Ana Sayfa>(Sayfa 114)

Şahin Efendi – Samsun

Alaçam’ın 4 km Güneybatısında Alaçam-Durağan ana yolunun sol tarafına düşmektedir. EsentepeMahallesine 1 km uzaklıktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Şahin Efendi” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında bilgi edinilememektedir.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; orijinali ahşap iken son yıllarda yarı kâgir şekilde yeniden inşa edilmiştir. Çatısı kiremit ile kaplanmış, iç ve dışı sıvalı ve boyalıdır. Türbeye ait sanduka Ahşaptan yapılmıştır. Türbenin çevresi 2,5 metre demir çitlerle çevrilmiştir.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Şahin Efendi hakkında çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Mahallinden edinilen rivayete göre; Şahin Efendi Halep’ten gelen İmamı Rabbani Hazretlerinin talebesinin talebesinden 16 yıl ilim almış birisidir. Geçimini çiftçilik yaparak sağlayan Şahin Efendi, kilometrelerce mesafedeki hayvanları dahi sesiyle etkilemesi halk arasında büyük etki yaratmıştır. Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde Allah’ın (c.c) izniyle şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir.Hasta olarak genellikle sara hastaları türbeyi ziyaret etmekte ve Allah’tan (c.c) şifa ummaktadır
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı ( Allah onlardan razı olsun)

Şeyh Beğ Türbesi

Şeyh Beğ 1

Ondokuzmayıs İlçesine 4 kilometre uzaklıktaki Yörükler Beldesi’nde, Kızılırmak Deltası, Kuş Cennetinin kıyısı Fevzi Çakmak mahallesinde bulunmaktadır.

TARİHÇESİ: Halk arasında “Şeyh Beğ ” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmamaktadır. Şeyh Beğ 1730-1825 yılları arasında Dağ Köyü’nde yaşamış ve Yörükler beldesinde şehit düşmüştür. Kendisi gibi şehit düşen Hızar,Hüseyin ve Musa adındaki kardeşleri ise Dağ Köyü’nde metfundur.

MİMARİ ÖZELLİĞİ: Türbe; Kızılırmak Deltası, Kuş Cennetinin kıyısındadır. Kâgir inşaat tekniği kullanılmış kubbeli şekilde inşa edilmiş olup, içinde mermerden yapılı sanduka vardır.

RİVAYET: Günlerden bir gün, İstanbul’dan Hopa’ya yük getiren bir gemi, Karadeniz Ereğlisi açıklarında fırtınaya tutulur. Gemi ha battı ha batacak! Mürettebat ve kaptan büyük bir korkuya kapılmış durumda Allah’a dua ederlerken, nur yüzlü, aksakallı, yaşlı bir zat ortaya çıkar. Allah’ın izniyle, tehlikenin geçeceğini, telaşa kapılmalarına gerek olmadığını söyleyerek hem onları teskin eder, hem de onlarla birlikte duada bulunur. Bir süre sonra fırtına geçer, gemi salimen yoluna devam eder.Bu arada gemi kaptanı, kendilerine yardımcı olan yaşlı adama;-“Baba, senin adın ne? Sana kim derler? Evin, yurdun neresi?” diye sorar.İhtiyar;—Benim evim, Samsun –Bafra Yolu üzerinde, Engiz denilen bir yer var. Oradan Balık göllerine giderken Boğaz üzerinde köprü ve mezarlık var. Mezarlıktaki yaşlı dut ağacının hemen yanındaki ev benim evim. Biz 7 kardeşiz” derve ortalıktan kaybolur. Daha sonra “Şeyh Beğ “i rüyasında gören kaptan Samsun’a geldiğinde Engiz’e varırkendisine tarif edilen dut ağacını bulur. Fakat yanında ev falan yoktur. Sadece tek bir mezar vardır. O zaman anlarki, Şeyh Beğ ulu bir zattır. Orda hemen karar vererek mevcut mezar üstüne bugünkü binayı (Türbeyi) yaptırır.Türbe halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretinde bulunmak için ziyaret edilmektedir.
Kaynak ; Samsun Evliyalar Atlası – Ahsen Vakfı  ( Allah onlardan razı olsun)

Musa Dede – Samsun

Musa dede Samsun 1

Ondokuzmayıs İlçesinin 10 km Güney Batısındaki Dağ Köyü’ne 2 km mesafedeki Musa Tepesi denilenmevkide bulunmaktadır.

TARİHÇE: Halk arasında “Musa Dede” şeklinde anılan türbenin, kitabesi bulunmamaktadır. 1730-1825 yıllarıarasında Dağ Köyü’nde yaşayan ve şehit düşen Musa Dede’nin mezarı köylüler tarafından mesire alanı içerisinetürbe olarak yaptırılmıştır.

