Akbaba Türbesi Kasımpaşa – Mutfakkapı sokakta
Akbaba Türbesi
Evliya, Sahabe, Peygamber Kabirleri
Evliya ve Sahabe


Akbaba Türbesi Kasımpaşa – Mutfakkapı sokakta
İstanbul – fatih – cerrahi asitanesi
Halvetiyye-Ramazaniyye tarikatının Cerrahiyye kolunun kurucusu. İstanbul’da Cerrahpaşa Camii’nin karşısındaki Yağcızade Konağı’nda dünyaya geldi. Adı Muhammed’dir. Babasının adı Abdullah Ağa, annesinin adı ise Emine Nesime Hatun’dur. Doğum tarihi konusunda kaynaklarda birbirinden farklı rakamlar vardır. Babası, IV. Mehmed döneminde sarayda mirahurluk görevinde bulunmuştur.
Nureddin Cerrahi ilköğrenimine Cerrahpaşa sıbyan Mektebi’nde başladı. Hocası Yusuf Efendi’den Kur’an okudu ve hüsn-i hat dersi aldı. Ardından Süleymaniye Medresesi’ndeki tahsili esnasında, daha sonra şeyhülislam olan Yenişehirli Abdullah Efendi‘nin öğrencisi oldu. Bu yıllarda tanıştığı meşhur divan şairi Nabi Efendi’den edebi konularda ders aldı.
Genç yaşta, 1696’da kadı olarak Mısır (Kahire) Mevleviyeti’ne tayin edildi. Devlet ricalinden olan dayısı Hacı Hüseyin Efendi’ye veda ziyareti için Üsküdar Toygartepe’deki konağına gitti. Dayısı onu konağın karşısındaki Selami Ali Efendi Tekkesi‘ne götürdü. Tekke’nin postnişini, Köstendil’de bir süre müftülük yapmış olan Halveti-Ramazani şeyhi Köstendilli Alaeddin Ali Efendi idi. Tekke’de icra edilen ayin sırasında vecde gelen Nureddin Cerrahi, şeyh efendinin gösterdiği yakın ilgiden de etkilenerek hemen orada şeyhe intisap etti. Mısır Mevleviyeti’ne tayin fermanı ile nişanını şeyhülislama iade ederek Mısır’a gitmekten vazgeçti.
Yedi yıl boyunca, ikamet ettiği Cerrahpaşa’dan Üsküdar’a geçip şeyhinin tekkesine devam eden ve zaman zaman şeyhinin izniyle halvete giren Cerrahi, seyrü sülukünü tamamlayarak 1703 yılı başlarında Halvetiye Tarikatı’ndan icazet aldı. Halife tayin edildi. Şeyhi tarafından kendisine taç ve hırka· giydirildi.
Darüssaade Ağası Hacı Beşir Ağa ile Sultan III. Ahmed’in gördüğü rüyalar üzerine, Sultan III. Ahmed’in emriyle Fatih -Karagümrük’teki Canfeda Hatun Camii’nin yanındaki konak satın alınıp yıktırıldı ve arsası üzerine Nureddin Cerrahi adına bir tekke inşa edildi.
1703’te törenle açılan tekkede Cerrahi hazretleri ömrünün sonuna kadar, on sekiz yıl fasılasız irşad faaliyetlerinde bulundu. Yedi halife yetiştirmiş, bu halifelerin faaliyetleri ve açtıkları tekkeler vasıtasıyla Cerrahiye tarikatı, 18 ve 19. yüzyıllarda yaygın tarikatlardan biri haline gelmiştir.
Vefatı
Nureddin Cerrahi hazretleri, kırk gün süren bir hastalık döneminin ardından 1 Ekim 1721’de vefat etti. Çok kalabalık bir cemaatin iştirak ettiği cenaze namazını Fatih Camii’nde devrin şeyhülislamı Molla Mehmed Efendi kıldırdı. Cenaze namazından sonra Karagümrük’teki tekkesine defnedildi. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Şefaatlerini dileriz.
