeyh Hacı Yasin Efendi (Yasin-i Hûnî)’nin türbesi eski Palu (Zeve)’ya girerken sol tarafta yer almaktadır. Kare planlı olan türbenin üstü sacla kaplı bir kubbeyle örtülüdür. Sadece makam bölümünden oluşmakta olup herhangi bir mimari özelliği bulunmamaktadır. Ayrıca türbe içindeki duvarlar beyaz fayansla kaplanmıştır. Türbenin çevresi de son derece güzel bir şekilde tertiplenip düzenlenmiştir.

Şeyh Yasin Efendi’nin türbesi yöre halkınca haftanın her günü ziyaret edilmektedir. Ziyarete gelen kişiler bu türbede Kur’an-ı Kerim okumakta ve dua etmektedirler. Ziyarete her türlü hastalık için gelinmekle beraber daha çok diş rahatsızlığından dolayı gelinmekte ve dua edilerek Allah’tan şifa ümit edilmektedir.

[toggle title=“Kaynaklar” load=”hide”]
Kaynak( Allah bu çalışmaları yapanlardan razı olsun. Ebedi saadet nasip etsin. Amin)
Elazığ Evliyaları , Abdulhalim durma [/toggle]