MİMARİ ÖZELLİKLERİ: Tarihi ve mimari özelliği olmamakla birlikte Türbe; orijinali ahşap iken son yıllarda sekizgenyarı kâgir şekilde yeniden inşa edilmiştir. Çatısı Atermit ile kaplanmış, iç ve dışı çini ile sıvalıdır. Türbeye ait sandukamermerden olup, zemin halı kaplamadır.

RİVAYET: Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Musa Dede hakkında pek çok rivayetanlatılmaktadır. 1730-1825 yılları arasında Dağ Köyü’nde yaşayan ve şehit düşen Musa Dede’nin tıpkı kendisi gibi 3kardeşinin de şehit düştüğü, bunlardan Hızır ile Hüseyin’in Dağ Köyü’nde, Şeyh Beğ adındaki kardeşinin de YörüklerBeldesi’nde medfun olduğu rivayet edilmektedir. Musa Dede Türbesi halk tarafından Rıza-i İlahi için veli ziyaretindebulunmak ve çocuğu olmayan kadınlar tarafından ziyaret edilmekte, Musa Dede hatırına Allah’tan (c.c) kendilerinehayırlı evlatlar vermesi istenmektedir. Hatırına edilen duaların kabul olduğu yönündeki inanış ile birlikte yörehalkının bölgeyi mesire alanı olarak da kullanması türbeye ilginin artmasına neden olmaktadır

Bu Sayfa Ahsen Vakfı‘nın katkılarıyla hazırlanmıştır. ( Allah onlardan razı olsun)

Ala Dede Türbesi

Ondokuz Mayıs ilçesinin 10 km güney batısındaki Dağ Köyü’ne 2 km mesafededir. Türbe köy merkezi seyir istikametinde yolun sol tarafına düşmektedir.

Tarihçe ; Halk arasında ” Ala Dede” şeklinde anılan türbeye ait herhangi bir kitabe bulunmadığından türbenin tarihi hakkında kesin bir bilgi edinilememektedir. Türbe define avcılarının kazıları sonucunda tamamen harap halde olup, mezarın yeri dahi tam olarak belli değildir.

Mimari Özelikleri ; Türbe; tepe üstünde bulunmaktadır. Etrafı herhangi bir yapı ile çevrili olmayıp açıktır.
Türbenin bulunduğu yerde ağaçlar bulunmaktadır.

Rivayet ; Yöre halkı tarafından evliya olarak nitelendirilen ve korunan Ala Dede türbesi hakkında çok fazla rivayet bulunmamaktadır. Türbe ; halk tarafından Rıza-ı İlahi için veli ziyaretinde bulunmak, hasta olanlar içinde şifa bulmak umuduyla ziyaret edilmektedir. Hasta olarak genellikle vücudunda ala lekesi olanlar ziyaret etmekte ve türbede medfun bulunan Ala Dede hatırına Allah (c.c.) ‘tan şifa ummaktadır.

Kaynak Kişiler ; Seyfettin Arslan (Ahsen Vakfı) , Muzaffer Erdoğan (Köylü)

Bu Sayfa Ahsen Vakfı‘nın katkılarıyla hazırlanmıştır. ( Allah onlardan razı olsun)

Medineli Hacı Osman Akfırat (k.s.)

İstanbul Eyüp’de ; Piyerloti’ye çıkan idris köşkü yokuşunda yol üzerinde Kaşgari dergahına gelmeden sağda

Son devir Osmanlı alimlerinden ve Fatih Dersiamlarından. Asıl adı Muhammed Osman’dır. Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinden olan dedeleri, memuriyet dolayısıyla Medine-i Münevvere’ye gidip yerleşmiş ve Ravza-i Mutahhara’ya çok yakın bir yer olan Zervan mahallesinde oturmuşlardı. Bu ikamet sırasında Muhammed Osman Hicri 1301/Miladi 1881 (1883 olarak kaydeden kaynaklar da vardır) yılında dünyaya geldi. Yöre adetleri gereği olarak, doğduktan sonra, kundak halinde iken, altı saat Türbe-i Saadet’e bırakılmıştır.

Muhammed Osman, Medine-i Münevvere’de doğduğu ve on yedi yaşına kadar orada kaldığı için:“Medineli Hacı Osman Efendi” diye anılır. On yedi yaşından sonraki hayatının tamamını Beykoz’da geçirdiği için de “Beykozlu Hacı Osman Efendi” diye de anılır.