Cerrahi Tekkesi
İstanbul’un önde gelen tekke merkezlerinden biri olan tekke, zaman içinde dört defa yeni baştan inşa edilmiş, çeşitli onarımlara, değişikliklere ve ilavelere sahne olmuştur. 1844’te Sultan Abdülmecid tarafından tekke tamir edilmiş ve bir de şadırvan yaptırılmıştır. Türbede, altlarındaki kabirlerde birden fazla kişinin gömülü olduğu, toplam otuz kadar ahşap sanduka mevcuttur. Cerrahi tekkesi, gerek zamanında gerekse tekkelerin kapatılmasından sonraki yıllarda İstanbul’un tasavvuf kültürü ve musikisi açısından en önemli merkezlerden biri olmuştur. Pazartesi günleri icra edilen ayinler musiki tarihinde önemli yerleri olan zakirbaşılar tarafından yönetilmiştir .
Eserleri
1. Mürşid-i Dervişan,
2. Evrad-ı Kebir,
3. Evrad-ı Sağir.
4. Divan.
Divan şiiri geleneği içinde dini-tasavvufı mahiyetteki şiirlerini “Nuri” mahlasıyla yazardı.
Şiirlerinden biri:
Dil beyitini pak eden
Dervişi anka eden
Alem-i lahuta giden
Mevla zikridir zikri
Zikirden halet alan
Aşınay-ı ruh olan
Ukbada devlet bulan
Mevla zikridir zikri
Terk ehline karışan
Hem zevkine erişen
Bahr-ı ledünle görüşen
Mevla zikridir zikri
Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları
Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde toplam 24 sene şeyhülislamlık yapan büyük İslam Alimi Zembilli Ali Efendi‘nin asıl adı Alaaddin Ali bin Mehmed bin Cemaleddin’dir. Mevlana Sini Ali Cemali lakabıyla da tanınmaktadır. Doğum tarihi kesin olarak bilinememektedir, Aksaraylı yahut Karamanlı olduğuna dair farklı görüşler vardır.
Tahsil hayatına memleketinde başlayan ve daha sonra İstanbul’a gelen Ali Efendi, Molla Hüsrev’in öğrencisi olmuştur. İlim tahsiline Bursa’da, Hüsamzade Mevlana Muslihüddin’in yanında devam etmiş ve ondan icazetini alarak müderrisliğe başlamıştır.
Fatih Sultan Mehmed döneminde Edirne’deki çeşitli medreselerde talebe okutmuştur. Sadrazamla arasını açan bir olay nedeniyle müderrislik görevinden istifa ederek tasavvufla ilgilenmeye başlamıştır. II. Bayezid’in padişah olmasıyla saraya davet edilen Ali Efendi, bu isteği geri çevirerek müderrislik görevinde devam etmeyi tercih etmiştir. Bursa, İznik ve Amasya Medreselerinde bir müddet ilmi faaliyetlerini sürdürmüş, Amasya kadılığı yaptığı sırada görevinden ayrılarak hacca gitmiştir. Bu yolculuk vesilesiyle Mısır’da bir yıl kalarak zamanının şöhretli ilimleriyle görüşmüş ve ilim meclislerine iştirak etmiştir. Hacda bulunduğu 1497 yılında, II. Bayezid tarafından şeyhülislamlığa atanmıştır.
Ali Efendi İstanbul’a döndüğünde, şeyhülislamlık vazifesiyle müderrisliği bir arada yürütmüştür. Kendisinden sonra gelen şeyhülislamlar da bu durumu bir gelenek haline getirerek Bayezid Medresesi’nde eş zamanlı müderrislik yapmışlardır.
Dinin hükümlerine ölesiye bağlılığı, iktidarlar kar şısında eğilip bükülmeden tavizsiz duruşu ve şaşmaz adalet terazisiyle padişahların hayranlığını kazanan Ali Afendi, şeyhülislamlık görevini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde de sürdürmüştür. Devletin askeri ve siyasi meselelerinde de inisiyatif üstlenmiş, Mısır Seferi’nin fetvasını vermiş, Rodos Seferi’nde hazır bulunarak padişaha ve orduya manevi destek sağlamıştır. 1526 yılında İstanbul’da vefat eden Ali Efendi, Zeyrek’de yaptırdığı sıbyan mektebinin bahçesine defnedilmiştir.
Ali Efendi’nin “Zembilli” lakabını alması, fetva isteyenlerin sorularını yazdıkları kağıtları koyabilmeleri için evinin penceresinden devamlı olarak zembil adı verilen bir sepeti aşağıya sarkıtması dolayısıyladır. İstanbullular alimin sorulara verdiği cevapları yine bu zembilin içinden alırlardı.
1998 yılına kadar gelebilmeyi başaran Zeyrekteki evi, maalesef duyarsızlık neticesinde yıkılmıştır.
Eserleri. Ali Cemâlî Efendi’nin ilmî gelişmeleri takip ederek kendisini sürekli yenilediği ileri sürülür ve kitaba da çok meraklı olup çeşitli yerlerden eserler getirttiği belirtilir. Başlıca eserleri şunlardır:
1. Muhtârât mine’l-Fetâvâ (Fetâvâ-yı Ali Efendi). Hanefî fıkhına dair bu telif eserin İstanbul kütüphanelerinde çeşitli nüshaları bulunmaktadır (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 138; Esad Efendi, nr. 644; Fâtih, nr. 2387, 2388, 2389; Lâleli, nr. 1154).
2. Muhtasarü’l-Hidâye. Fıkha dair bir eserdir.
3. Risâle fî hakkı’d-devrân (Risâletü’d-deverân). Eserde sûfî raksının zikir maksadıyla yapılması durumunda haram olmadığı belirtilir ve eserin biri mensur, diğeri manzum iki nüshasının bulunduğu kaydedilir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 3093/2) Risâle fî cevâzi devrâni’ṣ-ṣûfiyye adıyla kayıtlı nüsha Arapça ve mensurdur.
Âdâbü’l-evsiyâ adlı ahlâka dair eser Ali Efendi’ye nisbet edilirse de bu eserin oğlu Fudayl Çelebi tarafından kaleme alındığı tesbit edilmiştir
Kaynak ; İstanbul’un 100 Sufisi , Ebru Erte , İBB Yayınları .



istanbul -fatih – baş imam sokakta
Ta Buhara’dan kalkıp İstanbul fethine katılan ve Ni’me’l-Ceyş’den (mutlu gazilerden) olan yedi yüce zat, Fatih, Malta Baş İmam Sokağı üzerinde müstakil türbelerinde medfundurlar. Kitabelerinde:
‘’ Seyyid Hamza, Seyyid Ukeyl, Seyyid Abdulaziz, Seyyid Abdurrahman, Seyyid Abdürrahim, Seyyid Abdülgafür. Seyyid Cafer ruhları için Fatiha ‘’ yazılıdır. Kazlıçeşme, Demirhane Caddesi üzerinde de Yedi Emirlerin türbeleri vardır. Caddeye bir kapısı ve bir penceresi olan incir ağacının gölgesinde medfun olan bu yedi fetih gazisinin güzel bir kitabeleri vardır:Gazi fetihte Sultan Mehmed Han ile bu yedi kimse beraber anın ile darbetmişti. Cümlesi birden şehadet şerbetini nuş eyleyip Yedikule haricinde bunca yıl esrar Etmişti. 1297.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
…….
Kabirleri; Silivrikapı Caddesi ile Seyfullah Efendi Sokaklarının kesiştiği yerde ve set üstündedir. Hazret-i Hüşeyin neslinden, Seyyid Nizam Hazretlerinin oğludur. Ümmî Sinan Hazretlerinin halifelerindendir. Kibar-ı evliyaullahdan, aşık ve irfan sahibi yüce bir Velidir. Sultan Üçüncü Murad şeyhlerindendir.