Muhammed Osman Efendi, Kur’an-, Kerim öğrenimini, ilk ve orta tahsilini Medine-i Münevvere’de yapmıştır. Hafızlık şerefini hayatının sonuna kadar korumuş, kadrini bilmiş ve teravih namazlarını yıllarca hatimle kıldırmıştır. Çocuk denecek yaşta babasını kaybeden Osman Efendi, bundan sonra kendisini dini ilimlerin tahsiline vermiştir. On yedi yaşına gelince tahsilini ilerletmek için istanbul’a geldi. Fatih semtindeki Çirçir Medresesi’ne girmiş ve bu medresede yıllarca tahsil gördükten sonra icazetini almıştır. Daha sonra bu medreseye müderris olarak tayin edilmiş ve burada bir hayli talebe yetiştirmiştir. Bir yandan müderris olarak öğrenci ve ilim adamı yetiştirirken diğer taraftan da Müslümanları vaaz ve sohbetleriyle irşada başlamıştır. Beykoz’daki Hacı Ali Camii’nde aralıksız olarak kırk üç yıl vaaz ve nasihatte bulunmuştur. Bundan başka, yirmi dokuz camide daha irşad görevini sürdürmüştür.

Beykoz’a Gelişleri
Hacı Osman Efendi’nin Beykoz’a gelişleri tesadüfi bir geliş değildir. Zamanın büyük alimlerinden Dersiam Hacı Ferhad Efendi, Hacı Muhammed Osman Efendi’yi bizzat Beykoz’a getirerek cemaatine ve sevenlerine şöyle takdim etmiştir: “Bu Hacı Osman Efendi’ye itibar edip kıymet veriniz. Çünkü o benden daha büyük derecelere yükselecektir:’
Daha sonraları Hacı Osman Efendi de, Hacı Ferhad Efendi’yi şöyle anlatmıştır: “Burada (Beykoz’da) büyük bir alim ve ariflerden olan (Fatih ve Süleymaniye dersiamlarından) Şeyhülmüderrisin Hacı Ferhad Efendi vardı. Bu zat 1932’de vefat edeceği sırada oğlunu çağırıp: “Yahya, gel! Bana Yasin-i Şerif oku. Azrail (a.s.) Peygamber (s.a.v.) ile teşrif edip canımı aldı.” dedi. Bu zat Peygamber’i çok severdi. Onun için Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz cenazesine teşrif buyurdular.”

Hacı Osman Efendi, altı defa hacca gitti. Son haccı ise “Hacc-ı Ekber” di.Hayır yapmayı çok severdi. Yetim ve yoksullara yardım ederdi. Dört tane yetim büyüterek kendilerini ev bark sahibi yaparak yuvalarını kurdu. Gümüşsuyu Camii ile Karagöz Sırtı Camii’nin ve daha başka nice camilerin yapılmasında önderlikte bulundu. Alçak gönüllü bir veli idi.

Şahsiyeti
Tefsir, hadis fıkıh, tıb ve rüya tabirciliği konulardaki derin vukufu, emsalsizliği, kendisini yakından tanıyanlarca çok iyi bilinmektedir. Özellikle tefsir ilminde çok geniş bilgiye sahipti. Ayetlerin nuzül sebeplerini ve ince manalarını gayet açık ve rahat olarak izah ederdi. Hadis ilminde de devrinin ileri gelenlerindendi. Milyona yakın hadis ezbere bilirdi. Mevzu olan hadisleri, mevzu olmayanlardan kolayca seçer ve ayıklardı. Fıkıh ilminde ise, dört mezhebin görüşlerini ayrı ayrı bilir ve buna göre sorulan meselelere anında cevap verirdi. Ayaklı bir kütüphane gibi idi.

Tıb ilminde de  çok mahirdi. Bütün bitkilerin isimlerini, kimyevi özelliklerini, hangi hastalığa şifa verdiklerini bilirdi. Doktorların ümit kestiği pek çok hastayı, Allah’ın izniyle şifaya kavuşturmuştur. Rüya tabiri konusundaki ehliyeti, zamanında herkes tarafından kabul edilmişti. Hacı Osman Efendi’ye kalp gözü ve ledün ilmi hakkında sorulduğunda şöyle cevap buyururlardı:
“Ledün ilmine göre zahir ilmi, güneşe göre bir kandil gibidir. Güneş doğduğu zaman, bütün kandillerin ışıkları söndüğü gibi, işe yaramaz hale geldiği gibi, ledün ilminin yanında da zahir ilmi aynen öyledir. Ancak zahir ilminin bulunması da gereklidir. Çünkü uygun olmayan bir durum olur da ledün ilmi meydana çıkmayabilir. işte o zaman kandili yakmak gerekir. Aksi halde karanlıkta kalır, etrafını göremez ve cahillerin karşısında mahcup olursun.

Nasihatlerinden Örnekler
“Ahir zamanda Müslümanların en büyük silahı evinden abdestli olarak çıkmasıdır. Abdestli olana şeytan yaklaşamaz. Şeytan abdest aldırmamak için elinden geleni yapar. Siz Şeytana kanmayınız:’

“Fakir bir kimse sizden Allah rızası için yardım isterse, o fakire cebinizdeki paraların içinden en yenisini veriniz. Yırtık, kopuk, buruşuk parayı vermeyiniz. Çünkü şeytan yeni para verdirmez. Yeni para vererek hem şeytanı mağlup ediniz, hem de fakiri sevindiriniz.’

”Beykozda oturanlar ve iş yeri sahipleri Beykoz’u hiç terk etmeyiniz. Çünkü Beykoz da çok büyük ruhaniyet vardır. Beykoz’da on iki tane büyük evliya yatıyor. Evliyalar  ölmezler, onlar yaşarlar. Müşkül durumda bulunan Müslümanlara yardım ederler. Onlar ruhaniyeti fazla, sessiz, sakin yerleri seçerler. Beykoz’un dağlarında mercan petekleri vardır. Ruhaniyeti bol, evliyası bol olan Beykoz’u terk etmeyiniz. Beykoz’dan ayrılmayınız.’

“Kabirlerinizi büyük zatların yanında seçiniz. O büyük zata gelenlerden istifade etmiş olursunuz. Beykoz’da oturan Müslümanlar ayda en az bir sefer Eyüp Sultan hazretlerini ziyaret etsinler. Günlük yaşantınızda bol bol evliya ziyaretleri yapınız.’

“Sadakayı bol bol verin. Sadaka insanın ömrünü artırır. Ve belayı karşılar. Sabahleyin yataktan güneş doğmadan kalkın. Güneşi sakın üzerinize doğdurmayın. Cenab-ı Hak ömrünüzü uzatır. Allah Teala’nın en çok sevdiği kul, kendisinden en fazla korkan kuldur.’

“Evinize girerken Besmele çekiniz. Çünkü şeytan, içinde Besmele çekilen eve girmez. Akşamları yatağınıza yatarken abdestli olarak yatınız. Sabaha kadar bir melek sizi korur ve sevap yazar’

“Ahir zamanda bazı mu’cize ve emareler gözükecek. Altı-yedi sene yatalak olan kişi, yatağında hasta yatarken orta yaşlılar aniden ölecek. Ölümler ani olacak. Trafik kazalarında çok kişi ölecek. İki Müslüman devlet birbiriyle harp edecek. Müslüman olmayan büyük bir devlet hızlı bir şekilde Müslüman olacak. Binalar, zinalar çoğalacak. İklimler değişecek. Kuraklık başlayacak:’

Vefatı

10 Ekim 1967 Salı günü evinden çıkarken hanımıyla helalleşti. Kanlıca Camii’nde vaaz etmek üzere yola çıktı. Beykoz’un Yalıköy semtinde, kendisini çok sevenlerden olan Aktar Hacı Muhiddin Eray’ın dükkanı önünde oturup Akbaba köyünden gelecek vasıtayı beklerken, saat 10.36 sularında, oturduğu iskemleden yavaşça yere düştü. Sol kaşından hafif bir kan sızdı ve dondu. Kendisini kaldırıp hastaneye giderken, saat 10.42’de, İncirköy Camii’nin yakınında ruhunu teslim etti. Cenaze eve götürüldü. Sabaha kadar ziyaretçiler sel olup aktı.

Ertesi gün Beykoz Merkez Camii’nde öğle namazından sonra cenaze namazı, Dersiam Çolak Mehmed Efendi tarafından kıldırıldı. Vasiyeti üzerine cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi. O gün Beykoz çok kalabalık bir gününü yaşadı. Cemaat motorlarla hareket etti. Beşiktaş Ortaköy’de Amerikan Altıncı Filosu demir atmış durumdaydı. Cenazeyi ve motorları görünce gemiler bayraklarını yarıya indirdiler ve üç sefer sirenleri çaldılar.

Hacı Osman Efendi sağlığında bir gün, Beykoz Merkez Camii’nde, otuz iki sene imamlık yapmış olan Hacı Hafız İhsan Hocamıza: “Hocam, benimle beraber aynı kabre girer misiniz?” der, İhsan Hocada: “Hocam ben kendimi sizin yanınıza layık görmüyorum” demişti. Hacı Osman Efendi gülerek: “İhsan Efendi, aynı kabre beraber gideceğiz” demişti.