Ümmî Sinan’ın halifesi olan Seyyid SeyfuIIah Efendi bir gece rüyasında şeyhinin kendisine geldiğini ve yaklaştıkça küçüldüğünü ve tamamen yanına gelince kaybolduğunu görmüş ve zuhuratı Ümmî Sinan Hazretlerine söylemiş. O da:
«Sana şeyh’de nasıl fani olacağı gösterilmiş, sen de şeyhine yaklaştıkça küçülmeli, nihayet onda fani olmalısın» diye rü’yayı tabir buyurmuştur. 1601 tarihinde vefat etmiştir.
Seyyid Seyfullah Hazretleri divan sahibi olup kerametleri pek çoktur
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
Fatih Sultan Mehmed Hazretlerinin ulemalarından Seyyid Muhterem Efendi. Sonradan konulmuş kitabesinde İsmi Mehmed Efendi diye yazılıdır. Halk Mehmed Dede türbesi diye hürmet ediyor. Komşuları türbesini yaptırmışlar, etrafı yeşil demir kafesle çevrilmis, güzel bir selvi ağacı yetiştirilmiştir. Kitabesinde şunlar yazılıdır:
Hu
Ve kefa billahi şehiyden muhammedün resülüllah.
Ebu’l-Fetih Sultan Mehmed Han
Hazretlerinin ulema-i zamanından Esseyid
Mehmed Efendinin ruhu için El-Fatiha
Hicrî Sene: 857.
Kabirleri: Karagümrük meydamnda köşede yeşil ağaçın altında etrafı demir şebeke ile çevrilidir.
Kaynak ; İstanbul Evliyaları ve Fetih Şehidleri – Şevket Gürel , İstanbul’daki Tarihi Türbe ve Mescidleri İmar Vakfı , 1988
adres


İstanbul – Fatih – Kocamustafapaşa – Belgrad kapısı Hacı Piri cad.





İstanbul – Fatih – Unkapanında Haraççı Karamehmet Cami karşısında.
Kabirleri; Unkapanı Üsküplü Caddesi üzerindedir, ismi Nalıni Mehmed Mimi Dede’dir. Melamî büyüklerindendir. Bergamalı’dır. Geçimini Nalıncılık yaparak temin ederdi. Herkes gibi bu mübareğin nefsi de ölüm şerbetini içerek vatan-ı aslisine yürüdü.
Bir Cuma günü Sultan Üçüncü Murad Han, İstanbul esnafını kontrol etmek ve halkın durumunu tedkik etmek üzere, yanına Şeyhü’l-İslam’ı da alarak, tebdil-i kıyafet ile çarşıya çıkar. Padişah Üçüncü Murad, Fatih semtinde gezerken bir kalabalık görür ve Şeyhü’I-İslam’a dönerek der ki: – Git var, oradaki kalabalık ne ister! Şeyhü’l-islam, Padişahın bu sözü üzerine kalabalığın bulunduğu yere gider. Durumu öğrenir ve Padişaha şunlan söyler: – Padişahım, zındık dedikleri bir adam ölmüş. Cenazesini kimse yıkamak istemiyor.
Yıkayıp yıkamamak için tereddüt gösteriyorlar ve münakaşa ediyorlar. Padişah, Şeyhü’l-İslam’ın bu sözü üzerine daha da meraklanır ve kalabalığın içine karışır, önüne gelen birine sorar: — Kimdir, bu zındık dediğiniz adam? — Nalıncılık yapan ihtiyar bir sanatkardı ve adına Nalıncı Baba derlerdi. — Bu Nalıncı Baba’ya niçin zındık derlerdi? — Efendim, bu Nalıncı Baba, Cuma namazı dışında camiye gitmez ve namaz kılmazdı. Kazandığı para ile her akşam şarap alır, evine götürür ve içerdi. Ayrıca, her cuma akşamları da baştan çıkmış uygunsuz kadınları evine toplar, alem yapardı. Bu sebeble. bu zındık adamın cenazesini yıkamak ve namazını kılmak caiz değildir. Padişah aldığı bu cevaplar üzerine daha da meraklanır. Şeyhü’l İslamın kulağına eğilerek: — Bu durum bana çok garip geliyor. Bu fakir Nahncı Baba’nın cenazesi ortada kalmasın.