Hacı Osman Efendi’nin cenazesi kabrinin başına geldiği zaman cemaat İhsan Hoca’ya: “Hocam, Hacı Osman Efendi’yi kabrine siz indirecekmişsiniz” demişler. İhsan Hoca da kabre inip cenazeyi koyup tahtalarını dizerken, Hacı Osman Efendi’nin: “Sen de benimle kabre ineceksin” sözü aklına gelmiş ve böylece Hacı Osman Efendi’nin kerameti zahir olmuştu.
Allah gani gani rahmet eylesin. Yeri Cennet, makamı ali olsun! Şefaatlerini dileriz! Amin, Amin!

1966’da Boğaz’da Beşiktaş önlerinde iki tanker çarpıştı. Gece saat iki sıralarında deniz yanmaya başladı. Tankerler petrol dolu. İçindeki petrol patladıkça alevler gökyüzünü kıpkırmızı bir şekilde kaplıyordu. Akıntının tesiriyle alevler Beykoz’a doğru gelmeye başladı. Tankerin bir tanesi Beykoz Kulübü’nün yanındaki yalıya girdi. Diğeri de Selvi Burnu’ndaki petrol depolarına yanaştı. Korkunç patlamalar Beykoz’u ayağa kaldırdı. Herkes panik içinde. Kimileri Beykoz’dan kaçmaya başladı. Merhum Hacı Osman Efendi’ye koştular. Hocamız emin ve sakin. Gelenlere şöyle diyordu:

“Korkmayın. Beykoz’da bu kadar çok evliya varken Beykoz’a bir zarar gelmez. Yanıp yanıp sönecektir. Beykoz’u terk etmeyin:’ Bunun üzerine Beykoz terk edilmedi. Uzun müddet yandı. Fakat Beykoz’a bir zarar vermedi ve böylece söndü gitti. Hocamız yolda yürürken üç delikanlı ile karşılaştı. Selam verdiler, Hocamız selamı aldı ve o delikanlıların birinin kulağına yaklaşarak usulca dedi ki: “Evladım, sabahleyin boy abdesti almışsın, fakat bazı yerlerin kuru kalmış, su değmemiş. Git bir daha yıkan, böyle dolaşma:’ Gerçekten de bu delikanlı sabahleyin yıkanmış, fakat bazı yerleri kuru kalmıştı. Hocamızın buna benzer birçok kerametleri görülmüştür.

Eserleri
1. Basiretü’s-Salikin (Erenlerin kalp gözü).
2. Şifalı Bitkiler ve Emraz.
3. Necatü’l-Melhuf.
4. Hayat Safhaları.
5. Muavizeteyn Tefsiri.
6. İlahi Emirler.
7. Kur’an’da Beş Vakit Namaz Yok Diyenlere Cevap.
8. Ruh Çağırma .

Kaynak ; Yolumuzu Aydınlatanlar -1 , Yahya Kutluoğlu , İbb Yayınları

Pir Ahmed Edirnevi (k.s.)

İstanbul – Eyüp’de Feshane caddesi üzerinde Zal Mahmud Paşa camii yanında

Pir Ahmed Edirnevi hazretleri , Edirneli olup , Pir Alaeddin Ali Aksarayi (ö. 1537-38 civarı) ‘nin halifesidir. Bayramiliğin – Melami yolunu sürdürmüştür. Memleketi Edirne’de faaliyet gösteren Pir Ahmed , Abdulbaki Gölpınarlı’nın ifadesiyle ; vahdetin uçsuz bucaksız tellakilerini açığa vurmadan ziyade , takva ve azimet yolunu öğütlemiştir.  Müridlerinin şeriata uymaları konusunda titizlik göstermiştir.

Kaynaklarda Pir Ahmed Edirnevi hazretlerinin Edirne’de ne kadar kaldığı hakkında herhangi bir malumat yoktur. Onun 1000/1592 tarihinde İstanbul’da vefat ettiği bildirilmektedir.

Türbenin giriş kapısında ;

”Tecvid müellifi karabaş Ahmed
Efendi hazretlerinin kabridir.” yazar

Edirneli Pir Ahmed Efendinin bir ilahisi vardır. Tamam olmayan bu eser, tekkeler kapanıncaya kadar, bütün tekkelerde özel bestesiyle söylenirdi, ki şudur:
Hakka giden yol bu yoldur
Cümlenin maksudu oldur
Tevhid eden gör ne kuldur
Böyle bir Allahımız var
Bilir cümlenin halini
Aşıklar verir cemâlini
Zeval ermez kemâlime
Böyle bir Allahımız var
Bir aşık ile dols olalım
Gitdi aklım ben mest olalım
Bu yolda gayet pest oldum
Böyle bir Allahımız var.
Ahmed Üryan gir Meydâne
Afveder bakmaz iyyâne
Terket canı yana, yane
Böyle bir Allahımız var.
Türbenin kapısı üzerindeki ayet, Hâmid’indir.
Türbenin sa tarafındaki hazirede şu zevatın şahidelerivardır.
985 (1577). Cafer Efendi Şeyhülislam Ebû’s-su’ud
Efendinin amcası Abdünnebi Efendinin oğlu ve Anadolu kadıaskeri, hac dönüşü Üsküdar’daki bahçesinde otururken vefat etti. lim bir zat idi. Taşı dört köşe köfekedir.
1151 (1738). Zal Paşa İmamı Ahmed Efendi
1182 (1768). Debbag Mehmed Ağa. Tabbakhane bu hazirenin karşısında idi.
1217 M. 17 (Mayıs-1802). Devletlu ismetlu Esma Sultan başaağası Bilal Ağa. Esma Sultan Sarayı Defterdar iskelesi civarında idi.

Kaynaklar; Dr. Selami Şimşek , Edirne’de Tasavvuf Kültürü , Buhara Yayınları , 2008
Eyüp Tarihi , Eyüp Belediyesi

Hz. Hala Sultan (r.a.) – Ümmü Haram (r.a.)

Güney Kıbrıs – Larnaka’da ; Larnaka Havalimanının hemen arkasındaki Hala Sultan Tekkesinde

Ümmü Haram binti Milhan radıyallahu anhâ Rasûllullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin süt halası… İlk deniz seferine katılan, şehidlik özlemiyle yanan bir hanım sahâbî…
Kıbrıs’ın manevî bekçisi…

Hala Sultan adıyla meşhur, şecaat sâhibi kahraman bir İslâm kadını…

O, Bi’setten önce Medine’de doğdu. Hazrec kabîlesinin Benî Neccar koluna mensuptur. Babası; Milhan İbni Hâlid, annesi Müleyke binti Mâlik’tir. Asıl adı bilinememektedir. Ümmü Haram künyesiyle meşhur olmuştur. Enes İbni Mâlik (r.a.)’ın teyzesidir. Haram İbni Milhan (r.a.)’ın da kızkardeşi olur.

O, Medine’nin ilk müslüman hanımlarından idi. İslâmdan önce Amr İbni Kays ile evlendi. Kays ve Abdullah adında iki oğlu oldu. İslâm güneşi Medine’ye yayılmaya başlayınca kocasının da müslüman olmasını istedi. Her vesileyle beyini İslâm’a davet etti. Fakat kocası bu davete icâbet etmedi. Müslüman olmayı kabul etmedi. Çaresiz kalan Ümmü Haram (r.anhâ) müşrik kocasından ayrılmak zorunda kaldı. Bir müşrikle hayatını devam ettirmek istemedi. İffetiyle, vakarıyla inancını daha diri yaşamayı arzu etti. Bir müddet sonra Ensar’ın ileri gelenlerinden meşhur sahâbî Ubâde İbni Sâmit (r.a.) ile evlendi.

İki Cihan Güneşi Efendimiz zaman zaman süt halası bulunan Ümmü Haram (r.anhâ)’nın evini ziyaret ederdi. Bazan öğle üstü kaylûlesini orada yaptığı olurdu. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bu evde biraz sohbet ettikten sonra uykuya daldı. Bir müddet sonra gülümseyerek uyandı. Efendimizin tebessüm ederek kalkışına hayret eden Ümmü Haram (r.anhâ): “Ya Rasûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Niçin gülüyorsunuz?” diye sordu. Efendimiz de: “Ey Ümmü Haram! Ümmetimden bir kısmının gemilere binip kâfirlerle savaşmaya gittiğini gördüm.” buyurdu. İleride olacak deniz savaşlarına işaret etti.

Ümmü Haram (r.anhâ) şehâdet özlemiyle yanmaktaydı. Bu beşâreti duyunca heyecanlandı. O sefere katılacaklar arasında bulunmayı arzu etti ve: “Ya Resûlallah! Duâ etseniz de ben de onlardan biri olsam” diye ricada bulundu. İki Cihan Güneşi Efendimiz de onun istediğine: “Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle” diye duâ ederek karşılık verdi. Sonra yeniden istirahat etmek üzere sağ yanına doğru uzandı.