Bu işi biz yapalım! Ben cenazenin suyunu dökeyim sen de yıka! Şeyhü’l-îslam, Padişahın bu isteği üzerine hemen cübbesini çıkarır ve cenazeyi yıkamak üzere hazırlanır. Bu arada Padişah da kollarını sıvar ve orada bulunan bir su kabını eline alarak kaynamakta olan kazandaki sıcak sudan, cenazenin suyunu döker. Padişah ve Şeyhü’l-İslam, herkesin garip bakışları arasında Nalıncı Baba’nın cenazesini yıkarlar, hazırlarlar, namazını kılıp gömülmesini sağlarlar. Bir müddet sonra Padişah Üçüncü Murad Han, merak ettiği bu garip olayı anlatmak için Nalınçı Baba’nın hanımını saraya çağırtır ve sorar: Hatun, siz kimin eşisiniz? — Nalıncı Baba’nın — Koçanız nerede? . . — Kocam. bir hafta evvel vefat etti Padişahım — Koçan ne iş yapardı? — Efendim! Çok güzel nalınlar yapardı. Geçimimizi onunla sağlardık. — Senin koçan güzel nalın yaparmış, fakat zındıkmış. Buna ne dersin? — Zındık değildi Padişahım. — Böyle söylersin ama, senin kocan camiye gitmez ve namaz kılmazmış, öyle mi? — Beş vakit namazım kılardı. Eve geldiği zaman da gece sabaha kadar ibadet ederdi. — Peki, her gün aldığı şarapları ne yapardı? — Kocam her akşam şarap getirirdi Padişahım ama eve gelince iki rek’at namaz kılar, Allah’a şükrederdi. Ve derdi ki:
Allahım! Mü’min kullarının şarap içmelerine mani olabilmek için bana bugünkü kazancımdan iki kilo şarap almayı nasip eylediğin için sana şükürler olsun. Sen büyüksün, günahkar kullanımı afveyle! der ve şarapları helaya dökerdi. — Böyle dersin hatun ama senin koçan her cuma akşamları uygunsuz kadınları eve toplar onlarla eğlenirmiş. — Evet padişahım. Kadınları eve çağırır fakat kendisi başka yere gider, onun hazırladığı nasihatları ben kadınlara okurdum. Böylece bir çok kadın, pişman olup tevbe etmişlerdir. Kocamın bu hali çeşitli dedikodulara sebep olmuş ve adı zındığa çıkmıştı.
Bundan dolayı da herkes ona zındık adam demeye başlamıştı. Bu durum daha da ileriye gitmiş, kendisine nalın yaptırmaz oldular. Böylece geçimimiz zorlaşmıştı. Fakat çok iyi nalın yaptığı için, yalnız civar yerlerden gelenler nalın yaptırıyorlar ve biz de geçimimizi kıt kanaat temin ediyorduk. Ben kendisine bu huyundan vazgeçmesi için durmadan yalvarıyor: ‘’Adam. Adam.. Bak hastasın Bir gün ölüp kalacaksın. Adın zındığa çıktı, cenazeni yıkayacak insan bulamayacağız. Cenazen ortada kalacak, vazgeç bu huyundan!..» dediğini zaman, o bana deridi ki: — Hatun! Hatun.. Sen onu merak eylersin? Ben Öldüğüm zaman benim cenazem ortada kalmaz. Benim cenazemi şeyhü’I-islam yıkar, padişah da suyumu döker. Sen merak etme!. Bir gün öldü kaldı. Kimse cenazesini zındık diye yıkamak istemedi. Fakat o sırada iki garip adam geldi, Biri cenazesini yıkadı. diğeri de suyunu döktü. Ve yine o iki garip adam tarafından namazı kılınıp defnedildi. Padişah, kadına bir kese attı ihsan eder ve kadının ölünceye kadar geçiminin temin edilmesi için emir verir, kadını saraydan uğurlar. Padişah Üçüncü Murad öğrendiği bu durum karşısında Nalıncı Baba’nın türbesini yaptırır ve başına da bir türbedar tayin eder.
………..