Fazla bir zaman geçmemişti ki, Efendimiz yine tebessüm ederek kalktı. Ümmü Haram (r.anhâ) yine gülümsemesinin sebebini sordu. Efendimiz: “Bu defa da ümmetimden bir kısmının padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir halde gazâya gittiklerini gördüm.” dedi. Ümmü Haram (r.anhâ) tekrar dua etmesi ricasında bulundu. Kendisinin de onların arasında olmayı arzu ettiğini söyledi. Rasûlullah (s.a.) Efendimiz ona: “Sen öncekilerdensin” buyurdu. Onun deniz seferinde bulunacağını haber vermiş oldu.

Zaman çabuk geçmekteydi. İki Cihan Güneşi Efendimiz dünyadan ayrılmış, dâr-ı bekâya irtihal eylemişti. Ümmü Haram (r.anhâ)’nın kocası Ubâde İbni Sâmit (r.a.) Humus’da tebliğ vazifesinde bulunmak üzere görevlendirildi. Birlikte Humus’a gittiler. Uzun bir müddet orada İslâm’ın yayılması için gayret gösterdiler. Hz. Osman (r.a.)’ın halifelik döneminde bir donanma hazırlandı. Bununla Kıbrıs adasını fethetmek üzere sefere çıkıldı. Bu müslümanların ilk deniz seferiydi. Ubâde İbni Sâmit (r.a.) ile hanımı Ümmü Haram (r.anhâ)’da bu sefere katılmışlardı. 86 yaşlarına girmiş olan Ümmü Haram (r.anhâ) bütün güçlüklere göğüs geriyor, sıkıntılara tahammül ediyordu. Gayet sakindi. Yolculuğun verdiği meşakkatlerden şikâyette bulunmuyordu. Onun gönlü İslâm’ı tebliğ heyecanıyla doluydu. Kıbrıs’taki insanlara İslâm’ı ulaştırma neşesi içerisinde yolculuğuna sabır ve metanetle devam ediyordu.

O, Rasûlullah (s.a.)’in verdiği müjdeyi hatırlayarak şehidlik özlemi içinde zinde hareket etmeye çalışıyordu. Onun tahakkuk edeceği vakti bekliyordu. Cenâb-ı Hak’ın şehitlere hazırladığı ikramları düşünüyor, ona kavuşmanın sevinciyle çektikleri sıkıntılara aldırış etmiyordu. Yaşlı haliyle onun bu neşesi, zindeliği diğer askerlere de örnek teşkil ediyordu. Onların sabırlarının artmasına vesile oluyordu.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra donanma Kıbrıs’a ulaştı. Önce oradaki insanları müslüman olmaya davet ettiler. Kabul etmeyince cizye vermelerini teklif ettiler. Rumlar buna da yanaşmayınca şiddetli çarpışmalar başlamış oldu. Kısa zamanda Rum donanması mağlub edildi. İslâm ordusu bir çıkarma hareketiyle iç kısımlara daldı. Savaş karada devam etmeye başladı. Daha fazla direnemeyen, Rumlar cizye vermeyi kabul ederek barış teklifinde bulundu.

Ümmü Haram (r.anhâ) yaşlı olmasına rağmen yerinde duramıyordu. Özlemini çektiği şehitlik mertebesine kavuşmak için yaşının üstünde canlılık ve gayret gösteriyordu. Bir an önce neticeye ulaşmak istiyordu. Genç askerler onun bu haline şaşıyorlar ve ona bakarak kendileri daha bir gayrete geliyorlardı.

O, ihtiyar mücâhide hala askerlerle beraber Kıbrıs içlerine doğru dalıp gitti. Larnaka yakınlarına vardıklarında bindiği atın ayaklarının sürçmesinden dolayı düştü ve oracıkta ruhunu teslim etti. Böylece çok özlediği şehâdet mertebesine kavuşmuş oldu.

Kıbrıs, Hicretin 28. yılında fethedildi. Ümmü Haram (r.anhâ) da bu fethin bir sembolü oldu. Larnaka şehrinin Tuz gölü kıyısında bulunan kabrine 1570 m. Senede bir türbe yapıldı. “Hala Sultan” adıyla yüzyıllardır oradan feyiz ve bereket saçmaktadır.

Hala Sultan Türbesi, İstanbul’daki Eyüb Sultan Türbesi gibi Kıbrıs’taki İslâm varlığının en eski izlerini taşımaktadır. İki Cihan Güneşi Efendimize yakınlığı sebebiyle müslümanlar hep hürmet etmiştir. Ecdadımız, Kıbrıs hizasından geçen gemilere selâm verdirmiştir. Birinci dünya savaşına kadar buradan geçen Osmanlı gemilerince top atışı ile selâmlandığı rivayet edilir. Kıbrıs’lı Türkler için “Hala Sultan Kabri ve Türbesi” önemli ziyaretgâhlardan biri olmuştur. Cenâb-I Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi
https://www.facebook.com/pages/K%C4%B1br%C4%B1s%C4%B1n-M%C3%A2nevi-Sembol%C3%BC-HALA-SULTAN-ra/165871241651?fref=ts

Laleli Baba (k.s.)

İstanbul – Fatih’de Fatih evlendirme dairesinin yanındaki Kemal paşa camii haziresinde

Kabirleri; Şehzadebaşı Gençtürk Caddesi, Kemalpaşa Camii bahçesindedir.

Laleli Camii’ni yaptıran Sultan Üçüncü Mustafa, caminin yapılışını kontrol için buraya gelip gittikçe, yakında bulunan ve herkesin «Veli» olarak büyük sevgi ve saygı gösterdiği ulu kişiyi ziyaret eder, onunla sohbet edermiş. Sohbetini müteakip hayır dualarını almayı da hiç ihmal etmezmiş. Bu ulu kişi, göğsünde bir lale ile gezermis. Bundan dolayı da «Laleli Baba» diye anılırmış.

Bir gün, Sultan Üçüncü Mustafa yine ziyaret için Laleli Baba’nın yanına gelmiş. Biraz sohbetten sonra ona «Dünyada en büyük nimetinin ne olduğunu sormuş, cevap olarak da:
— Dünyada en büyük ni’met, yiyip içtikten sonra def’-i hacet etmektir.Fakat Padişah bu cevabı beğenmez. Hatta bu cevaba biraz canı sıkıldığı için kalkıp gider.

O gün akşam olup da Padişah sarayında karnını güzelce doyurduktan bir müddet sonra uykuya dalar. Ama gece yarısı duyduğu büyük bir ızdırabla uyanır Helaya gitmek ihtiyacını duyar. Koşar ama def’-i hacet edemez. Saray hekimlerinin bütün uğraşmalarına rağmen Sultan ıztıraplarını dindiremedikleri gibi, sancılan her geçen saat bir kat daha artar. Sabaha kadar kıvranır durur. Ve Padişah başına gelen bu halin, bir gün önce Laleli Babanın huzurunda takındığı tavırdan olduğunu anlar. Ve hemen yola çıkarak Laleli Baba’ya koşar, elini öper, kendisinden özür diler.
Affedilmesini istirham eder. Laleli Baba, tatlı bir tebessümle: ‘’Allah’ın büyüklü – küçüklü nice nimetlerine sahip olduğumuz halde, yiyip içtikten sonra yaptığımız bir def’-i hacetin bile ne büyük bir nimet olduğu sizce de öğrenilmiş oldu. O halde, her halimize ve her halimizde şükredelim. Ona kulluk borcumuzu ihmal etmeyelim.’’ der.

Sultan, artık hatasını tamamen anlamıştı. Ama ızdırabı hala devam etmektedir. Bu ıztırabına çare bulmasını istirham eder. Hatta bu ıztıraptan kurtulması için saltanattan bile vazgeçebileceğini ve camii Laleli Babaya bağışlayacağını vaad ederek Cenab-ı Hakk’a dua ve niyazda bulunmasın! istirham eder.

Sultanın bu istirhamı üzerine Laleli Baba: ‘’Bir saltanat ki, bir def’-i hacete feda ediliyor. Doğrusu buna saltanat demeğe şahid ister’’ der. Sonra şöyle bir murakabeye dalar. Bir müddet sonra acılar içerisinde kıvranan Padişaha dönerek: ‘’Cenab-ı Hak, size de sıhhat ve afiyetler versin» der.

Padişah Laleli Baba’nın hayır duasım aldıktan sonra onun yanından ayrılarak sarayına döner. Ve saraya dönüşünden kısa bir zaman sonra da ızdırablarından kurtularak afiyetine kavuşur. Bunun üzerine padişah da üzerine düşeni yaparak camii Laleli Baba’ya sunmuştur, İşte o günden sonra bu cami «Laleli Camii» diye anılmaktadır.

Şeyh Nurettin (k.s.)

Siirt – Tillo’ya 5 km uzaklıkta bulunan Taşbalta köyünde kabristan içerisinde

Rufai Tarikatı şeyhi Nurettin Hazretleri’nin alçak kapılı türbesi basit yapılı olup zikirde kullanılan hançer ve üzerinde Arapça yazılar bulunan kılıcı muhafaza edilmektedir.

Kaynak ;Siirt Evliyaları , Abdulhalim Durma